24 Ekim 2015 Cumartesi

Çetin Altan'ı yıllar önce...




Mehmet Ali Yılmaz'ın sahibi olduğu dönemde Güneş Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmenliği görevini sürdürüyordum. Yazıişleri Müdürü ışıklar içinde yattığına inandığım - saygı duyduğum, ancak, akrabalık ilişkim olmayan soyaddaşım- Orhan Duru, Çetin Altan'ın pazar yazısının sakıncalı olduğunu söyledi.

25 Eylül'de yerel yönetimlerin öne alınmasına ilişkin referandum vardı. Yani pazar günü...
'Evet'i benimseyenler beyaz, hayır oyu verecekler kahverengiye çalan renkte oy pusulası kullanacaklardı.Çetin Altan da zekasını kullanarak halkı etkilemeye yönelik bir yazı kaleme almıştı. 5-6 satırlık bir yazı.
Aklımda kaldığı kadarıyla,"Bugün referandum var…Beyaz evet, hayır kahverengi...Kimi akını b...na karıştırır, kimi karıştırmaz.."dı özetle,.

Yazıyı hukuk işlerimize bakan değerli hukuk adamı Erdoğan Tuncer'e faksladık.  O da yazının suç olduğunu belirterek yayınlamamamız gerektiği yönünde görüş bildirdi ve yazılı olarak da rapor edeceğini vurguladı.
Orhan ağabeyden, Çetin Altan'la konuşup, durumu anlatmasını, her pazar olduğu gibi eski yazılarından birini seçip göndermesini rica etmesini istedim.

Orhan ağabey konuşmuş olacak ki, Çetin Altan beni aradı ve: "Bu yazı girecek çocuk… Senin için iyi olmaz" diye bağırmaya başladı... Hukuk Danışmanımız Tuncer’in söylediklerini anlatmaya çalıştım. O, iyice kızmıştı:

"Ben Başbakan'a söz verdim bu yazı girecek... Yoksa ..."

Ağıza alınmayacak biçimde sözler söylemeye başlayınca "Kime söz verdiysen gelsin yazıyı o yayınlasın. Ben burada olduğum sürece bu yazı girmeyecek." dedim.

O, daha da sinirlenmişti, "Sen bittin... Masanı topla" diye bağırırken, telefonu kapattım.

O gün Genel Koordinatörümüz Sencer Güneşsoy yurtdışındaydı. Kendisi ile konuyu görüşme imkanı bulamamıştım. O, İstanbul'da olsaydı Çetin Altan'ı ikna edebilirdi… Çünkü, Çetin Altan'ın Güneş’e gelmesinde Güneşsoy’un önemli rolü vardı ve çok eski arkadaştılar.

Neyse, referandumda Özal hezimete uğramıştı..

Pazartesi sabahı Genel Koordinatörümüz Sencer Güneşsoy, ben ve Mehmet Ali Yılmaz sohbet ederken, telefon çaldı. Arayan Başbakan Turgut Özal'dı.

Konuşma başlayınca Yılmaz’ın sinirlendiğini gördük. Yanıtı kısaydı;

"Biri istedi diye, hiçbir arkadaşımın işine son vermem… Hem, gazeteyi gazeteciler yönetir."

Anladık ki, Özal, Yılmaz’dan beni kovmasını istiyordu. Çetin Altan, Özal’a durumu aktarmış ve Mehmet Ali Yılmaz'a beni işten atması için telefon etmesini istemişti. Ancak, Özal da Çetin Altan da sert kayaya çarpmıştı.

Biz de dikkat kesilmiştik. Özal hırsını alamayıp tehdit etmeyi sürdürünce yanıtını da almıştı:

"Siz Başbakansanız, ben de Mehmet Ali Yılmaz'ım. Çok başbakan gördüm... “
Özal hırsını alamayıp tehdit etmeyi sürdürünce Yılmaz'dan yanıtını sert biçimde almıştı.

Bugün Mehmet Ali Yılmaz gibi gazete patronu var mı bilemiyorum.
Neyse, aynı Çetin Altan, yıllar sonra önce Erdoğan'cı, sonra, "yetmez ama evet"çi oldu çocukları ile birlikte. Sonra da çark edip, yeniden demokrat oldular. - ki geçmiş olsun -

Çetin Altan benim için 1988 yılının 24 Eylül Cumartesi günü, Özal'ın isteğiyle yazı yazdığı, dik duruşunu yitirdiği günbitmişti.  Beni kovdurmak istediği için değil, yalnızca, Özal'ın isteği ile yazı yazdığı için...

Yıllarca hayranı olduğum Çetin Altan'a bu başbakanın isteğiyle yazı yazmayı yakıştıramamış, o gün kafamdan silmiş, bir bakıma O'nu öldürmüştüm.

Çetin Altan'ı 1988'de kafamdan silmeseydim. 12 Eylül 2010'da "yetmez ama evet" dediği için yok sayacaktım, bir çok eski arkadaşımı - başta Hasan Cemal'i- yok saydığım, kafamdan sildiğim gibi.

"Tanrı günahlarını affetsin" 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder