18 Ocak 2019 Cuma

100. yılında yeniden millî mücadele..


Türkiye ağır ekonomik, siyasal, sosyal sorunlarla 2019 yılına girdi...
Sorunlar büyük ancak çözümsüz değil... Türkiye'nin kuruluş felsefesi, kurtuluş ve kuruluş destanı yaklaşık bir insan ömrü mesafeden bize yol gösteriyor...
Hatırlayalım;
Sömürgeci "yenilmez" ülkelerin vatanımızı işgaline karşı bir avuç cesur yürek, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Kurtuluş Savaşı'nın ateşini 100 yıl önce yakmıştı.
Eşi olmayan bir mücadele ile cephelerde kazanılan zaferi büyük Atatürk, Cumhuriyet ile taçlandırmış, çağının ötesinde bir ulus ve ülke inşa etmeyi başarmıştı.
Atatürk'ün tek bir devrimi bile bir insanın ölümsüz olması, tarihe geçmesi için yeterliydi...
Destansı cephe savaşları ve ardından gelen cehaletle savaş...
*
Lütfen gözlerinizi kapatıp düşünün... Sadece 19 yılda Atatürk ne yapmış?
* Çöken bir İmparatorluğun en geri bırakılmış, en yoksul vatan evlatları ile verilen kurtuluş mücadelesini kazanmış,
* memleketin dört bir yanında dünyanın süper gücü olan devletlerin ordularına tek tek boyun eğdirmiş,
* Türk devletlerinin sonu anlamına gelen, Türk Milleti'ni tarih sahnesinden silen Sevr anlaşmasını emperyalist devletlere yedirmiş ve yerine son Türk devletinin tapusu olan Lozan'ı imzalatmış,
* ülkeyi düşman postallarından temizlerken çağdaş uygar toplumun ve devletin temellerini atmış, cephede savaşırken TBMM'yi kurmuş,
* barışın ardından, ikinci büyük savaşı olan cehaletle mücadeleye başlamış; iğne ile oya örer gibi, çelikten ilmiklerle; eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sosyal yaşamda her biri dünyada eşi olmayan devrimleri gerçekleştirmiş,
* sıfırdan bir ülke kurmamış; dağılmış bir imparatorluğun tüm borçlarını, sorunlarını, geri kalmışlık yükünü de omuzlayarak, her alanda kangren olmuş bir çöküntüyü tedavi ederek ilerlemiş...
Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve aydınlanma savaşçılarını, yazmaya, anlatmaya sayfalar yetmez...  Ben süreye dikkatinizi çekmek istiyorum. Sadece 19 yıl...
*
100 yıl önce memlekette lise okuyabilen kız öğrenci sayısı 230'du mesela!
100 yıl önce işçi sayısı 10'dan fazla olan yerli işyeri sayısı 15 bile değildi!
Ticaret, finans, sanayi, fabrikalar, madenler, demiryolları, limanlar...  yabancılara aitti...
Atatürk bu topraklara ait olması gereken her şeyi millîleştirmiş, milletin emrine, hizmetine, işletmesine sunmuştur...
Sadece 19 yılda...  Nazım'ın dizelerindeki gibi; "soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen" kadınlarımız özgürleşmiş; Cumhuriyet kadınları sanatta, sporda, bilimde çığır açmıştır...
*
Millî mücadelenin 100. yılına girdik... 2019'u bu derin anlamı ile karşılamalı, yaşamalı ve ona göre hareket etmeliyiz...
Atatürk'ün mucizevi uygarlık savaşı ve ekonomik devrimleri "mirasyedi" iktidarlar tarafından her geçen yıl aşındırıldı...
İleri gitmek; cesaret, azim, kararlılık gerektirir... Siyasetçiler kolay olanı tercih ettiler! Dış destekli karşı devrimin kölesi oldular...
Seçim kazanmanın, sandıktan çıkmanın "gericileşmekle", "lümpenleşmekle" mümkün olduğuna kendilerini inandırdılar...
Lümpen kadrolar, cahil cesareti ile siyasi makamları; belediyelerden, bakanlıklara kadar ele geçirdiler... Bu ülkenin aydınlık insanları yalnızca izlemekle yetindi... Siyaset bataklıktı ve çamura bulaşmak istemediler!
Oysa kötülüğün zaferi; iyilerin yalnızca seyirci kalması ile mümkün olabilir...
Ekonomik ve askerî darbeler aydınlanmacı kadroları dağıttı. Sömürgeciler; sağcı-solcu, ulusalcı-milliyetçi, Alevi-Sünni diyerek toplumu mikronlarına ayırdı.
AKP iktidarı bu ülkenin en büyük harcı olan Atatürk sevgisi ve kurucu felsefenin üzerine beton dökmeye kalktı! Cemaatler hortladı... En öne çıkanı darbe ile memleketi ele geçirmeye çalıştı.
*
AKP 16 yıldır kesintisiz şekilde iktidarda... CHP'de genel başkanlık ortalama süresi de 10 yıldan başlıyor...
Bu uzun sürelerde neler yapılabilirdi? Atatürk Türkiyesi'ni yaşatmak ve daha ileriye taşımak görevini üstlenen siyasi kadrolar görevlerini ne derece yerine getirebildi?
Önlerine çıkan engeller nelerdi? Neden başarısız oldular?
Atatürk'ün 19 yılda yaptıklarına bakıldığında 10 yıllık, 15 yıllık süreler bu ülkenin yoksul, yoksun çocukları için büyük kayıp yılları değil mi?
Halk sadece güvenmek istiyor... liderin ne namaz kılması, ne şarap içmesi... sadece güven...
2019'da bu güveni verecek kadrolar öne çıkmalı, Atatürk gibi düşünüp, Atatürk gibi mücadele etmeli...
Kıskaca alınmış Türkiye BOP'a sürüklenirken, hiçbir bahane başarının yerini tutmayacak...
Kaynak Yeniçağ: 2019; 100. yılında yeniden millî mücadele.. - Tuncay MOLLAVEİSOĞLU


17 Ocak 2019 Perşembe

“ÜZGÜNÜM”



Sizlere tarihten bir yaprak sunuyorum.
Cumhurbaşkanı Atatürk, Çankaya Köşkü’ndedir.
İtalya Devlet Başkanı Faşist Benito Mussolini’nin elçisi Köşk’e gelir.
Elçi, Mussolinin’nin isteğini iletir:
“Antalya’yı istiyoruz!”
Atatürk, elçiden birkaç dakika izin isteyerek odadan çıkar.
Üzerindeki sivil giysileri çıkarmış, Mareşal üniformasıyla geri döner.
Mussolini’nin elçisi bunu görünce hemen konuyu değiştirir…

Aradan bir süre geçer.
Mussolini, İtalyan ordularının yeni fetihlere hazır olduğu propagandasını yapmakta, dünyaya sürekli bunu duyurmaktadır.
Roma’da, Türkiye Büyük Elçiliği önünde, Mussolini’nin adamları tarafından düzenlenen bir gösteride İtalyan öğrenciler sloganlar atarlar:
Antalya İtalya’nındır!”, “Antalya’yı İstiyoruz!
Konu Atatürk’e iletilir.
Atatürk, İtalya’nın Ankara büyükelçisini çağırır ve şöyle der:
“Haber aldığıma göre Roma’da bazı öğrenciler elçiliğimiz önünde gösteri yapmışlar, Antalya’yı istemişler. Antalya bir sigara paketi midir ki, elçimiz cebinden çıkarıp versin! Antalya buradadır. Buyurun, alın!”
Atatürk, İtalyan elçisi aracılığıyla Mussolini’ye bir öneri gönderir:
“Ekselans Mussolini’ye teklifim şudur: Askerlerinizi Antalya’da kıyıya çıkarınız, savaşalım! Savaşı kim kazanırsa Antalya onun olsun!”
Bir daha Faşist Mussolini’den de, İtalyanlardan da ses çıkmaz…

Değerli Dostlar,

13 Ocak 2019 günü ABD Başkanı Donald Trump, Fırat’ın doğusuna askeri harekât hazırlığı içinde olan Türkiye’yi şöyle tehdit etti:
“We will devastate Turkey economically if they hit the Kurds”
Türkçesi:
“Eğer Kürtleri vururlarsa Türkiye’yi ekonomik olarak mahvedeceğiz!”
Bu ağır tahdit karşısında Türk halkı, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok keskin ve kesin bir tepki vermesini beklediler.
15 Ocak 2019 günü Recep Tayyip Erdoğan tepkisini tek sözcükle açıkladı:
“Üzgünüm”

Değerli Dostlar,

Herkes cumhurbaşkanı olabilir.
ABD’nin en sadık uşağı Turgut Özal da cumhurbaşkanı olabilir, Türkiye’yi “mahvetmekle” tehdit eden sömürgeci ABD’nin başkanına sadece “üzgünüm” diyen Recep Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı olabilir.
Siz, ne sandınız?
Atatürk olmak o kadar kolay mı sandınız?

Yılmaz Dikbaş
16 Ocak 2019, Çarşamba
0532 233 31 52

Kaynaklar: 1. Münir Hayri Egeli, “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar”, Ankara, 1959
2. Ahmet Gürel, “Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar”, Mayıs 2009

Mutlaka Bir Gün


Evlerden, apartmanlardan, ahırlardan, stadyumlardan, metruk binalardan  “hayali seçmen” fışkırıyor.
YSK’nın  “Mühürsüz oyları” yani “hayali oyları” geçerli sayması genel geçer kural olmuş,
Hayali seçmenlerin rahat rahat ve birkaç sandıkta birden oy kullanabilmesi için “Parmak boyası” kaldırılmış,
Daha önceki seçimlerde “İktidarın kaybettiği seçimleri kazandıran” YSK’nın 6 üyesinin görev süresi seçim nedeniyle bilinçli ve kasıtlı olarak uzatılmış,
Tarafsız olması gereken cumhurbaşkanı seçim meydanlarında muhalefete ağıza alınması bile utandırıcı söylemlerle saldırıyor.
Devletin Vali, kaymakam ve hatta muhtarları İktidar partisinin İl-İlçe- başkanlarından daha eylemli olarak iktidar partisi için çalışıyorlar.
Yargı “iktidar partisinin her söylemini” Anayasa ve hukuk kuralı olarak kabul eder hale gelmiş,
Medya neredeyse tümüyle iktidarın hizmetinde,
TBMM Başkanı Devlet gücünü arkasına alarak Belediye Başkanlığına aday,
TBMM hileli bir referandum sonunda “etkisiz, eylemsiz, yetkisiz, işlevsiz” kılınmış
Özetle siyasal iklime “TAM HUKUKSUZLUK”, “TAM ANAYASASIZLIK”, “TAM DEVLETSİZLİK” egemen olmuş durumda.
Muhalefet “başlamadan kaybettiği seçimlerde” her şeyin “Anayasaya, yasalara, hukuka, uygun” olduğu algısını tüm topluma yerleştirme, benimsetme, kabullendirme kaygısında, oluşabilecek toplumsal direnişin önüne barikat kurmak için var gücüyle çalışmakta.
2019 Yerel seçimleri bu koşullar altında yapılacak.
Bir kez olsun kendi özlerine dönüp “Cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, ve de en önemlisi devrimci” bir duruş sergileseler, bu toprakların üzerinde yaşayanlar tıpkı 1919’larda olduğu gibi kendilerini bağırlarına basacak ve yüceltecek.
Bir kez olsun biz bu “TAM HUKUKSUZLUK”, “TAM ANAYASASIZLIK”, “TAM DEVLETSİZLİK” KOŞULLARINDA BU SEÇİMLERE KATILMIYORUZ!” diyebilseler, bastırılmış, susturulmuş, sindirilmiş çoğunluğun ayağa kalkması için bir ışık yaksalar, tarih onları dinci faşizme karşı direnişleri nedeniyle kutsayacak.
 “Umudun var mı?” derseniz, onu hiç yitirmedim. Belki bu gün değil ama “mutlaka bir gün” direnip kazanacağız.


Mahmut ÖZYÜREK

16 Ocak 2019 Çarşamba

HAYALET SEÇMENLER, ÇETE OLARAK ÖRGÜTLENMİŞ MUHTARLAR VE BASİRETSİZ MUHALEFET LİDERLERİ


Metruk evler, mezarlıklar, ahırlar... Her yerden seçmen fırlıyor. Bugün 165 yaşında bir ninenin kaydı çıktı. Allah rahmet eylesin. Ninemiz vefat ettiğinde Abdülhamid padişahtı belki de. Kısacası bu seçim sürecine "hayalet seçmen" kavramı damga vurdu.

Gazetede her seçimden sonra hayalet seçmenler ve diğer seçim hileleri üzerine basit istatistik kanıtlardan yola çıkarak makale yazma görevi bana düşer. Hayalet seçmen kavramı bana ait demiyorum ama benden önce kim kullandı hatırlamıyorum. Her seçimden sonra muhalefet bozgun havasında olduğu için, liderler "adam kazandı" deyip tüydüğü için ısrarla bu konuyu gündeme getirme görevi Türk Solu'na düşer.

Her seçimden sonra aktroller bu makalelerime twitter da saldırdı. Bir de istatistikten bihaber sözde muhalifler. Aktroller kudurmuş gibi doğrudan küfür eder. Bunlar küfür ettikçe hedefi vurduğumu anlarım. Hayalet seçmen konusu kilit bir konudur. Çokbilmiş (istatistiğin temel kuralları hariç çokbilmiş) sözde muhalifimiz ise "kendinizi kandırmayın, halk böyle oy verdi, muhalefet kendine baksın" diye atar tutar. Bunlara artık kısaca "adam kazandı"cı bozguncular diyorum.

Oysa bu "keskin muhalif"lerin söylediklerinin tersine AKP'den çok muhalefet partilerinin yönetimini eleştirmek için yazılmış makalelerdi bunlar. AKP hırsız. Hırsız hırsızlığını yapacak. Oy hırsızlığı da buna dâhil. Asıl CHP, önceden MHP ve şimdi İyi Parti yönetimleri halka karşı görevlerini yerine getirmeyen partilerdi. Çünkü onlar mücadele verirse bu hırsızlık çetesi seçim gecesi sandıklara çökemezdi. Son seçimde MHP de bu çeteye katıldı.

Hayalet seçmen kavramı şimdi çok yaygın kullanılıyor. Konuyu çok uzatmadan bu kavramdan yıllardır ne kastettiğimi özetleyeyim: Kısacası Türkiye'deki seçmen sayısı nüfus artış hızından çok daha hızlı artmaktadır. Buna "AKP mucizesi" (!) de diyebiliriz. Ve bu eğilim yer yıl artmaktadır. Basit formülü de yeniden yazayım.

Hayalet Seçmen = (Bugünkü seçmen artış sayısı) - (18. yıl önceki nüfus artış hızı)

Ben akademisyen değilim. Bu basit formül elbette düzeltilmeli, iç göç, dış göç, Suriyeliler, yeni vatandaşlar vs. hepsi hesaba katılmalı. Örneğin hayalet seçmen kadar sahte "vatandaş"lar yani Suriyeli seçmenler meselesi de öne çıkmaktadır artık seçim hilesinde. Ancak Hayalet Seçmen sayısı yine de milyonların altına inmez.

Şimdi burada gözümüzün önünde olan üç olayı not ediyorum. Yineliyorum. Hırsızları değil muhalefeti eleştireceğim ve hatta suçlayacağım.

1. Olay: Adam saraya muhtarları topladıkça işi espriye şakaya vurduk. Oysa burada bir oy hırsızlığı çetesi örgütlendi. Hem de bizim sırtımızdan. Muhtarlar gezdirildi, tozduruldu, pavyonlara götürüldü. Yetmedi Avrupa'ya fuhuş turizmine bile götürdüler adamları. Bayii toplantısı gibi. Cep telefonları, tabletler, türlü türlü "hediye"ler dağıtıldı. Bu toplantılara gitmeyi reddeden, hediyeleri kabul etmeyen dürüst muhtarlar üzerinde kaymakam ve valiler kanalıyla nasıl büyük baskılar kuruldu bir bilseniz.

Peki, biz ne yapıyorduk bunlar olurken? Gülüp, dalga geçiyorduk. Adama bak muhtarlardan başka kimseye konuşamıyor diyorduk. Hadi vatandaş bunu diyebilir. Muhalefet partilerin genel merkezleri bu olup bitenden haberdar değil miydi?

Muhalif partiler muhtarlara dayanarak yerelde kurulan AKP için oy hırsızlığı, muhbirlik ve iftiracılık milis çetesini dağıtabilir. Nasıl mı? Çok basit. Kendi muhtar adaylarını seçimlerde çıkararak. CHP ve İyi Parti kendi güçlü olduğu bölgelerde, kendi seçmeninin oy çoğunluğuna sahip olduğu mahallelerde saraya giden muhtar varsa, bu ismi saptar ve bunun yerine dürüst ve vatansever bir muhtar adayını destekler. Görün bakalım bir dahaki seçimde o mahallede saçma sapan hayalet seçmenler ortaya çıkıyor mu?

Ama bu yapıldı mı? Elbette yine yapılmadı. Şimdi çok basit bir soru: Örneğin CHP Kadıköy İlçe Örgütü, Kadıköy'deki hangi mahalle muhtarları Ankara'da haram parayla yapılan saray ve pavyon turlarına katıldı? Saptadılar mı? Muhalif seçmenin oyuyla seçil, onun vergisiyle Ankaralara beleşe git, ona edilen küfürleri alkışla, pişkin pişkin TRT kameralarına el salla, harcırahı cebe indir, akşam da Ankaralı Yasemin'e kadeh kaldır. Yok, öyle yağma! Ama adım gibi eminim ne CHP'nin ne de başka bir muhalif partinin böyle bir çalışması yoktur. Seçmen ne yapsın, kocaman bir mahalle. İlçe kadar nüfusu var. Muhtarı tanımaz. Rastgele mührü vurur. Burada görev muhalefet partilerine aittir. Ancak onların yerel seçimden önce aklına bir tek belediye meclisine kim girecek kavgası gelir.

2. Olay: 31 Mart 2014 seçimlerinde Mansur Yavaş Ankara'yı kazanmıştı. Ancak Kılıçdaroğlu adayına sahip çıkmadı. Hatta iddia ediyorum bazı CHP'liler Melih Gökçek ile anlaştı. O gece 10 bini aşkın solcu ve ülkücü eğilimli genç YSK'nın önüne yığılmıştı. CHP yönetimi her seçim gecesi olduğu gibi o gece de ortadan kaybolunca Mansur Yavaş çaresiz gençlerden evlerine dönmelerini rica etti. İşte biz demokrasiyi o gece geride bıraktık. Oy hırsızları anladılar. "Tamam" dediler "biz her seçim bu işi böyle sandıklara çökerek çözebiliriz, bunlar da gıklarını çıkaramaz."

3. Olay: "Adam kazandı" olayı. Bu iki seviyede ele alınması gereken bir satıştır. Önce Kılıçdaroğlu'nun büyük hatası var. Referandumda ilk kez CHP üzerine düşen görevi yapmıştı ve mühürsüz oy skandalında AKP suçüstü yakalanmıştı. Bu aşamada sivil itaatsizlik ve direniş başlamalıydı. Sadece sine-i milletten bahsetmiyorum. Her alanda direniş. Kılıçdaroğlu'nun bunu yapacak gücü olduğu Adalet Yürüyüşünde ortaya çıkmıştı. Ama o kitleleri toplayıp, sonra da dağıttı. Sonra da gayrimeşru ilan ettiği referandumun ve Anayasa değişikliğinin sonuçlarını kabul ederek, sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki Türkiye'de demokrasi varmış gibi CB seçimlerine girdi. Muharrem İnce'ye düşen artık bunların hepsinin üstüne tüy dikmekti.
24 Haziran gecesi silahlı AKP milisleri vardı sokakta. Muhalif gençler sandıkları korumak istiyordu ama ne Muharrem Beyler ne Meral Hanımlar ne de Kemal Beyler ortalıkta yoktu. Görüyor musunuz 31 Mart 2014'ten beri ne çok şey değişmiş? Her görüşten binlerce muhalif gencin YSK kapısına yığıldığı Türkiye gitmiş daha akşam 19 olmadan kutlama ayağına havalara silah çıkan faşist milisler gelmiş. Bu muhalefet partilerinin kendi kitlelerinin satış öykülerinin sonucudur. Ve olayı Muharrem bağladı. Önce "adam kazandı" dedi, sonra seçim gecesini şaibeli bulan vatandaşlara da "şizofren."

Bu üç olaya odaklanalım. Önemli olan isimler değil. Kemal, Meral, Muharrem... Bunlar detay. Önümüzde bir seçim var. Bakalım bu sefer muhalefet partileri görevini yapabilecek mi? Aynı isimler hatalarını telafi ederse onları neden yargılayalım ki? Ama bu halk size bu şansı daha fazla tanımaz. Bunu da unutmayın. Adınız tarihe faşizme direnen muhalif liderler olarak geçsin, halkı faşizme satan basiretsizler olarak değil.
Ali ÖZSOY

CHP Yöneticilerine Açık Mektup (EDU) Ulusal Çalışma Grupları)


Sn. Kılıçdaroğlu dışında değerli CHP yöneticileri merhaba,

100 bine yaklaşan üyesi-takipçisi olan 
Eğitim - Enerji (Ekonomi) - Deprem - Ulaşım (EDU) Ulusal Çalışma Grupları adına yazıyoruz. Dolayısıyla internet ağımızda kayıtlı olan aydınlık dostlarımıza da bu yazımız iletilmiştir.

Bugün(16.01.2019) Birgün gazetesinde Sn. Nevşin Mengü'nün yazısına benzer binlerce ileti alıyoruz. Arkasında mazlum hakların kanını emen Amerikan emperyalizmin tetikçisi George SOROS'un olduğu apaçık ortadadır. Soros'un kurdurduğu TESEV'in 183 no'lu kurucu üyesi olan Kılıçdaroğlu'nun belgeleri daha önce yayınlanmıştı (Sayın Barış Yarkadaş ve diğ.). Şimdi anladınız mı ? K. K. “CHP artık 1930'ların CHP'si değil ve benzeri zehir kusmalarını” CHP yönetimindekilerin göremiyor olmasına şaşırıyoruz.1930'ların CHP'si Atatürk demektir. Sayın Özgür Özel, Veli Ağababa ve diğer devrimci aydınlar neden susuyor? Unutmayın….! Sükut ikrardan sayılır. Artık lütfen başkaldırın ve aşağıdaki önerilerimizi yaşama geçirin.

· 1994 yılında bile CHP ön-seçim ile adaylarını belirlemişken 2019 yılında CHP'de antidemokratik (faşist) bir yaklaşımla adaylar 1 kişi (K. K.) tarafından belirlendi. Figüranlar da sesini çıkarmayan CHP yönetimindekilerdir.
· Yine faşist yaklaşımla belirlenen E. İmamoğlu da "Zalimin ekmeğini yiyen kılıcını sallar" özdeyişine uymuştur. Utanmadan, sıkılmadan kalkıp sadece İstanbul'u değil tüm Türkiyeyi, tüm aydınları, devrimcileri, demokratları, eğitimi, öz varlıklarımızı vb. katleden diktatöre "sol yanımı tokatladın sağ yanımı da tokatla" demeye KAÇAK saraya gitti. Anımsa.! Patronun da gitmişti. Aydın, devrimci, yurtsever ve demokratlardan eleştiri alınca da özrü kabahatinden büyük olarak "Benim sitilim bu. Beğenmeyen beğenmesin" diyerek emperyalizmin kılıcını salladın. Bire (?) bütün bu olumsuzluklarına karşın sana oy verecek olanlar seni eleştiren devrimci, aydın, yurtsever ve demokratlardır. Hiç zaman kaybetmeden ve sana işletilen bu kaba davranışından dolayı eleştirenlerden özür dile. Unutma...! Eleştiri - özeleştiri gelişmenin mihenk taşıdır (dayanağıdır.). Sana bu davranışları yaptıranların da arkasında emperyalizm olduğunu bilenlere de saygı duy. Faşist diktatörlere değil..!
·  Sayın CHP Yönetimi lütfen Kılıçdaroğlu'nu konuşturmayın. Konuştukça batıyor. Battıkça emperyalizmin ve uşaklarının ekmeğine kaymak sürüyor. Trump'ın küstahlığını dünya biliyor. Sizin yapacağınız her tümcenizin başında Ulu Önderimiz Atatürk'ün "Yurtta barış dünyada barış" özdeyişini ve Suriye bataklığına BOP Eşbaşkanı RTE'nin soktuğunu yüksek sesle  dile getiriniz. Sağcıların kafatasçı kesiminden sana oy gelmez. Bir gün önce hepinizi kutlayarak yarın Sayın Baykal Meclis başkanı olacak deyip arkasından dinsizlerin adamına oy veremeyiz dediğinden ve binlerce benzer örnekten ders çıkarınız.
· Sayın Nevşin Mengü'nün dile getirdiği gibi İstanbul'u B. Yıldırıma bırakmak için elinden geleni yapan emperyalizmin tetikçisi Soros'un uşaklarını engelleyin. Derhal....! devrimci, aydın, demokrat yargıtay onursal başkanlarının da desteğini alarak YSK'ya, ANAYASA M.'ne, İLGİLİ SAVCILIKLARA Binali olayını şikayet ediniz. Sonucun ne çıkacağı önemli değil. Bunlar çok önemli belgeler olup ileride kullanacağız.    
· CHP diğer muhalif partilerin de desteğini alabildiği kadar alarak belgelenen seçmen kaydırma, seçmen silme ve yoktan seçmen ekleme vb. hırsızlık ve etik dışı davranışları Turgay Yıldız gibi değerli sanatçılarımıza seslendirip You Tube koyunuz. Dünyaya yayalım. Yazılı metin olarak da elektronik ortamda (bütün iletim yöntemleri kullanılarak) yine dünyaya yayalım. Ulaşılabilecek tüm basın-yayın kuruluşlarına ulaştıralım, Reklamlar verelim. Hakkari'de bir daireden 1108 ve diğerlerini listeleyip gazetelere reklam verelim. Sayın Ayşenur Aslan bile sizden daha iyi çalıştığını ve programlar yaptığını görün.
· Son fakat çok önemsiyoruz. Tüm belgeli erdemsizlik, etik dışı vb. konuları gerekçe göstererek (i) ilgili yerleşim alanının bağlı olduğu il - ilçe seçim kurullarına, (ii) İl-ilçe Cumhuriyet Savcılıklarına ve mülkiye amirlerine, (iii) Yüksek Seçim Kuruluna ve Anayasa Mahkemesine  şikayet etmeliyiz. Başvuru ve sonuç belgelerini gelecekte kullanacağımızı unutmayalım. Kaydedilmeyenler kaybedilmiş sayılır. Gerekli duyuruları yapmanız üzerine biz aydınlara, yurtseverlere ve devrimcilere düşen göreve hazırız. 

Saygılarımızla,

Eğitim - Enerji (Ekonomi) - Deprem - Ulaşım (EDU) Ulusal Çalışma Grupları adına Prof. Dr. İlyas YILMAZER


15 Ocak 2019 Salı

Ne valiler gördük!


Başbakan Özal Malatya da bir miting düzenliyor
Turgut Özal otobüsün üzerine çıkıp konuşacak. Protokol gereği kendisini karşılayan Malatya Valisi Naim Cömertoğlu’na direktif veriyor:
“Gel sen de çık otobüsün üzerine benimle..”,
Valinin “Efendim ben devletin valisiyim, orada bulunmam uygun kaçmaz” demesi işe yaramıyor ve Başbakanla birlikte otobüsün üzerine çıkmak zorunda kalıyor.
Otobüsün üzeri kalabalık! Meydandakiler boyu kısa olan Özal’ı aşağıdan bakınca göremiyorlar.
 Meydandan otobüse doğru “Çök, çök, çök” sesleri duyulmaya başlıyor.
Özal yanında duran Hüsnü Doğan’a “Sen çömel bakalım Hüsnü” diyor. Mikrofon elinde, bu sözleri herkes duyuyor. Yetim Hüsnü çöküyor. Birkaç kişi daha böylece çöküp çömeliyor.
Özal bu kez yanında duran Vali Naim Cömertoğlu’na sesleniyor. Vali Bey. Sen de çök. Çömel şuraya.”
Vali Beyden gelen ve Malatya meydanına mikrofondan yankılanan ses aynen şöyle:
“Sayın Başbakanım, ben devletin valisiyim. Vali çökmez, vali çömelmez. Vali çökerse devlet çökmüş olur. İzin verirseniz ben aşağıya ineyim...”
“Valinin bu sözleri duyulunca meydandaki kalabalıktan İnanılmaz bir alkış koptu.”
Vali Beyin bu onurlu davranışı, o günlerde gazetelerde yer buluyor. Vali bir süre sonra merkeze alınıyor, sonra da emekli oluyor. 
Ne valiler gördük!
Şimdi Cumhurbaşkanından izin almadan tuvalete gitmediğini/gidemediğini bildiğimiz
Başbakan’ın ayakkabısını giydiren, vatandaşa ‘Gavat’ diyen, başbakanların seçim çalışmalarına açıktan destek veren, oy toplamak için halka beyaz eşya dağıtan...