12 Ocak 2018 Cuma

İşbirlikçi Yenilmeden, Emperyalizm Yenilemez



Mithat AkarEmperyalizmin İçeriden Hâkim Olma Yöntemi” başlıklı makalesinde:
Egemen güçler tehdit olarak gördüğü bir kuvveti kimi zaman karşıtı ile kimi zaman da benzer söylemler geliştiren başka bir kuvvetle tasfiye eder.
Örneğin Batılı güçler antiemperyalist zeminde örgütlenen Milli Sol yapıyı, ya " karşıtı " olan sağ merkezde örgütlediği dinci - muhafazakâr kuvvetlerle veya söylemlerinde sol, fakat pratik politikasında etnikçi, uluslararası sermayeye göre eylem geliştiren başka bir sol kuvvetle etkisizleştirmeye çalışır” diye yazıyor.
Emperyalist sırtlanların yağmacılığına karşı verilen Kurtuluş savaşının ateşi içinde çelikleşmiş bir devrimci örgütlenme olarak doğan Cumhuriyet Halk Partisi, 1946’dan başlayarak devrimci özünden uzaklaşmış/uzaklaştırılmış ve Y-CHP’ye dönüştürülmüş müdür?
Sosyal körlükle özürlü, bağnazlık bataklığına düşmemiş, akıl sağlığı yerinde olan her kişi bu soruya “HAYIR” yanıtını vermeyecek/veremeyecektir.
**
CHP’de ülkenin yakıcı gündeminin bile önüne geçen “Atatürk’ün Resminin indirilmesi” tartışması, Lenin’in “Devlet ve Devrim” kitabının başında yazdığı BÜYÜK DEVRİMCİLERLE” ilgili değerlendirmesini anımsattı bana.
Şöyle diyor; Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası kesilmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar.
Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye söz uygun düşerse azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir hale ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.”
Yedi düvele devrimci bir bilinçle başkaldırarak elde edilen ulusal egemenliğimizi ve bağımsızlığımızı Emperyalist AB’ye teslim etmeyi programının başına yazan, Emperyalizmin vurucu örgütü NATO’ya başından teşne, Anayasadan “TÜRK” kavramının çıkarılmasını önerebilen bir CHP’nin duvarında Atatürk resmi olup, olmaması ne anlam taşır?
**
Güneş Ayas “Gericiliğin önünü düzen partileriyle kesmek mümkün mü?” başlıklı yazısında şu değerlendirmeyi yapıyor.
Türkiye’de gericilik 50 yıldır istikrarlı bir şekilde yükseliyor. Bu tarihi tersinden de okuyabiliriz. Bu 50 yıl, aynı zamanda ilericilerin, şeriatın önünü kesmek umuduyla düzen partilerine yönlendirildiği tarihtir. Şimdiye dek bu yönde her türlü çaba gericiliğin önünü kesmek şöyle dursun, ona güç kattı. Ama hâlâ Atatürkçü ve ilerici kesimlerin bu tarihten gerekli dersi çıkartamadığı görülüyor. Gericiliğin önünü kesmek adına CHP’ye açılan kredi bunun en açık kanıtı.
Hataların kaynağında ise Türkiye’nin düzeni ile gericilik arasındaki toplumsal bağı kavrayamamak yatıyor. Aslında gericilik de, onun karşıtı olarak sunulan sağ sol Batıcı çizgi de aynı toplumsal yapıdan, Türkiye’nin düzeninden besleniyor. Türkiye Batıya bağımlı bir uydu toplumsal yapıya sahip ve gericilik bu zeminin üzerinde yükseliyor. Ama her nasılsa bugün Atatürkçüler gericiliğin önünü kesmek üzere düzeni kuvvetlendirmeye çağrılıyor. Ve düzeni kuvvetlendiren her çaba gericiliğin daha da yükselmesiyle sonuçlanıyor.
Gericiliğin önünü kesme görevi verilen partiler aynı zamanda Türkiye’yi Batıya bağlayan, ekonomiyi ve toplumsal yapıyı çökerten partiler oluyor. Hepsi IMF programını uyguluyor. Bu “laik” iktidarlar kendilerini her şeyiyle Batının bir parçası sayarlarken bu topluma Batı değerlerini kabul ettirme yönündeki sömürgeci saldırıyı sahipleniyor. Dahası, bu saldırıyı laikliğin bir gereği olarak sunuyorlar.
Dolayısıyla Türkiye’de şöyle bir tablo oluşmuş durumda: Bir yanda Batıcı, halka karşı, IMF’ci ve üstüne üstlük “Atatürkçü ve laik” partiler, diğer yanda Müslüman halk. Düzen partilerinin elindeki laiklik, Müslüman yurttaşlarla Atatürkçülüğü karşı karşıya getirmekten başka bir işe yaramıyor. Böyle olunca da halk doğal olarak “Atatürkçü, laik ve solcu” düzen partilerine karşı gericiliğe sarılıyor. “
“Atatürkçü, laik ve solcu” düzen partileri, yani “İŞBİRLİKÇİ SOL PARTİLER” .
Türkiye’nin her şeyiyle Batının bir parçası,  Batıya bağımlı uydu bir ülke olmasına karşı çıkmak bir yana katkı ve destek veren,  bunu programında ayrıntılarıyla yazan CHP; kelimenin tam anlamıyla “İŞBİRLİKÇİ SOL” olarak tanımlanabilir.  www.turandursun.com sitesinde “İŞBİRLİKÇİ SOL” şöyle tanımlanıyor.
“……..
Şu ulusalcı sol ile İŞBİRLİKÇİ, komprador sola yakından bakalım.

Küreselleşme: İşbirlikçi solu tarif eder=enternasyonalizmin dayanağı
Emperyalizm: İşbirlikçi solu tarif eder
ABD: İşbirlikçi solun KIBLESİDİR
Kürt sorunu/Kürtlere özgürlük: İşbirlikçi solun şiarıdır.
Sermaye: İşbirlikçi sol arkasındadır, destekler.
TÜSİAD: İşbirlikçi solun müttefikidir.
Sınıf mücadelesi: İşbirlikçi sol için gericiliktir.
Devrim: İşbirlikçi solun alerjisi vardır. Reformisttir, hatta konformist.
Kuvayı Milliye: İşbirlikçi sol nefret eder. Ulusalcı solun temel düsturudur.
Avrupa birliği: İşbirlikçi solun deniz feneri, yol göstericisidir.
Lozan: İşbirlikçi sol Nefret eder
Sevr: İşbirlikçi sola Çok sempatik gelir, hasretler yâd eder.
Demokrasi: İşbirlikçi sol Batının g e t i r m e s i n i bekler
Federasyon: İşbirlikçi sola göre ÇOK GEÇ KALINMIŞTIR bu hususta
Türk: İşbirlikçi Sol aşağılar.
Kürt: İşbirlikçi Sol daima yüceltir.
Devlet: İşbirlikçi Sola göre küçültülmeli, mümkünse yok edilmelidir(=Kemal Derviş IMF vs. vs. =Trilateral=CFR=Bilderberg=emperyalist İSTİLA)
Ermeni: İşbirlikçi Sol daima yüceltir; soykırıma uğramışlardır. Haksızlığa maruz kalmışlardır. Tazmin edilmeliler, özür dilenmelidir.
Sınıf bilinci & Ulusal bilinç: İşbirlikçi sol için yoklukla maluldür.
Bu kavramların yukarıdaki tanımlamaları İşbirlikçi Solun İşaret fişeği, yol göstericisidir.
Bu kavramların tam zıt tanımlaması ise benim inandığım: Ulus-devlet bütünlüğü, ulusal bilinç, antiemperyalizm, EMEKÇİ, laiklik, misak-ı milli, Türk vatanı VE DEVRİMDİR”
Son Söz;
İşbirlikçi, işbirlikçilik yenilmeden, emperyalizm yenilemez.
Emperyalizmi yenmek isteyenler öncelikle ve özellikle işbirlikçiyi yenmek zorundadırlar.
İşbirlikçiler yenilince hain kendiliğinden ortadan yok olur... 17 Şubat 2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK





11 Ocak 2018 Perşembe

AH DEDE VAH DEDE



85 yaşını geçmiş Recep Dede, hastanede doğumhanenin kapısı önünde bekliyordu. Doğumhaneden çıkan doktor sağa sola baktı, Recep Dededen başka kimse yok! Doktor, Recep Dedeye sordu;
Doktor- “içeride doğum yapan bayan yakınınız mı?”
Adam- “Evet,eşim.”
Doktor- “Ama bayan 25 yaşlarında…”
Adam- “Tamam işte, eşim o. Niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?”
Doktor- “Yoo,…… aklıma benim dedem geldi de.”
Adam- “Nesi varmış dedenizin?”
Doktor- “Kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı.
Ancak yaşlanınca zorlanmaya başladı.
Bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye.
Kendisi Israr etti ve hazırlandı.
E, tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı eline.
Ben de kendisiyle gittim.
Ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir geyik gördük.
Dedim ya, dedem yaşlı.
Bastonu omzuna koydu, doğrulttu ve geyiğe bastonla ateş etti.
Geyik o anda vurulup yere düştü…
Adam- “Olur mu, başkası vurmuştur onu.” 
Doktor-Ben de onu demeye çalışıyorum işte ..

başkası vurmuştur 🙂
Erdoğan, anne tarafından büyük dedesinin Sarıkamış şehitlerinden olduğunu söyledi. Hatta büyüklerinin anlattığına göre, rahmetli büyük dedesi tüfeğine sarılmış bir vaziyette donarak ölmüş!
Elbette doğru söylüyordur. Erdoğan’ın nam yapmak için büyük dedesinin şehitliğine ihtiyacı yok ki! Dünyada onu tanımayan kalmadı.
Bence Sayın Cumhurbaşkanına, dedesinin şehit madalyasını büyük bir törenle takmak lazım, hakkıdır. Fakat Millî Savunma Bakanlığı 1990’lı yıllarda “ŞEHİTLERİMİZ” adlı 5 ciltlik bir kitap yayınladı.
Sarıkamış Şehitlerinin yer aldığı 1. Dünya Savaşı Şehitleri listesinde, Erdoğan’ın büyük dedesi Kemal Mutlu adı maalesef yok!
Değerli Okurlar;
Nedir bu Sayın Erdoğan’ın şanssızlığı yahu?
Üniversite bitirir, diploması yok, derler.
Kantin Subaylığı yapar, asker kaçağı derler.
Çocukları herkes gibi askerlik yapar, çürük raporu aldı yapmadı, derler.
17/25 darbedir der, hayır bal gibi hırsızlık yapıldı, derler.
Reza Zarraf “Hayırseverdir” der, yoo o tam bir dolandırıcıdır, casustur, derler.
Dolaptaki dolarlar “İmam Hatip için” der, geç onu hırsızlık parası onlar, derler.
Ben, darbeci (!) Millî Savunma Bakanlığının Erdoğan’ın büyük dedesinin şehitliğini tanımayan tavrını kınıyorum ve kayıtlarını düzeltmeye davet ediyorum. Gitsinler Rize’ye, büyüklere sorsunlar!
Bu arada bazı tarihi gerçekleri de açıklamak isterim;
-Benim baba tarafından büyük, büyük, büyük, büyük dedemin “karesi”, Fatih ile beraber İstanbul’u fethetmişti. Hatta Sultan Fatih, kahramanlığından dolayı Serdar Dedeme “Çamlıca Tepesini” bağışlamıştı. Şimdi oraya birileri cami yapıyor! Dedemin malını kimseye yedirtmem! Böyle biline…
-Anne tarafından büyük, büyük, büyük, büyük dedemin “karesi x küpü” kadarı, Küba’ya ilk camii yaptıran adamdır. Devletimden buradaki haklarımın da korunmasını talep ediyorum.
Şimdi sizler, “söylediklerinin doğru olduğunu nasıl bileceğiz” diye soracaksınız.
Benim kanıtım aynen Sayın Cumhurbaşkanın ki ile aynıdır ve doğrudur.
Kanıtımızın kaynağı “büyüklerimizin söyledikleridir.”
Bu arada bundan böyle “Devletin başına gelemeyecek Devlet’in de” dedelerini açıklamasını hasretle bekliyoruz! Soyunu-sopunu çok merak ediyoruz da!
Ah dede, vah dede sen neymişsin sen…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
11 Ocak 2018
Rifat Serdaroğlu

BASIN AÇIKLAMASI “Arapçanın “kutsal bir dil” olduğu kuyruklu bir yalandır”



BASIN AÇIKLAMASI
“Arapçanın “kutsal bir dil” olduğu kuyruklu bir yalandır”
Millî Eğitim Bakanlığı: İmam Hatip Liseleri ve Ortaokulları öğrencilerinin bilimsel gelişmeleri takip edebilmeleri için Arapçayı şart koştu. MEB Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz tarafından 81 ilin milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıda, “yabancı dil sorununu çözmüş bireylerin yetişmesi ve güncel bilimsel ilerlemelerin takip edilebilmesi” amacıyla bütün imam hatiplere Arapça Bilgi ve Etkinlik yarışmalarının düzenlenmesi talimatı verildi.
İmam hatip öğrencilerinin “milli ve manevi değerlerine sahip bireyler olarak uluslararası düzeyde bilgi ve kültür sahibi olmalarını” da Arapçaya bağlandı. MEB Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz’ın “Öğrenci Merkezli Arapça Öğretimi” başlığı ile yayımladığı ve Arapça öğretilirken ikinci bir dil kullanılmaması gerektiğini, öğrencilerin öğretmenleri ile ancak Arapça iletişim kurabileceklerini, başka seçenek bulunmadığını savladığı bildirisiyle imam hatiplerde (İH) Türkçeyi yasakladı.
Lise ve Ortaokulların büyük bir bölümünün İmam Hatip Okullarına dönüştürüldüğü Türkiye’de (Orta Okul ve Lise), Kur’an Kurslarında, İlahiyat Fakültelerinde, cemaatlerin yönetimindeki öğrenci (talebe) yurtlarında yoğun bir Arapçılık alabildiğince egemendir.
Arapça yarışmaları”, “Dünya Arap Dili Günü” kutlamaları gibi etkinliklerde Arapça, bir yabancı dil olarak değil “ümmetin mukaddes dili” olarak kutsanmaktadır. Bu okullarda Türkçeye ilişkin bir etkinlik görmek ise neredeyse olanaksızdır
Araplık, Arap dili ve Arap kültürü Araplar için elbette ki değerli ve önemlidir. Ancak bunların İslam adına veya başka bir düşünce adına Arap olmayan halklara dayatılması büyük bir insanlık suçudur.
Kuran’da geçen kelime ve kavramlar salt Kur ’ana özgü ve ilk defa Kuran’da kullanılan kelime ve kavramlar değildir.  Kuran’da yer alan kavramlar İslam’dan önce de puta tapar Araplar arasında hem de birçoğu puta tapım işlerini anlatır anlamlarda kullanılmaktaydı. Bu nedenle Arapçanın kutsal bir dil olduğu kuyruklu bir yalandır.  Kur’an, Arapça olduğu için değil içerdiği ilahi buyruklar nedeniyle saygın bir dindir. Kuran'ın hiçbir yerinde ibadetlerin Arapça yapılacağına ilişkin bir buyruk söz konusu değildir. Diğer yandan Türkçe, yetkin nitelikleri Türk ve yabancı dilbilimcilerce hayranlık duyularak ortaya konmuş bir bilim, felsefe, yazın (edebiyat) dilidir.
“Güncel bilimsel ilerlemelerin takip edilebilmesi için Arapçanın ön koşul” olduğunu ileri sürmek sapkınlıktır, aymazlıktır, Türk ulusuna Türk diline karşı yapılmış alçakça bir hayınlıktır.
Bu sav hem bilimsel, dilbilimsel hem tarihsel ve hem de dinsel dayanaktan yoksun ve insanların belleğini, tarihin kayıtlarını, bilimin verilerini ve yazılı belgeleri yok sayan ve daha da kötüsü Türk ulusunu aptal, akılsız ve beyinsiz yerine koyan bayağı ve iğrenç bir savdır.
“Güncel bilimsel ilerlemelerin takip edilebilmesi için Arapçanın ön koşul” olduğunu ileri sürmek Ulusal değerlerimizi, ulusal belleğimizi felç etme, ulusal bilinci silme, yerine emperyalizmin değerlerini koyma eylemidir.
Ülke kan gölü içindeyken, terör örgütleri cirit atarken, halkın can ve mal güvenliği, ülkenin ve ulusun bütünlüğü tehdit altında iken sinsice okullara Arapça dayatması tam bir sapkınlık ve aymazlıktır
Arap ümmetçiliği peşinde koşan Arapları, “kavmi necip” olarak gören gözü dönmüş irticacı yobazlar Osmanlı’nın son şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin izinden gitmektedirler.
Mustafa Sabri, Yunanistan'da çıkardığı “Yarın” gazetesinde 1927 yılında yazdığı şiirde Türklüğüne tövbe ettiğini, Türklükten istifa ettiğini söylemişti. “Güncel bilimsel ilerlemelerin takip edilebilmesi için Arapçanın ön koşul” olduğunu ve “Türkçeyi yasaklayan” genelge yayınlayanlar Emperyalist yayılmacılığın Türk halkının belleksizleştirilmesi ile görevli yandaşları ve yerli memurlarıdır. 
Kendi dilini ve kültürünü hor gören, başka kültürlerin egemenliğine girmeyi yücelik sanan, bu yoz, yobaz anlayışa Karamanoğlu Mehmet Bey’in, Yunus Emre’nin, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan Abdal’ın, Bilge önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan yürümeye ant içmiş olan bizler kesinlikle izin vermeyeceğiz.  
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                      Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI