Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN
t.ozuerman@deu.edu.tr
Sayın Kılıçdaroğlu;
Çok değil CHP'de vekil olduğunuz 2002 tarihinden, 6. Genel Başkan Sayın
Deniz Baykal'ın kaset komplosu ile gönderilmesi ile Genel Başkan
olduğunuz 2010 tarihleri arasında CHP'nin temel ideolojisi hakkında bir
kafa karışıklığı olmadığını en iyi bilenlerdensiniz. Bir anımsatma: Siz
2009'da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne başkan adayı olduğunuzda
arkanızda güçlü bir medya desteği vardı. Ne giydiniz, ne dediniz, nereye
gittiniz haber programlarında yer buluyordu. Aynı şans CHP'nin diğer
iddialı adayları Karayalçın, Kocaoğlu, Akaydın için tanınmamıştı
medyada. Seçimi kazanmamıştınız ama İstanbul'da CHP'nin oylarını
arttırmıştınız... Medya seçim sonrasında da arkanızdaydı. Ve kaset
operasyonu sonrası sizi işaret eden medyanın ancak sizinle şişirilecek
balonmuş gibi elinize tutuşturduğu bir CHP buldunuz. Operasyon tam da
CHP oylarını yükselttiği dönemde yapılmıştı.
Sayın Kılıçdaroğlu, CHP artık sizin teslim aldığınız parti değil. Zaten
siz de böyle olmadığını anlatmak için partinin başına "yeni" kelimesini
eklediniz. Türk siyasal hayatında ilk kez, kurumsal kopuş yaşanmadan
parti kimliği dönüştürülmüş oldu. Yıllarca CHP için çalışmış, ideolojisi
ile partiye yürekten bağlı partililer (CHP'liler) partiye yeni gelen
particilerce (CHP'dekiler) devre dışı bırakılarak parti erimeye başladı.
Medya'da rüzgarlar artık sizden yana değil, size karşı şekilde
estiriliyor. Toplum AKP'nin yaptıkları yerine, çarmıha gerilen CHP'yi
konuşuyor. Medya görevlileri CHP'yi gündemde tutacak her manevrayı
uygularken; şişirerek elinize tutuşturdukları balonu yavaş yavaş
söndürmekteler. Bu arada haksız tutukluluklar, hukuk devletinin yasa ile
yok edilişi, devletin temel çatısını ortadan kaldıracak anayasa
çalışmaları, ayrılıkçı söylemlerin yayılışı, kimliklerin ortaya saçılışı
üzerinden yürütülen ulusalcılık karşıtı politikalardan, özelden kamu
sektörüne kadar mali denetim yolu ile kurulan baskılardan, toplumsal
yaşama müdahale eden düzenleme ve fiili uygulamalardan yılmış olan
toplumda muhalefet özlemi çığ gibi büyüyor.
Sayın Kılıçdaroğlu; siz bu çığı görebilirseniz ve bugün CHP'de yer
bulmuş olan ve büyük bir olasılıkla AKP anayasasına oy vermek için
CHP'ye sızmış olan partidekilerin kovduğu partilileri yeniden partiye
kazanacak bir yapılanmaya giderseniz, CHP bu çığı kartopuna
dönüştürebilir, aksi halde görünen o ki, Y-CHP ısrarınız partiyi bu
çığın altında bırakacaktır.
Satır başları ile, demokrasiden uzak, tekçi bir yapı ile oluşturulacağı
anlaşılan yeni anayasa çalışmaları içinde Y-CHP yer aldı. CHP böyle bir
oluşumun içinde yer almazdı. Bu meşru olmayan süreci meşrulaştırmaz,
çarpıklıkları topluma anlatmayı görev bilirdi. Nitekim CHP'ye kaset
operasyonu yapılmasının sebeplerinden biri de buydu.
Hani şu iki kişiden biri iktidara oy verdi söylemi var ya... Aslı astarı
yok. Ama bunu anlatacak muhalefet de yok. Kimlerle bir araya gelsek,
herkes ülke adına endişelerini dile getiriyor. Korkusundan susmayı
seçiyor bazıları, ancak iktidar yandaşıyım diyen tek kişi göremiyoruz
etrafımızda. Tüm yaşananlara, özellikle özel yaşama kadar uzanarak artan
baskılara açık ve örtülü dillendirilen hoşnutsuzluk yanında, giderek
fütursuzlaşan otoriter/keyfi uygulamalar nedeniyle artan endişe ve tepki
var.
Sayın Kılıçdaroğlu; CHP'nin ulusalcı kimliğini ve dolayısı ile
ulusalcıları tahkir eden söylemlerin arttığı bir süreçte, konuyu
bilimsel duyarlılıkla anlatmaya çalışan Birgül Ayman Güler Hoca'nın
söylemini çarpıtan medyanın linç harekatı sonrasında getirdiğiniz
konuşma yasağı hepimizi şaşırttı ve üzdü. Parti ideolojisine aykırı
söylemleri olan Hüseyin Aygün için söz konusu bile edilmeyen yasak,
ulusalcılığı ile tanınan bir kadın milletvekili üzerinden giydirilmiş
oldu CHP'ye. "Sus" telkini, kadın için umut gördüğümüz partide, kadın
üzerinden verilmiş oldu. Giderek taraftar ve sempatizanlarını kaçıran bu
yapılanma ile yerel seçimlere giderseniz, partinin ideolojisinin dışına
çıkarılışından rahatsız olan partililerden gelecek tepkileri de iyi
hesaplamanız gerekiyor. Toplumun değişik katmanlarında yeni bir parti
arayışı ciddi bir şekilde dillendirilmeye başlandı. Bu arada,
kurmaylarınız toplumun ilettiği uyarı mesajlarına kulak vermek yerine,
tepki göstererek eleştirileri baskılamaya çalışıyorlar. İzmir'e lütfen
kulak verin ve İzmir'i kurmaylardan değil, tabandan dinleyin. İzmir
yalnız CHP'nin değil, Türkiye'nin kaderinin belirleyicisi bir kenttir.
Sayın Kılıçdaroğlu; hiçbir ideoloji karşıtına dönüşerek büyüyemez. AKP
ideolojisinin anayasal kılıf arayışına girdiği bu sürece destek vererek
büyütemezsiniz CHP'yi. Lütfen toplumdaki muhalefet özleminin
oluşturulduğu çığı görün. Oklarını kırıp kendisine saplayan,
konjonktürle sürüklenen bir parti değil, kurucu felsefesi ile ayakta
dimdik duran bir CHP özlemi var toplumda. Savunmada değil, atakta bir
parti özlemi var. Partinin kuruluş felsefesinin gereklerini yerine
getirmek ve sıkıştırıldığı yerden çıkarılması gibi tarihi görevleriniz
var. Partiye sızanların çekiştirdiği yöne doğru sürüklenmesine daha
fazla izin vermeyiniz.
Sayın Kılıçdaroğlu; CHP'yi konuşmaktan AKP'yi konuşamaz hale gelen
topluma sizin anımsatmanız gerekiyor. Bugün kurumsal ve ekonomik iktidar
gücünü baskı yöntemleri ile elinde tutan AKP'nin gerçek oy oranının
hesabını, sandıktan çıkan oyla değil; boşaltılmış sistem partileri ile
yapmalısınız. Bu partilerin tavanları AKP'ye kaçarken, tabanları
toplumsal muhalefette kaldılar. Siz hesap uzmanı olarak bu hesabı daha
doğru yapabilirsiniz. Demem o ki; çarpıtılmış rakamlarla çoğaltılan
konjonktürel bir parti Türkiye'nin kaderini belirlemeye çalışırken, bu
kaderin anayasa ile topluma zorla giydirilmesine köklü parti CHP
aracılık edemez. Siz Atatürk'ün koltuğunda oturuyorsunuz. Devlet kuran
partinin koltuğunda!...
AKP gelinceye kadar tartışılmayan değerlerin kurucu ve koruyucusu olan
bir partinin başındasınız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne temel
felsefesi ile yön vermiş bu parti dönüştürülmeden devlet çözülemez. Ulus
yoksa devlet de yok. Kağıt üzerinde kurulan günümüz devletçiklerinin de
gücü yok. Uluslaşmanın mimarı olan partiye ayrışmanın, çözülüşün
katalizörü rolü verilmeye çalışılıyor.
Sayın Kılıçdaroğlu; toplum Y-CHP'yi istemiyor; yeniden CHP diyor. Lütfen
bu sesi duyun. Eritilmeye çalışılan bir partinin başındasınız.
Birbirinin benzeri göstermelik iki partili başkancı sistemin uydu
partisi haline getirilmek isteniyor CHP. (Burada bir sözüm de MHP'ye:
Anayasa çalışmalarına katkı koyarak hala milliyetçi olduğunu savunan
MHP, AKP anayasası sonrasında artık Türk siyasal yaşamına veda edeceğini
göremiyor olabilir mi gerçekten?!..)
CHP'nin ve devletin kurucusu Atatürk; "Benim Türk milletine, Türk
cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemişti, siz onları
tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz"
demişti. Bu görev hepimize; ama bu konjonktürde herhalde en fazla O'nun
kurucusu olduğu CHP'ye ve Genel Başkan olarak size düşüyor. Umudun ve
geleceğin partisi CHP'nin partiyi konjonktüre teslim ettirmeyecek
ulusalcı bir tabanı var. Çığ gibi büyüyen bir taban bu. CHP'nin bugünkü
kadroları ya bu çığın sesini duyup, bundan kartopu yapacaklar; ya da
çığın altında kalacaklar.
Sözümüz çok, yerimiz dar; mesajımız açık ve Türkiye'nin özlemi olan
ancak bugünkü konjonktürün kaldıramayacağı, herkesin yayınlayamaya ya da
paylaşmaya cesaret edemeyeceği kadar net.
9 Şubat 2013 Cumartesi
ERDAL SARIZEYBEK
Bugün Başbakan emekli orgeneral Ergin Saygun'u ziyaret etti.
Yine bugün BDP Türk Bayrağı'nı duvara astı.
Yarın Başbakan İmralı'ya gidip bebek katilini ziyaret ederse şaşmayınız.
Yarın AKP-BDP kol kola girerse de şaşmayınız.
Tuzak kuruyorlar, yarın beyaz sayfa deyip PKK'ya karşılık askerimizi pazarlık konusu yaparlarsa da şaşmayınız.
Bunların asıl derdi Türk, Türk Milleti, bunların derdi Ergenekon, Türk Tarihi'nin gücünden korkuyorlar, Ne Mutlu Türk'üm diyenlerden korkuyor bunlar.
Anayasa'dan Türk Milleti ve Atatürk kavram ve değerlerinin çıkarılmasına izin vermeyiniz. Tarihi olmayan, adı olmayan bir millet yaşayamaz!
Yine bugün BDP Türk Bayrağı'nı duvara astı.
Yarın Başbakan İmralı'ya gidip bebek katilini ziyaret ederse şaşmayınız.
Yarın AKP-BDP kol kola girerse de şaşmayınız.
Tuzak kuruyorlar, yarın beyaz sayfa deyip PKK'ya karşılık askerimizi pazarlık konusu yaparlarsa da şaşmayınız.
Bunların asıl derdi Türk, Türk Milleti, bunların derdi Ergenekon, Türk Tarihi'nin gücünden korkuyorlar, Ne Mutlu Türk'üm diyenlerden korkuyor bunlar.
Anayasa'dan Türk Milleti ve Atatürk kavram ve değerlerinin çıkarılmasına izin vermeyiniz. Tarihi olmayan, adı olmayan bir millet yaşayamaz!
Attila Aşut Sen ey savcı...
“Savcı” sözcüğü, öz Türkçe “sav” kökünden türetilmiştir. Dil Devrimi’nin bir kazanımıdır. Sözcüğün eylem biçimi “savlamak”tır. Derleme Sözlüğü’ne göre savlamak, “iddia etmek” demektir. “Savlayıcı” ise eski deyişle “müddei”dir. Cumhuriyet Savcılarına bu nedenle eskiden “müddeiumumi” denirdi. Yani, kamu adına iddia eden; görüş, düşünce, tez ileri süren kimse demektir...
Türkiye Cumhuriyeti’nde savcılardan başka hiçbir meslek öbeğinin adının başında “Cumhuriyet”
sözcüğü yoktur. Cumhuriyet Savcıları, bu devletin kuruluşunda böylesi
bir ayrıcalıkla onurlandırılmışlardır. Ancak, bu onurun kendilerine
ağır bir sorumluluk yüklediğini de unutmamak gerekir.
Savcılık kurumunun tek işi, insanları suçlamak değildir. Sanık
lehindeki belgeleri, kanıtları, tanık anlatımlarını toplayıp
değerlendirmek de Cumhuriyet Savcıları’nın görevidir. İddianameler,
somut olgulara, bilgilere ve gerçeklere dayanmalıdır. Varsayımsal
yaklaşımlarla sanıkları suçlamak, hele hele “masumiyet karinesi”ni göz ardı ederek, insanlara “Gidin suçsuz olduğunuzu mahkemede kanıtlayın!” demek, çağdaş hukuk anlayışında yeri olmayan bir tutumdur.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Savcıya” şiiri ünlüdür:
Savcı, nedir düşündün mü,
Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
Seni bile içli kılan.
Savcı, nedir düşündün mü,
Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alın teri,
Alınları taçlı kılan.
Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.
Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
Seni bile içli kılan.
Savcı, nedir düşündün mü,
Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alın teri,
Alınları taçlı kılan.
Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1960’larda bir ara Aksaray’da “Kitap”
adıyla bir kitabevi açar. Kitabevinin camekânına da her ay büyücek bir
kartona yazdığı toplumsal içerikli şiirlerini asar. Dönemin Cumhuriyet
Savcısı, bu eylemde “komünizm propagandası”
kokusu sezer ve ünlü ozan için hemen soruşturma başlatır. Ama koca
ozan durur mu, yukarıya aldığım ünlü şiirini yazar ve yine dükkânın
camına asar! Müthiş bir olaydır! Basın ve aydınlar tepki gösterir;
iktidara yaranma çabasıyla açılan soruşturma, başladığı gibi bitmek
zorunda kalır!
Âşık İhsani de savcılardan az çekmemiştir! Siyasal yergi yüklü şiirleri dolayısıyla gözaltına alındığında, o da Fazıl Hüsnü gibi geri adım atmamış; haksızlığa isyanını, “Sen ey savcı!” diye başlayan yeni bir şiirle dile getirmiştir:
Sen ey savcı, suçlu ara, onu bul
Ben kendi çağımda çoğu kula kul,
Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul
Olanların şairiyim, diliyim...
Ben kendi çağımda çoğu kula kul,
Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul
Olanların şairiyim, diliyim...
* * *
Yazarlar, ozanlar, sanatçılar, gazeteciler; her dönem siyasal
iktidarların boy hedefi olmuş, ağır baskılara uğramışlardır. Bugün de
yetmişin üzerinde gazeteci, mapus damlarında çile doldurmaktadır.
Cezaevlerinden mektuplar alıyorum. Öyle şeyler anlatıyorlar ki, insanın
kanı donuyor!
Çağdaş hukuk düzeninde yeri olmayan “Özel Yetkili Savcılar”, yaşanan
bu acıların ve olumsuzlukların bir ölçüde sorumlusudur. Sapla samanı
ayırmak, onların görevidir. Düzmece ve üretilmiş belgelere dayalı
binlerce sayfalık iddianameler düzenleyerek insanların yaşamını
karartmak hiçbir biçimde savunulamaz.
Yazarların, ozanların, sanatçıların -bugün hangi olağanüstü yetkilerle donatılmış olurlarsa olsunlar- güdümlü savcılardan “çağlar üzre güçlü olduğu”, artık bilinmelidir!
CHP faşist mi? Attila Aşut
Tüm dönek ve yandaş kalemlerin dilinde bu sözcük.
Arkası da var. AKP’ye boyun eğmeyenleri susturmak için hemen salvoya
başlıyorlar: “Irkçı, milliyetçi, kafatasçı, şoven, faşist...”
Kavramlar ayağa düştü. Terimler, bilimsel içeriklerinden soyutlanarak
uluorta kullanılıyor. Tayyip’in gazına gelenler, AKP’yi eleştirenlere karşı
linç kampanyası yürütüyor. “Nefret dili”nden en çok yakınanlar bile bu tuzağa
düşüyorlar. “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri
değilsiniz!” demek de ırkçılık ve ayırımcılık değil midir?
* * *
Son
günlerin en yaygın geyiği, “CHP’nin genetiği” üstüne yapılıyor.
CHP’nin
genetiği bozukmuş, hücrelerinde faşistlik varmış! Yandaşlar nasıl da şehvetle
yineliyorlar bu sözleri! CHP’nin genetiğine laf edenler, AKP’nin köklerine
bakma gereğini duymuyorlar nedense. Peki, CHP’deki uzmanlar, danışmanlar ne
güne duruyor? Neden onlar da AKP’nin ve RTE’nin gerici, antikomünist şeceresini
sermiyorlar ortaya?
“Faşizm”,
en kestirme tanımıyla, “sermaye sınıfının kanlı diktatörlüğü”dür. Peki,
ülkemizde sermayenin irili ufaklı tüm örgütleri bugün kimin yanında? TÜSİAD’ı,
MÜSİAD’ı, TUSKON’u, hatta sarı sendika konfederasyonu HAK-İŞ’i arkasına alan
AKP’nin her gün adım adım hangi otoriter ve totaliter çizgide ilerlediğini
görmüyor mu CHP’ye “faşist” diyen kalemşorlar?
CHP’nin
tarihini her fırsatta kurcalamaya meraklı olanlar (aslında dertleri CHP değil,
TC!), biraz da AKP’nin kökenini araştırsalar ya! Bakalım İttihad-ı Muhammedi
Fırkası’ndan günümüze uzanan şeriatçı çizgide Derviş Vahdeti’den Said-i
Nursi’ye kadar kimlerle karşılaşacaklar! “Milli Nizam”dan “Milli Görüş”e, bu
akımın dokusunda, kimyasında neler var, bir bir görecekler!
* * *
Şimdi bir
çift söz de döneklere... Geçmişte içinde yer aldığınız, hatta yöneticiliğini
yaptığınız sosyalist partilerin programlarını anımsıyor musunuz? Sözgelimi,
Türkiye İşçi Partisi’nin programı ve siyasal çizgisi “ulusalcı” değil miydi? Bu
partide antiemperyalist politikaları canla başla savunan Aybar’lar, Boran’lar,
Aren’ler, Tarık Ziya Ekinci’ler “ırkçı” ya da “milliyetçi” miydiler? “Milli
Demokratik Devrim” (MDD) ya da “Ulusal Demokratik Cephe” (UDC) politikalarının
mimarları Mihri Belli’ler, İsmail Bilen’ler faşist miydi? Bakın bu tezlerin,
programların hepsinin başında “Milli” ya da “Ulusal” sözcükleri vardır. Siz
dünyada ulusal çıkarlarını savunmayan bir tek devlet biliyor musunuz? Buna
geçmişteki sosyalist ülkeler de dahildir.
Gölge
boksunu bırakın, gerçeklerle yüzleşin! Dün “Parti Okulları”nda okuduğunuz
dersleri unutmuşa benziyorsunuz. Açın Komintern’in kararlarını, “Faşizm
Tezleri”ni ve Dimitrov’u bir kez daha okuyun! Belki “faşizm”in unuttuğunuz
tanımını yeniden anımsarsınız.
Komünist
Enternasyonal’in 1935 yılındaki VII. Kongre’sinde onaylanan belgede, “faşizm”in
tanımı aynen şöyledir: “Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şovenist ve en
emperyalist öğelerinin açık teröre dayanan diktatörlüğüdür.” Bu tanım günümüzde
de geçerlidir.
Oysa sizler
önünüze gelene “faşist” derken; sermaye sınıfını, finans-kapitali, emperyalizmi
es geçiyor, yalnızca “şoven”lik üzerinden ucuz demagoji yapıyorsunuz. Üstelik
onu da gerçek bağlamından kopararak, “küfür” olarak kullanıyorsunuz...
CHP’yi
eleştirmek için çok şey söylenebilir. Ama insaf edin, bu partinin yapısı,
bileşimi, tabanı ve siyasal çizgisi yukarıdaki “faşizm” tanımına hiç uyuyor mu?
Ülkeye gelmek üzere olan yeni rejimin son yapı taşları yerlerine konuyor
AKP, HSYK ve mahkemelerden
sonra yüksek yargıyı da siyasal iktidara bağlı bir ‘parti organı’na
dönüştürme önerilerini içeren paketi Anayasa Uzlaşma
Komisyonu’na sundu. Başkanlık sistemi tasarısına paralel biçimde oluşturulan
öneriler, yargıyı “tek liderin” güdümüne sokmayı amaçlıyor. Öneri AKP’nin
istediği gibi Anayasa’ya girerse, Yargıtay, Danıştay ve askeri yargı
kaldırılıyor. Kaldırılan Yüksek Mahkemelerin yerine, üyelerinin sekizini “devlet
başkanı”nın seçeceği “Temyiz Mahkemeleri” adı altında, siyasetin denetiminde
tek yargı sistemi oluşturuluyor.
Böylece Hukuk içindeki
denetim, hukukun evrensel ilkelerinden kurtarılarak siyasetin eline teslim
ediliyor. Halkın olup biteni anlamaması için “süslü ambalajlarla” sahneye
sürülen bu teklif, iktidarın hem yargıdan, hem de yargılanmaktan kurtulma
operasyonudur.
Anayasa
Uzlaşma Komisyonu’na sunulan öneride,
“1-Anayasa mahkemesinin anayasa değişikliklerini inceleme hakkı
kaldırılacak, anayasa değişiklikleri kayıtsız şartsız kabul edilecek.
2-Anamuhalefet partisinin anayasa mahkemesine başvurma hakkı
kaldırılacak
3-Yüce divan kaldırılacak, başkanı kendi seçtiği anayasa mahkemesi
başkanı yargılayabilecek
4-Anayasa mahkemesi üyelerinin yarısını doğrudan başkan seçecek”
R.T. Erdoğan’ı başkan ilan eden bu düzenleme
ile Türkiye Cumhuriyetinin laik Demokratik rejimi, başkanlığa değil
diktatörlüğe dönüştürülüyor. Padişahlıkla yönetilen ülkelerde bile padişahların
bu denli sınırsız yetkileri yoktu.
Ulusal Egemenliği, ulus adına kullanan Yasama
ve yürütmeyi, yani Meclisi ve Hükümeti ele geçiren Başbakan, bağımsız
olması gereken yargıyı, tümüyle işlevsiz bir devlet dairesine dönüştürmeyi
amaçlıyor. Böylece halkın sahibi olduğu ve özgürlüklerinin
güvencesi olarak gördüğü yargı sistemi de lağvedilmiş olacaktır.
Bu anayasa önerisi,
toplumsal denetim aracı olması gereken yargıyı, tümüyle egemen siyasetin
denetim aracı haline getirecektir. Yargı, artık toplumsal adaletin değil, egemen
siyasetin istediği adalet anlayışının koruyucusu haline gelecektir
Başbakandan duymaya
alıştığımız, Benim Meclisim, Benim Meclis
Başkanım, Benim Milletim, Benim bakanım, Benim başkanım, Benim Müdürüm
kavramlarına; Benim Mahkemem, Benim Hâkimim, Benim savcım kavramları da
eklenecektir.
Diğer yandan bu Anayasa
önerisi ile olası bir iktidar değişikliğinde, kaçınılmaz sonlarının “YÜCE DİVAN” olduğunu gören İktidarın
ve özellikle Başbakanın kendilerini güvenceye alma, bir yasal kalkan
oluşturarak, benzer diktatörlerin akıbetinden kurtulma kaygı ve korkusunu
enselerinde hissetmeye başladıklarının da göstergesidir.
Ülkeye gelmek üzere olan
yeni rejimin, yani faşist diktatörlüğün son yapı taşları yerlerine
konuyor. Zorbalık yaşam alanlarımızı
kuşatmanın ötesinde işgal ediyor. Tek farkla ki, bu işgal silahlarla değil,
zihinlerin iğfali ile gerçekleşiyor. Ya bu zorbalığa, faşizme boyun eğeceğiz,
ya da bireysel ve toplumsal özgürlüğümüze sahip çıkmak adına, tribünlerden
seyretmek yerine sahaya inip mücadeleye katılacağız. Bu gidişe geçit vermekte, dur! Demekte
ellerimizde. Yarın çok geç olacaktır.
Yönetim Kurulu Adına
“NARSİSİZM HASTASI” CÜCELER
“NARSİSİZM HASTASI”
CÜCELER
2005 yılında 27 yıllık öğretmenlik görevinden emekli olduğum gün büyük
umutlarla üye olduğum CHP’den Şubat 2013'te,
3 cümlelik bir dilekçe ile istifa ettim.
Dilekçem aynen şöyleydi;
“Türkiye’nin hilafet-Sevr eksenli tehlikeye doğru hızla sürüklendiği,
Ulus devlet yapısına yıkıcı saldırıların yapıldığı bir süreçte, antiemperyalist
ve tam bağımsızlıkçı mücadelenin odağı olmasını beklediğim Cumhuriyet Halk
Partisi, Genel Merkez yöneticileri eliyle, kuruluş felsefesi olan Kemalizm’le
hesaplaşma zeminine çekilmiştir.
Parti içinde ana unsur olması gereken Kemalist ve ulusalcı kadrolar
etkisizleştirilmiş, süreç içinde tasfiye
edilecekleri kaygımızı artıran olgular yaşanmakta, Kemalist Düşün sistemine,
Cumhuriyetin temel değerlerine, kurucu felsefeye açıkça muhalefet edenler,
yöneticiler tarafından koruma altına alınmaktadır.
Parti içi demokrasi kanalları kapatılmış, Genel Yönetim dışında kalan
ezici çoğunluğun bu sürece direnmesi, muhalefet etmesi engellenmekte, hatta
Ulusalcı/Kemalist Milletvekilleri
“Disiplin” ile tehdit edilerek etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır.
Bu nedenlerle, büyük umutlarla üye olduğum Cumhuriyet Halk Partisi
üyeliğinden İstifa ediyorum. Gereğini
arz ederim. 03.02.2013”
1998 yılı Eylül’den 20
Kasım 2012 ye kadar da Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şube Başkanlığı
görevini sürdürdüm. ADD Isparta Şubesi
olarak bu süre içinde Türkiye’nin saygın bilim insanlarının katılımı ile 70’i
aşkın konferans düzenlenmiş. Yalnız Isparta Merkez(Merkezde
43 Okul) değil, tüm ilçelerindeki Orta dereceli okullarda, Atatürkçülük,
saydam gösteri eşliğinde düzenlenen konferanslarla anlatılmış. (Bu etkinlik
3 ayrı Eğitim ve Bilim insanı ile 3 kez yinelenmiştir) 1000’i aşkın
basın açıklaması ile güncel ve tarihsel olaylar hakkında halkımız
bilgilendirilmiştir. İlki 10 Mart 2007
de Türkiye de Cumhuriyet Mitinglerinin kıvılcımı olan “Kemalist Cumhuriyet
Mitingi” olmak üzere 3 miting yapılmış. 24 Kasım, 23 Aralık, 25 Aralık, 24
Ocak, 3 Mart, 2 Temmuz, 24 Temmuz gibi önemli olayların yıl dönümleri
Kuruluşuna öncülük ettiğimiz ve eşgüdümünü yürüttüğümüz “ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ” Nİ
oluşturan örgütlerle ortaklaşa ve periyodik yapılır olmuştur. Özellikle
2005’ten sonra, açılan/açtığımız dava sayısı 20 ye ulaşmıştır. Bu etkinliklerin
hepsi kayıt altıdadır. Dileyenler ADD Isparta Şubesi Karar defterinden, Milli
Eğitim Müdürlüğü/İl Emniyet Müdürlüğü kayıtlarında bulabilirler.
Tüm bunları neden yazma gereği duydum?
Biz bu eylemleri yaparken henüz kısa şortu ile sokakta oynayan,
şimdilerde gazeteci olan Tuna ÜNAL, Nisan 2012 de “Mahmut Özyürek yönetiminde ki ADD Isparta
Şubesi’nin, Ata’yı anlatan, Ata’mıza sahip çıkan bir projeye destek verdiğini
duydunuz mu? Ben yıllardır bu işin içindeyim Mahmut Özyürek’in muhalefet harici
bir şey yaptığına şahit olmadım” diye yazmıştı. Doğrusu, pek ciddiye
almamıştım. Bilmeyebilir, yazabilir, ama yaptıklarım ortada, üstelik belgeleri
ile birlikte diye düşünmüştüm. Ama
yanılmışım.
CHP den İstifa Dilekçesi Yerel Basında yayınlanınca anladım bunu. Yukarıda
saydığım eylem ve etkinliklerin hiç birinde yer almayan, adını bile yazma
yürekliliğini gösteremeyen, ne kadar
eylem kaçkını, eyyamcı, sahte Atatürkçü, Partiye çıkarı varsa uğrayan varsa istifadan
sonra CHP’li olduklarını hatırladılar. Yaşamında Atatürk’ün “Nutuk” adlı ölümsüz eserini eline bile
almamış, Atatürk ve CHP hakkındaki bilgileri, çoğunu unuttuğu ortaokul ders
kitaplarından edinmiş, CHP’li olmayı İlimize gelen/getirilen CHP
milletvekilleri ile fotoğraf çektirmek sanan, düzenin/sistemin kendine verdiği
bilgi kadar “Atatürkçü” olanlar koro halinde internet üzerinden saldırmaya
başladılar. Birkaç örnek.
ü
“Mahmut Efendi Refah partisine mi girecek?
Mahkemece cezaya çarptırılınca, ne yapacağını da bilmez olmuş.. (Kurtdereli Memiş Efe) - ( Bu gün, Refah Partisi diye bir parti mi
var? Cezayı ilk kez almadık, Demirden korksaydık trene binmezdik-Özyürek)
ü
“Mahmut
zaten Kemalist değildi, Google’ye girin bakın” (Kurtdereli Memiş Efe). [Google ye
girdim.259 bin sonuç çıktı. ADD de
yaptığımız Kemalist mücadelenin, etkinliklerin dökümü var. Sanırım bu cüce
memiş, Atatürkçülüğü bilmediği için onları suç
olarak görüyor]
ü
ADD'yi
sadece basına bildiri vermek kadar pasifleştiren biri şimdi kalkmış CHP'den
istifa ettiğini basına bildiriyor, (error)
ü istikrarsız, provokatör, takıntılı, halk düşmanı, ne
istediğini bilmeyen, kendisinden başka herkese kuşkuyla bakan psiolojik
sıkıntıları olan biri (davut)- (Adam hem siyaset, hem psikoloji
uzmanı!!!)
ü
isabetli
karar olmuş varlığının faydası olmayanın yokluğunun zararı hiç olmaz yolun açık
olsun (resat)
Ne denir? “Fikir olmayan kafada, yalnızca
küfür olur” Benim
ayrılma dilekçemde yazanların yanlış olduğuna ilişkin bir şey var mı? Yok,
olamazda.
AKP ve Erdoğan, Kuva-i İnzibatiye artıklarının, Said Kürdilerin
Şeyh Saidlerin torunlarını yanına alarak ülke yönetimini ele
geçirmiş. Ne gam! Mahmut Özyürek
Partiden gitti ya. Artık iktidar kanalları onlara açık.
Biz “Muhalefet, işgal medyası,
devşirilmiş rektör ve öğretim elemanları, emniyetin bazı birimleri, yargı,
bürokratlar, bazı sinemacı ve sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarının içlerine
girerek kilit noktaları ele geçiren Soros'un piçleri, karanlık aydınlar var”
diyoruz.
Yanıt; Aman biz iktidar oluncaya kadar ses
çıkarmayın!!!
Biz “Kırk bine yakın insanın ölümünden ve binlerce
gazinin varlığından sorumlu Öcalan, büyüklüğü ile niceliğe sahip olan Öcalan,
“yol haritası” çizecek, barışçı (!) çözümü sağlayacak!” diyoruz.
Yanıt:
Kürtlere karşı çıkmayalım yoksa çok güçlenirler, PKK’ya yarar... Karşımıza
almaya gerek yok.
Biz; CHP PM üyesi ve Ankara milletvekili
B.K. "Tekke ve zaviyelerin kapatılması
toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalılar" ve "cemaatlere karşı olmak
dünyayı tanımamaktan, bilgi ve algı eksikliğinden kaynaklanıyor" PM üyesi ve milletvekili M.Ç "Fethullah Gülen
bir bilgedir. Ona saygılarımı sunuyorum"diyor, böyle bir
mantık olmaz. Bu CHP ye karşı işlenmiş bir cinayettir, diyoruz.
Yanıt:Türbanı’
da serbest bırakalım, Parti içinde tartışmayı bırakalım. İktidar oluncaaaa ( Bu
kafayla nasıl olunacaksa) yoksa AKP’ye yarar… AKP’yi güçlendirmeyelim.
Biz; Milletvekili G.T."AKP ile de koalisyon
yapabiliriz", Milletvekili S.B. "BDP ile ittifak yapılabilir"
Milletvekili
H.A. “Türkler,Ege'de Rumlara Etnik Temizlik yaptı” diyor. Biz bu vatanı sokakta bulmadık. Bir şeyler yapılmalı! Diyoruz.
Yanıt: Bunlar siyaset gereği söylenmiş şeyler. Doğu ve Güneydoğudan oy almak
için. Ammaan ha. Tartışmayın. Partiye
zarar veriyorsunuz.
Biz; K.Kılıçdaroğlu; "Türkiye'deki Amerikan karşıtlığını AKP'nin
kışkırttığını” söylüyor. CHP antiemperyalist bir partidir. Cumhuriyet
mitinglerinde "Ne ABD ne AB, tam bağımsız
Türkiye"diyen milyonlara karşı CHP,
AB üyeliği ve ABD müttefikliğini savunuyor konumuna düşürülüyor. Partiye yazık
ediyorsunuz, Atatürk’ün kemiklerini sızlatıyorsunuz diyoruz.
Yanıt:
ABD’ye karşı çıkmayalım yoksa ABD bize daha da düşman
olur, AB, Atatürk’ün hedefidir. Sen ne Atatürkçü,
ne CHP'li olamazsın. CHP düşmanısın, AKP ye çalışıyorsun.
Sizin bu tavırlarınız AKP ve BDP’yi daha da güçlendirir. Biz onlar güçlenmesin
diye böyle davranıyoruz.”
Biz -Birgül Ayman Güler, Ulusalcılık….,
diyecek oluyoruz. Yanıt: Sen faşist misin?
-Ulus,
Millet, Milliyet arasında ayırımı ….. diyecek oluyoruz. Yanıt: Demagoji yapıyorsun,
Partiyi Kemalist
kimliğinden, ilkelerinden uzaklaştırarak, iktidar olmak uğruna Partinin temel
değerleri rafa kaldırıp, AKP taklidi yaparak, sağa, dinci yobazlığa sığınan ve
onlardan medet uman siyaset bezirganlarına “Mahmut
Özyürek Partiye zarar veriyor” demeleri yerine, aynaya bakmalarını
öneririm.
Aynaya iyi baksınlar
ki, kendi geçmişlerinde neler yaptıklarını, ya da neleri yapmadıklarını, nerede
olduklarını, olmaları gereken yerin neresi olduğunu görsünler.
Okuyarak,
düşünerek, üreterek, katkı koyarak, araştırarak bir şeyler yapmak yerine,
partiyi kenar mahalle kahvelerinde bile yapılamayacak düzeyde seviyesiz,
kişilere bağlı eleştiri ve dedikodu yerine çevirenler değil mi bu partiye zarar
verenler?
Partiyi, örgütlerde
yıllarca ter dökmüş, emek vermiş, hizmet etmiş, partisine ve değerlerine hiç
ihanet etmemiş, siyaseti kendisi ve yakınları için rant aracı ve geçim kaynağı
görmemiş insanları, öğüten ve bir kenara
atan organizasyona dönüştürenler partiye
zarar vermiyorlar ama “Mahmut Özyürek Partiye zarar veriyor.”
Kargaları bari güldürmeyin kendinize.
Dinci gericilik
gücünü, yalnızca Küresel Çetenin piyonu olmasından değil, aynı zamanda Kemalist hareketin ve toplumsal
mücadelenin gelişmesine karşı dinci gericiliğin etkili bir dalgakıran olarak
kullanılmasının yarattığı sonuçlardan ve dinci gericiliğe ve bölücülüğe şirin
gözükmeyi politika sanan SOROS çocuklarından almaktadır.
Bu bağlamda küresel
çete tarafından beslenen, palazlandırılan Dinci gericilik ve etnik bölücülük,
Atatürk Cumhuriyetine, devrimlere ve ulus devlete aynı mevziden ateş
etmektedirler.
Sözlüğünden
antiemperyalizmi, halkçı devrimci Kemalizm’i çıkartarak, Dinci gericiliğe ve
bölücülüğe şirin gözükerek, yürütülen bir politikanın varacağı yer, Küresel çetenin kucağı ve onunTruva atı olan
AKP’nin yandan veya tersten yardımcılığı, koltuk değnekliği ötesine geçmez.
Bu nedenle dinsel
gericiliğe ve bölücülüğe karşı en etkili panzehir, onlarla uzlaşmak değil,
besleme dinci ve bölücü kuşatmayı yarmak için, Küresel çeteye karşı ilkeli,
ulusal, devrimci halkçı cepheyi inşa etmektir.
Ama gerçekten içler
acısı ve dehşet verici bir tabloyla karşı karşıyayız. “Ben ne yaparsam yapayım onun doğru
olduğunu kabul et”“beni her zeminde öv” “sakın beni eleştirme, düzeltme,
uyarma”. Bu giderek, yukarıdan aşağıya yayılan, bulaşıcı bir
hastalıktır. Sigmund Freud, bu hastalığı “narsizm”olarak
tanımlıyor. Sanırım benim düşüncelerime karşı çıkamayan, bu nedenle de her
zeminde hakaret etmeyi alışkanlık haline getiren “narsisizm hastası” cüceler, akıl tutulmasından kurtulabilirse, umarım
ne demek istediğimi anlarlar.
Ülkemizin kuşatma ve işgal altına alındığı,
İçimizdeki hainlerin yol göstericiliği ile küresel çete tarafından yağmalanıp
parçalanmaya çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Ulusun ve vatanın tehdit ve
tehlike altında bulunduğu her dönemde Türk ulusu kendi kahramanlarını dün nasıl
yarattıysa bu gün de yaratacaktır. Meydan asla bu narsisizm hastası cücelere
kalmayacaktır. 06.02.2013 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)