25 Aralık 2019 Çarşamba

Cumhuriyete demokrasi tacını koyan İsmet İNÖNÜ



Kağnıyla kamyonu yendiğimiz kurtuluş savaşının Batı Cephesi Komutanı,
Türk'e biçilen emperyalist elbiseyi, yani Sevr’i yırtıp, Türk ulusun bağımsızlığı ve özgürlüğünün tapu senedi Lozan’ı tüm dünyaya kabul ettirmedeki katkıları yadsınamayacak değerde olan,
Kaya kadar sağlam namus ve şeref, çok yüksek ve insan emelinin sınırını aşan bir vatanseverlik” erdemine sahip olan
M. İsmet İnönü’nün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 46.yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
Yönetim Kurulu Adına:                                               Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

23 Aralık 2019 Pazartesi

Cumhurbaşkanlığına "TBMM den çıkarılan bütçeyi onaylamayınız"




P.K. 655 Yeni Şehir- Ankara
GSM: 05424162485
      

  Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Yüksek Makamına
                                                                                 Beştepe- Ankara
ÖZÜ; 139 Milyar açık olan 2020 bütçesinin ele alınması ve Anayasal işlemlerin yapılması talebidir.
1-              14 Mayıs 1950 tarihinden bu yana sürdürülen ve Türk milletini tam   manasıyla iflasa sürükleyen açık bütçelere son vermek üzere Cumhurbaşkanlığı yüksek makamını göreve davet etmek zorunda kalmış bulunmaktayım.  
2-             Bu güne kadar Sayın Cumhuriyet Başsavcılığına,  Maliye Bakanlığına iki defa dilekçe ile müracaat ettim. İki defa da  yüce Danıştay’a  dava açtım ancak şu ana kadar pratik bir sonuç alamadım. Bu nedenle Yüce makamınıza bu acil ve önemli konuyu arz etmekten başka bir yol kalmamıştır. 139 Milyar açık 2020 mali yılı bütçesini onay için makamlarınıza sunulacaktır. Onaylamayınız. Onaylarsanız Anayasaya aykırı davranan TBMM ne ve bütçeyi açık olarak TBMM ne sunan Maliye Bakanlığına destek olmuş Türk milletinin tam manasıyla iflasa sürüklenmesine seyirci kalmış olacaksınız.
3-             Anayasamızın 68. Maddesinin ikinci fıkrasının hükmü şudur:                                
 
 Siyasi partilerin Tüzük ve Programları ile  eylemleri ;
·                       Devletin bağımsızlığına, Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
·                       İnsan haklarına, Eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine,
·                       Millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine
·                       Veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz. Suç işlemeyi teşvik edemez.
Bu Anayasa hükümleri açıktır. Enflasyon ve açık bütçeler insanların ceplerinden paraları sofralarından yiyecek ve içeceklerinin alınmasına yol açtığı bedihidir. Bu eylem ise hukuk devleti ilkelerine, tam bağımsızlık temellerine, yurtta sulh cihanda sulh ilkesine,   ( Enflasyonla ezilen en alt tabakalar buna karşı milli reaksiyon gösterirler toplumsal barış bozulur) ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne uygunluk göstermez.( Toplum enflasyondan çıkarı olanlarla enflasyondan zarara uğrayanlar olarak ikiye bölünür. Tıpkı bu gün olduğu gibi.) Para da bir menkul mülk olduğuna göre Anayasamızın 3.,5.ve 35. Maddeleri ile fiyatlarda istikrar sağlamayı emreden 166. Maddesine aykırı olduğu kuşkusuzdur. Bu açıdan bakıldığı zaman AKP 17 bütçe yapmıştır. Hepsi de açıktır. AKP dönemindeki resmi bütçe açıkları 700. Milyardan da fazladır. Sadece 2019 bütçesi 81 Milyar açıktır.2020 yılı bütçesi de 139 Milyar açıkla TBMM de görüşülmektedir. AKP nin ilk bütçesi 2004 yılı bütçesidir ve 40 Milyar açıktır. 2004 gelirlerimiz 100 milyardır. 2004 te gelir 100 Milyar ise. Her yıl ortalama %5 kalkınsak dahi bu sene bütçe gelirlerimiz 100+17x5=185 Milyar olabilir. Ama 2020 bütçemizde gelirler              1. Trilyon 95 Milyardır. Bu gelire ulaşılamaz. Hayalidir Bütçe açığı 139 Milyar gösterilmiştir. Bu dahi hayalidir. Açık daha fazladır. Bu bütçe tamamen 14 Mayıs 1950 sonrası bütçeleri gibi hayali bir bütçedir. Yüce makamlarınızın aldatıldığı nokta işte budur. Hala daha bütçe açıkları yüzünden Türk milletinin tam manasıyla iflasa sürüklendiğini anlayan DENK bütçeye dönelim diyen bir AKP’li yetkiliye rastlanmamıştır. Açık bütçeler konusunda ulu kurucularımızın direktifleri herkesçe bilindiği gibi aşağıda yeniden sunulmaktadır.
a)Ulu Önder Atatürk’ün direktifleri:
Bugünkü savaşmalarımızın gayesi tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünü ise ancak mali bağımsızlıkla mümkündür. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin ekonomik bünye ile orantılı ve DENK olmasıdır.
Açık bir bütçenin sayısız sakıncalarını iyi bilen TBMM nin DENK bütçe yönünde kesin karar sahibi bulunması devletin mali ve hatta genel politikası için büyük güvencedir.
b)Ebedi Şef İsmet İnönü’nün direktifleri:
Enflasyon politikası, iktidarın daha ilk yıllarından itibaren iktisadi bünyeyi süratle takatından düşürerek 1952 yılının son baharı başlarında, memleketi tam manasıyla iflasa sürüklemiştir. Kelimeyi tartarak kullanıyoruz.
Harici ticaretin normal şekillere girebilmekten her gün uzaklaşması, altın ve döviz fiyatlarının daima yükselme  suretinde bir istikametten bir türlü ayrılamaması iktisaden zayıf tabakaların her gün biraz daha sefalete uğraması Hükumete itimadı kıran başlıca amillerdir.
3-Peki,  Anayasamız acaba ne diyor?
Bütçelerin DENK olarak hazırlanması ve DENK olarak  TBMM ne sunulması Anayasamızın 166. maddesine göre aşağıdaki özellikleri taşıması  gereklidir. Bu görev Maliye Bakanlığının ve hükümetin en temel görevidir.
·                       Mili tasarrufu sağlayıcı ve üretimi artırıcı,
·                       Fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde denge sağlayıcı,
·                       Yatırım ve istihdamı geliştirici olmalıdır.
a)     Cumhurbaşkanlığı andına göre:
“ Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, …..Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu yemini etmiştir. Bu yeminin en başında bağımsızlığımızı korumak  vardır. Atatürk’ün direktifine göre de bağımsızlık için ilk şart DENK bütçedir. Bu durumda Cumhurbaşkanımızın  bütçemizi DENK yapacağım diye  yemin etmiş olduğu kuşkusuzdur. 2003 ten bu yana hiç DENK bütçe  yapılmamıştır. Yemininizi 2020 bütçesini, DENK yaparak tutmanızı tüm Türk milleti beklemektedir.
b)     Sayın Cumhurbaşkanımız Andında   Hukuk devleti ilkelerine, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalmak hususu yer almaktadır. Açık bütçeler  Hukuk devleti ilkelerine uymaz Atatürk’ün verdiği direktiflerle uyuşmaz. Açık bütçeler, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek amaçlarına da aykırıdır.

4-AKP dönemindeki bütçe uygulamaları
 AKP döneminde çıkarılan tüm bütçeler açıktır ve şimdi sunacağımız AKP karnesi bu açık bütçelerin uygulanması sonucudur.
Bir gram altın 18 YTL den 277 YTL ye çıkmıştır. Artış 15 mislidir
Çeyrek altın 24 YTL den 445 YTL ye çıkmıştır. Artış 18 Mislidir
Bir ABD Doları 1.600.000 TL den 5.809.000 TL ye çıkmıştır. Artış 3,6 mislidir.
Bu rakamlar Türk milletinin AKP iktidarının çıkardığı açık bütçelerin uygulanmasının sonucudur. Türk Milleti bu dönemde en az 15 defa ezilmiş ve İsmet İnönü’nün deyimi ile  tam manasıyla iflasa sürüklenmiştir.
   Açık bütçeler    milletimizin refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılınması ilkesine ve hatta “ Komşun açken sen tok yatma” hadis-i şerifine göre değil komşuyu tüm ümmet-i Muhammedi tam manasıyla iflasa ve açlığa  sürüklediğinden Yüce Müslümanlık ilkelerine de aykırıdır. Türk milleti altın temel alınırsa 15 defa ezilmiştir. Hal böyle iken AKP yöneticilerinden DENK bütçe yapalım diyen bir doğru ses duyulmamıştır.

SONUÇ VE TALEP:
10 Kasım 1938 de 80 kuruş olan bir ABD doları AKP iktidara geldiği zaman 1.320.000 TL idi. Bu gün için 5.810.000 TL dir. Plan ve bütçemizin fiyatlarda istikrar sağlaması, ödemelerde denge sağlaması, yatırım ve istihdamı geliştirici olmasını emreden Anayasal ilkelerin    ( Anayasa Madde 166)  17 defa çiğnendiği kuşkusuzdur. Bütçelerin denk yapılması Anayasamızın 166. Maddesinin gereği olduğu kadar Atatürk tarafından verilen yukarıda yer alan direktifin de bir gereğidir. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma diye yemin eden bir kimsenin  yapacağı şey de DENK bütçe yapmak ve yaptırmak olduğu bedihidir. DENK bütçeye dönmenin gerekli olduğu hususu 14 Mayıs 1950 den bu yana açık bütçelerle ve enflasyonla ezilen ve tam manasıyla iflasa sürüklenen tüm Türk Milletinin düşünceleri olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle TBMM de 139 Milyar açıkla kabul edilen ve onayınıza sunulan bütçenin onaylanmayarak Anayasamızın 89. Maddesine göre veto edilemeyeceğinden Anayasamızın 104 maddesinde yazılı görevleriniz gereği;
- Cumhurbaşkanı devletin başlıdır
- Türk milletinin birliğini temsil eder
- Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının  düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder
Anayasamızda Yüksek Makamlarına verilen  görevlerinizin yerine getirilmesi amacıyla anayasaya uymayan 139 Milyar  açık bütçeyi  T.C. Anayasa Mahkemesine götürmek özlük haklar ve sosyal yardımlar hariç olmak üzere iptal edilmesini sağlamak tarihi bir görev olarak karşınızdadır. Bu tarihi görevinizi yapmak için 139 Milyar açık olarak TBMM den çıkarılan bütçeyi onaylamayarak özlük haklar ve sosyal yardımlar hariç iptal edilmesi için T.C. Anayasa Mahkemesine götürülmesi gerektiğini Anayasamızın 74. Maddesinin Türk vatandaşlarına verdiği hak ve vecibeler kapsamında, takdir ve tensiplerinize arz ederim. 24 Aralık 2019
Op. Dr. Aytekin Ertuğrul
(E ) Dz.Tbp.Kd.Alb







22 Aralık 2019 Pazar

BASIN AÇIKLAMASI “Kemalist devrimin yiğit neferi Kubilay”


Konu:Kemalist devrimin yiğit neferi Kubilay                                                              22 Aralık 2019               
BASIN AÇIKLAMASI

İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın 23 Aralık 1930 tarihinde mürteci Derviş Mehmet ve adamlarınca da hunharca katledilmesi Cumhuriyet rejiminin, 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır.
89 yıl önce gerçekleşen bu isyan girişimi, emperyalizmden güç ve destek alan gerici, bölücü, işgalci artığı beslemelerin Türk devrimine karşı düzenledikleri bir suikast girişimi ve sapkınlığıdır.
Menemen olayı ve Kubilay’ın hunharca katledilmesini, birkaç mürtecinin giriştiği gerici bir kalkışma olarak değerlendirmek, Türk ulusunun daha birkaç yıl önce yüz binlerce şehit vererek ülkemizden kovduğu emperyalist yağmacıları ve katliamlarını aklamak ve tarihsel gerçekleri perdelemektir. Menemen olayı;  Genç Türkiye Cumhuriyetini batı emperyalist yağmacılığının hegemonyası altına sokmaya, Türk Ulusunun bağımsızlık direncini kırmaya ve Kemalist devrimi engellemeye yönelik dış destekli bir kalkışmadır.
Nasıl’ ki bu gün; Bir CIA/NATO kirli savaş ürünü olan IŞİD, 2012’de Ürdün’ün Safevi kasabasında CIA, Türkiye ve Ürdün İstihbaratı tarafından kurulmuşsa, Menemen irticai kalkışması başta İngiltere olmak üzere, Yabancı güçlerin beslemesi İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla, Erbilli Şeyh Esat, Giritli Hüsnü Bey ve Giritli Şeyh Sükûti tarafından planlanmıştır.
İşte isyan girişiminin arkasındaki bu gerçekler, gerici ve bölücü kuvvetlerin emperyalizmle iş ve güç birliğini ortaya koyuyor. 89 yıl sonraya döndüğümüzde de olguların değişmediği görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti'ne kasteden kuvvetler, bugün de emperyalizmin güdümünde hareket ediyor. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu Kubilay’a suikast silsilesinin halkaları.  Hepsi birer sembol.  Hepsi birer Kubilay, her suikast ayrı bir Menemen.  Ama bu gün Menemen’deki kararlı duruştan, çelik iradeden eser yok.
AKP seçimle gelip -giden herhangi bir düzen partisi değildir. Dinci faşizmin iktidarı ele geçirmiş halidir.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı “İslam bize göre değil, biz İslam'a göre hareket edeceğiz." Diyorsa
Giritli derviş Mehmet in torunları“Şeriat kurallarını uygulamada engel yok” diyebiliyorlarsa,
Bu ülkede “tıbbi konularda nasıl fetva verileceğine dair” sempozyum düzenleniyorsa,
Şeriat hükümleri Resmi Gazete de yayınlanıyorsa,
Üniversitelerde Türk ulusunun egemenlik sembolüdür istiklâl marşı arabın yalellisi gibi söyleniyorsa,  Artık dinci faşist diktatörlüğe karşı cepheden bir meydan okuma değil, iktidarın suyuna gitme tutumunun yön verdiği yumuşak bir muhalefetle yol alınmayacağı görülmelidir.
1923 te Sevr i yırtıp Lozan’ı kabul ettiren Türk ulusu karşısında silahla amaçlarına ulaşamayacaklarını gören Emperyalistler 1923 ten sonra strateji değiştirerek emperyalizmin emrinde çalışan etki ajanı, istihbarat elemanı ya da provokatörler aracılığı ile işgal edeceği ve sömüreceği ülkeleri içeriden çökertemeye yöneldiler.
Bu gerçek 1925 şeyh Said ayaklanmasında, 1930 Menemen suikastında, 1937-1938 Dersim bölücü kalkışmasında hiç değişmemiştir. Emperyalist haydutlar devşirilmiş, besleme, kendilerine bağlı bölücü ve gerici kadroları kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. 
 Bu nedenle;  Siyasal dinci faşizme ve gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinciliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci faşizmi ve gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket tali sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin aklanmasına meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Kemalist devrimin yiğit neferleri Kubilay ve silah arkadaşlarını bu duygularla bir kez daha anıyor, anılarının önünde saygı ile eğiliyoruz. 
YÖNETİM KURULU ADINA:                                       Mahmut ÖZYÜREK
                                                                              ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
                                                                                   ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

5 Aralık 2019 Perşembe

BASIN AÇIKLAMASI 5 Aralık kadınlara seçme ve seçilme hakları


           


BASIN AÇIKLAMASI


5 Aralık kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilişinin 85. yıl dönümü.

Türkiye'de kadınlara seçme ve seçilme hakkı Fransa ve İtalya'dan 11, Romanya'dan 12, Bulgaristan'dan 13, Belçika'dan 14, İsviçre'den 36 yıl önce verildi. Ancak patronların egemenliğindeki, gericiliğin kuşatmasındaki Türkiye'de kadınların bu hakkı ne ölçüde kullanabildikleri hep tartışma konusu oldu.


Gerçekten kadınlarımız bu haklarını kullanabiliyorlar mı? Ekonomik özgürlüğünden,  yaşam güvencesinden yoksun, temel eğitim hakkı, bilgi ve teknolojiye ulaşma hakkı dinci iktidarlarca elinden alınmış, yaşamın her alanından dışlanmış, ötekileştirilmiş, eve kapatılmış, Emevi dinciliğinin propagandasıyla serseme çevrilmiş kadının eline tutuşturulan bir kâğıdı sandığa atması seçme hakkı mı oluyor?  Bu bir hak değil kadını bir oyunun figüranı yapmaktan başka bir şey değildir!

Cumhuriyetin Türk devriminin tüm kazanımlarını yıllar içerisinde değişik yol ve yöntemlerle ortadan kaldıran, kaldıramadıkları kazanımların içeriğini boşaltarak etkisiz, eylemsiz kılan dinci gerici iktidarlar seçme ve seçilme hakkının da içini çoktan boşaltmış durumda.
Türkiye'nin tüm ilerici birikimine saldıran AKP iktidarı, kadınların toplumsal, siyasal, sosyal, kültürel yaşamdaki varlığını daha da görünmez hale getirdi.
Elbette bu böyle gitmeyecek. Bizler kadınların gerçek kurtuluşunun tüm toplumun kurtuluşundan ayrı olmadığının bilincindeyiz. Bu nedenle yeniden bağımsız ve özgür bir Türkiye için, toplumsal barış, adalet ve hukukun üstünlüğü için, yeniden kadın hakları için mücadelemiz sürecektir. Saygılarımızla.


Ulusal Eğitim Derneği

Isparta Şubesi

 Feray SELEK                                 Serpil YAVUZLAR

                     

24 Kasım 2019 Pazar

BASIN AÇIKLAMASI Öğretmenler Günü 2019


BASIN AÇIKLAMASI
24 Kasım günü 12 Eylül’den bu yana Türkiye’de öğretmenler günü olarak kutlanıyor. Öğretmenler gününün, öğretmenlerin konumlarını güçlendirmeyi, haklarını geliştirmeyi ve korumayı amaçlayan, iş güvencesi, öğretmenin hak ve sorumlulukları öğretmenlerin ücretleri, sağlık, sosyal güvenlik ve emeklilik gibi konuların tüm kamuoyunca bilince çıkarıldığı, tartışıldığı, çözümler üretildiği, öğretmenlerin birlik, dayanışma ve örgütlü mücadelesinin simgesi olan bir gün olması dilenir ve istenir.
Ancak üzülerek belirtelim ki tüm emekçiler gibi eğitim emekçileri de 24 Kasım 2019 Öğretmenler Günü’nü hukuksuz ihraçlar ve açığa almalar, soruşturma ve sürgünlerin olağanlaştığı, her gün artan pahalılık, zamlar karşısında yaşamlarını güçlükle sürdürdükleri koşullarda karşılamaktadır. (2009’da 9/1 derecedeki bir öğretmen maaşı ile 15 çeyrek altın alabiliyorken, on 2019 da aynı öğretmen maaşı ile bugün ancak 9 çeyrek altın alabilmektedir. )İktidarın söylemlerinin aksine öğretmen her geçen gün yoksullaştırılmıştır.
700.000 aşan atanamayan öğretmenin birer ikişer intihara sürüklendiği, darbe soruşturmalarında yandaşlar kollanıp korunurken, yandaş olmayanların ötekileştirilip dışlandığı, Öğretmen istihdamında yaşanan bir güvencesizleştirme olan “sözleşmeli öğretmenlik” vb. uygulamalarla öğretmenlerin başta özlük hakları ve çalışma koşulları olmak üzere kazanımlarının ellerinden alındığı tehlikeli bir süreç yaşanıyor.
Eğitimin en önemli öğesi olan Öğretmenlik mesleği ve mesleki idealleri, iktidar eliyle uygulanan bilinçli politikalarla çok yönlü olarak hızla yozlaştırılmıştır. Eğitim alanında temel ilke olan “akıl ve bilim” yolu terk edilmiş, eğitim tümüyle ve hızla tarikat ve cemaatlerin denetim ve kontrolüne bırakılmıştır.
Geçmişte kendi sorunlarını halkın sorunlarından ayrı görmeyen, her türlü gericiliğe, ırkçılığa karşı duran, aklı ve bilimi, aydınlanmayı tek yol gösterici olarak gören TÖS’lü –TÖB-DER’li öğretmenlerimiz 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde ağır bedeller ödemişlerdir. Bu gün dinci gerici iktidar öğretmenlerimize geçmişte olduğu gibi yeniden büyük bedeller ödemeye mahkûm etmiş/etmektedir.
Bu gelişmeler ışığında 24 Kasım’ı kutlamanın hiçbir anlamı kalmıyor. Ancak bu gelişmeler, laik, bilimsel, kamusal ve parasız eğitimden yana olanlara, tüm öğretmenlerimize ve yurtseverlere gençlerin ve ülkenin geleceğini kurtarmak için AKP’nin piyasacı ve gerici politikalarına karşı çıkma görevi yüklüyor. Bu görev ancak tüm emek örgütleri ile birlikte bir direniş cephesi oluşturmakla yerine getirilebilir.
Albert Einstein’ in ifadesiyle, “kafatasını aşarak beyne girmenin atomu parçalamaktan daha zor” olduğu işi başarmaya çalışan öğretmenlerimizi saygıyla kutluyoruz!
YÖNETİM KURULU ADINA:                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

28 Ekim 2019 Pazartesi

Basın Açıklaması Cumhuriyetimizin 96. yılı


BASIN AÇIKLAMASI
Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet Halk Partisi Dördüncü Büyük Kurultayını Açarken Türk devrimini şöyle tanımlıyor.
“Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler… İşte Türk genel devriminin bir kısa deyimi…”  Bu tanımlama aynı zamanda 96 yılını kutlayıp andığımız Cumhuriyetin kuruluşunun da en kısa anlatımıdır.
“Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş” ve ağır bedeller ödenerek kazanıp kurulan Cumhuriyet; tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik, laik demokratik hukuk devleti, aydınlanma, özgürlük, adalet, eşitlik demektir. 
Ne yazık ki 96 yıl sonra Cumhuriyet tüm kurumları ile bir enkaz haline getirilmiş, adaletsizlik, zorbalık, sömürü ve yağma ve talan kurumsallaşmış, gayri ahlaki düzene dönüştürülmüştür.
Türkiye, Türk devrimi, laik demokratik cumhuriyet bugün bulunduğu noktaya bir günde değil özellikle 1946’dan bu yana adım adım sürüklendi.
Cumhuriyet aydınlığından dinci faşizmin karanlığına sürüklenmemizde; Türk devrimi, temel anlam ve değerleri ile Cumhuriyet hedefini merkeze koyması gereken sözde cumhuriyetçi, maskeli Atatürkçülerin aymazlığının, gericiliğe hizmet ederek, karşı devrimci oluşumlara ödün üstüne ödün vererek iktidar olabileceği sanısına kapılanların sorumluluğu asla unutulmamalıdır.
Bu koşullar altında 29 Ekim yalnızca kutlanacak bir bayram değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in bir enkaz görüntüsü kazanmasının sorumluları ile hesaplaşıldığı, Kemalist cumhuriyet pusulasının gösterdiği hedeflerin yeniden ve bir kez daha anlatıp anımsatıldığı bir gün olmalıdır.
Artık bu koşullarda var olanı, yani kapitalizmi, çürümüş/çürütülmüş bir cumhuriyeti kabullenmek ve iyileştirilmesi, demokratikleştirilmesi yönünde bir çaba ile yetinmek, anlamlı bir tepki vermeden vaziyeti idare etmek cumhuriyet yıkıcılığı ile işbirliğinden başak bir anlama gelmez.
Cumhuriyetimizin 96. Yılında tarih bir kez daha Kemalistlerin, devrimcilerin, Cumhuriyetçilerin, yurtseverlerin omuzlarına ağır bir sorumluluk yüklemiştir. Bu yıkımı durdurabilir, tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik, laik demokratik hukuk devleti, aydınlanma, özgürlük, adalet, eşitlik içinde bir Türkiye yaratabiliriz.
Emperyalizmin ve gerici işbirlikçilerinin Kemalist cumhuriyet üzerindeki oyunlarını bozacağımız günler yakındır.
Bu duygularla   Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş” ve ağır bedeller ödenerek kazanıp kurulan Cumhuriyetimizin başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm saygın kurucularının yolunda yılmadan yürüyeceğimize and içer, ulusumuzun en büyük bayramını kutlarız.


YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                  Mahmut ÖZYÜREK
                                                                                                                Ulusal Eğitim Derneği
                                                                                                        Isparta Şube Başkanı
                                              

24 Temmuz 2019 Çarşamba

LOZAN’I DEĞİL SEVR’İ UYGULAMAYA KALKIŞAN BİR SİYASAL İKTİDARLA KARŞI KARŞIYAYIZ.



Sayı:2019/05
Konu:24 Temmuz Lozan Barış Bayramı                                                    24 Temmuz 2019      
BASIN AÇIKLAMASI
Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı destansı bir mücadele ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesi ve tapusu olan Lozan Barış Antlaşmasının 96.yılındayız.
Emperyalizme Boyun Eğdiren Antlaşmanın mimarı Mustafa Kemal Atatürk Lozan Antlaşmasını şöyle tanımlıyor. “Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.”
Lozan’ın değerini anlayabilmek için, Lozan’ın yerine bize dayatılan ve Türk’ün idam fermanı olarak kabul edilen Sevr (Barış) Antlaşması’nı hatırlamak gerekir.
Sevr Antlaşması; Osmanlı'nın siyasi varlığını tümüyle bitiren Türk ulusunun ana yurdunu parçalayan, bir ulusu tümüyle tutsak kılan emperyalist bir projedir.
Amerikalı tarihçi Prof. Paul C.Helmreich, Sevr Antlaşmasını şöyle değerlendirir. “Türkiye’nin toprakları elinden alınmış, müttefikleri yenilmiş ve Hint Müslümanları dışında, İslam dünyasında bile dostu kalmamıştı. İstanbul, savaşı kazananların eline geçmiş, Türkiye düşmanları tarafından kuşatılmıştı. Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu.”
İşte bu nedenledir ki Sevr, kan ve intikam kokar. Sevr, Türk ulusunun onurunu, kendi yurdunda yaşama hakkını yok etme amaçlı “emperyalist çözüm” projesidir. Mustafa Kemal şöyle der: ”Oysa Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.”

TBMM, imzalayanlar için  “sonsuz bir utanç belgesi”  olan Sevr Antlaşması’nı tanımadı Antlaşmayı imzalayanları, onaylayanları vatan haini ilan etti.
Türk halkı; emperyalist çözüm projesi Sevr’i uygulamaya kalkışan Batılı yağmacıları vatan topraklarımızdan atmak için, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde dört yıl kesintisiz savaşım verdi.
İşgalci güçler 09 Eylül 1922’de geldikleri (işgal ettikleri) yerde, İzmir’de denize dökülerek; daha önce çökkün Osmanlı’ya imzalattıkları ve Anadolu’yu, Trakya’yı kendi aralarında pay ettikleri Sevr Antlaşmaları da yüzlerine fırlatılıp atılarak Tarihin çöplüğüne gömüldü.
Bu büyük zafer aynı zamanda “emperyalizme karşı başarı ile sonuçlanmış ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı idi. Dünyanın tüm mazlum uluslarına da örnek oldu.
Batılı Emperyalistlerin yenilgiyi kabul ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tanımak zorunda kalmaları da 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile olmuştur. Lozan, cephede kazanılan tarihi bir zaferin masada taçlandırılması ve kalıcılaştırılmasıdır.  Son iki yüz yılda, Türklerin Avrupa’ya karşı kazandığı tek siyasi başarı olan Lozan, gerçek bir ‘diplomatik zaferdi’. Türkiye, Misak-ı Milli sınırlarını ve tam bağımsızlığını Batı’ya kabul ettirmiş, ezilen uluslara emperyalizmin yenilebileceğini göstermişti.
Bu nedenle, Lozan’a Saldırmak Türkiye Cumhuriyeti’nin Varlığını, Birliğini İnkâr Etmek Ve Emperyalizmin Sevr Cephesinde Yer Almaktır
Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye etmeyi kafasına koymuş olan ve Türkiye’yi yeniden Osmanlılaştırmaya çalışan, emperyalist güçlerin emriyle hareket eden siyasal iktidarın, kendilerince beslenip semirtilen dinci gericiliğin Kemalist Cumhuriyeti tümden tasfiye etme amaçlı 15 Temmuz’u kalkışmasını Lozan’ın yerine koyma girişimleri akıl tutulması değilse ihanettir.
Kim ki 15 Temmuz'u Lozan'la yutturmaya çalışıyorsa bilinmelidir ki, cumhuriyet düşmanıdır, bu ülke ve ulusa ihanet içindedir.
Ne yazık ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesiyle, uluslararası meşruiyetini sağlayan hukuk belgesiyle sorunlu “milli bayramlarla” kavgalı Atatürk Cumhuriyeti'nin tüm kurumlarını tasfiye etmeye yeminli, LOZAN’I DEĞİL SEVR’İ UYGULAMAYA KALKIŞAN bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız.
Unutulmalıdır dün Sevr antlaşması ve Sevrciler 24 Temmuz 1923 te nasıl tarihin çöplüğüne atılmışlarsa, bu günün Sevrcilerinin kaçınılmaz sonları da tarihin çöplüğü olacaktır.
Emperyalizme karşı destansı bir mücadele ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesi ve tapusu olan Lozan Barış Antlaşmasını, başta Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere kurtuluş kahramanlarını Türk Milletinin gönlünden ve vicdanından silmeye ve itibarsızlaştırmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
24 Temmuz Lozan Barış Bayramı, Lozan Günü kutlu olsun.”
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                             Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

15 Nisan 2019 Pazartesi

81 İLİN ANKARA'YA YÜRÜYÜŞÜ!..


“Millet İttifakı” rejimi değişikliği getiren “Anayasa Referandumu” öncesinde tutarlı olamamış, sonrasında geçersiz oyların “geçerli” sayılması suretiyle tam hukuksuzluk yapılması karşısında, dik duramamıştır.

Türkiye'nin her ilinden Ankara'ya doğru yürüyüş başlatarak, seçimin yenilenmesine kadar açlık grevi yapmayı bile göze alamamıştır.

Böyle etkili ve sonuç alıcı bir eylem yerine, Ankara'dan İstanbul'a “Adalet Yürüyüşü” yaparak muhalefetin gazını almayı (ve PKK'nın Meclis'teki uzantısı HDP'yi meşrulaştırmayı) tercih etmiştir.

Dolayısıyla, muhalefet sessiz sedasız rejim değişikliğini kabul ederek, bir anlamda iktidar ile “gizli ittifak” yürütmüştür.

“Başkanlık Sistemine” geçme sonunda; gelecek olan değişikliklerin, Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen hükümlerine aykırılığı nedeniyle, Anayasa Mahkemesine başvurmayı bile becerememiştir.

Ne yazık ki, tüm uyarılar -en büyük mahkeme halktır diyerek- duymazdan gelinmiştir.

İktidara alternatif olmayan Y-CHP, genel başkanını Cumhurbaşkanı adayı gösterme yerine, parti içinde muhalif olan Muharrem İnce'yi aday olarak ileri sürüp, gerçekte göze batan bir muhalifinden kurtulmuştur.

Bu uğurda rejimi feda edebilmiştir.

Dersimli Kemal yönetimindeki Y-CHP, böyle basit hesapların ötesinde, ne yazık ki siyaset üretememektedir.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sandıklar açılmasından sonra muhalefet cephesinde yaşananları, “fecaat” sözcüğü bile anlatmaya yetmez...

***

“Tek Adam Rejimi” ne geçildikten sonra, neleri yaşayacağımız üç aşağı beş yukarı belliydi.

AKP'nin “Zillet İttifakı” olarak tanımladığı muhalefete, öyle kolay genel (veya yerel) iktidarı teslim etmeyeceği tahmininde bulunanlar asla yanılmadılar.

Nitekim 14 gündür İstanbul seçimlerini sonuca ulaştırmamak için direnen AKP iktidarı, kırk dereden su getirmekte bir beis görmemektedir.

Şu gerçeği unutmayalım ki:

AKP, 15 Temmuz'dan sonra NATO ile karşı karşıya gelmiş ve doğru olarak tercihini Avrasya'dan (ŞİÖ) yana koymuştur.

Buna karşılık Ana Muhalefet Partisi Y-CHP (ve müttefikleri), AKP'nin (önceki) rolünü üstlenmeye gönüllü olmuşlar ve ABD'nin kara gücü olarak kullandığı PKK/HDP ile CIA'nın yardımcı istihbarat örgütü olarak istihdam ettiği FETÖ'ye kol kanat gerip, ABD'nin safında yerlerini almışlardır.

Öte yandan; Türkiye, Suriye'de ABD ve müttefikleri ile namlu namluya gelmiştir.

Hal böyle olunca muhalefet Türk ve Türkiye düşmanları ile aynı mevziiye girmiş gözükmektedir...

Bu gerçekler göz ardı edilerek yapılacak olan analizler duyguların tatmininden başka hiçbir işe yaramazlar.

***

Bu koşullar altında girilen seçimlerde; ileri görüşlülüğünü kaybetmeyen Türk halkı, yine de iktidar ile muhalefete birlikte çalışma (koalisyon) görevini vermiştir.

Bu görevlendirmenin sonunda, başarı ve iyi niyet durumuna göre, bir sonraki seçimde iktidarın hangi ittifaka verilmesine karar verecektir...

Çünkü kabul etsek de etmesek de “Parlamenter Rejim” sona ermiştir!..

Bir tespit daha yapalım:

Devletin PKK ve FETÖ ile mücadelesinde; Y-CHP bu iki örgüte kol kanat germesine rağmen oylarını artıramamıştır.

24 Haziran Seçimlerinde alınan yüzde 24 oranındaki oy, 31 Mart Seçimlerinde yukarıya çekilememiştir.

“Kılıçdaroğlu doktrini” bir kez daha iflas etmiştir.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in, KHK ile görevlerine son verilen (PKK ve FETÖ mensubu) öğretmenleri, zabıta olarak istihdam edeceğini açıklaması, bu akılsızca yapılan işbirliğinin en çarpıcı son kanıtı olarak, ittifaka oy verenlerin yüreklerini kanatmaktadır.

Açıktır ki, PKK ve FETÖ cephesinden gelen destek kadar, ittifakın tabanından oy kopmaları olmuştur.

31 Mart Yerel Seçimleri sonunda Y-CHP'nin oylarının artmamış olması bunun en açık kanıtıdır...

***

Gelelim AKP iktidarının durumuna:

Muhalefetin düşman cephede yer alması ve Batı'nın desteğini alarak iktidara gelme düşü kurması, iktidara hukuk dışına çıkma hakkını verir mi?

Hiçbir duraksamaya yer vermeden bu soruya “vermez” yanıtını verebiliriz.

İktidarın son zamanlarda hangi konularda nasıl hukuk dışına girdiğine kısaca göz atalım:

İktidar, yerel seçim takvimi açıklanmadan önce, YSK üyelerinin görev süreleri uzatmıştır.

Reis, buna neden gerek duyuldu sorusuna:

“Dere geçerken at değiştirilmez” yanıtını vermiştir.

Hangi dere geçiliyordu da yeni seçilecek YSK üyeleri ile bu dere geçilemezdi?

Yüksek Yargı üyelerinden seçilecek olan YSK üyelerinin, topu topu yedi yasa ile belirlenmiş bir mevzuatı (1) uygulamalarında bir sorun yaşanacağını kabul etmek, en hafif tabiri ile fazlasıyla tecrübesi olan bu üyelerin, yargıçlık niteliklerinin “yetersiz” olduğunu ileri sürmektir.

Kaldı ki, yerel seçimlerde bu yasalar dörde inmektedir.

Üyelerin görev sürelerinin uzatılması ile yeni seçilecek üyelerin; “seçilme hakları” ve onları seçecek üyelerin de “seçme hakları” ellerinden alınmıştır.

Anayasa değişikliği yapılmadan, Anayasadan gelen bir yetkinin yasa değişikliği ile ortadan kaldırılması meşru kabul edilebilir mi?

Elbette ki hayır!

Anayasa değişikliğinin özenle tartışılmaktan kaçınılan “meşruiyeti” konusu, bir yana bırakılsa da bugünün tartışmasını, “YSK'nın meşruiyeti” üzerinden başlatmak gerekir...

***

Bu noktada kendi meşruiyeti zaten tartışma konusu olan YSK, yasada yazılan “seçilme koşullarını” değiştirebilir mi?

Bu sorunun da yanıtı “değiştiremez” şeklindedir.

Zira YSK, yasa koyucu değil, yasaları uygulamakla görevli bir Anayasal kurumdur.

O halde, mevcut yasalara göre aday olması sakıncalı olmayan kişilere, seçimi kazanmaları halinde, mazbatalarının verilmemesine hükmedemez!

YSK; adayların Anayasa'ya ve diğer ilgili yasalara göre “seçilme yeterliliği” olup olmadığı tespit etmekle görevlidir.

Aday olmalarında sakınca görülmeyenlere, kazanmaları halinde mazbatalarının vermemesi fetvasını vermek; siyasi partilere, adaylara ve seçmenlere “tuzak” kurmaktan başka bir anlama gelemez.

Öte yandan, idare hukuku ilkelerine göre; mazbata “kurucu” olmayıp, “açıklayıcı” nitelikte bir işlem olmakla; seçilen adaylara verilmemiş olmakla, onların seçilmedikleri anlamına gelmez.

Kurucu işlem seçimdir, seçilen kişi belediye başkanı olmuştur.

Demek ki, YSK aday olmasında sakınca görmediği adaylara, mazbatalarını vermek zorundadır.

“Son sözü YSK söyler” sözü, hukuki değeri olmayan siyasi bir söylemdir.

Son sözü seçmen söyler ve söylemiştir.

Seçilen bir adaya mazbatasını vermemek (veya seçilmemiş olan ikinci sıradaki adaya mazbatayı vermek,) “görevi kötüye kullanmak” suçunu oluşturur.

Hiç kuşku yok ki, seçildikten sonra kesinleşmiş bir yargı kararı ile seçilme koşullarını kaybedenlerin mazbatalarını iptal etmek hukuken olanak dâhilindedir...

***

Gazete ve televizyon haberlerinden öğrendiğimize göre; İstanbul'un Büyükçekmece ve Maltepe ilçelerinde, güvenlik kuvvetleri bazı adreslere giderek vatandaşlara hangi partiye oy verdiklerini sormuştur.

Bu hareket Anayasamızın 25/2 maddesinin;

“Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz” hükmüne açıkça aykırıdır. (2)

Polisin vatandaşlara böyle bir soru sorması ile aynı zamanda Anayasanın 67/2. fıkrasında kabul edilen “gizli oy ilkesi” de çiğnenmiş olmaktadır. (3)

7062 Sayılı Yasanın 6. maddesinde 11 bent halinde sayılan YSK'nın görevi: seçimlerin “dürüstlük” içerisinde yapılmasını sağlamaktır. (4)

Seçimlerin Anayasa ve yasa kurallarına göre yapılmasını ve denetlenmesini yapmakla görevli YSK'nın, kuralları çiğnemesi, “hukuk güvenliği” sorunudur.

Kılıçdaroğlu'nun “çete” olarak tarif ettiği YSK'dan, şimdi “adalet” dilenmesi ayrı bir çelişkimizdir.

Böyle bir durum karşısında yapılacak olan iş bellidir:

Ankara'dan İstanbul'a doğru yapılan ve sonuç itibariyle PKK'ya yol açan “Adalet Yürüyüşü” nü Maltepe'den geri çevirmek gerekir.

Bu defa yapılacak olan eylem; 81 ilin yurtseverlerini Ankara'ya doğru yürütmek ve bu haklı yürüyüşe terör örgütlerinin (PKK ve FETÖ) gölgesini düşürmemektir.

Meşruiyet çizgisinden ayrılmayan böyle bir eylemi AKP'nin görmezden gelmesi olanaksızdır..

Ne var ki, Kılıçdaroğlu ile ekibini, yürüyüş kortejin en arkasına yerleştirmek ve inisiyatifi halkın ele alması şarttır.

Zira en haklı eylem bile, onların önderliğinde kısa zamanda kuşkulu hale gelebilmektedir...

Cemil Can

DİPNOTLAR:
(1) Yüksek Seçim Kurulunun görev alanını belirleyen yasalar şunlardır: Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Siyasi Partiler Kanunu, Milletvekili Seçimi Kanunu, Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun, Anayasa Değişikliğinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu.
http://www.ysk.gov.tr/tr/mevzuat/liste

(2) ANAYASA Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
http://www.ysk.gov.tr/doc/mevzuat/dosya/1541/2709.pdf

(3) ANAYASA Madde 67 – Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.
(Değişik fıkra: 23.7.1995-4121/5 Md.) Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır. Ancak, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla kanun,

(Değişik fıkra: 23.7.1995-4121/5 Md.) On sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halkoylamasına katılma haklarına sahiptir. Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir.
http://www.ysk.gov.tr/doc/mevzuat/dosya/1541/2709.pdf

(4) 7062 sayılı Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun;
Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğüyle ilgili bütün işlemleri yapmak veya yaptırmak, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları incelemek ve kesin olarak karara bağlamak,
http://www.ysk.gov.tr/tr/ysk-gorev-ve-yetkileri/1493