25 Ocak 2014 Cumartesi

Faili Meçhuller: Neden ve Niçin? Ertuğrul KAZANCI – Eğitimci/Hukukçu



---------------------------------------------------------------------------------------------------------------   
       
 Kemalist ideoloji esaslarına bağlı; ilerici, toplumcu ve devrimci sistem yeniden inşa edilmelidir. Yoksa; harami ve canilerin verdiği acı ve sömürüler “bertaraf” edilemez. Her biri birer değer olan “Namus erbabı” da cesaretlerine karşın, “namussuz” düzenin saldırısından kurtulamaz.
---------------------------------------------------------------------------------------

     Günümüzdeki Türkiye’de hâlâ ortaya çıkarılmamış siyasal katliamların yıllara dayalı ağırlıkları vardır. İnsan hakları ihlâlleri ve “iade-i muhakemeler” gerektiren adil yargı özlemleri dile getirilmektedir. Sömürü ve yolsuzlukların diz boyuna çıktığı manzara da ortadadır.Kısacası; halka düşman bir düzen, aşılamamıştır.
    Kamuya zararlı totaliter payandalı liberalizm, her karışıklığa kol atar.“Bir lokma, bir hırka” tuzağını teşhir ederek haksızlıklara karşı dikilenler de çilelerden kurtulamazlar.İşte memleketimizin gerçeği budur.Eğer bir ülkede ideal devlet işleyişi yoksa cinayetlerden, talancılıklara kadar tüm kötülüklere gizemli şallar atılır. Gizemli şalların rüzgârı da kapitalizmin; tutucu, şoven, teokratik hurafe ve safsatalarıyla, yolsuzluklarından kuvvet alır.   
    Türkiye’de halk egemenliği esas alınarak kurulan Cumhuriyete duyulan saygınlık; saydamlığı yeğlemesi ve karanlık işleri dışlamasından ileri gelir. Türkiye Cumhuriyetini sadece halkın kendisi yönetmiştir.Devrimci felsefe, içli-dışlı “eşkıyayı” ulusumuzu ilgilendiren konulara yanaştırmamıştır. Rejim, örtülü eylemlerden “medet” ummamış, “devlet sırrı” safsatası ardına hiç gizlenmemiştir. Her şey apaçık yürütülerek suç ve ceza işleyişinde kamuoyu bilgilendirilmiştir.      
    Yergiler yöneltilen “Ebedi ve Milli Şef’ler” nitelemeli dönemlerde; ne toplumsal güvensizlik, ne faili meçhuller ve ne de hesabı sorulmamış talancılıklar vardır. Kalkınmayı amaçlamış demokratik bir ülkedeki insanların yaşamlarından çekilen fotoğraf ve filmlerinden mutluluklar yansımaktadır. Atatürk’ün deyişiyle: “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halk” yani ulus, gurur içindedir.
    “Kemalist” devlet işleyişine bir göz atınız. Hiçbir faili meçhul hâl, bir tek gizlide kalmış siyasal cinayet var mıdır?Bunun yanı sıra, devlet yönetimindeki yolsuzluk “şaibeleri” de  meçhulde kalmamış, üstleri kapatılmamıştır.
     Sonrası:
     Siyasal cinayetlerden yolsuzluklara kadar her türlü sorunun ülkemizin başına gülleler gibi yağmasındaki sorumluluk, 1950’ler sonrasınındır.Atatürk devrim ve ilkeleri, “Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizmle” yer değiştirmiştir. İktidarlar; ayırımcı, çıkarcı ve ezici odaklara bağlıdır. “Tam bağımsızlık” ve halkçı-devletçi ekonomi terkedilmiştir.
      ABD’nin CIA, İngiltere’nin M16 örgütleri eliyle dünyada örgütlenen gizli kurumlar, Türkiye’de de konuşlanarak cirit atmaya başlamışlardır. Çünkü “dost ve müttefik” tanımlanan bir ülke, iktidarlar eliyle onlara kucak açmıştır. 1946 yılından bu tarafa 50’ den fazla devlette hükümet darbesi ve 25 dolayındaki ülkede işgal yapanlar, daima yeraltı örgütlerinin kaos organizesiyle yola çıkmışlardır. Ayrıca Türkiye, çokuluslu şirketlerin yağmaladığı açık pazar konumuna düşmüştür.
      Ülkelerdeki devrimci aydınlarla uğraşma işi, işte bu organizenindir.İlerici ve toplumcu her adım ve atılımın öncüleri hedef tahtası farz edilmiştir. “Mc Carthy” kafasıyla iş gören yerli ve yabancı silahlı köstebekler, devlete güveni sarsmışlardır.
     İnönü 1961-65 yıllarını kapsayan son Başbakanlığında, ABD finanslı ve karanlık işlevli Özel Harp Dairesini bütçe araştırmasıyla ortaya çıkarmıştır.Başbakan: “Bir talimat veriyorum.5 dakika sonra ABD Elçisi, bilgili olarak karşıma dikiliyor. Ben devleti böyle bırakmamıştım” derken, devletin geldiği durumu işaret etmektedir.”Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünya içinde yerini bulur” yaklaşımındaki İnönü’nün, dış ve iç gerici-tutucu işbirlikçiler eliyle 1965’de güvenoyu alamayıp iktidardan düşürüldüğü de belleklerdedir.
   Derin yapılanmalar:
    Sonraki yıllarda işbirlikçi derin yapılanmalar yeniden güçlenmiştir. Faili meçhullerdeki; dış bağlamlı ve iç organizeli etmenlere zamanla akıl erdirilmiştir.Devleti eşkıya ile el ele tutuşturma politikalarına en yalın bir örnek “Susurluk” olayı değil midir? Nicesinin “devlet adına görevlendirildiği” öyküleri üst üste deşifre olmamış mıdır? 1974 yılında Başbakan Ecevit’in: “Özel daireyi, Org. Semih Sancar’dan duydum” demesi de ayrı bir ilginçliktir.    
    Devletin görev ve sorumluluğu; yurttaşın dirliğini koruyup, kollamaktır. Saygın bir siyasal iktidar, kamu düzenine kastedenleri arar,bulur ve cezalandırır.  Ama ülkemizde; İpekçi, Mumcu, Kışlalı, Aksoy, Üçok, Hablemitoğlu, Türkler, Dursun, Köksal,  Karafakioğlu, Okkan, Doğanay, Emeç, Öz, Cömert, Kutlar, Özkan ve diğerlerine ilişkin faili meçhuller aydınlanabilmiş midir? Eşref Bitlis konusu ne olmuştur? Cavit Orhan Tütengil’ in yargıdaki yitik dosyası nerededir?      
    Emperyalizmin bu ülke ve ulusun işlerine karışmasıyla birlikte başlayan süreçte, neden ilerici ve toplumcular sürekli hedeftir? Zindanlar ve cana kasteden saldırılar niye hep onların yaşamsal (tutarak halkçı-devrimci görüşler savunmanın onulmaz bedelleri karşılarındadır?
   Sonuç:        
   Kemalist ideoloji esaslarına bağlı; ilerici, toplumcu ve devrimci sistem yeniden inşa edilmelidir. Yoksa; harami ve canilerin verdiği acı ve sömürüler “bertaraf” edilemez. Her biri birer değer olan “Namus erbabı” da cesaretlerine karşın, “namussuz” düzenin saldırısından kurtulamaz.


  (Cumhuriyet Gazetesi: 24 Ocak 2014)   
     
    

22 Ocak 2014 Çarşamba

"Bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.”




Bu fıkrada görülen/gösterilmek istenen Türk düşmanlığı ilk değildir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği üzere, “Türk Ulusu aleyhine yüzyıllardan beri hazırlanmış”  bir plan adım adım içerideki hainler ve “bizi yutmak isteyen emperyalizmin ve bizi yok etmek isteyen kapıtalizmin” kurnaz mimarlarınca sahneye sürülmesinin bir ürünüdür.
Lozan anlaşmasını bu güne kadar yok sayan Amerikan"ın Temsilciler Meclisi üyesi William UPSHAW 1927"de ağzından köpükler saçarak şöyle diyordu.
-"Lozan anlaşması, Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün, zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar savaştan bıkmış bir dünyaya, tüm uygar uluslara onursuzluk getiren bir anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk Zaferi dediler! Dünya parlamentolarını bu anlaşmayı kabule ikna ettiler ve büyük sermaye grupları, ticaret erbabı ve bazı din temsilcileri bile Türkiye"yi uygar uluslar masasında, uluslar arası bir konuk durumuna yükselterek, Amerika"yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler. "
ABD öyle de İngiltere farlı bir tutum mu sergiliyordu. Türk köpeğini dövmek için her kırbaç mubahtır” diyen İngilizler, Türk düşmanı Hıristiyanlara ise hep iyi davranmışlardır.
… Amerika Cumhurbaşkanı Wilson “Türkler Avrupada çok uzun zaman kaldılar ve oradan tamamen temizlenmelidirler” diyordu.
Ama küresel çetenin mimarları kendi kimliklerinin de farkındaydılar. “Türklerin şimdi en çok savaşması gereken şey, cehâlet ve vatanlarını Avrupalı hırsızlardan korumaktır.
*- Sayfa No: 654- Belge No: 433- 28 Haziran 1919 (Amiral Webbten Sir R. Grahmana)
Emperyalist yağmacılar Anadolu dan Türkleri atmanın yollarını ararken, devşirme soyundan oluşan Osmanlı, Türkler konusunda yağmacıları aratmıyordu.

 Koçu Bey, 4. Murat'a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında  şunları yazıyordu:
"...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, çingene, tatar, kurt, ecnebi,  laz, yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer  çeşitli kimseler..."
 "Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve yörük, çingene, Yahudi,  dinsiz, mezhepsiz, nice kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu."  Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu.( Çetin Yetkin, Türk Halkı... s.145.)
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk'e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği  Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.  
İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde,  devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı” gerçeği, Türklere yaklaşımı  gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar, yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir. “Hikmet Bayur”
Hırvat kökenli sadrazam Kuyucu Murat Paşa döneminde, 155 bin Türkmen doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuştur. Aman diyen insanlara Kuyucu'nun yanıtı, ''Vurun şu pis Türk'ün başını'' olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat, Osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocukta Analodolu'nun evladıdır. Osmanlı Tarihçisi Naima Tarihin de Türkler için, ''Nadan (Kaba Türk), Etrak-ı bi idrak (Anlayış yoksunu Türk) ve hilekar Türk ifadelerini kullanmaktadır.
İç ve dış ihanet odaklarının işbirliği ile gelinen son nokta “yüzyıllarca hazırlanan  plan “Sevr” antlaşması oldu.
Mustafa Kemal Atatürk, yüzyıllarca hazırlanan Türk ü yok etme planını dünyaya örnek bir bağımsızlık savaşı ile yerle bir etmişti. Lozan görüşmeleri sırasında, içerideki türk olmayan soysuz artıklarının, küresel yağmacı çete ile işbirliği yapmasının amacını şöyle açıklıyordu.
“… Düşmanların bütün çalışması, barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak, istedikleri her şeyi kabul ettirmeyi amaçlıyor…” (24 Nisan 1920-TBMM)
Türk kimliğini Tarihe altın harflerle ve bir daha silinmeycek şekilde kazıyan Mustafa Kemal, Onuncu yıl nutkunda, yalnız Türk ulusuna değil dünyaya şöyle haykırıyordu.

Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız, daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da, muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü, Türk milletinin, karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti, millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin, tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek, millî ülkümüzdür.”( Cumhuriyetin 10.Yıl Nutku. (29.10.1933))
Ancak Onun bedensel varlığının aramızdan ayrılmasını fırsat bilen küresel yağmacılar ve işbirlikçileri öncelikle Atatürk ün yücelttiği Türk kimliğini, onurunu, karakterini aşağılayarak, milli bilincini yok etme çalışmalarına yöneldiler. Son sözü yine Mustafa Kemal Atatürk söylesin.
Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.”

Mahmut ÖZYÜREK
UED Isparta Şube Başkanı

Cemaat cinayetleri / Soner Yalçın



31 Mart 1909 gerici ayaklanmasında polisler isyancılara hiç müdahale etmedi.
Üstelik gericilere destek için miğferlerini yere atıp fes giydiler.
Ardından 11 gün boyunca sokakları-caddeleri tamamen gericilere bırakarak karakollardan çıkmadılar.
Dinci yobazlar karakollara sığınanları polislerin gözü önünden alıp linç etti.
Mahmut Şevket Paşa komutasındaki ilerici Hareket Ordusu İstanbul’a gelip ayaklanmayı bastırdı. Ve İttihatçılar hemen, bugün halen uygulanan yasayı çıkardı: İstanbul Vilayetinin ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyetinin Teşkilatına Dair Kanun.
Yani:  II.Abdülhamit’in Zaptiye Nezareti kaldırılarak, Emniyet Genel Müdürlüğü kuruldu; İttihatçılar kendilerine bağlı "yeni tip polis" oluşturdu. Başına asker Miralay Galip Bey getirildi.
Tarih:22 Temmuz 1909 idi…
Bu tespiti yapmamın nedeni var…
Dink ve misyoner cinayeti
Biliyoruz ki: Hrant Dink ve Malatya Zirve Kitabevi cinayetlerine Cemaatçi polisler "göz yumdu".
Peki…Katillerle örtülü işbirliği yapmalarının sebebi neydi?
Devleti ele geçirmek için; Ergenekon, Balyoz vd.’ne yönelik kurdukları tezgahları/komploları; hükümet, muhalefet, kamuoyu, merkez medya ve Batı’ya yutturmak mı?
Bu çevrelerin desteğini almak mı? Kuşkusuz evet.
Ama gözden kaçan bir başka neden daha var.
Yazacağım ama ikinci bir soru daha yöneltmek istiyorum:Polis,
Gezi eylemlerinde dünyayı ayağa kaldıracak kadar neden şiddet gösterdi?
Neden gencecik çocuklarımızı öldürdü; kör etti?
Görevden alınan polislerin ilgili birimlerine bakıldığında, bu emirleri verenlerin hepsi Cemaat mensubu.
Hayır, hayır; ne iktidarı temizlemek ne de her taşın altında Cemaat arıyorum! Derdim başka…
Başka bir soruna parmak basmak istiyorum.
Emniyet raporu ne dedi:
"
Gezi eylemlerine katılanların yüzde 78’i Alevi." Şimdi yavaş yavaş sonuca gelebilirim…
Polis konusunda çalışma yapan dünyadaki akademik çevrelerin ortak görüşü şu: Toplumda var olan etnik-dinsel farklılıkların polis içinde karşılığı yoksa; yani poliste, etnik-dini grupların sadece birinin egemenliği var ise, polisler kendinden olmayanlara karşı çok şiddet gösteriyor
Gezi’deki polis şiddetinin nedenlerinden birini anladınız mı?
Polis içindeki Cemaatçi örgütlenmenin bir başka tehlikeli yanını görüyor musunuz? Tek etnik-dinsel kimlikli polis, kendinden olmayanı düşman görüyor.
Cinayetlere tekrar dönerek sorunu biraz daha açayım: Ne kadar "hoşgörü" filan dese de, Cemaat aslında ayrımcıdır.
Cemaat Alevi sevmez, Cemaat Kürtlere karşıdır.
Cemaat solcudan nefret eder.
Açığa çıktı ki:"Ergenekon yaptı" dediği (Kafes Eylem Planı gibi) azınlıklara yönelik tüm fişlemeleri Cemaat polisi yaptı. Yurt dışında kurdukları (maskesidusenler.com gibi) 35 internet sitesinde bu düşmanlığı açıkça ortaya döktüler.
İlker Başbuğ’un Kudüs’teki Ağlama Duvarı önündeki fotoğrafını sızdıran da, "Yaşar Büyükanıt’ın dedesi Yahudi’ydi" diyen de Cemaat idi.
Evet: Cinayetlere "göz yummalarına" ve Gezi eylemlerindeki aşırı şiddet göstermelerine bu açıdan da bakmak zorundayız.
Cemaat sadece Ergenekon-Balyoz komplolarıyla değil, polis içindeki tek kimlikli homojen yapısıyla da Türkiye için tehlikelidir.
Bu nedenle "Hitler’in Gestapo’su" diyorum.
Kendinden olmayanı düşman görüyor.
Bu polis Türkiye’yi böler!..

Madımak Oteli vahşeti
1839’dan beri var; ama Cumhuriyet döneminde MSP başlattı; Oğuzhan Asiltürk ve Korkut Özal’ın içişleri bakanlığı dönemlerinde kapı açıldı.
ANAP ile AKP bunu devam ettirdi.
Amaç, Ordu karşısında kalkan olacak polis teşkilatı kurmaktı. Bu sebeple polisi tek tipleştirdiler.
Polisin içinde Alevi, solcu, Kürt, ülkücü bırakmadılar. Emniyet binalarını tarikat tekkelerine dönüştürdüler. Sonra Cemaat hepsini atıp emniyeti bütünüyle ele geçirdi.
Kendi rejimini kurmak için cinayetlere göz yumdu; sahte delillerle insanları hapse attı.
Geldiğimiz yer burasıdır…
20 yıl önce Emniyet Genel Müdür Vekili Cevdet Saral ile görüştüğümde, Güneydoğu’daki Hizbullah cinayetlerini sormuştum. "Bizim polis elinde Kur’an olan, örtünmüş kadınların üzerini aramıyor; evine girmiyor" demişti.
Sonra Türkiye mezar evlerin tanığı oldu.
Tehlikeli olan bu anlayış.
Sivas Madımak katliamının en önemli nedeni, polisin tek kimlikli olmasıdır.
Otelde bulunanlara düşman gözüyle baktı.
Hâlâ bu bakış açısına sahipler.
Tek tip/homojen yapının yıkılması gerekiyor.
Yoksa kuru bir siyasetle, "hükümet hırsızlığı örtmek için polisleri görevden alıyor" demek sorunu halletmiyor.
Sorunu çözmek gerekiyor.
Evet, AKP hırsızlığını örtmek için polis atamaları yapıyor. Bunu artık bilmeyen, duymayan mı kaldı?
Benzer cümle kaç kez daha tekrarlanacak?
Polisler üzerinden iktidar-muhalefet kapışmasının bugün ülkeye yararı var mı?
Hükümet kirli ve güçsüz; muhalefet bunu demokratikleşme için tarihi fırsata dönüştürebilir.
Büyük yargı ve emniyet reformu yapılabilir.
Polisteki homojen yapı kırılabilir. Sivil yurttaşlardan denetim kurulları oluşturulabilir.
Polisin yetkisini kötüye kullanması önlenebilir.
Şiddetten yana kullandığı takdir yetkisi bahanesinin önüne geçilebilir.
Polisin halka hesap verir olması hizmetin kalitesini artırabilir.
Çok öneri var; yeter ki kollar sıvansın.
Yoksa 200 yıllık bu kısır döngü sürüp gider.
Her rejim kendisi için sadık polis gücü oluşturmaya devam eder.
Ve bizler büyük acılar yaşamaya devam ederiz…
Oysa tarih göstermiştir ki:
Her büyük gerçeklik…
Her büyük pratik…
İnsanoğlunun düşünme yeteneğini arttırır.
Ve bu anlamda insanoğlu, düşünsel zenginliğe ulaşır.