13 Aralık 2014 Cumartesi

“ERDOĞAN'IN SARAYINA GÖMÜLEN ATATÜRK” Bu yazı, CFR sitesinde yayınlandı!

ABD Derin Merkezinden son “inciler”! / (Çeviri: Erkan GÜÇİZ)

Türkiye’nin yeni Cumhurbaşkanlığı sarayı için söylenmedik bir şey kaldı mı ki? Muazzam bir şey. Şatafatlı. Pahalı. Ankara’nın Çankaya semtinde bir yamaçtaki eskinin neyi eksikti bilemem. Az bir Osmanlı azametini cumhuriyetçilikle zevkli bir şekilde harmanlayan fakat son derece sade bir yapı. Bu eski sarayın havası, Türk Cumhurbaşkanlığı’nın olgun ve siyaset-üstü gücüne yakışıyordu. Herhalde artık zamana uymuyor.

Pek çok yönden, yeni binanın büyüklüğü ve gösterişi şimdi bu şatoda oturan, karizması, korkusuzluğu, kini ve politik kurnazlığı onu Türkiye’nin en önemli kişisi yapan Recep Tayyip Erdoğan ile uyuşuyor. Aslında o, cumhurbaşkanı, başbakan, dışişleri bakanı, İstanbul belediye başkanı ve Türkiye’nin ahlaki vicdanı. Bir zamanlar Atatürk’ün şahsi malı olan ormanda yükselen o yeni Osmanlı garabetinin altında bunun sembolik önemi yatıyor. Yeni saray, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 12 yıl önce iktidara geldiğinden beri yapmak istediğinin somut bir simgesi. Bu bir yandan arkasında olanların “Büyük Usta” dedikleri, yeni büyük adam Erdoğan’ı yüceltirken, öte yandan da Atatürkçülüğü tarihten kalma bir fosil haline getirerek gömmek.

AKP’nin Atatürk ilkelerine bağlığı hep sözde kaldı, hiçbir zaman eylemlerinde yoktu. Atatürkçülüğün “altı ok”una cumhuriyetçilik, laiklik, devrimcilik, devletçilik, milliyetçilik ve kendine özel ulusalcılığa karşı bir nefretle iktidara geldiler. Erdoğan ve arkasındakiler, karşı çıkmakla yanlış yapmadılar. Bu prensiplerin sıkı sıkıya uygulanması–en azından 1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürkçülerin anladığı şekilde yalnız laik değil, üstüne dinsiz ve dindarlara açıkça düşman bir politika gerektirdi. Ayrıca bu, Türklerin içinde Kürtler’e yer vermeyen etnik aşırı milliyetçilik üzerine kurulu idi. Dindar Türkler ve büyük Kürt azınlık üzerinde kontrolü devam ettirebilmek için Atatürk’ün kurduğu siyasi sistem otoriter olmak zorunda idi.

Subaylarda, siyasetin cumhuriyet düzenine karşı bir tehlike olacak şekle döndüğü algısı oluştuğunda ordu harekete geçti; 1960 ile 1997 arasında dört askeri darbe hareketi ve üstüne komutanların sıradan, defalarca sistemin stratejik etki kanalları yoluyla yaptıkları.

Askeri müdahaleler Atatürkçülüğün güçsüzlüğünü gösteriyor. Hiçbir zaman Türklerin beynine Atatürkçülük bir “sağduyu” olarak yerleşmedi. Dolayısıyla her zaman politik karşıtlarına karşı savunmasız idi yani ordu, güç ve zor kullanarak onu ayakta tutmak için devamlı uyanık bulunma zorundaydı. Değerini kaybeden bir anlayış idi. Atatürkçülük, sonunda başarısız olmaya mahkûmdu. Atatürk devrimlerinin yürürlüğe konmasından bu yana geçen 90 yılda Türk toplumu çok daha karmaşık bir yapı aldı, farklılaştırıldı ve Anadolu dışındaki dünya ile bağlantı kurdu.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkler kendilerini tarihlerinin en büyük tehlikesi ile karşı karşıya bulduklarında, her ne kadar Kürtler ve dindar Türkler için beğenilmeyen sonuçlar doğursa da, belki de Atatürkçülük gerekli idi.

Atatükçülük zaten ölü, onu yeniden gömmenin gereği yok.


Kaynak:http://blogs.cfr.org/cook/2014/11/03/burying-ataturk-in-erdogans-castle/

Burying Ataturk In Erdogan’s Castle

by Steven A. Cook
November 3, 2014
Turkey's President Tayyip Erdogan leaves an official ceremony to mark Republic Day at the new Presidential Palace in Ankara (Umit Bektas/Courtesy Reuters). Turkey's President Tayyip Erdogan leaves an official ceremony to mark Republic Day at the new Presidential Palace in Ankara (Umit Bektas/Courtesy Reuters).

What can anyone say about Turkey’s new presidential palace that has not already been said? It is enormous. It is gaudy. It is expensive. I am not sure what was wrong with the old place, which is nestled into a hillside in the Cankaya area of Ankara. Inside, it was a tasteful blend of republicanism with a subtle nod to Ottoman greatness, but it was altogether understated. The aura of the old palace seemed consistent with the restraint and above-politics powers that were built into the Turkish presidency. I guess it was no longer right for the times.
In many ways, the new building’s size and ostentation befits the castle’s current resident—Recep Tayyip Erdogan—whose charisma, fearlessness, malevolence, and political cunning have made him the most important person in Turkey. He is, in effect, president, prime minister, foreign minister, mayor of Istanbul, and moral conscience to the nation. And therein lies the symbolic importance of this neo-Ottoman monstrosity that has risen in a forest that was once Ataturk’s private property. The new palace is a physical representation of what the Justice and Development Party (AKP) has sought to do since it came to power 12 years ago: Bury Ataturkism, rendering it a historical artifact—a fossil—all the while aggrandizing the new great man, Erdogan, who the faithful refer to as the “Great Master.”
The AKP has always paid lip service to Ataturk, but they never had any actual commitment to him. They came to power in antipathy to the “six arrows” of Ataturkism—republicanism, secularism, “revolutionism,” statism, nationalism, and a particular kind of populism. In this opposition, Erdogan and his followers are not wrong. Strict adherence to these principles—or at least the way Ataturkism’s true believers interpreted them after Ataturk’s death in 1938—demanded a political conformity that was not just secular, but irreligious and openly hostile to piety. It was also built on an ethnic chauvinism that could not accommodate Kurds in the Turkish midst. In order to maintain control over pious Turks and the country’s sizeable Kurdish minority, the political system that Ataturk built had to be authoritarian. Ataturkism’s supporters and apologists would vehemently protest this claim, citing the advent of multi-party elections in the 1950s, the dizzying array of coalition governments in the 1970s, and the energetic opposition press, but Turkish politics during those years was played within a narrow band acceptable only to the General Staff.
Whenever politics strayed beyond what the officers perceived to be a threat to the republican order the military responded, most famously in the four coups d’états between 1960 and 1997 but also in countless other routine interventions through channels of influence the commanders placed strategically throughout the system. The military’s interventions reveal in and of themselves the weakness of Ataturkism. It never became embedded in the minds of Turks in a way that made Ataturkism “common sense.” Consequently, it was always vulnerable to political challenge, meaning the military always needed to be vigilant in shoring it up through force and coercion. It was a losing proposition, though. Ataturkism was bound to fail. In the nine decades since the implementation of Ataturk’s reforms, Turkish society has become more complex, differentiated, and linked to the world beyond Anatolia.
Despite its negative consequences for Kurds and religious Turks, perhaps Ataturkism was necessary at that moment after WWI when Turks found themselves at their greatest peril. Now it just seems irrelevant, which is why Erdogan’s new palace—more a mix of the worst of Dubai and Turkmenistan than Mimar Sinan—is so gratuitous. Ataturkism was already dead; there is no need to bury it again.
 http://www.cfr.org/
http://blogs.cfr.org/cook/2014/11/03/burying-ataturk-in-erdogans-castle/

12 Aralık 2014 Cuma

Tehlikenin ne kadar ağır olduğunun farkında mıyız?



Halidi cemaati-Nakşiler bu tuzağın farkında mı?
Her şey PKK’nın Anadolu’da çıkarılmış on altı isyanı sahiplenmesiyle başladı…
Türk tarihine her nedense Kürt isyanları olarak yazılmış bu on altı isyanı inceledim…
Amacım; bu isyan siyasetini çözebilmek ve PKK’nın foyasını meydana çıkarmaktı…
1514 Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail savaşı, Çaldıran’dan yola çıktım…İzlediği bu ayrılıkçı Kürt siyasetiyle Başbakan Erdoğan’ın Cemaati’ne ulaştım.
Başbakan Erdoğan Halidi Cemaati'nin İstanbul/Gümüşhanevi tekkesinden idi…
Ve sonrası çorap söküğü gibi geldi…
Bakınız nereye ve nelere ulaştım…

Halidi Cemaati’nin halifesi Halid-i Bağdadi, süleymaniye’den.Onun ilk halifesi Şeyh Abdusselam Barzani, Barzan’dan…
İkinci halifesi Şemdinli’den Seyit Taha, Şemdinli’den…
1880-1961 arası Kuzey Irak ve Doğu Anadolu’da çıkarılmış olan ve adına da Kürt isyanları denilen on isyanın tertipleyicisi ve yöneticisi işte bu iki aile; Tahazedeler ve Barzaniler…
Tahazadeler Kürt değil, Barzaniler aşiret değil…

Bu isyanların öncesine baktım…
Türk tarihine ilk Kürt isyanı diye yazılan 1806 Abdurrahman Paşa isyanından 1855 Bedirhan isyanları arasında geçen elli yılda altı isyan çıkarılmış ve bunları yapan üç aile; Baban, Soran ve Bedirhan…

1908-1918 arasında kurulan ve adının başında Kürt ve Kürdistan olan örgütleri inceledim…Bu örgütleri kuran işte bu isyanları çıkartanların çocukları, toplam beş aile; Tahazadeler, Barzaniler, Baban, Soran ve Bedirhan…

Bu isyanlarla günümüzdeki Barzani, Talabani, Asala ve PKK’yı inceledim…Hepsinin aynı coğrafyadan çıkış yaptığını tespit ettim: Kuzey Irak; Süleymaniye, Barzan ve  Şemdinli…Hepsinin aynı siyasi hedefe gittiğini gördüm; Anadolu ile Asya arasında bir tampon devlet kurmak…
PKK-Asala bir yana, hepsinin aynı Cemaat’in müritleri olduğu ortaya çıktı; Halidi Cemaati… 
Halidi Cemaati’nde yetişen Türk siyasetçilerini araştırdım…Karşıma iki cumhurbaşkanı, iki başbakan ve diğerleri çıktı; Özal, Erbakan, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Cüneyt Zapsu, Bülent Arınç..

Tamamı belgelere dayalı bu araştırmanın sonucu şunu gösteriyor;
AKP siyaseti on bir yıllık siyaset değil, iki yüz yıllık bir geçmişi var ve bu siyasetin amacı Anadolu ile Asya arasına tampon bir devlet kurmak, böylece Anadolu’nun Asya ile bağını kesmek…
Adına Kürt diyerek isyan çıkartan, tertipleyen ve yönetenlerin başları Kürt değil, Kürt kökenli kardeşlerimiz tuzağa çekilmiş…
Türk tarihine Kürt isyanları olarak yazılmış on altı isyanı çıkartan beş aile; Baban, Soran, Bedirhan, Barzani ve Taha…
Anadolu’da doğrudan hiç Kürt isyanı olmamış, hepsinin çıkış noktası Süleymaniye-Barzan-Şemdinli hattı…

Baban, Bedirhan ve Soran beylerini bey yapan 1514 Çaldıran Savaşı; Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim’e destek veren bu üç aşiret bey yapılmış...
Taha ve Barzanileri Cemaat yapan Sultan II. Mahmut; Bektaşilere karşı Halidileri desteklemiş…
Ve günümüzde AKP siyasetini yönetenler, bu beş yüzyıllık tarihsel olayların uzantısı ve iki yüz yıllık isyan siyasetinin takipçileri olarak karşımıza çıkıyor…

Bu belgelere dayalı gerçeklik Türk tarihini yeniden yazdırabilir.
Kürt kökenli kardeşlerimiz bu gerçeği bilirse eğer, Barzani-Talabani-PKK’ya verdiği desteği çekebilir.
AKP Cemaati’ne destek veren insanlarımız da bu gerçek karşısında nasıl bir siyasetle karşı karşıya olduğumuzu görebilir ve AKP’ye verdiği desteği çekebilir.

Ben tek başıma Türk Milleti’nin düşürüldüğü bu tuzağı görebilmesini sağlama imkanına sahip değilim ama siz, bu konuda kamuoyunun bilgilendirilmesi için destek verebilirsiniz;okuyunuz ve anlatınız…
Sözlerime kanıt olarak, Cemaat ve Barzani adlı kitabı gösteriyorum, her sözümüz bu kitapta belgelidir.

Erdal Sarızeybek

Kaynak: Cemaat ve Barzani




Türk Tarihi’nde adına Kürt denilmiş olan isyanlar…

İşte Üç Bey İsyanları
1806 Baban Bey Abdurrahman isyanı,
1812 Baban Beyi Ahmet isyanı
1832 Soran Beyi Mir Muhammed isyanı
1836 Soran Beyi Kör Mehmet isyanı
1846 Bedirhan Bey isyanı
1855 Bedirhanzade Yezdan Şer isyanı

İşte isyancı Beyler coğrafyası
 

İşte Üç Şeyh İsyanları
1880 Tahazade Şeyh Ubeydullah isyanı
1907 Şeyh Abdusselam Barzani isyanı
1920 Tahazade Seyit Abdulkadir isyanı
1924 Barzani-Nesturi isyanı
1925 Tahazade Seyit Abdulkadir/Şeyh Sait isyanı
1925 Tahazade Şeyh Abdullah isyanı
1927 Tahazade-Bedirhanzade-Barzani HOYBUN Ermeni örgütünün kuruluşu
1930 Hoybun Ermeni Ağrı isyanı
1930 Barzani Hakkari/Şendinli/Dağlıca isyanı
1943-1975 Barzani isyanları

İşte Üç Şeyh Coğrafyası
 




Günümüze gelen isyanlar
1943-1975 Barzani isyanları
1975 Barzani-Talabani-PKK ittifakı
1984 PKK saldırıları
1991 Özerk Barzani
2003 Federe Barzani
2011 Özerk PKK

İşte örgüt isyanların coğrafyası
 ES

Şimdi ne diyeceksiniz buna?

Bakın şu isyancıların kimliğine…
Üç bey; 1806-1855, Baban, Soran ve Bedirhan…
Üç şeyh; 1880-1943, Halid, Taha ve Barzani…
Üç örgüt; 1961-2014, Barzani-Talabani ve PKK…

Tam iki yüz yıldır aralıksız sürdürülmüş bir siyasettir bu…
Bu siyasetin hedefi; Doğu Anadolu’da bir tampon devlet kurup Anadolu ile Asya’nın bağını kesebilmektir…
İsyanların tabi olduğu Cemaat; Halidi…
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan Halidi Cemaati’nin İstanbul’daki Gümüşhanevi Tekkesi müritleri…

Tehlikenin ne kadar ağır olduğunun farkında mıyız?

Erdal Sarızeybek