3 Ekim 2015 Cumartesi

Tayyip ve adamlarından ihanet itirafı




Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir televizyon programında, çözüm süreci ile ilgili olarak “Bunlar (PKK) çözüm sürecini silah stoklama süreci olarak değerlendirdi. Çok ciddi bir silah stoklaması yaptılar.” sözleri, daha önce Başbakan ve bazı Bakanların bu konuda yaptıkları açıklamaları gündeme getirdi. Bu birinci ağızdan ihanet itirafı ilk değildi ama.
7 Haziran seçimlerinden sonra başbakan, bakanlar ve hükümetten bazı milletvekillerinin çözüm süreci ile ilgili olarak itirafları şöyle:
Başbakan Davutoğlu: “PKK silah bırakmadı, çekilmedi. Geçen sene 30 Eylül’de bile bize verilen sözler yerine getirilmediği halde demokratikleşmeden hız kesmedik. Neydi bize verilen söz? Mayıs ayında silahlarını bırakıp çekileceklerdi. Silahlarını bırakmadılar, çekilmediler.”
Eski Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç: “Her şeyden haberimiz vardı, çözülecek diye ümitle bekledik. Onlar bunu yeniden güçlenmek, silahlanmak, serhildan için fırsat kollamak, devrimci halk ayaklanması için uygun ortamı bulmak amacıyla sinsi bir biçimde kullandılar. Ama onlar bu süreci tamamen ileriye bir hazırlık olarak düşündüler.”
AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay: “Devlet 2.5 yıldır operasyon yapmıyor. Devletin operasyon yapmadığı dönemde örgüt her tarafa yığınak yapıyor, her tarafa terör estiriyor, insanları kaçırıyor, yeri geliyor adam öldürüyor.”
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Burhan Kuzu:
“PKK dağdan şehre indi, hükümet göz yumdu. Çözüm Süreci konusunda son bir iki yıllık gelinen nokta eşkıya dağdan şehre indi. Ve Çözüm Süreci adına da hükümet olarak aman diye alttan alındı. Benim kanaatim bu. Ve buradan da zılgıt yedi hükümet.”
Bir de son olarak havuz tetikçisi ve kimilerine göre MİT’çi
Cem Küçük denen gazeteci açıkladı geçenlerde: “Cumhurbaşkanımız 2 gün önce bu ekranlarda iki yıl boyunca çözüm süreci başladığından beri bu şehir yapılanması ve diğer PKK’nın silah mühimmatı yaptığını asfaltların altına mayınlı tuzak kurduğunu söyledi. Ama o zaman iyi niyetten dostluk barış kardeşlik oluyor diye bunlar bir miktar görülmedi oksa yani bunlar devletin bilgisi dâhilindeydi.”
Artık en yetkili ağızlardan itiraflar da geldiğine göre iş artık bir tane cesur, vicdanlı savcıya bakar.
Aktroller bu aralar idam sehpası kuruyorlar. Bizce de kurulsun. Vatana ihanet eden her kimse, cezasını bulsun.




2 Ekim 2015 Cuma

ABD VE “TÜRK MİLLİ EĞİTİMİ”



 

“Bugünkü okullarda yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz, laik okullara karşı imam–hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz.”             Cevdet Sunay TC 5.Cumhurbaşkanı


Eğitimde Yönetim Devri: İkili Anlaşma

Türkiye, 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma” adıyla bir ikili anlaşma imzaladı. "Türkiye Fulbriht Eğitim Komisyonu” da denilen bu anlaşma imzalandığında, İsmet İnönü Cumhurbaşkanıydı. Anlaşmada, Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitim biçiminin saptanması ve bu uğurda yapılacak harcamaların karşılama yönteminin belirlenmesiydi. Anlaşma; Türkiye’den ABD’ne gönderilecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlileri ile ABD’nden Türkiye’ye gönderilecek Amerikalı ‘uzman’, ‘araştırmacı’ ve ‘eğitimci’ nin konumlarını belirliyordu.
Anlaşmanın 1.başlamı (maddesi) şöyleydi; “Türkiye’de, Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C. Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır”.1
Kurulacak Komisyon’un yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1. ve 2.1. alt başlamlarında (maddelerinde) şunlar vardır: “Türkiye’deki okul ve yüksek öğrenim kurumlarında ABD vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetleri ile Birleşik Devletler’deki okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türkiye vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğrenim gibi faaliyetleri; yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğrenimle ilgili diğer harcamaların karşılanması da dahil olmak üzere finanse edilecektir... Komisyon harcamalarını yapacak veznedar veya bu işi yapacak kişinin ataması, ABD Dışişleri tarafından uygun görülecek ve ayrılan paralar, ABD Dışişleri Bakanı tarafından saptanacak bir depoziter ya da depoziterler nezdinde bankaya yatırılacaktır”. 2
Kullanma yer ve niceliğine (miktarına) ABD Dışişleri Bakanı’nın karar vereceği harcamaların, nereden sağlanacağı ise Anlaşmanın giriş bölümünde belirtilmektedir; “T.C. Hükümeti ile ABD Hükümeti arasında 27 Şubat 1946 tarihinde imzalanan Anlaşma’nın birinci bölümünde belirtilen” kaynakla. Bu kaynak ise, ABD’nin Türkiye’ye verdiği kredi faizlerinin yatırılacağı T.C. Merkez Bankası’na, Türk Hükümetince ödenen paralardan oluşan bir kaynaktır. T.C. Hükümeti bu anlaşmayla kendi parasıyla kendini bağımlı hale getiren bir açmaza düşmekteydi.

Eğitim Dizgesini (Sistemini) Kim Belirliyor

Anlaşma’nın 5. başlamı en dikkat çekici başlamlardan biridir. Bu başlam, yukarıda açıklanan işleri yapma yetkisinde olan ve Türkiye’nin bağımsızlığını dolaysız ilgilendiren kararlar alabilen, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’nun kuruluşunu belirlemektedir. 5.başlam şöyleydi: “Komisyon, dördü T.C. vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı, komisyon başkanı verecektir”. 3

ABD Denetiminde Milli Eğitim

1949 yılında imzalanan “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma”, Türk Milli Eğitimi’ni ABD denetimine bırakan süreci başlattı. Yeni Dünya Düzeni politikalarının, azgelişmiş ülkeler için öngördüğü “dinsel eğitim” ya da “eğitimin dinselleştirilmesi”, bu anlaşmayla büyük boyut kazandı. Eğitimin birliği, “dinsel eğitimde birlik”e kaydı. Milli Eğitim Bakanlığı, milli eğitim bakanlarının bile girişimgücünün (inisiyatif) olmadığı bir kurum haline geldi. Binlerce Türk, Amerika’ya “eğitilmek–etkilenmek” için gitti, yüzlerce Amerikalı da Türkiye’ye “eğitmek–etkilemek” için geldi. Amerika’ya gönderilen Türklerin hemen tümü Türkiye’ye döndüklerinde üst düzey görevlere getirildi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde eğitim gören insanların büyük bir bölümü Amerikan yanlısı bir tutum izlediler ve yetkilerini, Atatürkçü, yurtsever kadroları etkisizleştirerek tasfiye etme yönünde kullandılar. Amerika’da eğitim görmek bürokrasi, siyaset ya da medyada yükselmenin ayrıcalığı haline geldi.

Eğitim Bakanlığında Amerikalılar

Milli Eğitim Bakanlığında bugün çalışmalarını “etkin” bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders programlarına, imam–hatip okulu açılmasından yüksek islâm enstitülerinin yaygınlaştırılmasına dek pek çok konuda stratejik kararlar “önerebilen”; “Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı. Komisyonun başında L.Cook adlı bir Amerikalı bulunuyordu. L.Cook’tan ayrı olarak adı Howard Reed, ünvanı “Milli Eğitim Bakanlığı Bağımsız Başdanışmanı” olan, bir başka “etkin” Amerikalı daha vardı.4

Eksilmeyen İlgi

Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949’dan beri süregelen “ilgileri”, 66 yıldır hiç eksilmedi. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından yatılı bölge okullarının işlevsizleştirilmesine, “vakıf üniversitelerinden” yabancı dilde eğitime, ortaöğretimden 4+4 lere dek; yaratılan kaos ortamında, paralı duruma getirilen Türk Milli Eğitimi bugün, altından kalkılması güç bir karmaşa içine girmiştir. Öğrenciler, birşeyler öğrenmek için değil öğrenmemek için eğitilmektedir.
Köy enstitülerinin kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet İnönü’nün, bu okulların ortadan kaldırılmasına neden göz yumduğu ve imam-hatip okul ve kurslarının açılmasına bu denli kolay nasıl izin verdiği, yeterince açığa çıkmamış bir konudur. Eğitimdeki bu köklü politika değişikliğinin nedeni kuşkusuz ABD ile girilen ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalardır.
Bunun kanıtı İsmet İnönü’nün sözleridir. İnönü, günlük notlarından oluşan Defterler adlı kitapta, yabancıların imam hatip açtırmada çok ısrarcı olduklarını ve okulları bitirenlerin harp okullarına alınmasını istediklerini açıklar. İlişkilerin ve isteklerin niteliği konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü aynısıyla şunları söyler: “Yabancılar (Amerikalılar diye okumalısınız y.n.), imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldu bitti yaptırmayacağız”.5
İsmet İnönü, İmam ve hatip mezunlarının harp okullarına girmesine onay vermedi ama bu işi CHP'deki ardılı Bülent Ecevit yaptı. Ecevit Başbakanlığı döneminde İmam-Hatiplilerin Harp Okullarına girmesini sağlayan yasa çıkarttı ancak Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk yasayı veto etti.
İmam hatipliler, o dönemde harp okulların giremediler ancak Ecevit'in çıkarttığı yasadan yararlanarak; hukuk ve siyasal başta olmak üzere hemen tüm üniversite ve yüksek okullara girdiler. Harp okullarına şimdi başka bir yoldan, Fetulah'ın okullarını kullanarak giriyorlar.
Ulusçulukla hiçbir ilgisi olmayan “milliyetçi-mukaddesatçı gençler” belirli bir program içinde eğitim enstitülerine dolduruldular ve bunların büyük çoğunluğunun, dört aylık “hızlandırılmış kurslarla” “öğretmen” olmaları sağlandı.
Atatürk’ün çok önem verdiği eğitimin birliği ilkesi, konuyla ilgili yasa yürürlükte olmasına ve bu yasayı uygulamakla yükümlü olan “görevliler” ortalıkta dolaşmasına karşın, eylemsel olarak ortadan kaldırıldı. Durumdan rahatsız olan insanlarımız, gelinen noktanın gerçek nedenlerinin; Amerikalıların Türk Milli Eğitimine elli yıldır duydukları “ilgide” yattığını göremedi. Bunları salt “oy avcısı” siyasetçilerin özgür iradeleriyle verdikleri ödünler sandı.

Cevdet Sunay’dan Kenan Evren’e

Türkiye’nin 5.Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay 1968 yılında, 68 kuşağını kastederek şunları söylüyordu: “Bugünkü okullarda yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz, laik okullara karşı imam–hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz”.6
Cevdet Sunay’ın söyledikleri, düzenli bir program halinde uygulandı. Başbakanlıkları döneminde; Süleyman Demirel çok sayıda imam–hatip okulu açtı, Bülent Ecevit imam-hatip mezunlarına üniversitelerin her bölümüne girme hakkı tanıdı. Sonunda Türkiye, ordusu dışında hemen tüm devlet kurumları, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlarının üst yönetimlerde bulunduğu bir ülke haline getirildi.
12 Eylül darbesinin en “hızlı” yıllarında, üniversitelerde bazı imam–hatip kökenli öğrencilerin Humeyni rejimini savunduklarını kendisine hatırlatan bir gazeteciye Cumhurbaşkanı Kenan Evren şunları söylüyordu: “İmam–hatip okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar gelmez. Türkiye laikliği dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. 1930’lardaki laiklik anlayışını yanlış olarak görüyorum”. 7
Aynı Evren, Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 27 Haziran 1987 tarihinde yapılan ve okullarda din dersi eğitiminin görüşüldüğü toplantıda tutanaklara geçen konuşmasında şunları söylüyordu: “Ana–baba, çocuğunun din dersi almasını da istiyor. Aile yapımız belli.. Bu milleti dinsiz yapmak mümkün değil”.8

ABD’den Burs Alan Başbakanlar

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türk vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğrenim gibi faaliyetleri” belirleyen 27 Aralık 1949 tarihli anlaşmadan sonra, ABD’ne davet edilen ilk siyasetçi Bülent Ecevit oldu. Ecevit, Ankara’daki Amerikan Haberler Merkezi’nin, “Eğitim Mübadele Programı” çerçevesinde yaptığı daveti kabul etti ve gazeteci kimliğiyle 1954 Ekim ayında Amerika’ya gitti. Ecevit, Kuzey Carolina’daki tütün kenti Winston–Salem’de yayın yapan ve kentin adını taşıyan “Winston–Salem Journal” da “özel olarak çalıştı” yani staj gördü. Üç aylık çalışmadan sonra 30 gün süreyle Amerika Birleşik Devletleri’nin değişik yörelerini dolaştı ve Boston’da 20 gün kalarak, ünlü Harvard Üniversitesi’nin Ortadoğu Enstitüsü’nde Ortadoğu’nun bölgesel sorunlarını inceledi ve yurda döndü.9
Bülent Ecevit, 1957 Mayısı’nda bir yıllık süre için bir kez daha Amerika’ya gitti. Bu kez bursu veren, ABD Başkanı Eisenhower’a, Türkiye için “oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur” diye mektup yazan ve ulusal bağımsızlık hareketlerine karşıtlığıyla tanınan Nelson Aldrich Rockefeller’ın kurduğu, Rockfeller Vakfı’ydı ve bursun süresi bir yıldı. Ecevit, Harvard Üniversitesinde, “Osmanlı Siyasi Tarihi” konusunda incelemeler yapacak ve Uluslararası Basın Enstitüsünün New York’ta düzenlediği seminere katılacaktı.
Amerikalılara ait özel eğitim burslarından yararlanan bir diğer “devlet büyüğü”, Süleyman Demirel’dir. Demirel, 1954 yılında kurulan Dwight D.Eisenhower Vakfı’nın burs verdiği ilk yabancıdır. Bu bursla Amerika’ya gitmiş, yaptığı araştırma ve incelemelerle “bilgi ve görgüsünü” geliştirmiş ve edindiği bilgileri uzun yıllar süren Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı gibi yüksek görevlerde kullanmıştır.10
13 Şubat 1965 günü, AP oylarıyla bütçesi reddedilen İsmet İnönü Hükümeti istifa etti. Aynı gün yayınlanan New York Times şunları yazıyordu: “İnönü Hükümetinin düşürülmesine karar verilmiştir. Demirel, Türkiye’nin siyaset ufkunda yeni bir yıldızdır… Mr.Demirel Eisenhower bursuyla bir zamanlar Amerika’da eğitim yapmış, olağanüstü zeki bir mühendistir”. 11
 Metin AYDOĞAN
DİPNOTLAR

1 “İkili Anlaşmaların İç Yüzü” Haydar Tunçkanat, Ekim Yay., sf.44–45–48
2 age. sf, 44-45
3 a.g.e. sf.44-45
4 Mustafa Balbay Cumhuriyet Haziran 1994 ak. Emin Değer “Düşünce Özgürlüğü Çıkmazı” Tekin Yay. 1995, sf.175
5 “ABD Ziyareti ve İnönü” Prof. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet, 30.12.2003
6 “Haftaya Bakış” Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet 03.03.1986
7 a.g.y.
8 “Sağdaki Partilerin Eseri” Aydınlık Dergisi 30.01.2000 Sayı 654 sf.7
9 “Ecevit Olayı 1” K.Sağlamer, ak. E.Bilbilik Aydınlık 16.01.2000 Sayı 652
10 “Ecevit Olayı 1” K.Sağlamer, ak. E.Bilbilik Aydınlık 16.01.2000 Sayı 652
11 “Haftaya Bakış” Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet 03.03.1986

Arkadaşlarınızla bu yazı paylaşın.

1 Ekim 2015 Perşembe

Vatandaşlar isyan etti: Devlet bizi şirkete sattı



 Isparta’nın Sütçüler ilçesine bağlı Darıbükü köyü, bir süre sonra Kasımlar barajında su tutmaya başlanmasıyla birlikte tarihe karışacak. 

 Isparta ve Antalya sınırlarında Yukarı Köprüçay Havzası’nda yapımı sürdürülen Kasımlar Barajı ve HES projesinde su tutma aşamasına yaklaşılırken evleri su altında kalacak olan köylüler kendilerine gösterilen yeni evler karşısında isyan etti. HES şirketi tarafından yapılan 50 metrekarelik evlerde köylülerin yaşamasının mümkün olmadığını dile getiren Darıbükü köyünden Hasan Uysal, “bu evlerde ocak yok, baca yok, samanlık yok, ahır yok. Yapılan yeni evler köyün en kötü eski evinin bile karşılığı değil. Devlet bizi şirkete sattı ve sefalete sürükledi, köylü kandırıldı. Bu evlerde yaşanır mı yoksa köylüye mezar mı olur diye bekliyoruz” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

 Isparta’nın Sütçüler ilçesine bağlı Darıbükü köyü, bir süre sonra Kasımlar barajında su tutmaya başlanmasıyla birlikte tarihe karışacak. Yetkililerin açıklamalarına göre Kasım ayında baraj gölünde su tutma çalışmaları başlayacak. Yaklaşık 80 haneli köyün yöreye has geleneksel mimarisini yansıtan evlerinin büyük bölümü sulara gömülecek. Köylülerin bir kısmı bu evler ve arazileri için kamulaştırma usulleri uygulanmadan yapılan anlaşmalı satın alma yoluyla 20 ila 40 bin lira arasında değişen bedeller karşılığında taşınmaz mülklerini yüklenici firmaya satmak zorunda bırakılarak yaşam alanlarını terk etti. Ancak yaşlılardan oluşan yaklaşık 25 aile başka bir yerde yaşamak istemedikleri için eski evlerinin yerine yeni ev yapılmasını talep etti.
KÖYÜNÜ TERK ETMEK İSTEMEYEN 25 AİLE İÇİN BETONDAN YENİ EV
Bunun üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 20-40 bin lira karşılığında evlerine el konulan köylülere TOKİ’ye yaptırılacak olan yeni evler için yaklaşık 125 bin lira maliyet çıkardı. Ancak baraj mağduru ve hiçbir ekonomik geliri olmayan köylüler ömür boyu borçlanacakları bu öneriye sıcak bakmadı. Ardından köyü terk etmek istemeyen 25 aile için Darıbükü Köyünün kuzeyinde yer alan ‘Düz Mevkii’nde uygun bir arazi tespit edilerek yeni geçtiğimiz Ağustos ayında evlerin inşasına başlandı.

KÖYLÜ MEKTUP YAZARAK SESLERİNİ KAMUOYUNA DUYURMAYA ÇALIŞIYOR
4 tanesi 70, geri kalanı ise 50’şer metrekare olarak inşa edilen yeni evlerin ortasında bir cami ile köy konağının da yapılması bekleniyor. Ancak bir süre sonra sulara gömülecek evlerinde yaşamayı sürdüren Darıbükü köylüleri şimdilerde kara kara yapılan yeni evlerde nasıl yaşayacağını düşünüyor. 25 evden birinin hak sahibi olan köylülerden Hasan Uysal, kamuoyuna seslerini duyurmak için bir mektup yazarak yaşananlarla ilgili tepkisini dile getirdi.

‘SESİMİZİ DUYAN VAR MI, ŞİRKET KÖYLÜYÜ KANDIRDI’
“Sesimizi duyan var mı? Şirket köylüyü kandırdı, devlet bize bakmıyor” ifadeleriyle başladığı mektubunda köylülerin yaşadığı mağduriyeti dile getiren Uysal, mektubunda özetle şunları anlattı:

‘YAPILAN EVLER GÜLÜNÇ, KÖYLÜYLE DALGA GEÇİLİYOR’
“Barajı yapan şirket köylüyü bin bir vaatle kandırdı. Köylüye ‘istimlak yapılacak’ denildi ancak pazarlık yoluyla evler ve araziler köylünün elinden alındı. Evlerini vermek istemeyenlere, ‘yeni ev yapacağız’ dediler. Baraj inşaatı tamamlanmak üzere ama köyden uzak bir yerde bir ay önce yapımına başlanan evler hala tamamlanmadı. Köyü ikiye böldüler. Köylünün huzurunu ruhsal dengesini bozdular. Yapılan evler çok gülünç. Adeta köylüyle dalga geçiliyor. Ev diye yaptıkları kümes mi oyuncak mı anlamış değiliz. Evlerin kimi 50 metrekare kimi de 70 metrekare olarak yapılıyor. İlgililere bunun nedenini sorduğumuzda, 'efendim 70 metrekarelik evlerin sahiplerinin yerleri büyüktü' diyorlar. Eşitlik ilkesine aykırı olarak yapılan evler sözde yığma bina ama 3 metre taş duvarın üstüne tek sıra 15 santimetrelik tuğla ile yapılıyor. Böyle yığma binayı ben ilk defa burada gördüm.

  ‘OCAK YOK, BACA YOK, KÖYLÜLER BU EVLERDE YAŞAYAMAZ’
Bu evlerde köylülerin yaşaması imkânsız. Köyde piknik tüpü bile olmayan aileler var. Bu evlerin hiç birinde ocak yok, baca yok. Ahır, samanlık, odunluk yok. Şirket yetkilileri basına 'depreme dayanıklı, modern ve sağlıklı evler yapıyoruz' diye demeçler veriyorlar ama sonuç hüsran. Devlet ve şirket köylüyü kandırdı. Doğuda özerklik ilan edilirken batıda köylünün özgürlüğü elinden alınıyor. Halk huzursuz ve perişan. Yapılan evler ihtiyaca cevap vermediği için herkes beddua ediyor. Köylülerin şu anda yaşadığı o beğenilmeyen evlerin konforundan eser yok. Yapılan yeni evler köyün en kötü evinin bile karşılığı değil.

 ‘BU EVLER KÖYLÜLERİN MEZARLARI MI OLACAK’
Devlet bizi şirkete sattı ve sefalete sürükledi. Ne yerel yöneticiler ne de genel idari yetkililer yaşanan sefaleti görmüyor. Köyün muhtarı var, soru soruyorsun, doğru dürüst bir yanıt alamıyorsun. 'Görmedim, duymadım, bilmiyorum' deyip işin içinden çıkıyor. Bir anlaşma, sözleşme göster diyoruz, 'yapacaklar, edecekler' diyor. Kısacası köylüler perişan durumda. Şirket para kazanacak diye köylüler ve doğa heba edildi. Acaba köylülerin su altında kalacak evlerinin yerine yapılan bu evleri denetleyecek bir kurum çıkacak mı? Acaba bu evlerde yaşanır mı, yaşanırsa ne kadar yaşanır, yoksa bu evler köylülerin mezarları mı olur diye merakla bekliyoruz.”
Yusuf Yavuz
ulusalkanal.com.tr