27 Temmuz 2018 Cuma

Tarihe geçmek, tarihe kalmak* Özdemir İnce


Ey Ehali! R.T. Erdoğan’ın en büyük tutkusu tarihe geçmek!
Başbakan, cumhurbaşkanı olarak zaten ve doğal olarak tarihe geçti ama o bununla yetinmiyor. Adının Osmanlı sultanlarıyla, Cumhuriyet’in kurucu babalarıyla birlikte anılmasını istiyor… Beştepe’deki Akkondu, İstanbul Kanalı, Üçüncü Köprü, Üçüncü Havaalanı, Çamlıca Camii, Marmaray, tüneller ve daha başka şeylerle tarihe adını kendi eliyle kazımak istiyor. Bunlardan, Marmaray ve tünelin dışında geriye kalanlarının tamamının gereklilikleri tartışmalı. Özellikle de bir doğa ve yerleşim felaketine yol açacak olan İstanbul Kanalı’nın gereklilik ve zorunluluğu… Aslında tasarlanmış bir cinayet! Halkın hazinesinin milyarlarca lirası R.T. Erdoğan’ın büyüklük kompleksini tatmin için sokağa atıldı. Atılıyor ve atılacak!

Tarihte bu komplekse kapılan bütün muktedirlerin iktidarı felaketle sonuçlanmıştır. Kendi sonları felaketli olsa neyse yönettikleri ülke de aynı felaketin altında perişan olmuştur.

Demokrasi öylesine bir rejimdir ki hiçbir yöneticinin 'büyüklük kompleksi'ne kapılmasına ve bu kompleksi tatmin etmesine izin vermez. Zorlamalar, tepeden inmeler demokrasiyi yok eder.

Bu kompleksin larva ya da mikrobunu taşıyan yöneticiler amaçlarına ulaşmak için önce demokrasiyi yok ederler. Sonunda, süvari birliği eşliğinde makam otomobile binerler. Oysa normal düzende otomobil motosiklet takımı birlikte yürür; Birleşik Krallık’ta olduğu gibi, atların çektiği arabaya da süvari takımı eşlik eder.

***

TARİHE GEÇMEK

R.T. Erdoğan’ın tarih ve toplum bilgisi herhangi bir akademik birikim ve özel okuma çabasından kaynaklanmıyor. Ne biliyorsa, cumhuriyet karşıtı, karşı devrimci şeyh, hoca, mürşit ve ağabeylerin konferans ve sohbetlerinden kulağında kalan şeyler.

Bunlar, doğruluk ve gerçeklikleri; akıl ve mantığın süzgecinden geçirilmeden, biat ve itaat kültürü içinde kabul edilmiş dogmalar ve tevatürler.

Bu derme çatma bilgimsileri, bilimsel bilginin mihenk taşına vurmadığı için, ilk gençliğinden bu yana tam anlamıyla bir fanatik 'yanılan insan', 'anakronik'.

Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü’nü (Büyük Doğu Yayınları) baştan sona altını çizerek okuduğunu da sanmıyorum. Necip Fazıl, kitabını bilimsel bir yapıt olması için değil göz küllemek için yazmış. Bir tür Hitler’in Mein Kampf’ı… Yani Kavgam… Necip Fazıl’ın Davam’ı…

R.T. Erdoğan’ın, son 6-7 yıllık hal ve gidişinden, İdeologya Örgüsü’ndeki Başyüce figüründen etkilenmiş olduğunu söyleyebiliriz. R.T. Erdoğan bir Başyüce olarak tarihe geçmek istiyor. N.F.Kısakürek döktürüyor:

[-“Başyüce”, kaba ve umumî mânasiyle herhangi bir Miri reisi değil, derin ve girift, içtimaî bir remzdir. Bir timsal…

-Bütün selâhiyetler beşerî haddin en üstünüyle eline teslim edilmiş kâmil ferdin, Allah’ı, vicdanı ve milleti arasında terkibleştirmeye memur bulunduğu kâmil ahenk uğrunda, nefsini selâhiyetsizlikte son mertebeye indirmesi… “Başyüce”nin heykelleştirdiği remz, işte bu mânanın temsilciliği ve şahıslandırıcılığıdır.

-“Başyüce”, milletini tek şahıs içinde yekûnlaştıran bir örnek… Onun içindir ki, selâhiyeti, hak ve hakikate kar­şı bu yekûna eş, kendi öz nefsine karşı da bu yekûnun en ufak parçasından daha küçük…

-“Başyüce”nin kendi öz lisanından başka her edası ve işi “ben milletimin görünürde en ahlâklı, en bilgili ve en akıllı ferdiyim!” diye ilân edecektir.

-“Başyüce”, “Yüceler Kurultayı”nın her şubede lif lif örülmüş kanunlar manzumesine aykırı emir veremez ve ver­mez; fakat her emri, kanunu tamamlayıcı ve belirtici ayrı bir kanundur. Kanunun bir şey söylemediği yerde “Başyüce”nin emri, kat’îdir.

-“Başyüce”nin bir emriyle hükümet değişir.

-Bütün hükümet manzumesi, en büyüğünden en küçüğüne kadar onun adına iş görür...

-Kaza cihazı onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır.

-“Başyüce”, bütün icra vasıtalarının ve bütün şubeleriyle ordunun başıdır. Başbuğ, doğrudan doğruya “Başyüce”nin vekilidir.

-Anlaşılıyor ki, “Başyüce”, İslâmın “ulülemr” diye isimlendirdiği, büyük içtimaî irade ve icra makamını, bu makama en küçük nefs ve hırsı karıştırmamak ve kendi öz nefsaniyeti bakımından mâdum kalmak borcu altında, şahsiyle dolduran ideal ferttir. “Başyüce”, temsil ettiği iman ve hakikat kutbunun, en ileri hürriyet içinde her şeyi ve her şeyi köleleştiren mânasına karşı mukaddes mîzan önünde, her şeyden ve herkesten fazla köleleşecektir… “Başyüce”de pırıldayan kudret ve haşmet ifadesi, onun değil, bütün milletiyle bağlı olduğu mânalar âleminin; ve oradan aksederek, milletinindir.

-Cemiyetin, hangi sahada olursa olsun, en dertli ve ıstırablı unsuru,”Başyüce”yi kendisi kadar dert ve ıstırab içinde olup olmadığını ve derdinin çaresini elinde tutup tutmadığını anlamak bakımından, her ân hesaba çekmeye muktedir, kanunî bir imkân sahibi olacaktır. En küçük suistimale karşı, cüret edicisine en büyük cezayı davet edecek olan bu imkan, her vatandaşın evinde, keyf için çekilmesi yasak bir imdat işareti koludur.

-“Yüceler Kurultayı” beş yıl için seçtiği “Başyüce”yi tekrar intihab edebilir.

-Tekrar seçilmeyen “Başyüce”, yaş haddini aşmamış bulunuyorsa “Yüceler Kurultayı”ndaki yerine avdet eder.

-“Başyüce” için bütün yüceler gibi, makamını temsil gücünü muhafaza ettikçe yaş haddi yoktur.

-“Başyüce’lik makamı üzerinde Kurultaya karşı en tesirli irşad, ölüm, hastalık, çekilme isteği gibi hallerde, “Başyüce”nin kendi yerine bizzat göstereceği namzet veya namzetlerdir. (S.291-293)]

Okuduğunuz metnin en büyük hatası, bir yasa metni olmasına karşın, hukuk söylemiyle (discours) değil yazınsal (edebi) söylemle yazılmış olmasıdır. Bir anayasanın hukuk söylemiyle değil de Necip Fazıl’ın üslubuyla yazıldığını düşünün, ne kadar eğlenceli olur.

“Başbuğ” ile “Başyüce” tiplerinden sadece Başbuğ’un Orta Asya Türk kültüründe bir karşılığı var. Necip Fazıl’ın Başyüce’si kurgusal (fictif) bir tip…

Necip Fazıl, “Büyük Doğu” mefkûresi gereği olarak, “millet meclisi”ne “Yüceler Meclisi” adını veriyor. Yani, böylece, milletvekilleri de “Yüce” oluyor.

“Yüceler Kurultayı”, “milletin; dinde, fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, müsbet bilgilerde, ticarette, askerlikte, iradede, işde, hülasa insan kafasının arayıcı hamlelerini ve idrak çilelerini planlaştıran her sahada, eser, keşif, görüş, terkip ve dava sahibi (aksiyon)cu güzidelerden örülüdür.” (S.285)

“Güzide” şu anlama gelir: Seçkin, elit, kalantor!

Şimdi titreyip kendinize gelin:

-“Yüceler Kurultayı” âzası, halkın değil, Hakkın seçtikleridir. (S.288)

-“Yüceler Kurultayı”nın cephe duvarında şu levha ve şu ölçü pırıldar: “Hakimiyet Hakkındır.” (‘S.285)

-Başyüce, “Kendisi ve kendisini murakabe eden yine kendisi olarak, bir insanda iki cephe veya iki cephede bir insan…” (S.289)

R.T. Erdoğan, Başbakan olarak, “İki tane ayyaşın yaptığı yasa...” cümlesini ağzına aldığı gün, 28 Mayıs 2013 günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, gene Necip Fazıl’dan söz eder: “ Nesillere istikamet çizmekle geçen ömründe sadece teoriyle meşgul olmamış eğilmeden, bükülmeden hayatını da bir miras olarak bize devretti. Zor zamanlarda, zor şartlarda yaşadı. Tehditlerle hapiste geçen bir ömre rağmen hak bildiği yoldan geri dönmedi. Bize rehber oldu yolumuza ışık tuttu.”

Okuduklarımızdan aklımızda kaldığına, tanıklıklarımızdan edindiğimiz bilgilere göre; kılavuzu Necip Fazıl olan R.T. Erdoğan bir Başyüce olarak “kendi kendisini denetlemekte”, bunun dışında bir denetim istememektedir.

22 Temmuz 2018 Pazar

‘Acilen Atatürk’ün yolunda bağımsızlığı yaratmalıyız yoksa hepimizi öldürecekler’


'Saklı Seçilmişler' kitabını, başımıza nelerin geldiğini öğrenmemiz için yazdığını söyleyen usta kalem Soner Yalçın, başlıktaki uyarıyı yaptı ve ekledi: Türkiye Kurtuluş Savaşı’nı tek cephede vermedi. Acilen Atatürk’ün yolunda, ulusal tarım ve sağlık politikasına ihtiyaç var.
RÖPORTAJ: Nil SOYSAL
Soner Yalçın diyor ki; “Bir film düşün. İlk sahne sıradan bir olayla başlar. Film ilerledikçe gelişmelere inanamazsın. Dehşete kapılırsın. Film biter. Etkisinden kurtulamazsın. Korkarsın. Bu kitabın yazım sürecinde ben bunları yaşadım.” İşte bu sözlerin altına imzamı atarım!…
DOĞU'DA TARIMSAL İŞLETMELER KAPATILDI
– Kitabın sayfalarını çevirdikçe, ABD ve AB'nin Türkiye pazarını kendi endüstriyel tarımsal ürünlerine açmak için neler yaptıklarına şaşırıp kalıyoruz. Bunlar niye gündeme getirilmedi?
Çünkü köylüyü düşmanlaştırdılar; bütçe üzerindeki yük gösterdiler. Köylünün sahibi kalmadı. Üretici yıkıma sürüklendi. Sosyal demokrat partiler bile küresel baronların neoliberal finans ekonomisini savunur oldu. Köylü yalnızlaştırıldı. Siyaset Ankara demeçlerine-laf sokmalara sıkıştırıldı. Örneğin, köyden kente göç olgusu salt terörle ilişkilendirildi; tarımın çökertilmesi hiç gündeme getirilmedi. Oysa köylü zarar ettirilerek toprağından koparıldı, hayvancılıktan uzaklaştırıldı. Bakın, ABD-AB teröre salt silah-kamuoyu-medya desteği vermedi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki tarımsal kamu işletmeleri kapattırıldı; hayvancılık, dünya değerlisi tütün gibi tarım ürünleri bitirildi. Örneğin, Güneydoğu'da 66 bin 123 aile tütün üretimini bırakmak zorunda kaldı.
TOHUMU BİLE İTHAL EDİYORUZ
– Bugünlerde ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray maceralarını anlatan “Fire and Fury” kitabı çok popüler. Siz de Beyaz Saray ile gıda baronlarının ilişkisini anlatıyorsunuz…
Daha düne kadar dünyada en rezil küresel tarım şirketi Monsanto idi. Monsanto'nun maddi olarak desteklediği Tommy Thompson,  2001-2005 yıllarında oğul Bush'un Sağlık Bakanı oldu. Diğerleri farklı mı: Obama'nın FDA Gıda Güvenliği Dairesi Başdanışmanı olarak atadığı Michael R. Taylor, Monsanto'nun ikinci adamıydı! İlk icraatı ne oldu dersin: Süt ürünleri etiketlerinde (süt ineklerinin verimini artırmak için kullanılan kansorejen ürün) “rBGH içerir” gibi bilgi bulunmasını yasaklamak! Obama, Monsanto gibi kimyasal zehir üreten şirketlerin desteklediği Tom Vilsack'ı Tarım Bakanı yaptı!
– Ya tohumlar, hibrit tohumlar…
Aklıma gelenleri söyleyeyim, çünkü liste uzun: Şili'den, Çin'den, Tayvan'dan fasulye tohumu alıyoruz! Tanzanya'dan barbunya ve hıyar tohumu, Peru'dan, Pakistan'dan patlıcan tohumu, Hırvatistan'dan arpa, yulaf tohumu Zimbabve'den bezelye tohumu, Sudan'dan ve Yunanistan'dan bile mısır tohumu alıyoruz. İsrail'den; biber, turp, marul, soğan, domates, kabak, ayçiçeği, buğday, kavun, karpuz, çiçek tohumları alıyoruz… Sadece ABD'den aldığımız tohumlar kitapta bir sayfa tuttu! Tohum çok önemli ama insanlarımız bunun farkında değil. Rockefeller danışmanı H.Kissinger'ın yanında çalışan Paul Bremer, Irak Geçici Koalisyon Güçleri'nin başına getirildi. İlk yaptığı Irak'ın tarımına el atmak oldu. Iraklı köylülerin elindeki son doğal tohumları denetimlerindeki Norveç'teki “Svalbard Tohum Deposu”na taşıdı! Irak, tohumlarını “Ebu Gureyb Tohum Deposu”nda saklıyordu. İşgalden önce Irak Tarım Bakanlığı, bu tohumların bir bölümünün yedeklenmesi için Suriye Halep'teki, “Tarım Araştırmaları Merkezi”ne gönderdi. Suriye iç savaşı çıkınca Halep'teki değerli tohumlara ne oldu?  Norveç'teki “Felaket Ambarı'nın ilk tohumları oldu? Ne tesadüf!

KÖYLÜ TOPRAĞINDAN KOPARILDI, HAYVANCILIKTAN UZAKLAŞTIRILDI
Soner Yalçın, “Saklı Seçilmişler” adlı son kitabında Türk tarımının içinde bulunduğu duruma da dikkat çekti ve şu tespiti yaptı: “Köylü zarar ettirilerek toprağından koparıldı, hayvancılıktan uzaklaştırıldı. Köylü yalnız kaldı.”
KURTULUŞ İÇİN İLK ADIM ÖĞRENMEKTİR…
– O kadar çarpıcı olaylar anlatıyorsunuz ki şu net olarak görülüyor: Kimyasal gıdalar sonucu genetiği darmadağın edilen insan bir felakete sürükleniyor. Küresel şirketleri elinde tutan “dünya efendilerinin” bunu salt para kazanmak için yapmadığını ispatlıyorsunuz. E biz ne yapacağız bu durumda? Nasıl kurtulacağız?
Konunun politik atağını bilmek zorundayız. Carnegie Uluslararası Barış Vakfı bir dönem Türkiye'de çok aktifti. “Kemalizm'i bırakın… Ilımlı İslam'a sarılın… Kürdistan açılımı yapın” diyen sivil toplum kuruluşu! Bakın konu nereden nerelere geliyor. Sorunuza gelirsem, biz ne mi yapacağız? İlk adım, öğrenmek. “Saklı Seçilmişler” bu amaçla yazıldı. Sonra bu politikalara cesurca karşı çıkacak, Türk tarımını global hegemonyadan kurtaracak bir iktidar inşa edeceğiz. Bakın; ABD'li Tugamiral  Mark Lambert Bristol Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilişki kurmak için Ankara Milli Hükümeti'ne bir isim önerdi. Dedi ki; “Ticari destek almak için Rockefeller size yardımcı olabilir!” Ankara Hükümeti, Rockefeller'ı iyi tanıyordu; 1905 yılından itibaren Osmanlı topraklarında petrol arıyordu. 24 Nisan 1923 tarihinde şu cevabı verdiler: “Rockefeller'ın memleketimize daveti uygun görülmemiştir!” Türkiye, Kurtuluş Savaşı'nı sadece tek cephede vermedi. Menderes, Özal ve Erdoğan'dan Atatürk'ün farkı budur. Acilen ulusal tarım politikasına ihtiyaç var. Acilen ulusal sağlık politikasına ihtiyaç var. Acilen Atatürk'ün gösterdiği yolda ulusal tam bağımsızlığı yeniden yaratmaya ihtiyaç var. Yoksa hepimizi öldürecekler!
BİZİM TÜTÜNÜMÜZ TAM 30 YILDIR BU TOPRAKLARDA YETİM
– Bir de tütün meselesi var. Tütün üretimini yok etmek için iç ve dış odakların elbirliği ile neler yaptıklarını da kitabınızdan öğreniyoruz. İktidarların TEKEL'i kaldırıp, ABD'yi nasıl tekel yaptıklarını rakamlarla yazmışsınız!

İthal tütünün önü sonuna kadar nasıl açıldı yıl yıl rakamlarla yazdım. Bizim tütün ise 30 yıldır bu topraklarda yetim. Tütün üretici sayısı, 2002'de 405 bin 882 iken, 2015'de yüzde 86 azalarak 56 bine geriledi! Hâlâ Adıyaman'daki bir avuç tütün üreticisiyle uğraşıyor AKP! Tütünün hangi boyutunu anlatayım: Bugün sigara tüketicisi düne göre en sağlıksız sigara kağıdını içiyor. Yabancılar ucuz sigara satmak için buna mecburlar. Türkiye büyük bir sigara pazarı, kaybetmek istemiyorlar. Sigaranın içine bırakmayı zorlaştıracak kimyasallar koyuyorlar!
GDO'LU TÜTÜN İÇİRİYORLAR
Dünya Sigara Sağlığı İle Savaşanlar Örgütü Başkanı İngiliz  David  Simpson gerçeği yüzümüze vuruyor: “Biliniz ki, ABD'de ve İngiltere'de sigara içenlerin sayısı azalıyorsa, Türkiye'de içenlerin sayısı mutlaka artacaktır.” Bu kadar net. Sadece kimyasal maddeler de değil.1983'de antibiyotiğe dayanıklı ilk genetiği değiştirilmiş GDO'lu tütün elde edildi. 1985'de virüs, bakteri ve böceklere dayanıklı genetiği değiştirilmiş tütünün tarla denemeleri başladı. 1990'da ABD'de herbisite/otlara dayanıklı genetiği değiştirilmiş tütünün üretimine izin verildi. Sigara artık sağlığa bin kez zararlı. Bir de mentollü sigaralar var. Mentolün serinletici ve ağrı kesici yönleri sigarayı daha hafif ve tiryakiler için çekici hale getiriyor! Bunlar normal sigaralara göre daha zararlı. Bu sebeple AB ülkelerinde yasak. Ancak sigara düşmanı Erdoğan'ın gücü yetmedi; 2020'ye kadar satışı serbest bırakıldı!
– Sigaradaki katkı maddelerinin sayısını 120 olarak yazmışsınız. Siz içiyor musunuz sigara?
(Gülüyor) Hayır. Tiryaki olmadım.


ANAVATANI ANADOLU OLAN MERCİMEĞİ DE YOK ETTİLER
– Geldik “Çikita Muz” serüvenine…
Rockefeller'ın Latin Amerika'yı gırtlağından nasıl ele geçirdiğini bu örneklerle yazıyorum. “Muz Cumhuriyeti” isminin sebebi Rockefeller. Hatırlarsınız: Turgut Özal'ın Türk tarımını gıda emperyalizminin emrine açma projesinin simgesi idi “Çikita Muz!” O yıl, yani 1984 yılında ABD'li “United Fruit Company” adını, “Chiquita Brands International” olarak değiştirdi. “Çikita” adı buradan geliyor.
– Beni mercimek şaşırttı!
Kimi şaşırtmaz! Anavatanı Anadolu olan mercimeğimizi yok ettiler. 1990'da 846 bin ton mercimek üretimi ile dünya ihracatının yüzde 47'sini karşılayarak ilk sırada yer alan Türkiye, bugün ithal mercimek alıyor! Kanada, 1970'lerde Türkiye'den götürdüğü kırmızı mercimeğin genleriyle oynayarak dünyanın en büyük ihracatçısı oldu. Yılda 300 bin ton mercimeğin önemli miktarını Kanada'dan alıyoruz!
TARIMSAL ÜRETİM ALANLARI DARALTILDI
Özal politikalarına rağmen 1990'da 2 milyon 13 bin tonu aşkın bakliyat üretimi gerçekleştirdik. 2015'te üretim 1 milyon 79 bin tona düştü. Bugün 1 milyon tonun altına düştük. Son 25 yılda dünyada baklagiller ekim alanı 61 milyon hektardan 82 milyon hektara; baklagiller üretimi 40 milyon tondan 70 milyon tona çıktı. Türkiye'de ise baklagillerin ekildiği alanlarda yüzde 66, üretim miktarında ise yüzde 47 gerileme yaşandı. Türkiye,1980 yılında 7 bin 600 ton kuru fasulye, 88 bin 500 ton nohut ve 102 bin ton mercimek ihraç edip, bu üç üründe bir gram ithalat yapmadı.1990'da 860 bin ton nohut üretimiyle dünya ihracatının yüzde 62'sini karşılayarak ilk sırada yer alan Türkiye, bugün 50 bin nohut ithal ediyor! Dış alım artsın diye gümrükleri sıfırlanıyor! Keza 50 bin ton kuru fasulye ithal ediyor. AKP'nin hediyesi: Ekim alanları yeşil mercimekte yüzde 94, kırmızı mercimekte yüzde 67, nohutta yüzde 60, kuru fasulyede yüzde 47 daraldı. Bugün, kuru fasulyeyi, nohutu, bezelyeyi, mısırı, pamuğu mercimeği ABD'den alıyoruz. Bunun adı “teslimiyettir.” Bize neler yedirdikleri ayrı konu. GDO'lu soya cenneti ABD, yılda 2.3 milyon ton soya ithal ediyor ve her yiyeceğe koyuyor. -BİTTİ-


https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/acilen-ataturkun-yolunda-bagimsizligi-yaratmaliyiz-yoksa-hepimizi-oldurecekler-2178494/