ADD ISPARTA ŞUBESİ'NE HUKUK -TÜZÜK DIŞI YÖNTEMLERLE ATANAN
MEVCUT YÖNETİM, ISPARTA 2. SULH HUKUK MAHKEMESİNİN KARARLARINA KARŞIN, ÜYELERCE
USULUNE UYGUN OLARAK İSTENEN "OLAĞANÜSTÜ GENEL KURUL"U TOPLAMAMAKTA
ISRAR ETMEKTEDİR. ŞUBAT 2013 TE ATANAN
YÖNETİMİN 6 AY İÇİNDE YAPMAK ZORUNDA OLDUĞU OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULU HALEN
YAPMAMIŞDIR. BU DURUMDA ADD ISPARTA ŞUBESİ, ADD ÜYESİ OLMAYAN 5 KİŞİNİN İŞGALİ
ALTINDADIR..BU GAYRI MEŞRU İŞGAL DURUMU ADD GENEL MERKEZ YÖNETİCİLERİNİN
HİMAYESİ ALTINDA DEVAM ETMEKTEDİR. ADD GENEL MERKEZİNİ, HUKUKA, DERNEKLER
YASASINA VE ADD TÜZÜĞÜNE UYMAYA DAVET EDİYORUZ.
18 Ocak 2014 Cumartesi
17 Ocak 2014 Cuma
Masonik yapılanmaya benzer bir örgüt.. Cevdet Saral : Bir rapor yazdım, Gülen ABD'ye gitti
En çarpıcı tesbitlerden birisidir bu.
Ben de çok daha önce böylesi bir benzerliğe dikkat çekmiştim.
Son kanaatim ise daha da farklı.
Fitnebaz Cemaat(The Sinister Fraternity) sadece masonik bir yapılanmaya benzemekle kalmıyor.
Basbayağı bildiğiniz bir mason teşkilatı.
Tek farkı aynı çatının İslami şubesi şeklinde faaliyet göstermesi.
Daha açık ifade edersek, Fitnebaz Cemaat İslami bir mason teştilatıdır diyorum.
Bunu isbat etme imkanım yok.
Ancak, bu sadece bir zaman ve çaba meselesidir.
Ben de çok daha önce böylesi bir benzerliğe dikkat çekmiştim.
Son kanaatim ise daha da farklı.
Fitnebaz Cemaat(The Sinister Fraternity) sadece masonik bir yapılanmaya benzemekle kalmıyor.
Basbayağı bildiğiniz bir mason teşkilatı.
Tek farkı aynı çatının İslami şubesi şeklinde faaliyet göstermesi.
Daha açık ifade edersek, Fitnebaz Cemaat İslami bir mason teştilatıdır diyorum.
Bunu isbat etme imkanım yok.
Ancak, bu sadece bir zaman ve çaba meselesidir.
Oraj POYRAZ
§
Cevdet Saral : Bir rapor yazdım, Gülen ABD'ye gitti
Cevdet Saral, 'Gülen
cemaatinin yarattığı tehlikenin ‘paralel devlet’ten öte olduğunu' öne sürdü
‘Paralel devlet’
iddiasını 1999'da ilk kez resmi kayıtlara geçiren ve 90'lı yıllarda cemaatin MİT,
Emniyet ve TSK'ya sızmak istediğini öne süren, "Telekulak
Davası"ndan beraat eden, dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet
Saral, Fethullah Gülen'in ABD'ye gitmesinin nedeninin, yazdığı rapor
olduğunu söyledi.
Saral, "15 Mart'ta raporu İstihbarat Daire Başkanlığı ile Teftiş Kurulu'na gönderdik.
Panik oluştu.
18 Mart'ta Gülen ABD'ye gitti" dedi.
Saral, "15 Mart'ta raporu İstihbarat Daire Başkanlığı ile Teftiş Kurulu'na gönderdik.
Panik oluştu.
18 Mart'ta Gülen ABD'ye gitti" dedi.
Saral, Gülen cemaatinin
örgütlenme biçimine yönelik "Örgütlenme
biçimi illegal örgütlerin yatay ve dikey örgütlenme modellerinin ideal
yapılarından etkilenilerek oluşturulmuş Masonik yapılanmaya benzer bir görüntü
veriyor" iddialarında bulundu.
Emniyet Genel Müdürlüğü
Terörle Mücadele Daire Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Yardımcılığı ve
Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulunan Cevdet Saral'la hazırlamış olduğu
raporu, cemaatin devlet içindeki yapılanmasını ve 17 Aralık operasyonunu Yeni
Şafak'tan Nil Gülsüm'e anlattı.
'Terörün Gizli Efendileri' isimli kitabın da yazarı olan Saral, 'ortaya çıkan tehlikenin paralel devletten de öte olduğunu' öne sürdü.
'Terörün Gizli Efendileri' isimli kitabın da yazarı olan Saral, 'ortaya çıkan tehlikenin paralel devletten de öte olduğunu' öne sürdü.
Nil Gülsüm'ün Cevdet
Saral ile yaptığı söyleşi şöyle:
1999 yılında bir rapor hazırladınız.
O dönemde çok tartışılan, ses getiren rapor, bugünden bakıldığında çok ilginç
tespitler içeriyor.
Bu raporun amacı neydi, nasıl ortaya çıktı?
O dönemde çalışmalarımıza
öncelikle kendi kitaplarını incelemek, irdelemek suretiyle Fethullah Gülen'in
mantık dokusunu ortaya koymaya çalıştık.
Enteresan bir mantık dokusuyla karşı karşıya kaldık.
Anlatımları dinsel literatüre pek de uymayan, kendisine aşırı derecede önem yükleyen, kendisini esrarengiz gösteren bir kişilikle karşılaştık.
Enteresan bir mantık dokusuyla karşı karşıya kaldık.
Anlatımları dinsel literatüre pek de uymayan, kendisine aşırı derecede önem yükleyen, kendisini esrarengiz gösteren bir kişilikle karşılaştık.
Bunun üzerine ne yaptınız?
Biz ön incelemelerimizde
durumun görünenden çok vahim olduğunu görerek İstihbarat Daire Başkanlığı'na,
konunun ciddi olduğunu, soruşturmanın sadece Ankara Emniyet Müdürlüğü kapsamında
yürütülmesinin yeterli olmayacağını, planlı bir istihbarat çalışması ile sonuca
gidilebileceğini ifade eden bir kanaat yazısı yazdık.
Ondan sonra da kıyamet koptu.
İsimsiz ihbarlar, şikayetler vs. her yönden saldırılar gelmeye başladı.
Ondan sonra da kıyamet koptu.
İsimsiz ihbarlar, şikayetler vs. her yönden saldırılar gelmeye başladı.
Analiz ortalığı karıştırdı
Rapor hazırlama işinde ilk somut adımlarınız nelerdi?
Biz bu çalışmaları
hazırlarken devletin arşivlerinde bu cemaat ile ilgili bir veri olup olmadığını
araştırdık.
İstihbarat Daire Başkanlığı'nın hazırlamış olduğu bir kitapçıkta Fethullah Gülen cemaati, fevkalade munis, devlet sistemine aykırı özellikler taşımayan, bu tavrı dolayısıyla radikal İslâmî kesimin hedefi olmuş bir yapı olarak gösteriliyordu.
Eğitim faaliyetlerinin yaygın olduğu söylenmekteydi.
İstihbarat Daire Başkanlığı'nın hazırlamış olduğu bir kitapçıkta Fethullah Gülen cemaati, fevkalade munis, devlet sistemine aykırı özellikler taşımayan, bu tavrı dolayısıyla radikal İslâmî kesimin hedefi olmuş bir yapı olarak gösteriliyordu.
Eğitim faaliyetlerinin yaygın olduğu söylenmekteydi.
Çetin bir soruna el attığınızın farkında mıydınız?
Çalışmaya başladığımızda
arkadaşlarıma, cemaatle ilgili bu çalışmayı genişlettiğimizde siyasi
reaksiyonlarla karşılaşabileceğimizi ve zorda kalacağımızı ifade ettim.
Bunun üzerine arkadaşlarım 'Müdürüm; evimizin içini biz biliriz, şahsi geleceğimiz önemli değil, ülkemizin bekası için ne gerekiyorsa yapalım' dediler.
Böylece çalışmaya başladık.
Bunun üzerine arkadaşlarım 'Müdürüm; evimizin içini biz biliriz, şahsi geleceğimiz önemli değil, ülkemizin bekası için ne gerekiyorsa yapalım' dediler.
Böylece çalışmaya başladık.
Daha sonra nasıl gelişti çalışmalarınız?
Şubat sonu itibarıyla
ortalık karıştı.
15 Mart'ta cemaat yapılanması ve Fethullah Gülen'in yaklaşımlarına yönelik 1.Analiz raporumuzu İstihbarat Daire Başkanlığı ile Teftiş Kurulu Başkanlığı'na gönderdik.
Bu raporun İstihbarat Daire Başkanlığı'na ulaşmasının ardından burada bir panik oluştuğuna dair bize haberler gelmeye başladı.
18 Mart'ta da Fethullah Gülen apartopar ABD'ye gitti.
15 Mart'ta cemaat yapılanması ve Fethullah Gülen'in yaklaşımlarına yönelik 1.Analiz raporumuzu İstihbarat Daire Başkanlığı ile Teftiş Kurulu Başkanlığı'na gönderdik.
Bu raporun İstihbarat Daire Başkanlığı'na ulaşmasının ardından burada bir panik oluştuğuna dair bize haberler gelmeye başladı.
18 Mart'ta da Fethullah Gülen apartopar ABD'ye gitti.
'Bir cemaat lideri niçin istihbarata ihtiyaç duyar?'
Sizde nasıl bir kanaat oluştu?
Kendi anlatımlarından
anladığımız kadarıyla ve devlete sızma çalışmaları göz önüne alındığında
illegal bir yapılanma ile karşı karşıya olduğumuz kanaatine vardık.
Bir cemaat önderi, hasımların faaliyetlerini öğrenmek için bir istihbarat teşkilatı kurmaktan söz ediyorsa, cemaat önderi olmaktan çıkıp örgüt lideri olur.
Bir cemaat önderi, niçin istihbarat teşkilatına ihtiyaç duyar ki!
Bir cemaat önderi, hasımların faaliyetlerini öğrenmek için bir istihbarat teşkilatı kurmaktan söz ediyorsa, cemaat önderi olmaktan çıkıp örgüt lideri olur.
Bir cemaat önderi, niçin istihbarat teşkilatına ihtiyaç duyar ki!
Sizce cemaat nasıl bir yapı?
Cemaat bir misyon
hareketidir.
Coğrafi bir alanı vardır, devlet içerisinde şimdiye kadar kendi elemanları ve bürokraside kendilerinden olmayan kazanımlarla işlerini yürütmüşlerdir.
Fakat ulaştıkları seviye itibariyle bulundukları konumu yeterli görmeyerek siyasi yönetimden iktidar ortaklığı talebinde bulunmaya başlamıştır.
Bunun adı da 'paralel yapı'dır.
Misyonun adını tarif etmek gerekirse o da 'Derin Türkiye'dir.
Coğrafi bir alanı vardır, devlet içerisinde şimdiye kadar kendi elemanları ve bürokraside kendilerinden olmayan kazanımlarla işlerini yürütmüşlerdir.
Fakat ulaştıkları seviye itibariyle bulundukları konumu yeterli görmeyerek siyasi yönetimden iktidar ortaklığı talebinde bulunmaya başlamıştır.
Bunun adı da 'paralel yapı'dır.
Misyonun adını tarif etmek gerekirse o da 'Derin Türkiye'dir.
Kamuflaj üst düzeyde
17 Aralık operasyonun asıl amacı nedir?
Bu operasyonun asıl amacı,
'yeni dünya düzeni' politikalarıyla milli
devletleri dönüştürme politikaları paralelinde sözde demokratik tasarruflarla
ve siyasi eylemlerle Başbakan'ı saha dışına almadır.
Cemaat işin neresinde?
Cemaatin bugün itibariyle
durduğu yer, adresini de göstermektedir.
Demokrasi dışı eylemlerle Başbakan'ı saha dışına alma girişiminin tam da göbeğinde duruyorlar.
Demokrasi dışı eylemlerle Başbakan'ı saha dışına alma girişiminin tam da göbeğinde duruyorlar.
17 Aralık operasyonu sonrası benzer bir sızmanın ve
paralel yapılanmanın yargı içerisinde de olduğu kanaati çok yaygın.
Sizce nasıl?
Gülen, yargı içindeki
paralel yapılanmanın nasıl olması gerektiğini, bundan 20 yıl önceki
konuşmalarında zaten söylüyor.
Adliye'de ve Mülkiye'de nasıl örgütlenileceğinin yöntemlerini ve bu örgütlenmenin hedefini, ayrıca nasıl bir istihbarat örgütü kurulması gerektiğini hem istihbarata karşı koymak hem de istihbaratın hangi alanlarda kullanılacağını profesyonelce izah ediyor.
Adliye'de ve Mülkiye'de nasıl örgütlenileceğinin yöntemlerini ve bu örgütlenmenin hedefini, ayrıca nasıl bir istihbarat örgütü kurulması gerektiğini hem istihbarata karşı koymak hem de istihbaratın hangi alanlarda kullanılacağını profesyonelce izah ediyor.
Personel, İstihbarat ve KOM, paralel yapılanmanın ilk
hedefleri oluyor.
Neden öncelikle buraları tercih ediyorlar?
Bu birimler emniyet
teşkilatının en önemli birimleridir.
Devletten cemaate yönelik bir operasyon yapılacaksa bu birimler öncü birimlerdir.
Aynı zamanda cemaatin hasımlarına yönelik bir operasyon planlanacaksa, bu birimler üzerinden geliştirilir.
Cemaatin amacına ulaşması için bu noktalar, hayati önem arzediyor.
Devletten cemaate yönelik bir operasyon yapılacaksa bu birimler öncü birimlerdir.
Aynı zamanda cemaatin hasımlarına yönelik bir operasyon planlanacaksa, bu birimler üzerinden geliştirilir.
Cemaatin amacına ulaşması için bu noktalar, hayati önem arzediyor.
Cemaatle ilgili hazırladığınız raporda bu yapının TSK,
MİT ve Emniyet'e sızma çabalarına dikkat çekiyorsunuz.
'Sızmalar' için nasıl bir yöntem izliyorlardı?
Takiyye ve kamufle
yöntemlerini en üst seviyede kullanarak bunu gerçekleştiriyorlar.
İlk sızma polis kolejine
Bu yapılanma teşkilatta ilk ne zaman görülmeye başlandı?
Cemaatin polis
içerisindeki ilk adımı Polis Kolejinde başlamıştır.
Polis Koleji'ne ilk sızmaları da 70'lerin ikinci yarısıdır.
Polis Koleji'ne ilk sızmaları da 70'lerin ikinci yarısıdır.
Türk bürokrasi tarihinde buna benzer başka bir yapı hatırlıyor musunuz?
Ben 40 yıl bu devlete
hizmet ettim.
Böyle bir başka yapılanma ile karşı karşıya kalmadım.
Böyle bir başka yapılanma ile karşı karşıya kalmadım.
Geçmişe baktığınızda ne görüyorsunuz?
Devlette hiçbir evrak
kaybolmaz.
Biz evrakımızı yazıp bıraktık.
Devlet de 10 yıl sonra bizim yazdığımız gerçeklerle karşılaştı.
Bu süreç, 35-36 yıllık bir dönemi kapsıyor.
O gün cemaate yeni kazandırılan çocuklar, bugün devletin çok önemli mevkilerindeler.
Biz evrakımızı yazıp bıraktık.
Devlet de 10 yıl sonra bizim yazdığımız gerçeklerle karşılaştı.
Bu süreç, 35-36 yıllık bir dönemi kapsıyor.
O gün cemaate yeni kazandırılan çocuklar, bugün devletin çok önemli mevkilerindeler.
'1889’da olmayan numaraları dinlemişim'
Birinci ve ikinci raporları yazdıktan sonra o dönem neler oldu?
Hakkımızda soruşturmalar
başladı.
Çalışmayı yürüten 3 arkadaşım görevden alındı.
21 Nisan'da eldeki tüm verileri bir üst yazı ile DGM'ye gönderdik, ardından bize müthiş bir savaş açıldı.
Yasadışı telefon dinlemesi suçlamasıyla karşılaşacağım aklıma gelmezdi.
Düzmece bilgisayar verileri hazırladılar.
Dinleme yapıldığını iddia ettikleri tarihi 1889 olarak gösterdiler.
Hatta dinlediğimizi iddia ettikleri bazı telefon numaraları mevcut bile değildi.
Bizimle ilgili suçlamalar sahte belgelerle öyle hâle getirildi ki, biz bir anda, cumhurbaşkanını, başbakanı, milletvekillerini, iş dünyasını dinleyen insanlar hâline getirildik.
Bir çemberin içine alındık.
Çalışmayı yürüten 3 arkadaşım görevden alındı.
21 Nisan'da eldeki tüm verileri bir üst yazı ile DGM'ye gönderdik, ardından bize müthiş bir savaş açıldı.
Yasadışı telefon dinlemesi suçlamasıyla karşılaşacağım aklıma gelmezdi.
Düzmece bilgisayar verileri hazırladılar.
Dinleme yapıldığını iddia ettikleri tarihi 1889 olarak gösterdiler.
Hatta dinlediğimizi iddia ettikleri bazı telefon numaraları mevcut bile değildi.
Bizimle ilgili suçlamalar sahte belgelerle öyle hâle getirildi ki, biz bir anda, cumhurbaşkanını, başbakanı, milletvekillerini, iş dünyasını dinleyen insanlar hâline getirildik.
Bir çemberin içine alındık.
Paralel devletin çok daha ötesi
Cemaat nasıl bir örgütlenme ve hiyerarşiye sahip?
Örgütlenme biçimi illegal örgütlerin yatay ve dikey örgütlenme modellerinin ideal yapılarından etkilenilerek oluşturulmuş Masonik yapılanmaya benzer bir görüntü veriyor.
15 yıl önce mahkeme
tutanaklarında söylediğimiz şekliyle cemaat, 'Hasan
Sabbah ve Haşhaşileri' organizasyonuyla neredeyse aynıdır.
İstihbarat cihazlarının kaybolması veya özel/cemaatsel amaçlar için kullanılması bu kadar kolay mı?
Böyle bir yapılanma
içerisinde bundan daha vahimi de mümkündür.
Siyasi yönleri deşifre oldu
Paralel devlet tanımlamasına ne diyorsunuz?
Paralel devlet tanımının
çok ötesinde bir güç ile karşı karşıyayız.
Ortada ciddi bir yapı var.
Eğitim kurumları, medyası, yargı güçleri, ekonomik faaliyetleri söz konusu.
Bir devlet gibi örgütlenmişler.
Kişisel iradeden çok, cemaat ahengi geçerli.
Hangi okula gidileceği, kim ile evlenileceği bile cemaat tarafından belirleniyor.
Tedbir hiç elden bırakılmıyor.
Ortada ciddi bir yapı var.
Eğitim kurumları, medyası, yargı güçleri, ekonomik faaliyetleri söz konusu.
Bir devlet gibi örgütlenmişler.
Kişisel iradeden çok, cemaat ahengi geçerli.
Hangi okula gidileceği, kim ile evlenileceği bile cemaat tarafından belirleniyor.
Tedbir hiç elden bırakılmıyor.
Gelinen noktayı siyaset açısından nasıl okumak gerek?
Her ne kadar bu hareketin
bağlıları, örgütü siyaset dışı olarak tarif etseler de, 'paralel devlet' çabaları ile siyasetin tam
ortasında yer alıyorlar.
Örgütün ileri gelenleri, bugünden sonra hiçbir şekilde 'Fethullah Gülen siyaset üstüdür' diyemezler; çünkü onun siyasi kimliği açıkça ortaya çıkmıştır.
Cemaat siyaset yapmak istiyorsa, siyasetin kurumlarıyla siyaset alanına girer.
Bunu yapmazlarsa, 'paralel devlet' olmadıklarına kimseyi inandıramazlar.
Aksi halde 'korku imparatorluğu' olurlar.
Örgütün ileri gelenleri, bugünden sonra hiçbir şekilde 'Fethullah Gülen siyaset üstüdür' diyemezler; çünkü onun siyasi kimliği açıkça ortaya çıkmıştır.
Cemaat siyaset yapmak istiyorsa, siyasetin kurumlarıyla siyaset alanına girer.
Bunu yapmazlarsa, 'paralel devlet' olmadıklarına kimseyi inandıramazlar.
Aksi halde 'korku imparatorluğu' olurlar.
Telekulak davasında beraat etmişti
Cevdet Saral, Osman Ak,
Zafer Aktaş ve Mahmut Çorumlu'nun aralarında bulunduğu 21 polis hakkında üç
aydan üç yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın da önce kesin hükme
bağlanmasının ertelenmesi kararlaştırılmıştı.
Ardından aynı mahkeme Cevdet Saral, Osman Ak, Zafer Aktaş ve Mahmut Çorumlu hakkında, "delil yetersizliğinden beraatlarına" karar vermişti.
Ardından aynı mahkeme Cevdet Saral, Osman Ak, Zafer Aktaş ve Mahmut Çorumlu hakkında, "delil yetersizliğinden beraatlarına" karar vermişti.
KÜRTÇE EĞİTİM OLURSA NE OLUR
Türkiye’de uzun süredir; “Kürt
sorunu”, “azınlık hakları”, “anadilde eğitim” gibi tanımlarla bir
tartışma yaşanıyor. Sayıları az etkileri yüksek bir takım insanların, medya
gücünü kullanarak başlattığı tartışma, bugün hükümet uygulamalarına dek gelmiş,
somut uygulamalara dönüşmüştür. Buna karşın bilimden ve gerçeklerden uzak,
sürekli yinelemelerle sürdürülen bu ilkel tutum gereken yanıtı yeterince
almamış, halk aydınlatılamamıştır. Oysa, söylenen ve yapılanlar halkın yararına,
özellikle de Kürt halkının yararına işler değildir; çıkışı olmayan yeni bir
karmaşa ortamına gidiştir. Bunun görülmesi ve gösterilmesi gerekir. Yazıyı,
gerçeği ve sonucu görmeye çalışan bir çalışma olduğu için yayınlıyoruz.
Dış İstekler
ABD ve AB ile ilişkilerin yoğunlaştığı son yıllarda
Türkiye’de yaşanan tartışmalar, dolaylı ya da dolaysız Türk Ulusunun varlığıyla
ilgili konulara odaklanmıştır. Ekonomiden yönetim yapısına, hukuksal düzenden
kültüre dek hemen her alanda yapılan değişiklikler; ulusal çözülmeye yol açacak
kalıcı ve kapsamlı bir sosyal bozulmaya doğru gitmektedir. Çözülmeye zemin
oluşturan nedenler içinde ekonomiden hemen sonra dil ve kültürdeki bozulma en
önemli yeri almaktadır. Bu konularda yapılan ve yapılmakta olan değişiklikler, sanılandan
çok daha önemlidir ve bu değişikliklerin olumsuz sonuçları, çok geçmeden
üstesinden gelinmesi zor, yeni sorunlar olarak ortaya çıkacaktır.
“Azınlık hakları” ya da “anadilde eğitim” gibi konular üzerine
yoğunlaşan dış istekler ile bu isteklere uygun düşen yurtiçi tartışmalar
birlikte ele alınmalıdır. Bu yapılmadığında içte ve dışta tırmandırılan ve
Türkiye’nin ulusal yapısında kalıcı bozulmalar doğuracak bu tür girişimler,
gerçek boyutlarıyla kavranamayacak ve doğal olarak gerekli önlemler alınamayacaktır.
Geniş Cepheli “Tartışma”
Son dönemlerde Türkiye’de; politikacılardan işveren
örgütlerine, öğretim üyelerinden köşe yazarlarına dek, “sayıları az, cephesi
geniş” değişik kesim ve kişi “azınlık
hakları”, “kültürel özgürlük”, “anadilde
eğitim” gibi isteklerde bulundu. Konu uzun yıllar, gazete ve
televizyonlarda işlendi ve sonunda hükümet önerisi olarak üstelik “demokrasi paketi” adı verilerek
kamuoyuna açıklandı. Gelinen noktanın bir aşama olduğu, daha ileri
uygulamaların zamanı gelince açıklanacağı dile getirildi.
“Kürt
sorunu” adı verilerek açıklanan “görüşlerin” ilk dalgası 90’lı yıllarda
başlatılmıştı. Gazeteler, hemen her gün Avrupa Birliği kararları doğrultusunda
bunlardan söz ediyordu. Söylem biçimi değişiyor ama açıklamaların özü ve
zamanlaması ortak özellikler taşıyordu.
İleriye Hazırlık; Kamuoyu Oluşturma
PKK eylemlerinin yoğunlaştığı o günlerde “köşe
yazarları”, Türkiye’de o güne dek görülmemiş açıklıkla görüşler ileri
sürüyordu. Türk halkı, öğretmenlere, çocuklara ve kadınlara yönelmiş olan PKK
terörünün dehşeti içindeyken Hürriyet Gazetesi’nin Başyazarı Oktay
Ekşi, 09 Nisan 1991 tarihli gazetede şunları yazdı: “...Biz diyoruz ki
bu konu, yani ‘Bağımsız bir Kürdistan kurulmasını isteyenler-istemeyenler’
konusu bir plebisitle yani halkın oyuyla çözülsün... Bazıları, ya plebisitten
bağımsız bir Kürdistan çıkarsa diye endişelenebilirler. Bugün aykırı laf edelim
dedik ya... Belki kurtulmuş oluruz.” 1
Aynı gazetenin Genel Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök yazısına, “Kürdistan Bağımsızlık Partisine İzin”
başlığını atıyor ve “Konuştuğum bazı insanların, Güneydoğu için, ‘giderlerse
gitsinler ama buradakiler de gitsin’ havasında olduğunu görüyorum” diyordu.2
Ahmet Altan, 19 Nisan 1991 tarihli Nokta dergisinde şunları
söylüyordu: “Artık toprak tek başına bir değer ifade etmiyor. Sırf biraz
daha fazla toprağa sahip olmak için Güneydoğu’ya sahip olmanın yararı değil
zararı var Türkiye’ye. Kendi istekleriyle ayrılmak isteyen Kürtlere önderlik
eden Apo, Türklere Allahın bir lütfudur. Güneydoğu’da insanları öldürmek
yerine, ayrılmalarını ciddi ciddi düşünmenin tam zamanıdır.” 3
Bugün CNN–Türk’de görev yapan
Taha Akyol Panorama Dergisine yaptığı açıklamada; “Eğer üniter
devlet içerisinde çözüm bulunamayacaksa ve bu çözümsüzlük Türkiye’nin bütününe
zarar verecekse, ayrılıktan yanayım. Türkiye için, ayrılık federasyondan
iyidir.” 4
Atatürk’ün Sözleri
Mustafa Kemal Atatürk,
16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’de yaptığı açıklamalarda, kendisine “Kürt
sorunu nedir?” sorusunu soran Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin
Yalman’a şu yanıtı veriyordu: “Bildiğiniz gibi, bizim milli
sınırlarımızda var olan Kürt unsurlar, o şekilde yerleşmişlerdir ki, pek az
yerde yoğundurlar. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede, Türk unsurunun içine
gire gire, öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek
Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir... Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi,
hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki
unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki
bu ortak birşeydir. Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz.” 5
Baro’nun
Söylemleri
“Azınlık hakları” ve
“Kürtçe eğitim” konusunu Türkiye’de gündeme getiren ilk büyük örgüt
Türkiye Barolar Birliği ve onun Genel Başkanı Eralp Özgen oldu. 12 Aralık
1999 tarihinde Şanlıurfa’da toplanan TBB Yönetim Kurulu, “Güneydoğu Raporu”
adıyla görüşlerini açıkladı. Raporda şunlar söyleniyordu: “Tüm etnik kökenli
vatandaşlarımıza kendi kültür, dil ve kimliklerini ifade özgürlüğü, kendi
dillerinde özel eğitim ve öğretim hakkı tanınmalıdır.” 6
Politikacılar Ne Diyor
Baro başkanından sonra, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, CHP Başkanı Altan Öymen, Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen vb. benzer
açıklamalar yaptı. İsmail Cem,
Kürtçe televizyona izin verileceğini, Altan
Öymen Kürt Enstitüsü kuracaklarını söylerken Mesut Yılmaz şöyle diyordu: “AB ülkelerinde de resmi dil dışında
yayın yapmak mümkün değil ama bizim mevzuatımızda bazı yasaklar getirilmiş.
Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yasakların kaldırılması talep ediliyor. Ulusal
Program’da ifade ettiğimiz anlayışla bu sorunun zaman içerisinde yumuşak bir
geçişle çözümlenmesini hedefliyoruz.”7
Kürtlerin Türkiye’deki Konumu
İsmet İnönü,
Lozan’da Kürtlerin azınlık olmadığını Batılılara kabul ettirmiş ve Lozan’da
Türkiye adına okuduğu bildiride şunları söylemiştir: “Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü
Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri, Millet Meclisine girmiştir; Türklerin
temsilcileriyle aynı ölçüde ülkemiz hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar.”
8
Kürt kökenli T.C. yurttaşları bugüne
dek, hükümet dahil hemen tüm devlet kademelerinde görev aldılar; ekonomik,
siyasal ve hukuksal tüm alanlarda hiçbir kısıtlayıcı uygulamayla karşılaşmadılar.
Gerçeği Görmek
Bu gerçekleri görmek için elbette çıkarsız ve önyargısız bir
anlayışa sahip olmak gerekir. Kürt kökenli yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu
bunun farkındadır; bu nedenle Batı isteklerine itibar etmemektedir.
Kürt kökenli insanlarımızın
çoğunluğu, Türkiye’de Kürtçe TV istememektedir. Siyasi Ekonomik Sosyal
Araştırma ve Strateji Geliştirme Merkezi’nin (SESAR) 2000 yılında yaptığı
ankete göre, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgeleri dışında yaşayan Kürt kökenli
yurttaşlarımızın yüzde 58,19’u, bu bölgede yaşayanların yüzde 39,64’ü Kürtçe TV
istemiyor; isteyenlerin oranı bölge dışında yüzde 13,24, bölgede yüzde 31,18. Türkiye’deki
Kürt kökenli yurttaşların yalnızca yüzde 10,04’ü Türkçe bilmiyor. Kürt çocukların
yüzde 84,23’ü Kürtçe bilmiyor.9
“Anadilde Eğitim”
Batılılar’ın “anadilde eğitim” adıyla dayattıkları istekler,
Türkiye’de var olan toplumsal gerçeklik açısından ne anlama gelmektedir?
Kürtler; Türkiye, Irak, İran ve daha
az olarak Suriye ve eski Sovyetler Birliği’nde yaşayan bir halktır. Yöreden
yöreye, hatta köyden köye ayrılıklar gösteren dilleri; Arapça, Farsça ve Latin
kökenli dillerin etkisi altında kalmıştır; karmaşık bir dağılım içindedir.
Kuzey lehçesi Kırmançi, İran ve Doğu
Irak’ta konuşulan Sorani, bir İran ağzı olan Zazaca, Iraklı Kakayların
Gorani’si, Türkmenistan ve Azerbeycan Kürtçesi, Irak’ın Süleymani’si, Mikri’si
ve yine Kuzey Irak’ın Badinan’ı sayılırsa Kürtçe’nin parçalanmışlığı ortaya
çıkar.
Dil ayrılıkları, Kürtçe’nin
yazımında da görülür. Bir kısım Kürt fonetik Latin alfabesini kabul
ederken, Irak ve İran Kürtleri Arap harflerini, eski Sovyetler Birliği’ndeki
Kürtler de Kiril alfabesini benimsemişlerdir.
Dil Birliğinden Yoksunluk
Karmaşık dil yapılarıyla tüm Kürtler için bir dil birliğinden
sözetmek olanaksızdır. Yaşadıkları bölgelerin dillerinden etkilenen Kürtçe,
birçok dilden kelimeler almıştır. Arapça, Kürt diline son derece elverişsiz
olmasına karşın kullanılmıştır.
Dil birliğinin ve ekonomik çıkar
birliği, yani pazar birliğinin oluşamamış olması Kürtlerin uluslaşamamasına
neden olmuştur. Kuzey Irak’ta Batı destekli yapay bir Kürt devleti kurulabilir
ama dil ve ekonomik çıkar birliğine sahip olmayan Kürt kümeleri (grup) ve
aşiretleri uluslaşamazlar.
Uluslaşma, isteğe ve desteğe bağlı
olarak gerçekleştirilebilecek bir olgu değil, oluşumu yüzyıllara dayanan, ancak
kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle biçim bulan tarihsel bir süreçtir.
Dil birliği, toprak birliği, tarihsel olarak oluşan ruhi şekillenme birliği ve
ekonomik çıkar birliği; bir topluluğun ulus olması için kesin koşullardır. Bu
dört koşuldan biri bile eksik olsa ulus oluşumu ortaya çıkamaz.
Din, ırk ve devlet kurma; ulusu
oluşturan öğeler değildir. Irk, soydan gelme ortak fizik özellikleri oluşturan
biyolojik etkendir. Hiçbir biyolojik etken toplumların tarihi evrimi içinde
belirleyici rol oynayamaz. Fransız Ulusu Franklar, Normanlar, Basklar,
Brötonlar, Provensaller; İtalyan Ulusu İtalyotlar, Romalılar, Germenler,
Etrüskler, Yunanlılar; Türk Ulusu Türkler, Sümerler, Hititler, Persler,
Lidyalılar, İyonlar, Çerkezler, Arnavutlar, Kürtler, Lazların... Tarih içindeki
karışımından oluşur. Ancak bu toplumlarda ulusun üst kimliğini Fransa’da
Franklar, İtalya’da İtalyotlar, Türkiye’de Türkler vermiştir.
Türkiye Kürtlerinin Şansı
Dört ülkeye dağılmış olan Kürtlerin en ileri kesimi
Türkiye’de yaşayanlardır. Türk Devrimi’nin Kürtleri de içine alarak
gerçekleştirdiği uluslaşma süreci onları, Türk ulusunun önemli bir unsuru
olarak kalkınmaya, çağdaş gelişmeye yöneltmiştir. Genç Cumhuriyet’in olanakları
ölçüsünde önemli başarılar elde edilen bu yöneliş, Atatürk öldükten
sonra özellikle de 1945’den sonra, her alanda olduğu gibi, geri dönüş sürecine
girmiş ve Doğu Anadolu ihmal edilerek bölgesel gelişme farklılıklarının arası
açılmıştır.
Bugün Türkiye’de 445 aşiret vardır.
Erzurum’daki Kürtler Diyarbakır Kürtçesini anlamaz. Köyden köye, kentten kente
değişen lehçeler vardır. Lehçe farkları olan Kürtlerin birbirleriyle
anlaşmasını sağlayan ortak dil Türkçe’dir. Türkçe bilen Kürtlerin oranı çok
yüksektir. Abdullah Öcalan bile kendini Türkçe ifade ediyor, yazılarını
Türkçe yazıyor. Bu yaratılmış olan kültürel bir zenginliktir ve yaratıcısı Türk
Devrimidir. Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında gerçekten iç
içe geçmişlerdir. Bu uygarlığın ve gelişmişliğin önemli göstergelerinden biri
olan doğal asimilasyonun kendisidir.
Türkçe Türkiye Kürtlerinin
Gereksinimidir
Türkiye’de hiçbir zaman ve hiçbir dönemde; kışkırtmalara
dayanan Kürt ayaklanmalarına karşın zora dayalı Türkleştirme çabalarına gidilmemiştir.
Kürt kökenli yurttaşlarımız yoksul ve kısıtlı yaşam koşullarından kurtulup, Türkiye’nin
her yerindeki toplumsal olanaklardan yararlanmak için Türkçeyi öğrenmek
gerektiğini görmüş ve bunu zorla değil, kendi çıkarını gözeten bir eğilim
olarak istekle yapmıştır. Türkçe öğrenmek onlar için ekonomik ve kültürel gelişmelerini
sağlayan gerçek bir kazanım olmuştur.
Ana dilde Eğitimin Açmazı
Türkiye’de “anadilde eğitim” önermenin ne anlama
geldiği açık olarak ortaya konulmalıdır. Dışta ve içte, artan bir biçimde
yaygınlaşan bu tür söylemler, uygulama alanına konulursa ne olacaktır?
Türkçe
Bilmemek Kürtleri Doğuya Sıkıştıracaktır
Bugün, Türkçe bilen Kürtler
bilmeyenlerden çok daha fazladır. Bu insanlar T.C. yasalarının tüm yurttaşlara
tanıdığı haklardan yararlanarak yalnızca devlet örgütünde değil, toplumsal
yaşamın her alanında etkin bir biçimde yer almaktadır. Kürtçe eğitim, ek
yabancı dil olarak Türkçeyi öğretmeyecekse, “anadilde eğitim” Türkçe
bilen Kürtlerin sayısını doğal olarak azaltacaktır. Oysa, Türkçe Kürt kökenli
yurttaşların gereksinimidir. Olayın mantıksal sonucu budur. Bu insanlar,
Türkiye pazarı içinde üretim ve yatırım yapma, çalışma, kamu hizmetlerinde
görev alma olanaklarını yitirecekler ve Doğu’ya sıkışacaklardır. Bu durum,
bölünmeden başka bir sonuç vermeyecektir. “Anadilde eğitim” uygulaması
yaşamla çelişen, çözüm değil sorun yaratacak bir girişim olacaktır.
Türkiye
Kürtleri Türkçe Öğrenmek Zorundadır
“Anadilde eğitim” ile Kürtçe’nin yanında Türkçe de öğretilecektir
denecek ise, bu sav ileri sürülen gerekçeyle tam olarak çelişecektir.
Anımsanmalı ki bu konuyu işleyen çevrelerin ileri sürdüğü gerekçe, Türkçe
bilmeyen Kürtlere Türkçe öğretmek değil, “Türkçe bilmeyen insanlara Kürtçe
hizmet götürme” üzerine kuruludur.
“Anadilde
Eğitim” Hangi Kürt Lehçesiyle Yapılacaktır
“Anadilde eğitim” hangi Kürt lehçesiyle yapılacaktır? Tek lehçe ile
yayın ya da eğitim yapılacaksa, bunu anlamayan ve diğer lehçeleri kullanan
insanlar ne olacaktır? Türkiye’de var olan her lehçeye göre TV ya da okul mu
açılacaktır?
Dil
Ayrılığı Ulusal Ayrılığı Getirecektir
Kürtçe’nin artarak, ulusal dil
olan Türkçenin bölgesel anlamda etkisizleştirilmesi, ulusal varlığın yaşatılıp
sürdürülmesini olanaksız kılacaktır. Dil birliği olmayan toplumların ulus
olmaları da mümkün değildir. Türkçe, Türk Ulusunun ortak dilidir. Türkçe’nin
etkisizleştiği yöreler ulusal bütünlükten uzaklaşıyor demektir.
Türkçe
Bilmeyen Türkiye’de Ne Yapar
Kürtçe eğitimle meslek sahibi
olan insanlar, tüccarlar, sermaye sahibi yatırımcılar Türkçe bilemeyeceklerine
göre ekonomik etkinliklere nasıl katılacaktır? Parlamento’da Kürtçe de mi
kullanılacak? Kürtçe bilen Türkçe bilmeyen parlamenterler ile Türkçe bilen
Kürtçe bilmeyen parlamenterler hangi dil ile anlaşacaklardır? İnsanları Kürtçe
yargılayan mahkemeler de kurulacak mı? Bu tür istekler, Türkiye’yi adım adım
federasyona ve parçalanmaya götürmez mi?
“Kör
Sokaklar”
“Azınlık hakları” ve “Anadilde eğitim” gibi sözlerle örtülmüş anlayışlar, sonu olmayan kör
sokaklardır. Bu sokaklar Kemalist Devrim’le, 80 yıl önce aydınlığa çıkan yollar
haline getirilerek, büyük ve güçlü bir ulus yaratıldı. Bu ulusun içinde yalnız
Türkler değil Kürt, Çerkez, Laz, Türkmen, Ermeni, Rum ve onbin yıllık Anadolu
tarihinin tüm etnik birikimi yer aldı; Cumhuriyet Yönetiminde, ırk ve din
ayrımına gidilmedi; çağdaş bir ulus yaratıldı.
Bu başarı, Batı’da hiçbir zaman
kabul görmedi ama bu gerçek onlara zorla kabul ettirildi. Şimdi geriye dönülmek
isteniyor. Küresel politikaların bir gereği olarak Anadolu Osmanlılaştırılmak
isteniyor. “Anadilde eğitim”, “azınlık hakları” gibi söylemler,
bu amaca yönelik etkili araçlardır.
Türkiye İsviçre değildir. Ulusal
varlığa, tarihsel gerçeklere ve öz değerlere sahip çıkılmalıdır. “Sonraki
pişmanlığın fayda vermez” umarsızlığına (çaresizliğine) düşülmemelidir.
DİPNOTLAR
1 “Ekonomik–PANAROMA Dergisi” 03.05.1992, sf.16
2 a.g.d.
sf.16
3 a.g.d.
sf.20
4 a.g.d.
sf.20
5 “Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve
Türkiye” Metin Aydoğan Umay Yayınları 12.Baskı, 2004, sf.440
6 “Kürtçe Eğitim Hakkı” Hürriyet 13.12.1999
7 “Yılmaz Programı savunamadı” Cumhuriyet 20.03.2001
8 “Lozan Barış Konferansı Tutanaklar
Belgeler” 1.Takım, 1.C.1.Kit. sf.348–349
9 “Batılı Kürtler TV İstemiyor” Hürriyet 28.12.2000
16 Ocak 2014 Perşembe
28 Şubata giden yol. Unutmayalım, unutturmayalım... Hatırlamakta yarar var.
28 Şubata giden yol. Unutmayalım,
unutturmayalım...
Hatırlamakta
yarar var.
Ertan ABALI 21 Ekim 2013
Nereden
nereye nasıl gelindi. Aydınlığa koşarken ortaçağa
nasıl dönüldü. Hayret etmemek elde değil. Nereden nereye nasıl
gelindi... Lütfen sonuna kadar okuyunuz.
4 Şubat 1949
: İki "meczup" Meclis'te ezan okuyor.
15 Şubat 1949 : İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950
: CHP
hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayı yürürlükten
kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar
Milli Eğitim Bakanlığınca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk
aşamada 19 idi.
12 Nisan
1950 : Mareşal
Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini
siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
29 Mayıs
1950 : Başbakan
Menderes, sadece "Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı
tutacağız " diyerek irticaya ilk işareti veriyor.
16 Haziran
1950 : Ezanın
Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz
1950: Radyoda
dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950
: Milli
Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar
veriyor.
3 Aralık
1950 : Arap
harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar
hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama
kaldırılıyor.
Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953
: Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları'na dönüştürüldü.
1953 : Yasa değişikliği ile "Siyasi
yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya
neden olan bir suç" sayılmaya başladı.
1954 : 25 yılını dolduran öğretim
üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim
görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden
uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955 : Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor: "Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz. "
1956 : Menderes, Konya'da halka hitap ederken "Ortaokullara din dersleri konulacağını" açıklıyor.
13 Eylül 1956 : Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
1957'de Başbakan Menderes, Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor: “Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir kâbe yapacağız."
14 Şubat 1957 : Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği 'ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957 : Kayseri 'de halka yaptığı açıklama Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500' üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul 'a davet edileceğini " söylüyor.
1957 – 1958 : Liselere seçmeli din dersi kondu.
1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
26 Haziran 1965 : Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966 : Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs
1966 : Demirel,
Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de
gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.“
17 Mayıs
1967 : İmam
hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967: İzmir 'de İslam Enstitüsü'nün temelleri Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.
Aralık 1967 : Meclis'te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.
21 Şubat 1968 : Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır" diyor.
19 Şubat 1969 : Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi, ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim kâbemiz, cihada hazır olun” sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar " olarak geçmesini sağlamıştır.
1 Ekim 1969 : Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin kır'atlı Kuran dağıttığı haberleri basına yansıyor.
26 Ocak 1974 : Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
1974 – 1977
: Din
kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976 : Bir yıl içinde 70 imam hatip
okulu açılıyor.
1976-1977 : Bir yıl içinde 77 imam hatip
okulu daha açılıyor.
1977-1978 : Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
21-25 Aralık
1978 : Kahramanmaraş
'ta meydana gelen olaylarda resmi
Açıklamalara
göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de
yaralanmıştı….
Sol parti ve
dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak
duvarlara "Allah için savaşa, Müslüman Türkiye"
sloganları yazılmıştı. Buna karşın
Süleyman
Demirel, şunları söylemişti : "Bana
sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz"
12 Haziran 1979 : MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor: "Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor? "
4 Temmuz 1980 : Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken başbakan Demirel "Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın!" diyerek "solun kalesi" diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.
22 Temmuz 1980 : Kemal Türker'in öldürülmesi.
7 Eylül 1980 : MSP'nin Konya'da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu : "Dinsiz devlet yıkılacak elbet…Şeriat gelecek… Laiklik dinsizliktir… Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm… Cihada hazırız…"
12 Eylül 1980 : Amerika'nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların "bizim çocuklar" (Our Boys) dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekun bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikim üzerinden silindir gibi geçildi. Bu satırların yazarı bile bundan payını alarak 92 gün işkence gördü. Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül' ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada "Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz " diyordu.[1] "Gerçekte," der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur." [2] Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.
12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü 'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya 'ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal 'ın, "12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik" biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı. Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek şunları söylemiştir: "Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok…Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur. …Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır. "[3]
1989 : TCK'nın Türkiye 'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989 : Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990
: Prof.
Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.
7 Mart 1990
: Çetin
Emeç'in öldürülmesi.
4 Eylül 1990
: Turan
Dursun'un öldürülmesi.
6 Ekim 1990
: Prof.
Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.
24 Ocak 1993
: Uğur
Mumcu, "İmam-Subay " başlıklı yazısından iki gün sonra bir
suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993 : Sıvas 'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri' nin 3. gününde, Müslümanlar ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli' ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı : "Zafer İslam'ın… Cumhuriyet Sıvas'ta kuruldu, Sıvas'ta yıkılacak! Şeriat gelecek zulüm bitecek… Kahrolsun laiklik…"
27 Mart 1994
: Yerel
seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki
belediyelerin, Ankara ve İstanbul
'daki anakent belediyelerinin tüm olanakları RP'nin eline geçti.
Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı.
Erbakan, ”Refah
iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı
mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek"
diyordu.
5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan
ederken "Son sosyalist devleti de yıktık"
sözleriyle Kemalizm’in sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa
kazanımları
kastediyordu.
10 Kasım
1994 : Anıtkabir'de
Atatürk' e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, "Taşlara,
kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kur'ana
davet ediyorum." diye slogan attı.
11 Ocak 1995
: Onat
Kutlar'ın öldürülmesi.
9 Ocak 1996 : Metin Göktepe'nin öldürülmesi.
3 Kasım 1996
: Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya,
siyasetçi, polis ilişkileri açığa çıktı. Başbakan Erbakan 'fasa fiso'
dedi, Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için bir dakika
karanlık toplumsal eylemi için "Mumsöndü oynuyorlar" dedi.
1997 : Refah Partili Sincan Belediye
Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere
şeriat enjekte edilecek" diyordu.
11 Ocak 1997 : Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği verdi.
1997 : Şevket Yılmaz : "Allah'ın size soracağı soru şöyle : Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?"
Hasan Hüseyin Ceylan : "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!"
Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe : "Bu törenlere içim kanağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."
Şanlıurfa Belediye Başkanı H. İbrahim Çelik : "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." diyorlardı.
Ve Nihayet Şubat 1997 : … Özal'ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutu’nda verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı.
Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek, "Laiklik, din özgürlüğüdür", "Din ise birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı.
Eğitim yoluyla bu ülkede, "İktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma götürürüz" diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiç kuşkumuz kalmadı.
21 Ekim 1999
: Prof.
Dr. Ahmet Taner Kışlalı 'nın öldürülmesi.
18 Aralık
2002 : Prof
Dr. Necib Hablemitoğlu 'nun öldürülmesi.
Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor
Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor
-------------------Ertan ABALI 21 Ekim 2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)