1 Kasım 2016 Salı

Görev 1 Kasım 1922'den bugüne aynıdır



BASIN AÇIKLAMASI
“Görev 1 Kasım 1922'den bugüne aynıdır”
1 Kasım 1922’de Osmanoğulları’nın 600 yüz yıl zor ve zorbalıkla el koydukları hâkimiyet ve saltanat kan bedeli kazanılan bağımsızlık savaşı karşılığı ve büyük bir devrimle Osmanoğulları’ndan alınarak,  soylu Türk ulusuna teslim edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti emperyalist işgale karşı verilen bir savaşın kazanımı olduğu kadar, aynı zamanda emperyalizmle işbirliği içerisindeki gerici güçlere karşı verilen kararlı ve devrimci mücadelenin ürünüdür.
Tüm ulusun ağır bedeller ödeyerek kazanıp kurduğu Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”
Yürürlükte olan Anayasanın 2. Maddesinde de, Cumhuriyetin nitelikleri şöyle tanımlanmıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Laikliğin özü, ulusal egemenliktir. Saltanat ve hilafet 1923 te bir daha geri gelmemek üzere yıkılmış ve tarihe gömülmüştür. Kemalist Cumhuriyetin egemenlik kaynağı dinsel değil, dünyevidir ve egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk ulusunundur.
İktidar, saltanat sahiplerinin elinden dünyaya örnek bir devrimle alınmıştır. Mustafa Kemal Saltanatın kaldırılması görüşmelerinin komisyonda uzaması üzerine bir sandalyenin üzerine çıkarak yaptığı konuşma bu gerçeği kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anlatmaktadır.
 “Efendiler hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir.
Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hâkimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir.
Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir.”
ABD – AB tarafından projelendirilerek 2002 de iktidara taşınanların hiç ağızlarından düşürmedikleri Osmanlı övgüsü aslında bir Osmanlı saltanatı özlemidir. Bu saltanat özlemcilerine birkaç anımsatma yapalım.
Yıldırım Bayezid’in tahta geçtikten sonra yaptığı ilk iş, on kardeşini vahşice boğazlattı. II. Murat tahta geçince Kardeşi Mustafa’yı öldürttü, diğer kardeşlerinin gözlerine ‘mil’ çektirdi.
Kundaktaki kardeşini boğduran Fatih Sultan Mehmet,  Sadrazamının kellesini kendi elleriyle kestikten sonra kanlı kelleyi aylarca yanındaki heybesinde taşıyan, kardeşleri Şah, Alem şah, Mahmut ve Mahmut’un oğulları Mehmet, Musa, Emin, Orhan ve Osman’ı boğdurtan Yavuz, Kendi öz oğlunun öldürülmesini zevkle izleyen Kanuni Sultan Süleyman, Babasının öldüğü gün tam 19 kardeşini boğazlatan, öldürecek kardeş, akraba kalmayınca kendi öz oğlunu uykuda boğan III. Ahmet. Ve Saltanatın kaldırılma kararı üzerine, 17 Kasım 1922'de düşmana sığınan, yani resmi esareti kabul eden, "Türklerin bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte olmadıklarını" söyleyecek kadar Türk düşmanı olan Vahdettin.
Saltanat özlemcilerinin her ağızlarını açtıklarında övgüler düzdükleri Osmanlı'da Türklere iki vazife biçilmişti: Olsa da olmasa da vergi ödeyen tek toplumdu, ikincisi savaşlarda hazır kıta güvenilir savaşçı askerlerdi. Bunun dışında Osmanlının ne Anadolu’dan, nede Türklerden haberi bile yoktu. Türklükten kopan, hatta Türklüğü suç sayan, Türklere tahammülü olmayan Osmanlı saraylarda cariyeler ve kapatmaları ile şaşaalı hayatlarını yaşadılar. Anadolu coğrafyasında yaşayan Türkler ise biat duyguları ile Devlete olan bağlılıklarından Hutbelerde "Padişahım çok yaşa" saflığında yoksulluk içinde yaşadılar.
İşte 1 Kasım 1922 de bir daha geri gelmemek üzere kaldırılan ve tarihe gömülen saltanat budur.
Son günlerde özellikle sık sık gündeme getirilen "Yeni Osmanlıcılık" projelerinin Türkiye Cumhuriyeti'ni tasfiye planının süslenmiş ve cilalanmış bir ifadesinden başka bir şey değildir. Kutsal dinimiz kullanılarak sahneye sürülen Osmanlı modeli ile Türkiye onulmaz bir felakete sürükleniyor.
Davutoğlu’nun “100 yıllık parantez”; AKP’li bir Milletvekilinin “90 yıllık fragman” dediği Kemalist Cumhuriyet Despotik, gerici ve yağmacı bir rejime dönüştürülüyor.
Saltanatın Kaldırılışının 94. yılında Cumhuriyet’i tasfiye etmek, başkanlık adı altında padişahlığını ilan etmek isteyenlere karşı görev 1 Kasım 1922'den bugüne aynıdır.
Ne yapılması gerektiğini Mustafa Kemal Atatürk 20 Mart 1923’de Konya’da gençlerle yaptığı konuşmada bizlere gösteriyor. “Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım benim milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım benim milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımı atanı tepelemektir… Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim. Farz-ı muhal eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.”
Türkiye Cumhuriyetinin kurucularını sevgi, saygı ve minnetle bir kez daha anıyoruz.
01 Kasım 2016
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

30 Ekim 2016 Pazar

Ne yaptın böyle Mahruki…



Ne yaptın böyle Mahruki…
Vatan toprağını Yunanistan’a göz göre göre peşkeş çekenlerden özür dilemek de neyin nesi…
Sen bizim gönlümüzdeki kar leoparıydın, Mahruki. Everest’e tüpsüz çıkardın sen. Ağrı, Cudi, Erciyes ve dünyanın tüm heybetli zirveleri senin önünde tozlu yol olurdu.
Yangınlarda, depremlerde, felaketlerde sen ve AKUT’un Hızır gibi yetişir, hayat kurtarırdı.
Bizim ve milyonların kahramanıydın sen.
Ama öyle bir akıl almaz, akla gelmez iş yaptın ki geçende, bir anda uçup gitti tüm geçmişin ve geçmişteki varlığın, kişiliğin.
Bir anda gözümüzde korkak, ürkek, kaçacak yer arayan tarla faresine dönüştün.
Nasıl yaptın kendine bu kötülüğü?
Ve nasıl düş kırıklığına uğrattın bizi ve milyonları?
Biz izlemeyiz onları. Onların televizyonuna çıkmışsın ve orada son derece doğru, yurtsever sözler söylemişsin, o gericilere, o Ortaçağcılara. O Havuz Medyasının, halkın sırtından beslenen şahıslarına.
Aynen şöyle demişsin:
“Ege’deki bize ait olan 17 adayı Yunanistan’a vermekten dolayı vatana ihanetten yargılanacak hükümet. Devran dönecek, Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Genelkurmay Başkanı da yargılanacak.” (https://www.youtube.com/watch?v=ZxQczHEt_CM)
Bu sözlerin neresi yanlış?
Türkiye’de; “Ben bu vatanın insanıyım. Vatanımı ve milletimi seviyorum.”, diyen her kişi imzasını atar bu sözlerin altına.
Nitekim, Halkın Kurtuluş Partisi, yani “Vatanı Sevmenin Ustası”, onları “Vatan toprağını Yunanistan’a peşkeş çekmek”ten dolayı şikayet etti mahkemelere. Suç duyurusunda bulundu. Hem Çeşme’de, hem Ankara’da Anayasa Mahkemesinde. Eylemli açıklamalar yaptı. Fakat ne yazık ki, Türkiye’de bu vatan toprağını peşkeş çekenler tarafından hukuk diye bir şey bırakılmadığı için, bağımsız yargı diye bir şey bırakılmadığı için bir sonuç çıkmadı bu çabalarımızdan, bu başvurularımızdan.
Ama gün gelecek, devran dönecek, bağımsız mahkemeler kurulacak bu ülkede. Hükümlerini Kaçak Saray’ın sinyallerine göre değil, hukuktan ve vicdanlarından alan gerçek yurtsever savcı ve yargıçların oluşturduğu bağımsız mahkemeler meydana gelecek. İşte onlar, soracak bunlardan bu peşkeşin hesabını.
Vatan toprağını satmanın suç olmadığı nerede görülmüş?
Bal gibi suçlu bunlar. Ve hesap verecekler.
Senin bu olağanüstü doğru ve haklı sözlerin ağır geldi bu Kaçak Saraylı ve onun AKP’gilleri’ne. Ağır geldi onun Havuz Medyasının görünüşte gazetecilerine, televizyoncularına. Ve savcıları saldı senin üzerine. Senin tutuklanmanı istediler, zindana atılmanı…
Onlar, kendilerini projelendirip oluşturan, iktidara taşıyan ve 14 yıldan bu yana da iktidarda tutan ABD Emperyalistlerine verdikleri söz gereği, Türkiye’yi “Yeni Sevr”e yani BOP’a götürmekle görevlidirler. O işi yapmaktadırlar şu anda da.
Bu vatan millet düşmanı işi yaparken de, isterler ki bu ihanetlerine itiraz eden, ses çıkaran kimse kalmasın. Herkes koyun sürüsünün elemanlarına dönsün. Bu ağzı var dili yok, çaresiz canlılara benzesin. Böylece de onların hüloogg’cuları uyanmasın. Onların yapıp ettiği ihanetlerin farkına varmasın…
İşte bu sebepten sürdüler savcıları üzerine.
Böyle bir durumda senden beklenen neydi, Mahruki?
Yiğitçe haklı tutumunun ve sözlerinin arkasında durmak. Senin geçmişin, geçmişteki yiğitliklerin, fedakârlıkların böyle davranmanı gerektirirdi.
Ama olmadı. Yapamadın bunu, Mahruki. Diz çöktün Kaçak Saraylı’nın ve Avanesinin önünde. Yıktın geçmişte yaptıklarını bir bir. Acıklı, çaresiz, zavallı, ürkek ve korkak bir insana döndün.
Şöyle dedin aynen. Daha doğrusu, diz çöktün:
“İstemeden de olsa sebep olduğum bu olayda kendi payıma düşen kısmı için başta Sn. Cumhurbaşkanı ve tüm AKUT ailesi olmak üzere bu süreçten rahatsız olan herkesten özür dilerim.” (Nasuh Mahruki, Sözcü Gazetesi, 24 Ekim 2016)
İşte bu sözler, bu korkakça özür, kendi ellerinle kendi alnına sıktığın bir kurşundan farklı bir şey değildi, Mahruki. Artık yok eski zirvelerin fatihi Mahruki. Ortada acıklı bir “Feldmous” var.
Bu konuya ilişkin, kendini bağışlatmaya yönelik şu sözleri de söylüyorsun aynı yazında:
“Bugüne dek; Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Em. Kurmay Albay Ümit Yalım, Ümit Özdağ, Yılmaz Özdil, Soner Yalçın, Banu Avar, Saygı Öztürk, Ahmet Takan, Ümit Kocasakal, Vatan Partisi, MHP, CHP, HDP ve daha başka pek çok kişi ve kurum tarafından gündeme getirilmiştir.” (agy)
Bu saydığın kişi ve kurumların sadece biri, Ümit Yalım gerçekten bu işin ortaya çıkmasında ve takibinde elinden gelen her gayreti göstermiştir. Öbürleri ise, yasak savma babında mızıldanmıştır yalnızca.
Oysa gerçek yurtsever, halksever ve Mustafa Kemal’ci Parti-Halkın Kurtuluş Partisi ne yapmıştır?
Suç duyurularında bulunmuş, eylemli açıklamalar yapmış ve işi Anayasa Mahkemesine kadar götürmüştür. İşin peşini bırakmayacağına dair de tekrar tekrar açıklamalarda bulunmuş ve sözler vermiştir halkımıza. Hem suçlulardan bunun hesabının sorulacağına dair, hem de Ege’de bize ait olan 17 adanın Yunanistan’a bırakılmayacağına ve bedeli ne olursa olsun o vatan topraklarının kurtarılacağına dair hüküm belirtmiş, taahhütte bulunmuştur.
Saygıdeğer namuslu asker Ümit Yalım’la da işbirliği halinde çalışmaktadır.
Tabiî sen yukarıdaki yazında bizden söz etmiyorsun. Edemiyorsun, daha doğrusu. Ağırdır bizim adımız. Herkes taşıyamaz. Bizden söz etmek, hele hele hakkımızı vermek için Everest kadar yürek ve namus olması gerekir adamda, Mahruki!
Neyse, geçelim bunu…
Zaten sadece sen değil, Merdan Yanardağ yönetimindeki ABC Gazetesi’nin dışında hiç kimse bizim adımızı, yazılarımızı, eylemlerimizi taşıyamamaktadır. Bizim adımıza, suretimize ve görüntülerimize asla yer vermemektedir, ekranlarında, sayfalarında. Olsun bakalım…
Besbelli ki Kaçak Saraylı’nın ve Avanesinin saldırısı karşısında ürküntüye kapılmışsın Mahruki. Ama çevrende de seni cesaretlendirecek, yapmayı düşündüğünün büyük bir yanlış ve senin için intihar anlamına gelebileceğini söyleyen bir tek dostun, yakının da yokmuş. Seçtiğin çevre de yanlışmış, Mahruki. Yazılar yazdığın, ekranlarına çıktığın gazeteler, televizyonlar ve onların sahipleri de yürek yoksunu. O yüzden sana verecek bir cesaret öğütleri zaten yok onlarda.
Hani ne diyor şairimiz:

Yoksa bu ilişkiler, bu zaaflar
Seni yiyip bitirir, seni yiyip bitirir
Dirhem dirhem azalırsın…

Çok kötü oldu bu yaptığın, Mahruki. Hiç düşünmedin geçmişini. Savaşçı atalarını, sana umut bağlamış, seni kahraman bellemiş sevenlerini. Ve tırmandığın zirveleri, sarp uçurumları.
Neyse, olan oldu. Sana tavsiyemiz, daha doğrusu dost tavsiyesi; dönüp sıfırdan başlaman. Yeniden ayağa kalkman…
Bunun için izlenecek somut bir örnek mi gerek diyorsun?
İşte biz buradayız. Bizi izle… Görürsün vatan satıcılara karşı nasıl mücadele edilir, halk nasıl savunulur, vatan nasıl savunulur.
Ne diyor Önder’imiz Kıvılcımlı:
“Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense ölmek yeğdir.”    
Evet, Mahruki. Korkuyorlar. Ondan saldırganlıkları. Çünkü yaptıklarını biliyor onlar.
Ne diyordu yine Büyük Ozanımız Nazım?

Hiçbir korkuya benzemez
Halkını satanın korkusu…

Biz sanatı severiz. Gerçek sanatçılarımızı severiz. Zaten Devrim de bir güzelsanattır bize göre.
Bu vesileyle de sana şu an bedence aramızda olmayan yiğit bir devrimci ozanımızın dizeleriyle selam edelim:

Korkuyorlar korkacaklar korksunlar
Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar
Geliyoruz, geleceğiz yakındır.
Kim nerede ne işliyor hepsini
Biliyoruz bileceğiz yakındır.

Bölüşmüşler memleketin varını
Bekliyoruz hele gelsin yarını
Elimizin nasır balyozlarını
Başlarına vuracağız yakındır.

Din alıp satmaya vermişler hızı
Hele şu ağalık başlıca sızı
Zorlanıp alınan haklarımızı
Fitil fitil alacağız yakındır.

Aç ölürüz tok yaşarlar bu neden
Yıkılsın bu hale hükümet eden
Şura doğu şura batı demeden
Güvercinler salacağız yakındır.

Eridi yokuşlar yöneldik düze
Boşuna bu çaba bu engel bize
İşçi köylü kendi meclisimize
Biz kendimiz dolacağız yakındır.
Âşık İhsani

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
29 Ekim 2016

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı