BASIN AÇIKLAMASI
“Görev 1 Kasım 1922'den bugüne aynıdır”
1 Kasım 1922’de
Osmanoğulları’nın 600 yüz yıl zor ve zorbalıkla el koydukları hâkimiyet ve
saltanat kan bedeli kazanılan bağımsızlık savaşı karşılığı ve büyük bir
devrimle Osmanoğulları’ndan alınarak,
soylu Türk ulusuna teslim edilmiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti emperyalist işgale karşı verilen bir savaşın kazanımı olduğu kadar,
aynı zamanda emperyalizmle işbirliği içerisindeki gerici güçlere karşı verilen
kararlı ve devrimci mücadelenin ürünüdür.
Tüm ulusun
ağır bedeller ödeyerek kazanıp kurduğu Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi,
Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”
Yürürlükte
olan Anayasanın 2. Maddesinde de, Cumhuriyetin nitelikleri şöyle
tanımlanmıştır:
“Türkiye
Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Laikliğin
özü, ulusal egemenliktir. Saltanat ve hilafet 1923 te bir daha geri
gelmemek üzere yıkılmış ve tarihe gömülmüştür. Kemalist Cumhuriyetin egemenlik
kaynağı dinsel değil, dünyevidir ve egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk
ulusunundur.
İktidar,
saltanat sahiplerinin elinden dünyaya örnek bir devrimle alınmıştır. Mustafa
Kemal Saltanatın kaldırılması görüşmelerinin komisyonda uzaması üzerine bir
sandalyenin üzerine çıkarak yaptığı konuşma bu gerçeği kuşkuya yer bırakmayacak
şekilde anlatmaktadır.
“Efendiler hâkimiyet ve saltanat hiç
kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla
verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardır.
Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir.
Şimdi de
Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hâkimiyet ve
saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu
olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız
meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği
kanunla ifadeden ibarettir.
Bu mutlaka
olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî olarak
karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun
olarak ifade edilecektir. Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir.”
ABD – AB
tarafından projelendirilerek 2002 de iktidara taşınanların hiç ağızlarından
düşürmedikleri Osmanlı övgüsü aslında bir Osmanlı saltanatı özlemidir.
Bu saltanat özlemcilerine birkaç anımsatma yapalım.
Yıldırım
Bayezid’in tahta geçtikten sonra yaptığı ilk iş, on kardeşini
vahşice boğazlattı. II. Murat tahta geçince Kardeşi Mustafa’yı öldürttü,
diğer kardeşlerinin gözlerine ‘mil’ çektirdi.
Kundaktaki
kardeşini boğduran Fatih Sultan Mehmet,
Sadrazamının kellesini kendi elleriyle kestikten sonra kanlı kelleyi
aylarca yanındaki heybesinde taşıyan, kardeşleri Şah, Alem şah, Mahmut ve
Mahmut’un oğulları Mehmet, Musa, Emin, Orhan ve Osman’ı boğdurtan Yavuz,
Kendi öz oğlunun öldürülmesini zevkle izleyen Kanuni Sultan Süleyman,
Babasının öldüğü gün tam 19 kardeşini boğazlatan, öldürecek kardeş, akraba
kalmayınca kendi öz oğlunu uykuda boğan III. Ahmet. Ve Saltanatın
kaldırılma kararı üzerine, 17 Kasım 1922'de düşmana sığınan, yani resmi esareti
kabul eden, "Türklerin bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte
olmadıklarını" söyleyecek kadar Türk düşmanı olan Vahdettin.
Saltanat
özlemcilerinin her ağızlarını açtıklarında övgüler düzdükleri Osmanlı'da
Türklere iki vazife biçilmişti: Olsa da olmasa da vergi ödeyen
tek toplumdu, ikincisi savaşlarda hazır kıta güvenilir savaşçı askerlerdi.
Bunun dışında Osmanlının ne Anadolu’dan, nede Türklerden haberi bile yoktu.
Türklükten kopan, hatta Türklüğü suç sayan, Türklere tahammülü olmayan Osmanlı
saraylarda cariyeler ve kapatmaları ile şaşaalı hayatlarını yaşadılar. Anadolu
coğrafyasında yaşayan Türkler ise biat duyguları ile Devlete olan
bağlılıklarından Hutbelerde "Padişahım çok yaşa" saflığında yoksulluk
içinde yaşadılar.
İşte 1 Kasım
1922 de bir daha geri gelmemek üzere kaldırılan ve tarihe gömülen saltanat
budur.
Son günlerde
özellikle sık sık gündeme getirilen "Yeni Osmanlıcılık"
projelerinin Türkiye Cumhuriyeti'ni tasfiye planının süslenmiş ve cilalanmış
bir ifadesinden başka bir şey değildir. Kutsal dinimiz kullanılarak sahneye
sürülen Osmanlı modeli ile Türkiye onulmaz bir felakete sürükleniyor.
Davutoğlu’nun
“100 yıllık parantez”; AKP’li bir Milletvekilinin “90 yıllık fragman”
dediği Kemalist Cumhuriyet Despotik, gerici ve yağmacı bir rejime
dönüştürülüyor.
Saltanatın
Kaldırılışının 94. yılında Cumhuriyet’i tasfiye etmek, başkanlık adı altında
padişahlığını ilan etmek isteyenlere karşı görev 1 Kasım 1922'den bugüne
aynıdır.
Ne yapılması
gerektiğini Mustafa Kemal Atatürk 20 Mart 1923’de Konya’da gençlerle yaptığı
konuşmada bizlere gösteriyor. “Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey
anlamak isterseniz derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz
yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim
gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım benim milletimin
hayatına karşı bir kasıt, o adım benim milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli
bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey
mutlaka o adımı atanı tepelemektir… Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim.
Farz-ı muhal eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis
olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma
yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.”
Türkiye
Cumhuriyetinin kurucularını sevgi, saygı ve minnetle bir kez daha anıyoruz.
01 Kasım 2016
YÖNETİM KURULU ADINA: Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI