10 Mayıs 2014 Cumartesi
9 Mayıs 2014 Cuma
Emperyalizm ve Kıssadan Hisseler/ Barış DOSTER
![]() |
Emperyalizm ve Kıssadan Hisseler/ Barış DOSTER |
ABD’nin önemli bilim insanlarından Samuel Huntington,
Türkiye’de de ses getiren çalışmasının adını “Medeniyetler Çatışması” koymuştu.
Sonra “Tarihin Sonu” tezini ortaya attı.
Ardından bu tezinden önemli ölçüde döndü, özeleştiri verdi. ABD “Medeniyetler
İttifakı” projesini ortaya atıp, buna biri bizden diğeri İspanya’dan
iki tane eş başkan bulunca, ülkemizdeki Huntington hayranları
da keskin bir U dönüşü yaptılar. Oysa ne Medeniyetler Çatışması, ne Tarihin
Sonu, ne de Medeniyetler İttifakı bilimsel tezlerdir.
Bunların üçü de ABD emperyalizminin ihtiyaçlarından doğmuş
projelerdir. Olanı incelemez, olmasını istediklerini vazederler. Tespit değil,
temenni öne çıkar. Bu nedenle onları kavramsallaştırma, kuramsallaştırma işi de
devletle, istihbarat örgütleriyle teması bilinen akademisyenlere sipariş
edilir.
Kıssadan hisse: Emperyalizmin kuramcılarının yazdığı metinlere,
sözde bilimsel çalışmalara karşı uyanık olmak gerekir.
Büyük Ortadoğu Projesi’nde eş başkan olmakla övünen
Türkiye’nin payına İslam diniyle hiç ilgisi olmayan, dini değil tamamen siyasi
ve de ABD yapımı bir proje olan “Ilımlı İslam”, bir diğer ifadeyle
Amerikan İslam’ı düştüğünde kimileri pek sevinmişti. Bu sayede din kardeşliği
üzerinden terörün önleneceğine inanmışlardı. Bu yöndeki yayınların sayısı
artmıştı. O kadar ki terör örgütü liderine bile “barış elçisi” gözüyle
bakanlar belirmişti mütareke medyasında. İmralı ile Kandil sanki iki farklı
yapı imiş gibi gösterilmeye çalışılmıştı. İmralı’nın barış istediği öne
sürülmüştü. İmralı sakini eli kanlı bir bebek katili olarak değil, barış ve
demokrasi elçisi olarak gösterilir olmuştu. Bu süreçte devletin adından
anayasaya, ana muhalefetten medyaya dek her şey yenilenmek istenmişti. Okyanus
ötesinden kimileri Cumhuriyet gazetesinde bile “Yeni
Kemalizm” başlıklı makaleler yazmışlardı. Hal böyle olunca, yeni devletin
adını koymak da yine bir ABD’li uzman- istihbaratçıya düşmüştü. Graham
Fuller, kitabına “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adını
vermişti. Kitaptaki tezler, yeni CHP’den de övgüler almıştı.
12 Eylül referandumunun ertesi günü iktidarın sözcülerinden olan Star’ın attığı
manşet de aynıydı: “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”.
Bu süreçte halkımız, sürecin federasyona ve bölünmeye gideceğini
göremedi. Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesi’nin, Kamu
Yönetimi Reformu’nun, Yerel Yönetimler Reformu’nun, Bölge
Kalkınma Ajansları’nın, Kardeş Belediyeler Birliği Projesi’nin, Birleşmiş
Milletler İkiz Sözleşmeleri’nin siyasi, idari, iktisadi, mali, kültürel
anlamda hep bölünmenin altyapısını hazırladığını söyleyenleri, ciddiye
almadı. “Yeni” ve “yenilenme” sözcüklerinin
büyüsüne kapıldı fazlasıyla. Sonuç: Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Bir
ayda 40 şehit verdikten sonra, gazetelerde terörle mücadele
konusunda eskiye dönüş yapılacağı, kitlesel tutuklamaların geleceği, güvenlik önlemlerinin
artırılacağı yazılır oldu. Yani “yeni” lafı, terörü önleyemedi. ABD
patentli “ılımlı İslam” projesi din kardeşliğini sağlayamadı. Habur
açılımı, Türk bayrağının asılmadığı sahra mahkemesi, Kemal Burkay üzülmesin
diye Atatürk resminin kaldırıldığı basın toplantısı, bölücülerin
silahlarını susturamadı.
Kıssadan hisse: ABD’nin etkin düşünce kuruluşlarından Atlantik
Konseyi’nin uzmanlarından olan David L. Phillips’in Haziran
2009’da yazdığı “Türkler ve Irak Kürtleri Arasında Güven Tesisi” başlıklı
rapordan ilham alan Kürt açılımı çökmüştür.
ABD Dışişleri Bakanlığının internet sitesinde şu mealde bir yazı
çıkmıştı: “54 ülkenin liderini biz yetiştirdik. Bizim bursumuzla
yetiştiler”. Listede Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı da
bulunuyordu. Dünyada Yahudi lobisinden cesaret ödülü alıp da Yahudi olmayan tek
başbakan da Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olduğuna göre, 1996’dan beri
ABD’li uzmanların üzerinde çalıştıkları, 2002 yılından itibaren yüksek sesle
dillendirilen Büyük Ortadoğu Projesi’ne şaşırmamak gerekir. Bu
kapsamda bölücülüğün adı “demokratik özerklik” olmuştur.
Geçmişte Çekiç Güç Irak’ı vurmak için konuşlanmış iken bu kez füze
kalkanı İran’ı vurmak için yerleştirilmektedir. Emperyalizm, devlet
biçiminde örgütlenmiş haydutluk olduğundan meseleye bütüncül yaklaşmakta, işi
şansa bırakmamaktadır. Irak Kürtlerini Saddam’dan kurtaran ABD, Türkiye’nin
Kürtlerini de Ankara’dan kurtarmanın altyapısını hazırlamaktadır. Türkiye’de
vatansız, milletsiz, devletsiz bir toplum yaratılırken, ulus devlet,
tekil devlet, laik devlet çözülmektedir. Hem de aileyle, ahlakla,
manevi değerlerle, içi boşaltılıp, sentetik hale getirilmek, özünden
uzaklaştırılmak istenen dini kavramlarla birlikte.
Türkiye bunları yaşarken küresel yatırımcılar, özellikle de
Türkiye’de gayrimenkul işi yapanlar, varlık yönetim şirketleri, çokuluslu
tekeller ve finans devleri, yakın geleceğe ilişkin öngörü
ve senaryolarını Türkiye’nin bölünebileceğini dikkate alarak
yazmaktadırlar.
Kıssadan hisse: Goethe’nin şu sözünü hiç unutmamak gerekir: “Cahilliğin
eyleme geçmesinden daha korkunç bir şey yoktur”.
BARIŞ DOSTER
8 Mayıs 2014 Perşembe
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ, HAYDİ GEL YÜZLEŞELİM!
Ertuğrul Kürkçü kim?
1948, Bursa doğumlu. Özgeçmişinde
sosyalist aktivist, yayıncı ve yazar olduğu yazılıdır.
Dev-Genç’e 1970 yılında genel
başkan olmuş.
Mahir Çayan arkadaşlarının 30
Mart 1972 günü öldürüldüğü Kızıldere baskınından sağ kurtulan tek kişi o!
12 Haziran 2011 milletvekili
seçimlerinde, terör örgütü PKK’nın desteğiyle Mersin’den milletvekili seçilip
TBMM’ne girmiş.
Şimdilerde, Halkların Demokratik
Partisi (HDP) Eş Başkanı.
Partisinin meclis grubunda 5
Mayıs 2014 günü yaptığı konuşmada Ertuğrul Kürkçü, CHP’ye çağrıda bulundu.
CHP, Dersim ile yüzleşsin diyen
Ertuğrul Kürkçü şunları söyledi:
“Biliyorum, bugünkü CHP değildi o
gün olanları yapan. Ama madem her şeyin mirasçısı
sizsiniz, bu katliamın mirası da
sizindir. Dersim halkına yardım etmeniz gerekirken bunun örtbas edilmesi için
çaba gösteriyorsunuz.”
Yöneticileri ve milletvekilleri
arasında tek bir Kemalist bulunmayan CHP’den bu çağrıya yanıt gelmemiştir.
Ancak meydan o kadar da boş
değil!
Bir Kemalist olarak, Ertuğrul
Kürkçü’nün yüzleşme çağrısını kabul ediyorum.
Hemen söylüyorum: Mustafa Kemal
Atatürk’ün dönemindeki tüm devrimlerin, tüm eylemlerin, tüm uygulamaların
mirasçılarından biriyim.
Hiç kuşkusuz, Dersim Silahlı
İsyanı’ın bastırılması sırasındaki uygulamaların da mirasçısıyım.
ABD-AB-PKK desteğiyle horozlanan
Ertuğrul Kürkçü, şimdi beni iyi dinle, sana çok kısa, çok özet olarak Dersim’i
anlatayım!
22 Mart 1937 günü, Dersim’de yani
bugünkü adıyla Tunceli’de ayaklanma başladı. Kürt aşiretlerinden oluşan 4.000
(dört bin) kişilik silahlı bir kuvvet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne
başkaldırdı.
Silahlı isyancıların başında,
Seyit Rıza vardı.
Silahlı isyancılar, Fransızların
para ve silah yardımıyla da güçlenerek, köprüler yıktılar, telefon hatlarını
kestiler, karakollar bastılar, Türk askerlerini öldürdüler…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne
karşı silahlı ayaklanmada başarılı olamayacağını anlayınca, elebaşı Seyit Rıza,
İngiltere Dışişleri Bakanı’na, “Dersim Generali Seyit Rıza” imzalı bir mektup
gönderdi. Türkler tarafından nasıl ezildiklerini, öldürüldüklerini, göçe
zorlandıklarını; yardım ve sadaka dilenen bir dilenci ağzıyla İngilizlere
anlattı, Kürt halkının kendilerinden yardım beklediğini en derin saygılarıyla
istirham etti. (Bu mektubun orijinali ve çevirisi, Dersim Silahlı İsyanı’nın
tüm ayrıntıları, İngiliz gizli belgeleriyle, “Türk Milletine Suikast” adlı
kitabımda verilmiştir.)
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni
yıkmak için İngilizlerden yardım dilenen, onursuz ve şerefsiz Seyit Rıza’nın
başını çektiği Dersim Silahlı İsyanı’nı, Türk Silahlı Kuvvetleri kesin bir
kararlılıkla bastırdı. Başta Seyit Rıza olmak üzere, 11 elebaşı yakalanıp idam
edildi. Elbette, dünyadaki tüm savaşlarda olduğu gibi, bu silahlı isyanın
bastırılması sırasında da masum insanlar ölüp gitti.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ya
Dersim Silahlı İsyanı’nı askeri gücüyle bastırıp isyancıları yok edecek, ya da
isyancıların isteklerine boyun eğip yenilecek, yıkılıp dağılacaktı.
Silahlı Dersim İsyanı’nı şiddetle
bastıran Türk Silahlı Kuvvetleri; ulusun birliğini, vatanın bölünmez
bütünlüğünü korumuş oldular, görevlerini yaptılar.
Her yüzleşme iki taraflı olur.
Şimdi sıra geldi, ABD-AB-PKK
destekli Ertuğrul Kürkçü’nün yüzleşmesi gereken gerçeklere.
Ertuğrul Kürkçü, Avrupa Birliği
(AB) hibeleriyle “iğfal” edilenlerdendir.[1]
Nasıl mı?
Gelin size bir vakfı
tanıtayım:[2]
IPS İletişim Vakfı
(IPS’nin açılımı: Inter Press
Service. Yani vakfın adının başında İngilizce sözcükler var!)
Yönetim Kurulu:
Başkan: Nadire Mater,
Genel Sekreter: Ertuğrul
Kürkçü
Üye: Füsun Özbilgen
Üye: Tuğrul Eryılmaz
Üye: Prof. Dr. Şahika Yüksel
Danışma Kurulu:
İpek Çalışlar, Dr. Mustafa
Sütlaş, Füger Uğur, Nilgün Uysal.
Proje Eğitim Danışmanı: Doç. Dr. Sevda Alankuş
Proje Koordinatörü: Ertuğrul Kürkçü
Projenin Adı: Medya Özgürlüğü ve Bağımsız Gazetecilik İzleme ve
Haber Ağı (BA2)
Tarih: 17.11.2003
AB’den Alınan Hibe:
€809.760 (Sekiz yüz dokuz bin yedi yüz
altmış Avro)
Özeti: Genel Sekreterliğini ve
Proje Koordinatörlüğünü Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı IPS İletişim Vakfı, Avrupa
Birliği’nden 809.760 Avro hibe almıştır.
Hibe, karşılıksız para demektir.
Kim kime karşılıksız para verir?
AB, hibe vererek Türkiye’de
toplam 2.357 kurum ve kuruluşu “iğfal”etmiştir.
“İğfal” edilen Vakfın Genel
Sekreteri ve Proje Koordinatörü Ertuğrul Kürkçü’ye soruyorum: 809.760 Avro
nereye ve kimlere gitti? Bu paranın hepsi senin cebine girdi, demiyorum. Ama mademki
Vakfın yönetim kurulu üyesi, genel sekreteri ve proje koordinatörüsün, öyleyse
sen de bu hibenin mirasçılarından birisisin!
Haydi, Ertuğrul Kürkçü, gel
yüzleş bu “iğfalle”! Sakın ola örtbas etmeye çabalama, çünkü peşindeyim!
Hem, hepsi bu kadar değil!
Ertuğrul Kürkçü’nün yönetim
kurulu üyesi, genel sekreter ve proje koordinatörü olduğu IPS İletişim
Vakfı’nın Başkanı Nadire Mater, daha önce yazdığı “Mehmet’in Kitabı” için Mac
Arthur Vakfı’ndan$59.000 (Elli dokuz bin
Avro) almıştı.
Mac Arthur Vakfı kurucu ve
üyelerinin CIA ve Küresel Çete’nin
başındaki örgüt CFR ile çok yakın
ilşkileri bulunmaktadır.
Madem ki gerçeklerle
yüzleşiyoruz, sormayı sürdürüyorum:
ABD-AB-PKK destekli Ertuğrul
Kürkçü, söyle bakalım:
CIA ile CFR ile
ilişkilerin boyutları nedir?
Bir yandan milyonluk AB hibeleri, bir yandan CIA, CFR
bağlantıları…
Yoksa “sosyalist aktivist” demek,
bu mu oluyor?
Yılmaz Dikbaş
7 Mayıs 2014
0532 233 31 52
5 Mayıs 2014 Pazartesi
“Devrimci Barutları” Bittiği İçin Tayyip Erdoğan’ın Önlerine Attığı Kemiklere Dört Elle Sarılanlar
“Devrimci
barutu” biten, bu nedenle Tayyip Erdoğan’ın önlerine attığı kemiklere dört elle sarılan, “YETMEZ AMA EVET”Çİ takım, bu
rezilliklerini “SOL-SOSYALİZM” kılıfı
altında yaparlar ki yalanları, çoğunluğu okuma özürlü solcularımız tarafından anlaşılmasın..
Bilindiği
üzere Kürtçülük tarafından “iğdiş” edilmiş
bu zevat “Dili Türkçe olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, anadili Türkçe olmayan
yurttaşlara öğretimleri boyunca “anadillerinde eğitim” verilmesi“ safsatasını, yani “ulusu
etnik kimlikler aracılığı ile bölme” oyununu döner dolaşırlar, Lenin’in
“Ulusların
Kendi Kaderlerini Tayin Hakkına” bağlarlar. Yani açıkça halkı aldatıp
kandırırlar.
Biz gerçeğin böyle olmadığını, bıkıp
usanmadan halka anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki bu sahte-ikiyüzlü “devşirilmiş
solcuların” maskeleri düşsün.
BAKIN BU KONUDA LENİN NE DİYOR:
“Başka
başka halklar tek bir devletin içinde yaşadıkları sürece milyonlarca,
milyarlarca iktisadi, sosyal, toplumsal bağla birbirine bağlıdırlar.
Eğitim bu bağlardan nasıl ayrı tutulabilir?
Eğer tek bir devletin sınırları içinde yaşayan değişik ulusal-topluluklar
iktisadi bağlarla birbirine bağlıysalar o ulusları ‘kültürel’ ve özellikle
eğitsel alanda sürekli olarak bölüp ayırmak saçma ve gerici bir şey olur! (…)
Okulların hangi
biçim altında olursa olsun, ulusal topluluklara göre ayrılmasına, en sert biçimde
karşı koymalıyız. Gün gibi açık ki böyle bir planı savunmak, işin aslında
burjuva ulusalcılığı ve şovenizm düşüncelerini gütmek demektir.
Her ne ise,
ulusları eğitim işlerinde bölmek bize düşmez. (…) ‘Ulusal kültür’ün
şampiyonluğunu yapmamalıyız” (Lenin, 14 Aralık 1913 Pravda)
4 Mayıs 2014 Pazar
Çorbaya Kaçan “Sirke Sinekleri” ve Gerçeklerin Anlaşılması İçin “Kuyruklu Yalanlar-Yalancılar” Üzerine
Çoğumuz
bilir. Çiçek saksılarının, çöplerin, yiyeceklerin etrafında sürüler halinde
dolaşan çok küçük “sirke sinekleri”, zaman zaman insanın ağzına, burnuna,
çorbasına kaçarlar. Pek zararları dokunuyor olmasa da, mide bulandırırlar...
Çorbayı içmek dışında başkaca bir seçeneğiniz yoksa kaşığın sapının ucu ile “bu
küçük yaratığı” çorbanızdan çıkartır atar, yolunuza devam edersiniz.
Özellikle son 10 -12 yılda yakalarına “Atatürk
rozeti” takarak - küçük ünler
uğruna- yalan söyleyen ahlaksızlar “sirke sinekleri” gibi çoğaldılar
yanımızda, yöremizde. Çünkü sistemin yarattığı kirlilik bunların üremesine
uygun bir ortam sağladı. Ne yazık ki “Atatürkçü” etiketli, kendilerini “sureti
haktan” göstermeye çalışan bu ahlaki değerlerinden yoksun, psikopat
karakterli onursuzlar geçmişte „Kemalist-Halkçı-Devrimci-sol“
hareket içinde hep var olmuştur ve halen de vardırlar.
Bunların
“Küçük
Ünler” uğruna yapmayacakları iftira, başvurmayacakları bir çirkeflik
yoktur. Bu nedenle de, bilinçli ajan
provokatörlerden hiç bir farkları yoktur. Bu onursuz yaratıklar, akılları
sıra başkalarını aşağılayarak kendilerini yücelttiklerini sanacak denli de aptal ve ahmaktırlar.
Bu
“sirke sinekleri“, okuduğu bir-kaç kitaptan,
ezberledikleri üç-beş cümle ile yalan-yanlış “teorik zevzeklikler” yaparak
çevresindekilere kendilerinin ne denli yüksek! bilince sahip olduklarını kanıtlamaya
çalışırlar. Kendilerine hiç hak etmedikleri, asla da hak etmeyecekleri unvanlar
yakıştırırlar. Yani yaşamında hiç tıp fakültesine gitmemiş birinin adının
önüne „Uzman Doktor ………… „
yazması gibi.
Bu
tipler, kalıplarla düşünme alışkanlığından vazgeçemezler. Ciddiyetle araştırma, sorgulama, analiz
yapma, yeniden üretme yetileri dumura uğramıştır. En başa kendilerini koyarak “tabular”
oluşturup, “kutsallar” yaratırlar. Bu nedenlerle
Antiemperyalist-halkçı-devrimci bir düşün sistemi olan “Kemalizm’i” “Atatürkçülük”
adı altında bir tabuya dönüştürerek geniş halk yığınlarınca “marjinal” olarak
algılanmasına yol açmışlardır.
Yıllar
öncesinde Karaköy-Kadıköy vapurlarında sahte ilaç ve jilet satanlar da,
ıvır-zıvır mallarını, “mayasıla-basura-bronşite, her derde
deva(!)”, yalanları ile pazarlarlar ve alıcı da bulurlardı. İnsanları
yalanlarla aldatıp, kandırdıkları için göreceli de olsa bir güç kazanmış
olurlardı
İşte
bizim“Sirke
Sinekleri” de, oradan buradan derledikleri “dağarcıklarındaki”, (her şey olan ama asla “Atatürkçülük” olmayan)
bilgileri pazarlayarak kendilerini güçlü- bilgi ve birikim sahibi olarak
göstermeye çalışırlar. Bu “küçük ünlere”
kavuşma, şan-şöhret ve hızla yükselme düşleri kuranlar; başkalarının
yaşamlarını karartacak, onlara maddi –manevi yıkımlar getirecek “kuyruklu yalanlarını” sanki gerçekten
olmuş gibi çevresindekilere ve özellikle “gölgesine
sığındıkları” sahiplerine aktarmakta bir an bile duraksamazlar.
Her
alanda ve her anlamda kişisel ve toplumsal yalanı, karalama, iftira ve çamur
atmayı meslek edinmiş olan bu özel görevli - küçük kariyeristler ile “Atatürkçü”
rolündeki sahtekârlarla uğraşmanın kolay olmadığını biliyorum.
Ama
unutulmamalı; Yalan ve iftira ile onur
yan yana var olamaz, bir arada olamaz. Bir kişi yalancı ise “ONURSUZDUR”.
Onurlu ise, koşullar ne olursa olsun “YALAN” söylemezler, söylenmesine de
izin vermezler. Onurlu ve dürüst kişiler yalanlar üretmezler, insanlara
iftiralar atmazlar, akılları sıra başkalarını aşağılamaya çalışarak kendilerini
yücelttiklerini sanmazlar...
İnsanı yücelten,
kişiyi onurlu kılan, ürettiği değerlerin diğer insanlara, yaşama olumlu, yapıcı
katkılarıdır. İnsanı yücelten, sahip olduğu adalet duygusudur, adaletli
davranışlarıdır, haksızlıklara karşı verdiği tepkilerdir. Bunlar olmadan,
insancıl, dürüst ve onurlu bir kişi olunamayacağı gibi, Atatürkçü de, devrimci
de olunamaz. Tek başına şu veya bu
kitabı hatmetmiş olmakla, “teori” konusunda ahkâm kesmekle, birtakım toplumsal
ilişkilere sahip olmakla ne Atatürkçü, ne de adam olunur.
Not:
Bu yazı herhangi bir kişiye yönelik
değildir. Yazıyı okuduktan sonra etrafınızdakileri gözlerinizin önüne getirin.
Mutlaka bir “Sirke Sineği” göreceksiniz
“Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha
sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu gizlice kavrayıveren kimse,
çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir. İşte o zaman
ikiyüzlülük kaçınılmazdır.” (Friedrich Nietzsche) 04 Mayıs 2014 Isparta
Mahmut
ÖZYÜREK
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)