26 Ocak 2019 Cumartesi

Diyanet'in Yalanı


Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ücretsiz dağıttığı kitapta “Seküler alanlarda yüksek tahsil yapmanın dini inanç ve ibadetler üzerinde olumsuz etki yaptığı tespit edilmiştir” denildi.
Gerçekten öyle mi?
Din öldürmeyi, hırsızlık yapmayı, yaralamayı yasaklar.
Diyanet’in iddiası doğruysa “eğitim seviyesi yükseldikçe suç oranlarının artması” gerekir.
Suç
İlkokul (yüzde)
İlköğretim(yüzde)
Lise ve dengi Meslek Okulu(yüzde)

Hırsızlık
17.7
47.3
12.3

Yaralama
22.1
37.1
19.8

Öldürme
19.2
29.6
22.1

Suç
Okuryazar değil(yüzde)
Okuryazar diplomasız(yüzde)
İlköğretim (yüzde)
İlkokul(yüzde)
Hırsızlık
23.4
33.1
22.5
15.8
Kaynak: TÜİK
 AKP İktidara geldiğinden bu yana neredeyse Anasınıflarında bile “din eğitimini” zorunlu kıldı. Eğitim kurumlarını “imam hatip” okullarına dönüştürdü. Eğer Diyanet in iddiası doğruysa “suç oranlarının düşmesi” gerekirdi. Ama tam tersi olmuş.  
Yıl
2002
2017
Hükümlü ve Tutuklu sayısı
59.512
232.940
BAŞKACA BİR YORUMA GEREK VARMI?


24 Ocak 2019 Perşembe

ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ* 26.Adalet ve Demokrasi Haftası Ortak Basın Açıklaması


Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 26. Yılındayız. 26.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyor ve arıyoruz.
Onlarca devrim şehidimiz arasında Uğur Mumcu’nun öldürülmesi suikastlar silsilesinin sembol olayı olarak öne çıkıyor. Bu siyasi suikastlar silsilesi, Türkiye'de işbirlikçiliğin, dinci gericiliğin; solun, Kemalizm in toplumsal etkisini kırmak, toplumsal muhalefeti etkisiz, eylemsiz,  toplumsal direnişi öndersiz, öncüsüz bırakmak için yaptığı, yaptırdığı veya kullandığı cinayetler olarak bir bütünlük taşıyor. Uğur Mumcu ve diğer devrim şehitlerimizin katilleri, gerçekte içeride uzantıları olan ULUSLARARASI bir PROJENİN YÜRÜTÜCÜLERİDİR. 100 yıllık cumhuriyet tarihimizde darağaçlarında sallanan yüreklere, kurşunlanan, ateşe verilen canlara, zindanlarda çürütülen onurlu direnişçilere ne yapıldıysa her biri bu projenin can yakıcı birer parçasıdır.

Bu uluslararası projenin yürütücüleri ve içimizdeki uzantıları;“ sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası kesilmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar.
Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye söz uygun düşerse azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir hale ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.”
Bu durum Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Uğur mumcu ve diğer devrim şehitlerimizin bedensel varlıklarının aramızdan alınmasından daha BÜYÜK SUİKAST eylemidir.
Ama unutulmamalı “ölen ve öldürülenlerle birlikte fikirleri de ölse ve öldürülse, bugün dünya hâlâ orta çağ karanlığı içinde kalırdı”. Oysa insanlık her gün ışığa, aydınlığa ve uygarlığa doğru, dünden daha hızlı koşuyor.
Bugün Türkiye’nin 150-200 yıllık demokrasi bikrimi, görkemli Kemalist devrimin ve 100 yıllık cumhuriyet kazanımları tümüyle sıfırlanma noktasına gelmiştir
Bu sonuç yalnızca sayıları 3-5 bini geçmeyen ihanet erbabı işbirlikçinin becerisinden değil, bu kazanımları koruma iddiasında olan sorumluluk almak yerine işi oluruna bırakan, “bir şeyin aslını öğrenmeden eleştirisini öğrenen” kitlelerin kayıtsızlığının, duyarsızlığının ve hareketsizliğinin sonucudur.  Kayıtsızlık irade yitimidir, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsız olmak yaşamamaktır. Kayıtsız, duyarsız kalmanın, olup bitenlere seyirci olmanın bedelini dinci faşist diktatörlüğün baskı, zulüm, hukuksuzluk örgüsü içinde yaşamakla ödüyoruz.
Adını doğru koyalım. Bugün yaşanan “başkanlık” değil din ambalajı ile örtülmüş faşist bir diktatörlüktür. Faşist diktatörlükler ise doğası gereği “insanlık suçu” işlemekten sabıkalıdırlar.
Bu faşist diktatörlüğü, bitmiş siyasi ömrünü ülkenin kaderiyle birleştirmeye çalışarak tehlikeli bir kumar oynayan bir despotun kaprisleriyle eşleştirmek aymazlığın, sapkınlığın ötesinde Devrimci mücadeleyi sırtından hançerlemektir.
İkiz ihanet sözleşmeleri, Avrupa birliği Anayasası, Yabancı sermayeye ülkenin tüm kaynaklarının açılması, Özelleştirmeden taşeronlaştırmaya ve giderek emeğin kölece istihdamı,  kamu çalışanlarının güvencesizleştirilmesi, kıdem tazminatı gibi kökleşmiş hakların gaspı,  Yeşil Yol projesi, üçüncü köprü, ulusal tarımın yerle yeksan edilmesi, sendikaların, kooperatiflerin işlevsizleştirilmesi, Ekonomik ve siyasi egemenliğin uluslararası güçlere peşkeş çekilmesi ile ilgili yasalar, İç Güvenlik Yasası ve daha onlarca ihanet düzenlemeleri bir despotun hırsını tatmin etmeye mi yönelikti?
Şunu unutmayalım; Küresel Sermaye ile bütünleşmiş yerli sermaye sınıfı artık ulusun, ulusal güçlerin bir parçası değil, Uluslararası egemenlerin Türkiye de örgütlenmiş eşgüdüm merkezleri, yağmacı Batının acenteleridir.
Batılılar, Pazar paylaşımlarının, tekelleşmenin, özelleştirmenin, yağmanın üzerini örtmek, gerçekleri gizlemek adına, İtalya ve Almanya da Faşist diktatörlüklerin kurulmasını ve dünyayı kan gölüne dönüştürülmesine Mussolini ve Hitler’in “çılgın hırslarının” ve “demokrasiden yoksunluğun” yol açtığı yalanını söylediler.
Türkiye de aynı oyun, aynı yöntem ve söylemlerle bir kez daha sergilenmektedir. Bu durum otuz yıl önceden Uğur Mumcu tarafından uyarılmış olmasına karşın, toplum tuzağa düşmeyecek uyanıklığı gösterememiş, yıllarca içinde bulunduğu aymazlık çukurundan çıkamayıp, olduğu yerde debelenmeye devam etmektedir.
Eğer bizler Uğur Mumcuyu anmanın yanı sıra ANLAYABİLSEYDİK, ANLATABİLSEYDİK bu kanlı kirli tuzaklara düşmeyecek Kemalist devrimin aydınlığını, gönencini yaşıyor olacaktık.
Sistem sahiplerinin tüm hokkabazlıklarına, işbirlikçilerin tüm baskı ve zulmüne karşın bu oyunu bozacağız. Meşruiyetimizi haklılığımızdan alarak çıktığımız yolda, zebaniler kızacak diye yöntemimizi değiştirecek veya onlara şirin görünme hesapları yapacak değiliz. Diğer bir anlatımla, düzenin sahipleri ve sarayın kapıkulları kılıcı zaten çekmiş durumdalar, bizlerin çekeceği kılıçlar için yapılacak meşruiyet tartışmalarına itibar edilmemeli ve yaşamın her alanında gereken yapılmalıdır.
Emperyalizmin dümen suyuna girmiş, iktidarı ele geçirmiş egemenlerin belirlediği meşruluk anlayışı, “tek kişi yasalarını” temel alırken, çoğu zamanda bu yasaları bile tanımazken, Kemalist devrimciler için meşruluk; doğru ve haklı olanın, Kemalist devrimin ve halkın çıkarına olanın savunulmasıdır. Bunun için savaşım verilmesidir.
Kemalistleri haklı ve meşru kılan; tüm kurumlarıyla işgal edilmiş bir sistemin vereceği “icazet” değil, işgale, gericiliğe ve haksızlığa başkaldırının, Kemalizm’in vazgeçilmez bir gereği ve önkoşulu olmasıdır.
Uğur Mumcu ve devrim şehitlerimizi Saygı ve özlemle anmanın yetmediğinin, yetmeyeceğinin bilinciyle bu suikastların hesabının er geç sorulacağını unutmayacağız, unutturmayacağız.    SAYGILARIMIZLA
*ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU

1.Alevi Kültür Derneği Isparta Şubesi
2.Cumhuriyet Halk Partisi Isparta İl Örgütü
3.Cumhuriyet Kadınları Derneği Isparta Şub.
4.Eğitim-İş Isparta Şubesi
5.Eğitim-Sen Isparta Temsilciliği
6  Türkiye Gençlik Birliği Isparta Şubesi
7     Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Isparta Şb
8  Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi
9   Vatan Partisi Isparta İl Örgütü
10 Y.Kuşak Köy Enst. Dern. Isparta Şubesi






20 Ocak 2019 Pazar

“SUKİN SİN!..” (1)


Birleşen bölge ülkeleri karşısında Suriye'den geri çekilme kararı almak zorunda kalan Amerika Birleşik Devletleri, giderayak Türkiye'yi tehdit etti:
“Türkiye Kürtlere dokunursa ekonomik olarak mahvederiz” dedi. (2)
Bunca olandan sonra, “Dış politikada destan yazıyoruz. ABD'nin Suriye'den çekilme kararı bunun göstergesi” diyerek övünen Reis'in, hala Amerika'da umudu mu var, yoksa “devlet aklı” öyle gerektirdiği için mi bilinmez ama Trump'ın tehdidine, “Üzdü bizi” şeklinde yanıt vermesinin (3) tüm bölge halklarını üzdüğü kesindir...
Bu gelişmenin ardından Trump'ın, 20 millik (yaklaşık 32 km) “güvenli bölge” teklifi şaşırtıcı olmasa gerekir.
Uzmanlar, “güvenli bölge”yi kabul etmenin, PPK/PYD'yi dolaylı kabul etmek sonucunu doğuracağı, dolayısıyla Fırat'ın doğusuna operasyon yapılmasının daha isabetli olacağı konusunda neredeyse hemfikirdirler...
***
İsteğini yerine getirmezsek, ABD, Türkiye'yi ekonomik olarak mahvedebilir mi?
Bu soruya yanıt vermeden önce, ekonomimizi; namlusu bize dönük, emniyeti açık, tetiğinde düşman parmağı olan öldürücü bir silaha nasıl dönüştürdük, ona bakmamız gerekiyor:
Dünya Bankası eliyle -zamanı geldiğinde- ekonomik yönden Türkiye'nin çökertilmesi hazırlıkları taa 19 Şubat 2001'de başladı.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in, bir gece yarısı Başkan George Bush'u arayıp, para işlerinde yardımcı olmasını istemesi üzerine, Dünya Bankasında Kemal Derviş'in gönderilmesi, yanına yardımcı olarak 57. Hükumette Devlet Bakanı olan Fikret Ünlü'nün kızı Oya Ünlü Kızıl'ın (4) gelmesi ve sonunda Derviş'in, Türk halkına yutturduğu “demir leblebi”lerin etkileri, bugün karşımıza öldürücü bir silah olarak çıkmıştır.
O tarihlerde “üreticiyi doğrudan destekleme” adı altında, çiftçiye dönüm başına 8-9 dolar ödenmesine karar verilmiş ve bu iş için Dünya Bankasından 600 milyon dolar alınmıştı...
Dönüm noktası burasıdır...
***
Bir yıl sonra, Şubat 2002'de, Dünya Bankası memurlarından Mr. Lyn, bu paranın çiftçilere verilip verilmediğini “denetlemek” üzere Türkiye'ye geldi!..
Tıpkı bir Düyun-u Umumiye memuru gibi, Devletin ve ilgili kurumların defterlerini gözden geçirdi; köylere kadar giderek durumu yerinde gözlemledi, hatta köylülere bir “fax” da hediye ederek, Devletten bir yakınmaları olursa Dünya Bankasına bildirmelerini söyledi... (5)
O gün başlayan uygulama, 16 yıllık AKP iktidarında da değiştirilmeden devam etti; üretim yapıp yapmadığına bakılmaksızın, tapusunu ibraz eden herkese bu “destek” verildi.
Köylü önce tembelliğe alıştırıldı!
Bu kadarla kalsa iyiydi:
Mazot, gübre, enerji, sulama, traktör vb. gibi maliyeti etkileyen unsurlarda, çiftçi desteklenmediği için, zamanla temel tarım ürünleri, bizdeki maliyetinin altında ithal edilmeye de başlandı.
Dolayısıyla çiftçinin tarlasını ekmesi “zararlı” bir iş haline gelmeye başladı.
Tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye'de, tarım ve hayvancılık bu yanlış politikalarla adım adım bitirildi...
***
Türkiye'nin önüne bu düşmanca projeleri Dünya Bankası koyuyordu.
Asıl acı olan; bu ihanet projelerini savunan ve uygulanmalarını zorunlu gösterenler arasında, Türk “uzmanlar”ın (6) da bulunmasıydı.
NED, (7) gibi uluslararası vakıflarda kotarılıp, uluslararası forum ve sempozyumlarda ambalajlanarak tuzağa düşürülen ülkelere dayatılan bu görüşleri, mevcut hükumetler uygulayarak iktidarlarını sürdürmekte ısrar ediyorlardı!
Emperyalistler, ulusal bağımsızlıkçı sendikal hareketleri zayıflatmak ve yeni tür bağımlı sendikalar kurmak ya da var olanları yönlendirmek üzere, eski anti-komünist sendikacılığın merkezini (AFL-CIO), (8) yeniden işbaşı yaptırdılar.
NED'e bağlı dört çekirdek örgüte (9); siyasal eğitim, parti içi eğitim, seçmen yönlendirme eğitimi, anayasa yapımcılığı, yerel yönetimlerde özelleştirme, NGO (Hükumet dışı örgütler-sivil toplum kuruluşları-kitle örgütleri) örgütlenmelerinde (10) ve genel seçimleri denetleme girişimlerinde rastlıyoruz. (11)
Bu tür faaliyetlerin bayraktarlığını hangi siyasi parti ve kuruluşların yaptığını artık çok iyi biliyoruz.
Emperyalistler ülkeleri çökertme çarkını bu şekilde kurduktan sonra, kendilerine göbekten bağımlı ve aynı zamanda da aşırı siyasi ihtiras sahibi olan siyasetçileri, iktidara gelmeleri için destekliyor, ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.
Bu şekilde iktidara gelenler, zamanı geldikçe çeşitli anayasal ve yasal suçları işlemeleri için adeta teşvik ediliyorlar.
İktidardan düşmeleri halinde başlarının iyice belaya gireceği kesin olan tuzağa düşmüş siyasiler, iktidarda kalabilmek için her türlü tavizi vermeye mecbur bırakılıyorlar.
Üretim bitirildiği için sürekli borçlanarak ekonomiyi çevirmek zorunda olan yöneticiler; zaman içerisinde Türkiye'nin dış borcunu 457 milyar dolara kadar yükselttiler. (12)
Borçları ödemek şöyle dursun, faizlerini ödeyebilmek için varımızı yoğumuzu satmak zorunda kaldık!
Bu hesapsız özelleştirmeler sonunda, işi Tank Palet Fabrikasının devredilmesine kadar getirdik...(13)
Kurbanlık sığırdan ve samandan vazgeçtik; gümrük vergisi yüzde 49,5 olan kuru soğanı bile sıfır gümrükle ithal etmek zorunda kaldık... (14)
Sıfır gümrükle; buğday, arpa, mısır, pirinç, kuru baklagiller ve domates ithali için TMO'ya yetki verilmesi, ekonomimizin durumunu göstermektedir.
Bir zamanlar domates ihraç ederek fabrikalar kuran Türkiye, şimdi fabrikalarını satarak domates ithal ediyor...
***
Askeri olarak Suriye'de yenilen ABD, bu koşullar altındaki Türkiye'yi, şimdi “ekonomi silahı” ile tehdit ediyor.
Suriye'nin kuzeyinde uydu bir Kürt devletini bu şekilde kurabileceğini umuyorlar...
Tarlalarımız ekili olsaydı, çiftçinin ambarında tahılı dolu, ahırında hayvanları bulunsaydı; (15) Cumhuriyet tarihi boyunca tüm kazanımlarımızı borçlarımızın faizlerini ödeyebilmek için yok pahasına satıp savmasaydık, Trump ekonomimizi mahvetmekle bizi tehdit edebilir miydi?
Elbette ki hayır...
1974 yılında 1 kg buğdayla 1 lt mazot alınırken, 2019 yılında ancak 6 kg buğdayla 1 lt mazot alınabilmekteydi.(16)
Bu yakıcı tespit, düzlüğe çıkışımızın yolunu da göstermektedir.
Reis, ABD'nin 32 km.lik “güvenli bölge” dayatmasına, “Eyyyy Amerika!” diye ağzını açtıktan sonra, Boris Yeltsin'in ifadesi ile “Sukin sin” ya da aynı anlama gelecek şekilde “Sen kimsin?” diyerek gürlemez miydi?..
O günleri görmek dileğiyle...
CEMİL CAN·20 OCAK 2019 PAZAR
DİPNOTLAR:
(1) O...pu çocuğu.
(4) Oya Ünlü Kızıl, TED ve ODTÜ'den sonra, Erdal İnönü'nün yazdığı referans mektubuyla ve Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile ABD'de Georgetown Üniversitesi'ne gitmiş fakat zorunlu hizmet için geri dönmemiştir. Kemal Derviş tarafından Dünya Bankası'na alınmış, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümünde 3 yıl Portföy Yöneticiliği yapmıştır. Derviş'in değişmez takım üyelerindendir.
(5) Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, s.33)
(6) Doğu Ergil, Ergün Özbudun, Filiz Esen, Ayşe Yırcalı, Zeyno Baran vb. gibiler...
(7) NED, National Endowment for Democracy-Ulusal Demokrasi Fonu, 1983 sonrasında ABD Kongresinin onayıyla kurulmuştur.
(8) AFL-CIO, American Federation of Labor and Congress Industrial Org.
(9) NED'e bağlı çekirdek örgütler de oluşturuldu: Yabancı ülke insanlarına ve partilerine ORTADAN ve SAĞDAN yaklaşmak üzere ABD'nin Cumhuriyet Partisi tarafından IRI (International Republicon Institue-Uluslararası Cumhuriyet Enstitüsü) adında bir örgüt, SOLDAN yaklaşmak üzere Amerikan Demokrat Parti tarafından NDI (National Demorcacy Institue-Ulusal Demokrasi Enstitüsü) adında ikinci bir örgüt kuruldu. İŞ YAŞAMI ve TİCARET ERBABI ile ilişki kurmak üzere de Amerikan Ticaret Odası'nca CIPE (Center for International Private Enterprise-Uluslararası Özel Girişimciler Merkezi) adı verilen üçüncü bir örgüt kuruldu.
(GAO/NSID-86-185 The National Edwonment ford Democracy, p.23-24)
(10) NGO, Non Govermental Organzation-Hükümet Dışı Kuruluşlar.
(11) Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, s.27
(15) Ekili alanlarımızın miktarı son 15 yılda 265 milyon dekardan 233 milyon dekara geriledi; buğday ekim alanlarında 22 milyon, arpa ekim alanlarında 13,5 milyon dekar azalma oldu. Son 16 yılda 53,5 milyon ton buğday ithal ettik, karşılığında 13,8 milyar dolar ödedik. Gübre fiyatları yüzde 300 zamlandı. Mazot fiyatı 6 lirayı geçerek a neredeyse benzinle eşitlendi. Ülkemizde kayıtlı 2,1 milyon çiftçi var; yüzde 95'i borçlu. Borç miktarı 100 milyar doların üzerindedir.