16 Aralık 2016 Cuma

“Cumhurbaşkanının seferberlik ilan etme yetkisi yok”



"Anayasa'mızın 104'üncü maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başı olarak PKK'sıyla, DEAŞ'ıyla, FETÖ'süyle, DHKP-C'siyle adı, söylemi, yöntemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik ilan ediyorum"
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan


“Cumhurbaşkanının seferberlik ilan etme yetkisi yok”

1- Seferberlik hali konusu "sıkıyönetim ve savaş hali" ile birlikte Anayasa'nın 122. maddesinde düzenlenmiştir. Dayanak 104 değil 122. maddedir. Yetki de cumhurbaşkanında değildir.

2- Hukuksal kavramlar, özellikle yetkililer tarafından ulu orta konuşulmaz, aksi halde kaos doğar. Seferberlik hukuksal, anayasal bir kavramdır.

3- Anayasaya göre seferberlik de olağanüstü yönetim usulüdür. Ve hukuka bağlı, hukuk sınırları içinde bir usuldür.

4- 122. madde, sıkıyönetim halini yazmış, seferberlik ve savaş halini de aynı usule bağlamıştır. Usule ilişkin düzenlemeleri kanuna bırakmıştır.

5- "Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu", 4.11.1983 günü kabul edilen 2941 sayılı kanundur.

6- Bu kanunda seferberlik ve savaş tanımları yapılmıştır.

7- Kanuna göre, seferberlik de -tıpkı OHAL ya da sıkıyönetim gibi- Cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından, MGK görüşü alınarak, konusu, içeriği ve süresi belirtilerek ilan edilebilir.

8- Temel hak ve özgürlükler konusu da Anayasa'nın 15. maddesindeki kurallara tabidir.

9- Cumhurbaşkanı, sürçü lisan edemeyeceğine göre, güç gösterisine girip, Anayasayı yok sayıp kendine mal ettiği hukuksuz bir yetkiyi kullanmayı ilan etmeyi tercih etmiştir.

10- Bu sözler de Anayasa ihlallerinden biridir ama başkanlık rejimine dair fiili durum yaratmanın emaresidir.
Ali Rıza Aydın
Hukukta Sol Tavır Derneği Başkanı

15 Aralık 2016 Perşembe

Halep’te Suriye halkına bir kez daha yenildiler




Suriye’de olaylar 2011 Mart ayında başladı.

Arap Baharı denilen ve Aralık 2010’da Tunus’ta tetiği çekilen emperyalist müdahalenin devamıydı.

Yanlış: Arap Baharı’nın miladı 2002’de Türkiye’de AKP’nin iktidara oturtulmasıydı.

Amaç bölgemizdeki Sovyetik kalıntıların temizlenmesiydi. Söz konusu olan bahar değil kap kara bir kışın başlangıcıydı. İslam coğrafyasına bu Amerikancı operasyonu sokan AKP’ydi.

Öncesinde Suriye’nin sorunları yok muydu ? Şüphesiz ki vardı. Hem de fazlasıyla. Esad bilinçli olarak uzun süredir Suriye ekonomisini liberalize ediyordu.

Ancak Suriye 1990 sonrasında bölgemizin en aydınlanmacı, her çeşit etnik ve dini kimliğin kendisini hemen tamamen serbestçe ifade edebildiği ülkesiydi. Buraya kaos ancak dışarıdan taşınabilirdi. Öyle yaptılar, Türkiye’yi dünyanın dört bir yanından getirdikleri cihatçıların ve özellikle Libya’dan soktukları silahların otobanı olarak kullandılar.

****

Halep için artık kurtuldu diyebiliriz. Bu gelişme Suriye’nin kurtuluşu bakımından kritik bir virajdır.

Bizdeki gericilerin ve Avrupa hükümetlerinin bu gelişmeyi yasla karşılıyor olmalarının nedeni, Arap Baharı dedikleri operasyonun sınırının Suriye’de çizilmiş olmasındandır. Bölgemizi tamamen karartmayı başaramadılar, Suriye’den bir aydınlık huzmesi güçlenerek dışarılara uzanıyor.

****

Suriye işgalinin kaderini belirleyen unsur halkın direnci ve Esad’ın halkla bütünleşmiş karakteridir.

Hiç şüphesiz Rusya’nın Esad’a verdiği destek olayların gelişimi bakımından belirleyici olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki emperyalizmin müdahalesi ile Rusya’nın sahneye girişi arasında neredeyse dört yıl vardır. O dört yıl boyunca Suriye halkı tek başına mücadele etmiştir ve Rusya’nın aldığı kararda da bu direnç belirleyici olmuştur.

Rusya emperyalistleşme yolunda olan bir ülkedir. Kendi hegemonya alanlarını oluşturma derdindedir. Suriye üzerinde de hegemonik etkisinin olacağı açıktır. Böyle olsa bile Suriye halkının, böyle bir dönemde, bu çaplı bir emperyalist müdahaleyi geri püskürtmüş olması bütün halklar açısından önemli bir kazanımdır.

****

Suriye’de yenilen emperyalizmdir, ancak yenilenlerin içinde esas yenilen AKP’dir. Bizdeki iktidar bloğu mezhebi planlarla Suriye’ye müdahale etmiş, cihatçılara her tür desteği vermiştir.

Amaçları Esad’ın devrilmesi ve Suriye’de Selefi bir rejimin yaratılması ya da en azından üzerinde hakimiyet kurabilecekleri cihatçıların kontrolündeki bir bölgenin kopartılmasıdır.

Savaş daha uzun süre devam edecektir. ABD de, AKP de bütün cihatçı yapıları desteklemeyi sürdürecektir. Ancak, Halep’in kurtarılması AKP’nin yukarıda andığımız heveslerini hemen tamamen boşa çıkaran son gelişme olmuştur.

Halep cihatçıların işgali altındaydı, gericilerin Halep’i 100 yıllık Türk toprağı olarak nitelemeleri de, şimdi Halep’te katliam yapıldığını çığırmaları da yalandır, provokasyondur.

Suriye kendi topraklarını kurtarmak için haklı bir savaş vermektedir. Üstelik son birkaç ay boyunca Halep’teki sivil kayıplarının önlenmesi için Esad pek çok kez ateşkes ilan etmiş ve cihatçılara da silahlarıyla birlikte kenti terk etme şansı tanımış, ancak bu çağrıların tamamına savaşla karşılık verilmiştir.

****

Akkuyu nükleer santralinde işlerin yoluna koyulması ve Türk Akımı projesi, Putin’in Erdoğan’ın özrünü kabul etmesinin nedenleri ise; kaydedilmesi gereken bir diğer çok önemli neden de, AKP’nin cihatçılara verdiği desteğin kesilmesi planıdır. AKP’ye Cerablus’a kadar inme şansının tanınmış olması da aynı stratejinin gereğidir. Rusya cihatçı güçlerin bir kısmının Fırat Kalkanı operasyonu için AKP güdümlü ÖSO’ya katılmalarını sağlayarak Halep operasyonunda Esad’ın elini rahatlatmıştır.

Putin son iki aydır özenle AKP’yi cihatçılara verdiği desteği kesmek konusunda kuşatmaktadır. Erdoğan ile haftada birkaç sefer yapılan telefon görüşmelerinin nedeni de budur.

Halep kurtuluyor ve Halep halkı yaklaşık dört yıl sonra ilk kez rahat bir nefes alıyor. Halep’teki cihatçılar AKP’nin gözetiminde İdlib’e aktarılıyor. Putin ve Esad ise bundan sonraki hamle olarak İdlib’i gözlerine kestiriyorlar. AKP sıkışıyor, içerideki şiddetinin nedeni bundandır, çözümsüzdür. 15/12/2016 Perşembe





LOZAN’I BIRAK, BRÜKSEL’E BAK!



Bu yazımda sizlere, tamamı Avrupa Birliği’nin (AB) resmi belgelerine dayalı tarihi bilgiler sunacağım.
Türk dış siyasetinde çok önemli bir dönüm noktasının belgelerini içeren bu yazımı okumakla kalmayıp dosyanızda saklamanızı öneririm.

KIBRIS’I RUMLARA RECEP TAYYİP ERDOĞAN VERDİ

Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ı Rumlara verme yolunda ilk adımı 29 Ekim 2004 tarihinde attı.
Avrupa Birliği (AB) Anayasası 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da, 25 Üye devletin Kraliçe, Başkan, Cumhurbaşkanı, Hükümet Başkanı tarafından imzalandı.
Üç aday adayı ülkenin; Türkiye, Bulgaristan ve Polonya’nın, devlet başkanları, başbakanları da ayrı bir protokol imzalayarak AB Anayasasını kabul ettiler.
Türkiye’yi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Başkanı Abdullah Gül temsil ettiler.
İmza töreni Papa 10. Innocent’in heykeli altında gerçekleştirildi.
Papa 10. Innocent, Türklere ilk Haçlı Seferlerini düzenleyen papazdır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı AB Anayasasının giriş bölümü şu sözlerle başlamaktadır:

“DRAWING INSPIRATION from the cultural, religious and humanist inheritance of Europe…”

Türkçesi:

“Avrupa’nın kültüründen, dininden ve insanlık mirasından İLHAM ALARAK…”

AB Anayasasının, Avrupa dininden ilham alınarak hazırlandığı vurgulanıyordu.
Peki, Avrupa’nın dini nedir? Hiç kuşkusuz, Hıristiyan dinidir.
Hiç tartışmaya yer yok, AB Anayasası, bir Hıristiyan anayasasıdır.

Peki, nasıl oluyor da halkının yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye, bir Hıristiyan Anayasasının buyruğuna girmeyi kabul ediyordu?
“Minareler süngü, camiler kışla” diyerek halkın din duygularını sömürüp iktidar yolunu açanlar, nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’ni bir Hıristiyan Birliği’ne teslim ediyorlar, üstelik bu anlaşmayı Türklere ilk Haçlı Seferlerini düzenlemiş papanın huzurunda imzalıyorlardı?
Bu sorunun cevabını Recep Tayyip Erdoğan şöyle vermekteydi:
“Benim Emir-Komuta Merkezim ne emrederse onu yaparım. Papaz elbisesi giyeceksin derse Papaz elbisesi bile giyerim, bu şekilde gider görevimi yaparım.”

Öyleyse Recep Tayyip Erdoğan’ın Emir-Komuta Merkezi emretmiş, Recep Tayyip Erdoğan da, gerçi papaz elbisesi giymemiş, ama Türklerin düşmanı Papa’nın heykeli altında Hıristiyan Anayasasını imzalayıp kabul etmişti.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da imzaladığı AB Anayasasını imzalayan üye devletlerden biri de, Kıbrıs Cumhuriyeti idi.
Yalnız AB Anayasasında değil, tüm AB belgelerinde Kıbrıs’tan sadece şöyle söz edilmektedir:
“The Republic of Cyprus”. Yani, “Kıbrıs Cumhuriyeti”.
Ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimi Rumlardadır
Roma’da imzayı, Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Nicos Anastasisdes atmıştı.

İmza töreninden sonra Recep Tayyip Erdoğan, Nicos Anastasisdes ile birlikte Aile Fotoğrafında yer almıştı.
29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da AB Anayasasını imzalayan Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ın Rumların yönetiminde olduğunu kabul etmiş oldu.
Bu, Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ı Rumlara verme yolunda attığı ilk adımdı.
Şimdi gelelim, ikinci ve belirleyici adıma.

17 Aralık 2004 tarihinde “Council of the European Union”, yani Avrupa Birliği Konseyi toplandı.
Bu toplantı sonucunda “Başkanlık Kararları” başlığı altında alınan kararlar bir rapor olarak açıklandı.
Bu raporda 17 – 23. maddeler sadece Türkiye’yi ilgilendiriyor, Türkiye’nin yerine getirmesi gereken koşullar sıralanıyordu.
Bu maddeler kabul edilirse, Türkiye’ye “Aday Üye Müzakerelerinin” başlayabilmesi için bir tarih verilecekti.
Bu maddeler kabul edilmeden, Müzakereler başlamayacaktı.
İşte, bu maddelerin içeriği:

• Rum yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti tanınacaktır.
• Kıbrıs Cumhuriyeti de Gümrük Birliği kurallarının geçerli olduğu ülkeler listesine eklenecektir.
• Kıbrıs Cumhuriyeti bandıralı gemilerin ve Kıbrıs’a ulaşmış gemilerin Türk limanlarına girmesine izin verilecektir.
• Üyelik müzakereleri “ucu-açık” olup sonucu garanti edilmeyecektir.
• Türkler AB’ye üye olduktan sonra bile AB ülkelerinde serbest dolaşamayacak, Türklere vize kaldırılmayacaktır. Ama AB vatandaşları Türkiye’de serbestçe dolaşabileceklerdir.
• Türkiye’de yabancı işçilerin serbest dolaşımını kısıtlayan engeller kaldırılacaktır.
• Yabancı yatırımlara karşı konulmuş kısıtlamalar kaldırılacaktır.
• Kürtlerin haklarını ve özgürlüklerini tam kullanmalarına izin verilecektir.
• Türkiye’de Müslüman olmayan toplulukların özgürlüklerini kullanmada karşılaştıkları sorunlar ortadan kaldırılacaktır.
• Ordu, sivillerin kontrolüne geçecektir.
• Ermeni soykırımı tanınacaktır.
• Ermenistan ile halen kapalı olan kara sınırları açılacak, diplomatik ilişkiler kurulacaktır.
• Dicle ve Fırat nehirlerinin üzerindeki barajların ve sulama sistemlerinin yönetimi uluslararası bir kuruluşa verilecektir.
• İran, Türkiye’nin potansiyel bir düşmanı olarak kabul edilecektir.
• Türkiye ile Rusya arasında yeni bir siyasi rekabetin doğabileceği dikkate alınacaktır.
• Devlet bankalarının ve işletmelerinin özelleştirilmesi hızlandırılacaktır.
• Canlı hayvan ve et ürünlerinin Türkiye’ye ithali serbest bırakılacaktır.
• AB Müktesebatının tamamı kabul edilecektir.

Bu çok ağır koşullar içeren rapor, Konsey’de saatlerce tartışılır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok zorlanmış, Kıbrıs’ı Rumlara teslim edişini Türk halkına nasıl açıklayacağını bilmediğini söylemiştir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın sıkıntısı, Kıbrıs’ı Rumlara verişinin Türkiye’de nasıl savunmasını yapacağını bilmediğinden kaynaklanmaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın imdadına İngiltere Başbakanı Tony Blair yetişir.
Tony ve Erdoğan bir odada yalnız başlarına uzun süre görüşürler. En sonunda Tony Blair, Kıbrıs’ı Rumlara veren Tayyip Erdoğan’a şu taktiği verir:

“Sen halkına, imzaladığın anlaşmanın sadece bir ticari anlaşma olduğunu ısrarla söyle!”

Bu taktiği benimseyen Recep Tayyip Erdoğan odadan çıkar, Konsey’in toplandığı salona döner ve anlaşmayı imzalar. İlginçtir, çok ağır şartlar içeren bu anlaşmayı Konsey’in bazı üyeleri bile şaşkınlıkla karşılar. Bunlardan bazıları Recep Tayyip Erdoğan’a;
“Biz bu şartları kabul etmeyeceğinizi, direneceğinizi sanıyorduk! Eğer direnseydiniz bizler de sizi destekleyecektir!” demişlerdir.
Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık 2004 günü Kıbrıs’ı resmen Rumlara vermiş olur.
18 Aralık 2004 tarihli, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yanlısı gazeteler, haberi şu başlıklarla verirler:

Posta: “Büyüksün Türkiye!”
Hürriyet: “İstediğimizi aldık”
Sabah: “Avrupa İhtilali”
Star: “70 Milyon Coşku”
Zaman: “Yeni Türkiye”
Yeni Şafak: “Başardık”
Vakit: “Hayırlı Olsun”

Değerli Dostlar,

Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ı Rumlara verişinin öyküsünü çok ayrıntılı olarak, AB belgelerinden İngilizce alıntılar da yaparak, “AVRUPA BİRLİĞİ TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ” ve “İĞFAL” adlı kitaplarımda anlattım.
Birinci baskısı Kasım 2006’da yapılan “AVRUPA BİRLİĞİ TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ” kitabım bugüne kadar 7 baskı yaptı.
Aradan geçen 10 yılda, bu kitapta verdiğim bilgilerden tek bir satırının bile “doğru olmadığını” söyleyen bir devlet yöneticisi, bir siyasetçi, bir akademisyen, bir yazar, bir gazeteci çıkmadı!
Birinci baskısı Ocak 2011’de yapılan “İĞFAL”, bugüne kadar 3 baskı yaptı.
Aradan geçen 5 yıl içinde, bu kitapta verdiğim bilgilerden tek bir satırının bile “doğru olmadığını” söyleyen bir devlet yöneticisi, bir siyasetçi, bir akademisyen, bir yazar, bir gazeteci çıkmadı!

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Eylül 2016 günü Saray’da Muhtarlara hitaben şunları söyledi:

“Bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. O masaya oturanlar Lozan’ın hakkını vermediler.”

Lozan’la ilgili gerçekleri saygın tarihçilerimiz, uzman aydınlarımız yazdılar, televizyonda anlattılar.
Benim bu konuda şöyle sesleniyorum:

Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
Lozan’ı bırakın da Brüksel’de Kıbrıs’ı Rumlara nasıl verdiğinizi anlatın!
Dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’den aldığınız taktikle Kıbrıs’ı Rumlara verdiğiniz gerçeğini nasıl sakladığınızı, Brüksel Anlaşmasını bir “zafer” olarak halkımıza nasıl yutturmaya çalıştığınızı anlatınız!
Ancak şunu hiç unutmayınız:
“Güneş balçıkla sıvanmaz!”

Yılmaz Dikbaş
3 Ekim 2016, Pazartesi
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52