Aydın, mayına basma tehlikesini bile bile,
doğru bildiği yolda yürüyen kişidir.
Ahmet Taner Kışlalı
Yine bir
yurt sorunuyla yüklü, ne zaman kalemi elime alsam, hep o doruklara yöneliyor,
onları düşünüyor, o öncülerin kitaplarını okuyorum: “O doruklar” dediğim; en
başta Atatürk, sonra onun silah ve çalışma arkadaşları, Cumhuriyetimize kanat
gerenler, Kemalist aydınlarımız... Hep onlardan feyz almaya çalışıyorum.
Yeni bir fikir ya da çözüm mü arıyorum, önce onların bıraktığı mirasa başvuruyorum.
Çünkü yaratıcılığın, yeni şeyler bulmanın bir sürekliliğin, kuşaklar-arası
bir işbirliğinin ürünü olduğuna inanıyorum.
Bu
akşam, yine öyle bir akşam.
Masamın
başında, ışıklar içindeyim... Yücel’ler, Tonguç’lar, Tütengil’ler, Üçok’lar,
Aksoy’lar, Mumcu’lar...
Ve Ahmet
Taner Kışlalı...
Karanlık,
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı 21 Ekim 1999’da aramızdan aldı.
Elimde
son kitabı, Ben Demokrat Değilim (1999), bir
sönmez meşale; dünyamı, tüm varlığımı ve bilincimi gürül gürül aydınlatmakta.
“Genç
yüzü, Yunus’ça sevgiyi, engin hoşgörü”yü doya doya yaşayarak, Atatürkçülüğün bu
yiğit “sınır neferi“ne yeni sorular yöneltiyorum. Her soruma kadife kadar
yumuşak, ancak ölçülü ve kararlı sesiyle, akıcı konuşmasıyla berrak, doyurucu
yanıtlar alıyorum.
A.T.Kışlalı;
yapıtlarında “Türkiye’nin sorunlarını, karşı karşıya
bulunduğu tehlikeleri” sürekli işlemiştir. Bu tehlikelerden biri
de, Batı’nın Türkiye’ye yönelik “ortak strateji”sidir. Görüşleri çok
isabetlidir. Çünkü okudukça taşlar yerine oturur, zihin aydınlanır.
‘***’
İlk
sorum şu oldu: “Sevgili hocam, nasıl bir stratejidir bu,
biraz açar mısın?”
O duru
ve temiz, örnek Türkçesi ile alçakgönüllü, hemen anlatmaya başladı:
-
Strateji hem ABD’de, hem de Avrupa’da geliştiriliyor.
Amerika
Birleşik Devletleri; CIA istasyon şefleriyle, CIA Türkiye ve Ortadoğu masası
şefleriyle, CIA güdümündeki bilim adamlarıyla, CIA patentli Türkiye uzmanları ile
Amerikan irtibat subaylarıyla, hayırsever (!) Amerikan kuruluşlarıyla,
Türkiye’de hep şu görüşleri egemen kılmaya çalıştı:
“Kemalizm
günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Atatürk ilkeleri ‘Yeni Dünya Düzeni‘ ile
birlikte ölmüştür. Köktendincilik Türkiye için ciddî bir tehlike değildir.
Nurcular ilericidir... Türkiye’nin ‘Yeni Dünya Düzeni‘ içindeki yeri, ‘ılımlı
İslam‘la bütünleşmesindedir... Türkiye Kürt kimliğini kabullenmelidir...
Kürtlere özerklik vermelidir... Atatürk, devrim tarihi kitaplarından
çıkarılmalıdır... Atatürk’ü bırakın, Turgut Özal’a sarılın.”
Strateji,
Avrupa kaynaklarında da açıkça sergilenir. Süddeutche Zeitung’ta (1998)
yayınlanan şu haberde olduğu gibi : “On yıl içinde, üç güçlü siyasal sistem battı
ve yok oldu. Bu sistemler, İran’da Şah monarşisi, Sovyetler Birliği’nde
politbüro komünizmi ve Yugoslavya’da federatif devlet, en az Türklerin Kemalist
modeli kadar dayanıklı görünüyordu. Her üç devlet de Türkiye Cumhuriyeti
ile paralellik gösteriyordu. Hepsi de dinsel ya da etnik çelişkiler yüzünden
yıkıldılar. Üstelik Türkiye’de her ikisi de var.”
ABD’nin
hedefi, yorum gerektirmeyecek kadar açık.
Alman
“dostlarımız”a göre ise, sıra şimdi Türkiye’de! Bu sözde dostlar Türkiye’ye
yeni bir Sevr kaftanı giydirmeye hevesleniyor. Niçin? Dinci güçler yeniden
cüret bulduğu için... Batılı dostların sırtını sıvazladığı, birçok devletin
yardım ettiği etnik terör sürdüğü için...
Oysa o
üç sistemin yok oluşu, Atatürk’ün haklılığını kanıtladı. Batıp gidenler O’nun
yolunu izlemeyenlerdi: Laik ve demokratik bir çağdaşlaşma... Kültür ortaklığına
ve yurttaşlık bağlarına dayalı bir ulus... Bunlardan biri ya da öbürü, o
sistemlerde yoktu.
‘***’
Aklıma
doğal olarak şu soru geldi: Batı’nın Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı acaba
nereden kaynaklanıyordu? Şimdi bunu öğrenmeliydim. Sordum: “Batı
Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne neden karşıdır?”
Birden
oturduğu yerden doğruldu, yaptığı derin araştırma ve irdelemelerden aldığı
güçle, hiç duraksamadan “Batı beş nedenden dolayı Atatürk’e ve
Cumhuriyet’e karşıdır” dedi ve saymaya başladı:
Bir:
Türkiye’nin bağımsız hareket edecek kadar güçlenmesi, Batı’nın çıkarları ile
bağdaşmaz. Oysa Kemalizm, tam bağımsızlık ilkesine dayanır.
İki:
Ilımlı İslam’la
bütünleşmiş yarı çağdaş bir Türkiye, Batı’nın çıkarlarına daha uygundur. Oysa laiklik
Kemalizm’in altı okundan biridir.
Üç:
Türkiye Kürtlere özerklik verirse, sonunda bağımsız bir Kürt devleti kurulur.
Bunun Batı’ya iki yararı vardır: Petrol bölgesinde, Batı’ya muhtaç “kukla bir
devlet“e kavuşacak. Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük bir güç haline gelmesi
önlenmiş olacak. Bu hedef ancak Türkiye’nin üniter yapısının bozulması
koşuluyla gerçekleştirilebilir. Oysa Atatürk’ü yıkmadan, Türkiye’nin üniter
yapısını bozma olanağı yoktur.
Dört:
Küreselleşme, emperyalizmin yeni ideolojisidir. Yeni Dünya Düzeni’nde
uluslararası sermayenin önündeki iki engel, “ulusal devlet“ ve “devletçilik”
anlayışlarıdır. Ulusalcılık ve devletçilik de Atatürk’ün altı oku
arasındadır ve ayrıca Anayasamızda yer alır.
”Pazarlığı
güçlü bir ulusal devletle yapmak yerine, zayıf bir yerel birimle yapmak”
emperyalizmin işine gelir.
Beş:
Kemalist rejim, Batı’nın uydusu Ortadoğu ülkelerindeki çağdışı rejimlerin
korunması açısından tehlikeli bir örnektir.
1920’ler
dünyasında da Batı’nın tercihi Atatürk değil, Vahdettin’di. Batı; o tarihten
beri, temelde değişmedi.
‘***’
-
Öyleyse Avrupa Birliği’ne de kuşkuyla bakmalıyız, değil mi?
-
Elbette... Avrupa Birliği Türkiye
karşısında hep yanlı ve ikiyüzlü olmuştur.
Örneğin
Die Zeit’ın sahip ve başyazarının şu sözü unutulmamalı : “Şeriatçı
bir Türkiye AB’ye giremez. Ama Kemalist bir Türkiye de AB’ye giremez.”
Ya
AB’nin şu ikiyüzlülük kanıtlarına ne dersin?
AB;
Türkiye’ye “Yunanistan’la sorunlarını çöz, Kıbrıs’ta ödün ver, askerlerini çek”
der. Ama Yunanistan’a dönüp “PKK terörüne verdiğin desteği çek, Yunan
askerinin Kıbrıs’ta işi ne?” demez.
Türkiye’ye “Demokrasini
düzelt“ der. Ama sıra, örneğin Slovakya’ya gelince “Canım,
zaman içinde düzeltirsin” diye yumuşar.
Kıbrıs;
uluslararası anlaşmalara göre Türkiye’nin üye olmadığı bir uluslararası
kuruluşa üye olamaz. Ama konu “kendilerine yakın olanlar”ın çıkarları ile
ilgiliyse, AB hukuk falan tanımaz. Hıristiyan Kıbrıs’ı içine almak için kolları
sıvar.
‘***’
Batı’nın,
gülen yüzünün ardında gizlediği gerçek kimliği görmüştüm. Peki, emperyalizm
düşmanca planlarını nasıl eyleme dönüştürüyordu? Sordum: “Batı,
Türkiye stratejisini nasıl uygulamaya koyuyor?”
Atatürk
Cumhuriyeti’ne beyni ve yüreğiyle bağlı ödünsüz yurtseverin gözlerinin
yaşardığını fark ettim:
-Uygulama
için iki cephe açtılar: Biri dışarda, öbürü içerde.
Dışarda,
Türkiye’yi parçalama planları yaptılar.
Önce
ASALA... Bu bitince PKK’yı pazarladılar. Apo’nun çapını çok aşan bu örgütlenme,
onların eseriydi. PKK terörünü Kürtlerin kurtuluş mücadelesi olarak
gördüler. “Çekiç Güç“ helikopterleri ile yardım ettiler. Önce “Türkiye
etnik terörle baş edemez” inancını yaymaya çalıştılar. Bu sökmeyince “Kürt
sorunu”nu uluslararası boyutlara taşımaya kalkıştılar. Ardından, “Ermeni
sorunu”nu yeniden ısıtıp sofraya getirdiler.
Etnik farklılıkların
yanı sıra mezhepsel farklılıkları da kaşıdılar. Ortadoğu haritasını, kendi
çıkarlarına göre yeniden çizmeye heveslendiler.
İçerdeki
cepheleri 12 Eylül ile Turgut Özal oldu. Stratejilerini onlara uygulattılar.
CIA’nın
ürettiği tezleri, içerdeki papağanlara kolayca yinelettiler. Çünkü Kemalizm
ihanete uğramıştı. Türkiye’nin son yarım yüzyılına damgasını vuranlar, Atatürk
yolundan adım adım uzaklaşmışlardı.
12 Eylül
yönetimi şu kötülükleri yaptı: ABD servislerinin “Ilımlı İslam,” “Türk-İslam
sentezi” telkinini bayrak yaptı. Atatürk’ün kurduğu hemen bütün kurumları
kapattı. Türk-İslam sentezini resmî ideoloji haline getirdi. Devleti bu
ideolojinin yandaşlarına teslim etti. Zorunlu din dersini Anayasa’ya soktu.
Turgut
Özal’ın ülkemize verdiği zararlar ise çok daha büyük oldu: ABD servislerinin
telkiniyle, “ikinci cumhuriyet“ ideolojisini, küreselleşme ile bütünleşmiş
olarak Türkiye’nin gündemine soktu. Ceza Kanunu’ndan 163. maddeyi kaldırtarak,
Şeriatçı güçlerin önünü açtı. Şeriatçı sermayenin güçlenmesini sağlayacak
önlemler aldı. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet yerine, 2.cumhuriyet’in kurulması
için uğraştı. Kürtçülere federasyon umudu verdi.
ABD’nin
Turgut Özal’a biçtiği misyon şuydu: “Ilımlı İslam’la bütünleşmiş, yarı laik, yarı
çağdaş, etnik bölünmeleri siyasal yapısına yansıtmış, Ortadoğu’da ABD’nin çıkar
bekçiliğini üstlenmiş, bir yeni cumhuriyet!...”
*
Son
sorum, doğal olarak şu oldu: “Batı nasıl bir Türkiye istiyor?”
Kaygılı
ve üzgün, şu yanıtı verdi:
-
Batı’nın istediği, asla “tam bağımsız, ileri ve güçlü bir Türkiye” değildir;
bunun tam tersidir: Yarı çağdaş, yarı bağımsız, kendi ayakları üzerinde
duramayan, her zaman Batı’ya muhtaç bir Türkiye!... Ilımlı İslam’la
bütünleşmiş, yarı laik, yarı demokratik, ulusal ve sosyal devlet anlayışı son
bulmuş bir Türkiye’dir, özlediği...
Türkiye’yi
içinde değil, sınırında, kapısının önünde ister. Ne bütünüyle içine alır, ne de
dışlar. Çünkü içine alırsa giderek güçlenebilir, dışlarsa kullanamaz. Kullanmak
ister, olabildiğince az şey vererek... Batı’nın ortak stratejisinin hedefi, işte
böyle bir Türkiye’dir.
Öyleyse
uyanık olmak, hazır olmak gerek.
Kurtuluş
yeniden kaynağa dönmekle mümkün.
Karşı
strateji için, Bizim Stratejimiz için temel ve malzeme oralarda:
Büyük
Nutuk’ta, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde!...
Tonguç’ların,
Aksoy’ların, Mumcu’ların..., yaktıkları meşalelerde! 21.10.2013
Cihan Dura
(NOT: Bu makaleyi, yol gösterici
Atatürkçülerimizden Ahmet Taner Kışlalı’yı kaybettiğimiz 1999’dan birkaç
yıl sonra kaleme almıştım. cd)