9 Şubat 2018 Cuma

Liberal ahmaklık ve bir uyuşturucu olarak 'fikir özgürlüğü'



“Özgürlük her zaman ve istisnasız farklı düşünene tanındığında özgürlüktür.” R. Luxemburg (1)
Klişeler ahmaklık üretir. Voltaire’e mal edilen ve sayısız defa kullanılan bir cümle vardır:
“Fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için canımı veririm.”
Toktamış Ateş ve Abdurrahman Dilipak 1995 yılında bir basın toplantısında birbirlerine buna benzer bir cümle söylemişti (2).
Binlerce insan bunu huşu içinde izledi: Demokrasinin doruğu!
Ne kadar da demokratlardı!
Ama gerçek hayatta hiç de öyle olmadı. 2013’te öldüğünde Toktamış Ateş, söylediği bu cümlenin ne kadar gülünç ve ne büyük bir palavra olduğunu görecek kadar uzun yaşamıştı. Anlayıp anlamadığını ise bilemiyorum. Abdurrahman Dilipak cephesinin ise “fikrine katılmadıklarına” nasıl muamele ettiğini uzun uzun yazmaya gerek yok, her şey ortada.
***
Voltaire böyle bir cümle söyledi mi?
Ne zaman solcu/sosyalist/ilerici/cumhuriyetçi insanlara bir saçmalık yutturulmaya çalışılsa önce bu klişe cümle söylenir:
“Fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için canımı veririm.”
***
Yalnız ortada küçük bir sorun vardır.
Voltaire’in böyle bir cümlesi yoktur.
Voltaire’in hiçbir kitabında geçmez.
Bu yalan, Voltaire’in bir papaza yazdığı mektupta bambaşka bir bağlamda geçen “yazdıklarınızdan nefret ediyorum ama yazmaya devam etmeniz için canımı veririm.” ifadesinden çıkmıştır (3).
***
Bu ülkede hiçbir iktidar sosyalistlere “fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için canımı veririm.” demedi.
“Fikirlerine katılmadıklarını fark ettikleri” sosyalistler hapse atıldı, öldürüldü, toplumdan kazındı.
2012 yılında Birinci Meclis’e gitmek isteyen “fikirlerine pek katılmadıkları” cumhuriyetçileri gazla ve copla dağıttılar ama sağ olsunlar öldürmediler (4)!
“Fikirlerine katılmadıkları” kişilere ne iftiraların atılabildiğini, haklarında ne sahte deliller üretilebildiğini, yıllarca nasıl hapislerde çürütüldüklerini, nasıl da her türlü kumpas kurulabildiğini gözü, ortalama bir zekâsı ve birkaç molekül büyüklüğünde vicdanı olan herkes görmüştür.
Örnekleri sayfalarca yazılabilir; ancak bu ülkede yaşayan herkes bilir ki iktidardaki egemen ideoloji, “fikrine katılmadıkları”nın fikrini açıklaması için can falan vermez ama kolayca can alır. En iyimser bakışla “katılmadıkları fikirler” görmezden gelinir, engellenir ya da yasaklanır.
***
Hangi fikir?
Voltaire’e mal edilen bu cümlenin pratikte iktidar karşısında muhalefeti uyuşturması dışında hiçbir işlevi yoktur.
Muhalefet açısından bakıldığında buradan bugüne kadar sadece “demokrasi budalalığı” çıkmıştır. Liberal ahmaklığın yaydığı tehlikeli bir virüstür bu.
Toplumdaki güç dengesini ve iktidarda kimin olduğunu dikkate almadan “her görüş özgürce açıklansın ilkesi” savunulduğunda ortada kalacak olan tek şey iktidarın görüşüdür.
“Herkes için fikir özgürlüğü” demek, özgürlük konusunda daha en baştan eşit olmayan iktidar ve muhalefeti aynı kefeye koymaktır. İktidardaki gücün fikir özgürlüğü ile muhalefetin kısıtlanmış fikir özgürlüğünü eşit derecede savunmak, Koç Holding ile bir simitçiden aynı miktarda vergi almakla eşdeğerdir.
***
İktidardaki fikrin özgürlüğe ihtiyacı var mıdır?
İktidarın fiili özgürlüğü, ‘fikir özgürlüğü’ne sığmaz. Eski çağlardan bu yana iktidarda olan, elindeki silahlı güç ve propaganda aygıtları ile zaten muazzam bir “ifade özgürlüğü”ne sahiptir. Günümüzde de, ortaçağda da, antik Yunan’da da, Hititler’de de bu böyledir. İktidardaki görüşün kendini ifade etmesi için demokrasiye veya bu ilkeye ihtiyacı yoktur.
Bu “fikir özgürlüğü” ilkesi adı altında iktidarın, kendini zaten fiilen her yerde ifade edebilenin, güçlünün ifade özgürlüğünü savunmak, su katılmamış bir liberal ahmaklıktır.
***
Bu ahmaklık, Nazi Almanya’sında Nazilere karşı mücadele edenleri “Ama Nazilerin de sizin kadar görüşlerini ifade etmeye hakkı var” diyerek despotlukla suçlayabilir, Nazilerle Nazi karşıtlarını eşitleyebilir, Nazi karşıtlarının Nazilere karşı mücadelesini “baskıcı” ve “totaliter” bulabilir. “Naziler sizin görüşünüzü engelliyor ama siz de Nazilerin görüşünü engelliyorsunuz. Aslında iki taraf da despotik” diyerek ahmaklığın doruğuna çıkabilir.
Nazi Almanya’sında fikir özgürlüğünün anlamı nedir? 1942’de Adolf Hitler’in bir radyo konuşmasını kesmek, A. Hitler’i bir tartışma programında protesto edip konuşturmamak fikir özgürlüğünü kısıtlamak mıdır?
***
Liberal ahmaklık, birkaç yüz korumayla geldiği bir üniversitede protesto edilen bir bakanın fikir özgürlüğünü savunur. Elinin altında devletin tüm kolluk kuvvetleri ve devasa propaganda aygıtları olan bir görüş ile bunun karşısında duran diğer bir görüşün ifade imkânları eşit midir?
Liberal ahmaklara göre, her cümlesi onlarca medya organında anında yayımlanan bakan “fikir özgürlüğü mağduru” iken protesto sonrası gözaltına alınan ve bir kısmı okuldan uzaklaştırılan ya da atılan öğrenciler despottur. Liberal ahmak için onlarca TV’de istediği an konuşma olanağı olan bir bakanın fikir özgürlüğü ile protestosunun 30. saniyesinde ters kelepçeyle gözaltına alınan bir öğrencinin fikir özgürlüğü aynıdır.
Bu ahmaklığın doğal sonucu “tamam, iktidar fikir özgürlüğüne düşman ama muhalifler de düşman”, “her iki taraf da despot” çıkarımlarıdır.
***
Gücün ve güçlünün “fikir özgürlüğü”
Liberal ahmak, Suriye savaşında ABD ve NATO güçlerinin tezlerini savunan savaş kışkırtıcısı mektubu nedeniyle Orhan Pamuk’u protesto eden öğrencileri “fikir özgürlüğü”nü çiğnemekle suçlar. Liberal ahmağa göre Fransa’nın en önemli gazetelerinden Liberation’da bir devlet başkanını “istifa etmezsen sonun Saddam Hüseyin ya da Kaddafi gibi olur” diye tehdit eden bir mektup yayımlatabilen O. Pamuk mağdurdur (5,6).
Bütün ideolojik gücüyle sonuna kadar iktidarı destekleyen, bu ülkede ve dünyada daima güçten ve güçlüden yana tavır koyan ve öksürse en az 10 uluslararası gazeteye haber olabilen O. Pamuk, liberal ahmağa göre fikir özgürlüğü çiğnenen kişidir (7-9).
Savaş kışkırtıcılığını sadece bir pankartla protesto eden ve şayet O. Pamuk toplantıya gelse muhtemelen polisin yaka paça gözaltına alacağı öğrenciler ise despottur (10).
***
Güçlünün, her yerde konuşabilenin fikir özgürlüğünü savunmak ahmaklıktır.
Liberal ahmak’ın “fikir özgürlüğü” ilkesi, fikrini zaten her yerde ifade etme olanağı elinde olanı savunur. Bu açıdan liberal ahmak her zaman iktidardakine ve güçlü olana hizmet eder.
***
Liberal ahmaklık Nazi Almanyası’nda “Nazilerin fikir özgürlüğü”nden, İsrail’de antisemitizmden, Suudi Arabistan’da islamofobiden söz eder.
Oysa özgürlük Nazi Almanya’sında Yahudilerin, İsrail’de Filistinlilerin, Suudi Arabistan’da gayrimüslimlerin ifade özgürlüğüdür.
***
Liberal ahmaklık muhalifler için bir felç edicidir.
Kendini sol / ilerici / sosyalist / cumhuriyetçi görenlerin özgürlük, demokrasi, fikir özgürlüğü gibi kavramları gördüğünde şu soruyu sormaları zorunludur:
Kimin için?
***
Hangi fikirlerin özgürlüğü?
Kafa kesme özgürlüğü?
Okullara “dünya düzdür” dersi koyma özgürlüğü?
300 korumayla, 15 TV kanalıyla gezen bakanın fikir özgürlüğü?
Embriyoloji karşısına “bebekleri leylekler getirdi görüşü”nü okutma özgürlüğü?
Fikir özgürlüğü…
Bu kavram, liberal ahmaklığın elinde kirletilmiş bir kavramdır ve yıkamadan kullanmamak gerekir.
Taylan Kara
Kaynaklar
1. Rus Devrimi, Rosa Luxemburg, Yazılama yayınları, 2009, İstanbul.
2. Düşünceye Özgürlük 2000, yayına hazırlayan Şanar Yurdatapan, 2000, İstanbul.

AMERİKA’NIN MİLLÎ EĞİTİME EL ATMASI


Bir devletin eğitim siyasası, o devletin can damarlarındandır. Bugünün çocukları, yarının yöneticileri, meslek sahipleri, dahası seçme ve seçilme hakkına sahip vatandaştandır. Onları nasıl eğitirseniz, onlar da öyle insanlar olacaklardır. Onlarda nasıl bir kafa yapısı oluşturursanız, yarın onlar da o kafa yapılarına göre davranacaklardır.709
Bu nedenledir ki, eğitim konusu, Atatürk'ün en önem verdiği konuların başında geliyordu. O denli ki, Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ortasında bir eğitim şurası toplamıştı! Kurtuluş'tan sonra Türkiye'de tam bir eğitim seferberliği yaşandığım hepimiz biliyoruz. Cumhuriyet'e, devrim ilkelerine gönülden bağlı, özverili yeni bir kuşak yetiştirilmesi amaçlanmıştı. Ama bu kuşak aydınlanma düşüncesiyle ve bilimsel temele dayalı bir öğretim sonucunda oluşturuluyordu. Ulusçu olmak, vazgeçilemez nitelikleriydi. Uzun söze gerek yok: Eğitimin bir toplumun yaşamında ne denli önemli olduğunu, bugün İmam-Hatip Okulları'nı bitirenlerin yapıp ettiklerinden açıkça anlaşılır.
Atatürkçü eğitime ilk darbe, bildiğiniz gibi, Köy Enstitüleri'nin yıkıma uğratılması ile indirildi. Böylece Türkiye gerçeklerine uygun, ülke kalkınmasını amaçlayan, ulusçu eğitimin bu ana kurumu ortadan kaldırılmış oluyordu. Köy Enstitüleri yıkıma uğratılırken bununla eşzamanlı olarak Amerika'ya bir öğrenci akım başlatıldı. Daha 1946 yılının başında Amerika'da 600 dolayında Türk öğrenci bulunuyordu ve o yıl 100 öğrenci daha Amerika'da okumak için başvurmuştu.710  
Burada bir noktanın altım çizmek gerekir: Atatürk döneminde de yabana ülkelere öğrenci gönderiliyordu. Ancak, bir kere bunda ülke gereksinmesi göz önünde tutulduğu gibi, giden öğrenciler Türkiye'de devrim havası içinde yetişmiş olanlardı. Daha da önemlisi, illâ şu ülkeye öğrenci göndereceğiz diye bir saplantı da yoktu. Örneğin; önceleri bilim ve teknikte Avrupa ülkeleri ileri olduğu için o ülkelere öğrenci gönderilirken, 709 " S.S.C.B’nin bilim ve teknikteki başarısı belirginleşince ve bu ülke 1929 Dünya Ekonomik Bunalımını belli bir sarsıntıya uğramadan atlatınca Sovyetler Birliği'ne de öğrenci gönderilmeye başlanmıştı.
Sümerbank ve Etibank'ın kuruluşlarında görev yapanlar Sovyetler’ de eğitim görmüş olan mühendisler olacaklardır.
Ancak, A.B.D. Türkiye'ye yerleştikçe ve denetimi ele aldıkça, her emperyalist ülke gibi, kendi ideolojisini benimsemiş, Amerika'nın çıkarlarım kendi çıkan imiş gibi özümsemiş ve ilerde Türkiye'de kilit noktalara gelebilme olasılığı olan gençleri kendi eğitim sistemi içinde yoğurmak yolunu tutacaktı. Kendiliklerinden ve Zekeriya Sertel gibilerin imrenilecek ve ne pahasına olursa olsun gidilmesi gereken bir cennet olarak koşullandırması yüzünden Amerika'ya giden öğrenciler yeterli değildi. Hem bu öğrencileri kendisi de seçmiyordu! İş sıkı tutulmak ve bir sisteme bağlanmalıydı. Bu nedenle, sonunda Türkiye Ve A.B.D. Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkında Antlaşma 27 Aralık 1949'- da imzalandı.711
Antlaşmanın 1. maddesine göre; Türkiye'de bir "Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu" kuruluyordu. Komisyonun giderleri Türkiye'nin ABD’ne olan borcundan karşılanacaktı. Komisyonun amacı, "eğitim programının idaresini kolaylaştırmak" olacaktı. A.B.D. vatandaşlarınca yapılacak öğretim ve araştırma giderlerini de biz ödeyecektik. Aynı durum, Amerika'da eğitim görecek Türk öğrenciler için de -yol giderlerini de kapsamak üzere- söz konusuydu.
Öteki maddelere göre; bu Komisyon dördü Türk, dördü Amerikalı sekiz üyeden oluşacaktı; başkanı ise A.B.D. Büyükelçisiydi. Oyların eşitliği durumunda Büyükelçinin oyu ile karar alınacaktı. Amerikalı üyeleri, A.B.D. Dışişleri Bakanı atayacaktı.
Komisyon doğrudan doğruya A.B.D. Dışişleri Bakanlığına bağlıydı ve onun denetiminde olacaktı.
Komisyon'un bir veznedarı olacaktı, ancak bu veznedarın atanmasını A.B.D. Dışişleri Bakanı onaylayacaktı.
Komisyon, yabancıların verecekleri burslar için profesör, araştırmacı ve öğrencileri önerecekti. Eğitim programlarını düzenleyecekti. Amerikalıların Türk eğitim sistemi içinde nerede nasıl görev yapacağım kararlaştıracaktı.
Bu antlaşmanın T.B.M.M’nce bir yasa ile onanması gerektiğinden, bu yasanın gerekçesinde açıkça şöyle denilecekti: "Amerika Hükümeti, harpten sonra ordusu elinde kalan fazla malzemenin satışı için müteaddit devletlerle anlaş­malar yapmış ve gerek bu devletleri mezkûr satışların hâsı­latım dolar olarak ödemek külfetinden kurtarmak, gerekse bu vesile ile AMERİKAN KÜLTÜRÜNÜ YAYMAK GAYESİYLE, anlaşmalarla tahassül eden alacakların bu memleketlerde kültürel gayelere sarfım temin edecek kültür anlaş­maları imzalamıştır."712
Gerekçede, bu girişimi Amerikan Senato üyelerinden Fulbright başlattığından bu tür antlaşmalara Fulbright Antlaşmaları denildiği belirtiliyordu. Dışişleri Komisyonu'nun E. 1/731, K. 14 sayılı ve 9 Mart 1950 günkü raporunda da, Antlaşmanın amacının "Türk ve Amerikan kültürlerini birbirlerine tanıtıp yaklaştırmak" olduğu belirtilecekti.713 Haydar Tunçkanat, bu antlaşmayı şöyle değerlendirmiş: "....Amerikan Eğitim Komisyonu'nun Türkiye’de Türk parası ile ve Türk Hükümeti'nin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında, Türk eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarını uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve Bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini kolaylaştırmak amacını sağlamak için getirilmiştir. Sözde karşı­lıklı olan bu anlaşma ile bağımsız bir devlet olan Türkiye'nin başkentinde Türk eğitimi ile ilgili bir Amerikan Eğitim Komisyonu kuruluyor ve Türk Hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı dahi verilmiyor."714
Ama şunu açıkça kabul etmek de gerek: Doğrusu, adamlar yurt dışına gönderilecekleri iyi saptamışlar ve A.B.D/de iyi eğitmişler. Ülkemizde ard arda kilit noktalara gelenlere bakınca bu gerçek yadsınamaz oluyor.

Kaynak; Prof. Dr. Çetin Yetkin Karşı devrim(Sh.370-371-372)

709 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. YAHYA KEMAL KAYA: İnsan Yetiştirme. s. 273 vd.
710 "Amerika’daki Türk Talebeleri”; Vatan, 5 Mayıs 1946.
711 Antlaşmanın metni için bkz. H.Tunçkanat: s. 43-49
712 T.B.M.M. T.D. C. XXV/I, Dönem 8, Toplantı 4„ s.220.
713 A.y. s. 220/4.

714 H.TUNÇKANAT: s. 5.

8 Şubat 2018 Perşembe

İhanet kapısı ve Rumbeyoğlu Fahrettin Bey!

AKP iktidarı, esasen Türk kavramından hoşlanmıyor veya en azından bu kelimeyi, Türkiye’de yaşayan milletin adı olarak değil, etnik gruplardan birinin adı olarak zikrediyor.
En son, AKP Grupbaşkanvekili Ayşenur Bahçekapılı,  “Anayasayı değiştireceğiz ve vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız. Yoksa demokratikleşmeyi yapamayız. Vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. İşte bu, sorunu çözer”   demişti.
Abdullah Öcalan da son zamanlarda bunu istiyordu zaten!
* * *
Aslında aynı politikayı, mütareke döneminde Damat Ferit Hükümeti’nin Eğitim Bakanı, mareşal rütbeli Rumbeyoğlu Fahrettin Bey uygulamıştı. Fahrettin Bey, gerçekten bir Rum beyinin oğlu muydu belli değil ama ünlü Sabetaylar listesinde adı var.
Rumbeyoğlu Fahrettin Bey, ilk icraat olarak, okul kitaplarından TÜRK kelimesinin çıkarılmasını emretmişti.
Tarihçi Suat Aydın, hazırladığı bir sınav sorusunda Turgut Özakman’dan naklen bu bilgiyi verdikten sonra  “Neden Rum, Ermeni, Kürt, Çerkez, Arap, Arnavut vb. sözcükler yasaklanmamıştı?” diye soruyor.
* * *
Dr. Necdet Aysal da bir makalesinde, Damat Ferit hükümetini anlatırken, Tevfik Bıyıklıoğlu’nun  “Atatürk Anadolu’da”  kitabından naklen şu bilgileri verir:
 “Damat Ferit Hükümeti’nde Adalet Bakanı Ali Rüştü Bey, Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini isteyen bir kişi idi. Milli Eğitim Bakanı Rumbeyoğlu Fahrettin Bey ise okul kitaplarında bulunan Türk kelimesi yerine Osmanlı kelimesinin konmasını emretmişti.”
Damat Ferit Hükümeti ise işgalcilere direnenlere karşı Kuvayı Milliye’yi bir isyan hareketi olarak suçlayan bildirisi ile asilerin katledilmelerinin şeriat yönünden gerekli olduğuna dair bir fetva yayınlamıştı.
Anadolu hareketini bastırmak amacıyla işbaşına getirilen Damat Ferit Paşa, bu amaçla 18 Nisan 1920’de çıkarılan bir kararname ile  “Kuvayi İnzibatiye” yi kurmuş, iç isyanları örgütlemiş, Türk’ü Türk’e kırdırmıştır.
İşgalle beraber İngilizler, Meclisi de basarak bazı milletvekillerini ve aydınları tutuklamış, Malta’ya sürmüşlerdir.
Şimdi sorarım size, bugünkü uygulamalar Damat Ferit Hükümeti’nin icraatlarına benzemiyor mu?  11 Temmuz 2010







7 Şubat 2018 Çarşamba

ELEŞTİRENLERE DE KIZIYORLAR!





(Öncelikle bir not)Millî Mücadele’yi başarıyla yürüten ve yeni bir devletin kurulmasına öncülük eden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) bir devamı olarak kurulan CHP kanla, gözyaşıyla, Anadolu’nun fedakârlığıyla kurulmuş antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı devrimci bir partidir.  Bu nedenle meşruiyeti ve temeli Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) olan CHP, üye olsun ya da olmasın Millî Mücadeleye güç veren, can ve kan veren tüm halk katmanlarının söz ve karar sahibi olduğu bir partidir. ,
Bu gün CHP’nin herhangi bir biriminin yönetimine gelmiş/getirilmiş kişiler bu yalın gerçeği bilmek, anlamak zorundadır. Yani, makamı, mevkii, unvanı ne olursa olsun hiç kimse CHP’nin sahibiymişçesine davranamaz. Çünkü CHP’nin sahibi tüm ulustur. Mahmut Özyürek
 ********
Şimdi özellikle sosyal medyada en önemli konu CHP…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden seçilmesi  büyük tepkilere neden oluyor…
CHP’ye gönül verenler öfkeli…
Bir de aksi var. Eleştiri yapanları neredeyse “hain” ilan edenler!
Bu size neyi hatırlatıyor?
……………
Tepki?
Neden olmasın?
Yenilgi üzerine yenilgi almış bir genel başkanı bu partiye gönül verenlerin istememesi kadar doğal ne olabilir?
Bu kişinin yeniden seçilmesine neden tepki göstermesinler?
Ki; seçim de seçim olsa hani.
Ayarlanmış delegeler, sonu baştan belli bir organizasyon…
……………
Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP bitmiştir.
Bunu mantıklı insanlar görüyorlar.
Sosyal Medyaya bakın…
CHP’nin IQ seviyesi düşük bir takım yandaşları partiyi  eleştirenleri Ak trol olarak betimliyor!
Bu ne pervasızlıktır? Diyeceğim ama diyemiyorum.  Biat kültürü o kadar yerleşmiş ki bu ülkenin genlerine…  Çare yok!
Körü körüne biat!
Neden diye soruyorsun; “İşte öyle” diyor adam. Mantık bu…
……………..
Sosyal demokrat olduğunu savunan adam, sosyal demokrasi konusunda en küçük bir fikre sahip değil.
Okumuyor, öğrenmek istemiyor. Bilmiyor, bilmediği gibi bilmediğinin de farkında değil…  Çıkıyor klavyenin tepesine, “eleştirenlere” verip veriştiriyor.
Efendim birlik ve beraberlik günüymüş…
Ülke bu durumda iken, Kılıçdaroğlu’nun eleştirilmesi yanlışmış…
Kemal’e karşı olanlar CHP’li sayılmazmış…
Kazma!
Türkiye bu hale yeni gelmedi…
Türkiye bu hale geldiyse; Ana Muhalefet Partisi’nin de dahli var! Sen fırsat verdin!
Yenilgi alışığı olmuşsun, kendini anlatamıyorsun. Çünkü kendinin ne olduğunu bilmiyorsun. Bir oraya, bir buraya yalpalıyorsun… Milletvekillerinin hepsi ayrı telden çalıyor… Biri bakıyorsun PKK’nın kucağına oturmuş, diğeri FETÖ’nün… Belediye başkanlarına bakıyorsun, AKP’nin kucağında.
Nah işte; İzmir  Büyükşehir Belediye Başkanın…
AKP’nin has adamı… Çeşme, Narlıdere, Urla, Bornova, Karşıyaka, Karabağlar, Konak belediyelerine bak! Dökülüyorlar. AKP sevicisi Kocaoğlu’nun oyuncağı olmuşlar! Millet bunlardan yaka silkiyor!
………………
Eleştirmeyelim, zamanı değil…
Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var!
Öyle mi?
Dün yok muydu? Bu ne sığ söylemler, bu ne cehalet?
Bir parti olmak zaten birlik ve beraberlik demektir.
El-ele bir fikri, bir misyonu yerine getirmektir.
Kemal Kılıçdaroğlu ve ekipleri hangi misyonu yerine getirdiler?
Partiyi rayından çıkartıp YENİ CHP diye Atamızı bile yok saymadılar mı?
Eleştirilmesin!
Emredersiniz!
……………..
CHP’nin… Kemal Kılıçdaroğlu’ nu sahipli(!) delegelerle yeniden seçmiş olması en çok AKP’yi sevindirdi. Haklı olarak bayram ettiler!
Çünkü onlar da biliyorlar ki; artık CHP gümleyecek…
İşte size söylüyorum… Önümüzdeki yerel seçimlerde ve 2019’da yapılması planlanan seçimlerde bu parti barajı zor geçer!
…………………
Şimdi diyorlar ki; “eleştirmeyin”
Ne yapalım?
Biat edelim!
Cevap veriyorum;
Hastiriniz efendim!
Mutlu TUNCER

++++++++++
Sivas umumi kongresinden bugüne kadar, bunca engellere karşı mefkûre yolunda attığımız adımlar göz önüne getirilirse, önümüzdeki senelerin fırkamız için vaat ettiği muvaffakiyet ufuklarının ne kadar geniş olabileceğini tahminde güçlük çekilmez.
Bu mülahazanın isabeti bir şarta bağlıdır. O şart; aziz milletimizin, mahabbet (sevgi)ve itimadının, fırkamızın üzerinden eksik olmamasına dikkatle ve feragatle çalışmaktır.
Fırkamız bunda kusur etmedikçe; selim hisli, vefalı, şuurlu milletimizin muhabbet ve itimadından daima emin olabiliriz.” Mustafa Kemal Atatürk 1931