23 Şubat 2018 Cuma

BASIN AÇIKLAMASI - PTT İngiliz ajanları ve hainler adına “hatıra pulu” bastırıyorsa!



Sayı:2018/010                                                               23 Şubat 2018
                                                                                      
BASIN AÇIKLAMASI
PTT İngiliz ajanları ve hainler adına “hatıra pulu” bastırıyorsa!
Türkiye Cumhuriyeti Posta ve Telgraf Teşkilatı  (PTT) Genel Müdürlüğü İstanbul’da 1-3 Ekim 2017 tarihlerinde düzenlenen 11. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu ardından Bediüzzaman Said Nursi Hatıra Pulu bastırmış.
5 bin adet basılan pulun üzerinde Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu afişi yer alıyor. Afiş'te Bediüzzaman Said Nursi'nin fotoğrafının yanında "Kur'an ve Sünnet Rehberliğinde Bir İman Hizmeti Müsbet Hareket" ifadesi yer alıyor.
Gazete haberlerine göre “Bediüzzaman Said Nursi Hatıra Pulu” İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın başvurusu üzerine PTT Yönetim Kurulu’nun 05.10.2005 tarih 382 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Kişisel Pul Yönergesi” hükümleri gereğince basılmıştır.
Peki, “İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın özelliği nedir? Bu vakıf Nur cemaatinin bir önemli bir kolu olan “Nesil” gurubunundur. Yeni Asyacılar'dan kopup 'Yeni Nesil' gazetesiyle devam eden gruba kısaca 'Nesil' deniyor.
Kanaat önderi Mehmet (Fırıncı) Güleç. 'İstanbul İlim ve Kültür Vakfı' ve 'Nesil Yayınevi'nin yanı sıra Nur cemaatinin en önemli radyo kanalı 'Moral FM' de grubun bünyesinde. Nesil grubunun en önemli etkinliği Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumları. Bu sempozyumlar nedeniyle diğer Nurcu gruplar da Nesil'e destek veriyor. Bu nedenle diğer gruplarla derin bir ayrılığı yok.
AKP iktidarının, 2012’de Nur cemaatinin en güçlü gurubu olan Gülen çetesini devletin içine yerleştirmesi,  1 liralık madeni paralardan Atatürk’ün resmini kaldırıp, FETÖ terör örgütünün düzenlediği  “Türkçe Olimpiyatları logosunu” koymasının yıkıcı ve acı sonuçları henüz belleklerde yerini korumaktadır.
AKP iktidarının Fetullah Gülen’le aynı kaynaktan, yani Bediüzzaman Said-i Nursi’den beslenen “Nesil” cemaati için  Bediüzzaman Said Nursi Hatıra Pulu” bastırması, Laik Türkiye cumhuriyetini dinci gerici bir rejime dönüştürme, Cumhuriyeti Cemaatlere teslim etme çabalarının yalnızca bir parçasıdır.
Öte yandan, PTT Yönetim Kurulu’nun 05.10.2005 tarih 382 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Kişisel Pul Yönergesinin” 6/d Maddesi bentlerine göre Pul objesinin; 
“1)Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarına,
2)Devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” uygun olması zorunluluğu vardır.
Hâlbuki ki adına pul bastırılan Said-i Nursi'ye göre; “dinsiz” Türkiye Cumhuriyeti “darül harp”tir. Dolayısıyla bu “darül harp”i “darül İslam'a” dönüştürmek gerekir!
Adına pul bastırılan Said-i Nursi'ye göre; Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk;  İslamiyet’e ve Hakikat-ı Kur’an iyeye karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki(Mustafa Kemal’i kast ederek) bize hücum etmek için istibdadı mutlaka Cumhuriyet namı vermekle irtadadı mutlaka-i rejim altına almakla sefahat-ı mutlaka medeniyet takmakla cebri keyf-i kurfiye, kanun namı vermekle bir istibdadı askeriye ve delalet kurmuştur. (Said-i Nursi, Sönmez, Sayfa: 21-22, 48)
Adına pul bastırılan Said-i Nursi; Milli Mücadele yıllarında Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti ve Kürdistan Azmi Kavi adlı derneklerin kurucuları arasında yer aldı. Bu cemiyetler İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin, İngiliz ajanı Rahip Frew ve Sait Molla'nın paravan örgütleridir.
Bu durumda PTT Genel Müdürlüğü; Kendi yönetim kurulunun çıkardığı yönetmeliğe, TC anayasasına,  Türk ceza kanununa aykırı bir iş ve eylem suçunu işlemiştir. Affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan”, “inancı kötüye kullanmaktan” hüküm giymiş bir kişi adına “hatıra pulu basmak” adının başında “Cumhuriyet” bulunan ‘Türkiye Cumhuriyeti Posta ve Telgraf Teşkilatı(PTT)’nın hakkı ve haddi değildir. Çünkü bu kurum PTT Genel Müdürünün kişisel mülkü değil, Türk ulusunun kanından, canından yarattığı bir değerdir.
15 yıllık AKP iktidarları döneminde Kemalist Cumhuriyet ve Türk devrimlerine karşı hesaplaşmaya girmiş, ne kadar “hain”  varsa itibar kazandırılmış/kazandırılmaktadır.
Unutulmamalı; bu devran bir gün sona erecek, hainlerden ve onların koruyup kollayıcılarından hesap mutlaka sorulacaktır.
  
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                          Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

21 Şubat 2018 Çarşamba

2019 seçimleri Hitler’in 1933 seçimlerinin bire bir aynısı olacaktır


2019 seçimlerinde “Mühürsüz zarf ve oy pusulaları eğer YSK filigranlı ise geçerli sayılacak
Bu koşullar altında yapılacak olan 2019 seçimleri Hitler’in 1933 seçimlerinin bire bir aynısı olacaktır.
++****++
Hitler iktidarı nasıl ele geçirdi? Gerçek, 1932 ve 1933 yıllarında yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçim sonuçlarında yatıyor.
Almanya’da geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı için her yedi yılda bir, doğrudan halkoyuyla seçim yapılıyordu. En son seçim 1932 yılında yapıldı. 13 mart ve 10 nisan tarihlerinde iki aşamalı olarak yapılan bu seçimi Hindenburg kazandı. Hitler seçimi açık farkla kaybetti (Hindenburg yüzde 53, Hitler yüzde 36).
Alman demokrasisinin son serbest genel seçimleri ise 1932’nin temmuz ve kasım aylarında, iki defa yapıldı. Temmuz 1932 seçimlerinde Naziler yüzde 37,2 oy alarak birinci parti oldu. Aynı seçimlerde Sosyal Demokratlar yüzde 21,6 ve Komünistler ise yüzde 14,3 civarında oy aldılar.
Son serbest genel seçim Kasım 1932’de yapıldı. Nazi oylarında büyük bir düşüş yaşandı ve oylar yüzde 37,2’den yüzde 33’e düştü. Sosyal Demokratlar yüzde 20,4; Komünistler ise yüzde 17 civarında oy aldılar.
Bu seçimde “sol” oylar artmıştı ve Nazi oylarından daha fazla idi. Ama maalesef Komünistler Sosyal Demokratları sosyal faşist olarak adlandırıyor ve Nazilerden daha tehlikeli buluyorlardı. Oysa bu iki parti, birbirlerine saldırmak yerine ortaklık yapsalardı, Almanya’da Nazizm iktidara gelemeyebilecekti.
Kasım 1932 seçiminden sonra Hitler başbakan olarak atanmadı. Hindenburg, Kurt von Schleicher adlı başka bir kişiyi hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Bundan sonra, Hindenburg’un Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atamasına kadar geçen sürede bir sürü ayak oyunları yaşandı. Sonuçta Hitler, sandıktan çıkmadı, Hindenburg ve çevresinin iktidarı ona teslim etmesi ile iktidara geldi.
Doğrudur, Hitler iktidarı aldıktan sonra Mart 1933’te yapılan seçimleri kazandı. Ama bu seçim artık serbest seçim değildir. Hitler işbaşına gelir gelmez, 27 Şubat 1933’te meşhur Alman Parlamentosu yangını provokasyonu organize edildi; bu olay bahane edilerek
Ø  Olağanüstü Hal Kanunu çıkarıldı.
Ø  Yangın Komünistlerin üstüne atıldı ve muhalefete yönelik sistematik saldırılar başladı.
Ø  Hak ve özgürlükler askıya alındı;
Ø  20 civarında gazetenin yayınına son verildi;
Ø  Merkez sağ ve sol partilerin faaliyetlerine ciddi kısıtlamalar getirildi ve Sosyal Demokrat ve Komünist Parti liderleri tutuklandı.
Yani Hitler’in, tüm baskılara rağmen yüzde 43 oy alabildiği bu seçim, serbest bir seçim değildir. Sıradan herhangi bir diktatörün organize ettiği bir seçimdir. Demokrasi değil, diktatörlük seçimidir. 1934 yılında Hindenburg’un ölmesi ile birlikte Hitler Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığını birleştirdi ve diktatörlüğünü perçinledi.
Özetle, Hitler iktidarı seçimle almış değildir. Hitler’in iktidara gelmesi ve kalmasının nedeni sandık değil aksine sandığı iptal etmiş olmasıdır.
Sandık kalsaydı, Hitler belki de başbakan olamayacak ve iktidarda kalamayacaktı.

GENÇLİĞE SESLENİŞ/ TALİ ÖZDEMİR


Toplumsal Direnişi Ehlileştirmek, Evcilleştirmek

Bu gün “AKMHP” ittifakına “sahteleştirilmiş”, meşruluğu olmayan mecliste yasal kılıf geçirilecektir. Bu “örtük Faşizmin” artık tam olarak faşist diktatörlüğe dönüştüğünün tartışmasız göstergesidir.  Bundan böyle kazanılmış tüm demokratik değerler, varlığını sürdürebilen kurumlar bir yana atılarak, siyasal gericilik en yoğun, en saldırgan biçimiyle halkın üzerine çöreklenecektir.
2002 den bu yana sürdürülen, 2007 den sonra yoğunlaşan açık saldırganlık halini saray şizofreninin kişisel hırslarıyla açıklamaya kalkışma ahmaklığını sergileyen muhalefet, toplumsal direnişi ehlileştirmek, evcilleştirmek için kolları zaten sıvamış durumdadır. 
Egemenlerce yeniden kurgulanan Demokratik kitle örgütleri ise sanal âlemde bildiri yayınlamaktan öteye gitmemekte, gidememektedir. 
Gericilik, saldırganlık, yağma, yolsuzluk ve yıkımların yalnızca teşhir edilmesi, bu düzeneğin kırılıp atılmasına değil, daha da yetkinleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Demek’ ki iş başa düşmüştür. Görev İçinden geçtiğimiz bu karanlığın yırtılıp atılması geleceğimizi ışıtacak ateşin yakılmasıdır.
“Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” Mustafa Kemal Atatürk



Mahmut ÖZYÜREK

20 Şubat 2018 Salı

İŞTE, ZAFERMİŞ GİBİ GÖSTERİLMİŞ BİR YENİLGİ DAHA




Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bir Osmanlı sevdalısıdır. Osmanlı padişahlarına “Ecdadımız” der, gerçek dışı öykülerle Osmanlıyı övüp göklere çıkarır ve Osmanlı padişahları içinde Sultan 2. Abdülhamit’i kendisine “Rol Model” olarak alır.

Değerli Dostlar,

“Osmanlı, Yenilgilerini de Zafermiş Gibi Gösterdi” başlıklı yazımda, birkaç örnekle, Osmanlı’nın yenilgileri de allayıp pullayıp, marşlar besteletip halka nasıl zafermiş gibi yutturmaya çalıştığını göstermiştim.
“Ecdadının” izinden giden Recep Tayyip Erdoğan’ın da aynı yöntemi nasıl uyguladığını bir kez daha, çok kısa olarak, sizlerle paylaşmak isterim.

29 Ekim 2004 tarihinde, Avrupa Birliği (AB) anayasası, Roma’da AB üyeleri tarafından imzalandı.
AB üyesi değil, “aday üye” bile olmadığı halde, Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin dışişleri bakanı Abdullah Gül ile birlikte AB anayasasını Roma’da imzaladı.
AB anayasasını imzalayan 25 üye devletten biri de The President of The Republic of Cyprus, yani Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı idi.
Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı, Rum’du.
Türkiye Cumhuriyeti devleti başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bir Rum devleti olduğunu, attığı imzayla kabul ediyordu.
AB anayasasının açıkça bir “Hıristiyan Anayasa” olmasını da dindar Recep Tayyip Erdoğan hiç umursamamıştı.
Hepsi bu kadar değil.

17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de AB ile Türkiye arasında çok önemli bir sözleşme imzalandı.
AB’nin hazırladığı “Başkanlık Kararlarını”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kabul etti ve imzaladı.
Türkiye için çok ağır şartlar içeren bu anlaşmayla Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ı Rumlara verdi.
Erdoğan, böyle bir kararın Türk halkında büyük tepki yaratacağından önce çekinmiş, bu çekincesini de toplantıda açıkça söylemiş ve bir ara imza atmaktan kaçınmıştı. İşte, tam o sırada, İngiltere Başbakanı Tony Blair devreye girmiş, Erdoğan ile baş başa bir görüşme yapmış ve bu ağır yenilgiyi Türk halkına nasıl yutturacağının formülünü vermişti!
Tony Blair, Recep Tayyip Erdoğan’a şunu önermişti:
“Brüksel’de sadece bir ticari anlaşma imzaladığını ısrarla söyleyecek ve Türk kamuoyu önünde yüzünü böyle kurtarabileceksin.”
Erdoğan bu öneriyi çok beğendi, imzayı attı, Kıbrıs’ı Rumlara verdi.
Buna karşılık, AB ile Türkiye arasında “Üyelik Müzakerelerinin” başlayacağı sözü verildi.
Sıra, AKP medyasının bu ağır yenilgiyi allayıp pullayıp Türk halkına yutturmasına gelmişti.
Bakın, AKP destekçisi medya haberi halkımıza nasıl duyurdu:

Sabah Gazetesi: “Avrupa İhtilalı”
Hürriyet Gazetesi: “Başardık”
Star Gazetesi: “70 Milyon Coşku”
Vatan Gazetesi: Bambaşka Bir Dönem”
Zaman Gazetesi: “Yeni Türkiye”
Yeni Şafak Gazetesi: “Başardık”
Vakit Gazetesi: “Hayırlı Olsun”
Posta Gazetesi: “Büyüksün Türkiye”
Radikal Gazetesi: “Kolay Gelsin Türkiye”
Milliyet Gazetesi: “Biz de Varız”

Kıbrıs’ı Rumlara veren Başbakan Erdoğan, yurda dönüşünde Ankara’da, gündüz vakti havi fişeklerle, davullarla, zurnalarla, halaylarla tam bir zafer bayramı görünümünde karşılandı.
İşlem, tamamdı.
Kıbrıs’ın Rumlara verilmesi Türk halkına sanki bir zafermiş gibi yutturulmuş, Osmanlı geleneği sürdürülmüştü.
Erdoğan ile kendisine “Rol Model” aldığı Sultan 2. Abdülhamit arasında önemli bir ortak nokta bulunmaktaydı.
Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han da Kıbrıs’ı İngilizlere vermişti!

Yılmaz Dikbaş
19 Şubat 2018, Pazartesi
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52