27 Nisan 2013 Cumartesi

AKP; halk sağlığına zararlıdır! ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ




Sayı   :2013/3

     Konu: AKP; “halk sağlığına” zararlıdır

Kod: 32.011.159

BASIN AÇIKLAMASI

Başbakan Erdoğan, Yeşilay tarafından Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen Global Alkol Politikaları Sempozyumu'nda;“Anayasada gençlerin alkolün zararlarından korunması gerektiği yazıyor. Yasal düzenlemelerle de bu adımları atacağız.”“Bira milli içki olarak halka sunulmuştur. Hâlbuki bizim milli içkimiz ayrandır. Biliyorum bazı medya grupları bana saldıracak. Ama milletimin sağlığı için varsın saldırsınlar”

Başbakanın sözleri; On yıldır planlı olarak adım adım uygulanan kendi inanç ve yaşam tarzlarını tüm topluma dayatma, toplumu dönüştürme” projesinin uygulanma zincirinin yeni bir halkasıdır

Gerçek amaç, alkol ve alkollü ürünler yasağını “halk sağlığı” üzerinden yaşama geçirmektir.

Toplum mühendisliğine soyunan AKP iktidarı, yaşam tarzlarına müdahalede sınırları zorlamaktadır.

Nasıl ki “türban”, sözde inanç özgürlüğünün sembolü olarak kullanılmışsa, yıllardır gündemde olan içki yasağı da toplumsal yaşama müdahalenin önemli sembolü olarak kullanılmaktadır. Siyasal İktidar; Alkolün yasaklanması için “halk sağlığı” kılıfını ortaya atmaktadır.

Oysa içki karşıtlığını "insan sağlığı" üzerinden savunan ve bu yüzden "helal gıda" yönetmelikleri çıkaran AKP, GDO’lu ürünler karşısında ilgisizdir.

Ø  Halk sağlığı açısından büyük tehdit oluşturacak olan nişasta bazlı şeker ve genetiği değiştirilmiş besinlerin tüketilmesinin önünü açmaktadır,

Ø  2010 yılında GDO'lu ürünlerde etiket kullanılması zorunluluğunu içeren yönetmelik çıkaran AKP iktidarı, aradan geçen bunca zamana karşın, GDO'lu ürünlerin etiketine "genetik yapısı değiştirilmiştir" ifadesinin yazılmasını isteyen yönetmeliği uygulamaktan kaçınmaktadır.

Ø  "Şeker Kanunu Tasarısı" ile daha önce yüzde 5 olan nişasta bazlı şeker kotasını, pratikte hükümet kararıyla sınırsız oranda artırılabilecek şekilde düzenlenmiştir. AKP iktidarı; başta obezite olmak üzere insan sağlığına büyük zararı olan bu ürünü Türkiye’de yaygınlaştırmak adına büyük çaba harcamaktadır. Cargill gibi bu alanda çalışan ve büyük paralar kazanan uluslararası tekeller tarafından üretilen nişasta bazlı şekerde genetiği değiştirilmiş mısır kullanılıyor. AB ülkeleri arasında en yüksek kota, yüzde 2. Fransa, Hollanda ve İngiltere’de, nişasta bazlı şeker tamamen yasak. Ama Türkiye’de iktidar; nişasta bazlı şeker kotasını, hükümet kararıyla sınırsız oranda artırılabilmenin önünü açan yasaları “halk sağlığını” çöpe atarak çıkarmakta bir sakınca görmemektedir.

Ø  Yeni sağlık politikaları ile birlikte, bireyin genetik hastalıklar dışında kalan bütün hastalıkları parayla tedavi edilir hale getirerek halk sağlığını sadece paraya endeksli,  hastaya ise  “yolunacak kaz” gözüyle bakan bir anlayışı yerleştiren AKP, sağlık sisteminde geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açmıştır.

Açlık sınırının 1.012,41 lira, yoksulluk sınırının 3.297,76 lira olduğu ülkemizde, asgari ücret ise 773,01 TL'dir.  Bu koşullar altında, AKP iktidarınca, ülke nüfusunun ezici çoğunluğu “açlık sınırının altında” yaşamaya mahkûm edilmişken, Başbakanın “halk sağlığı” için alkollü içkileri yasaklamaya soyunması ne yaman bir çelişkidir.

AKP hükümeti, Çalışanların içinde bulunduğu “SAĞLIKSIZ KOŞULLARI” gerçekten düzeltmek istiyorsa, İçki yasağını, “varlık barışı” uygulamasını değil,   “yoksul barışı” uygulamasını gündeme getirmelidir.  AKP hükümeti; halkın sağlığını değil, kırkharamilerin, yani bir avuç yandaş soyguncu ve yağmacının, varlıklarına varlık katabilmenin hesabını yapmaktadır. Bu nedenlerle de AKP; “halk sağlığına” gerçekten zarar vermektedir.



ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ

KURUCU YÖNETİM KURULU

26 Nisan 2013 Cuma

TÜRKİYE CUMHURİYETİ SAVCILARI GÖREVE….

Yrd. Doç. Dr. Necmi AKYALÇIN (ADD Çanakkale Şb. Başkanı)

             "Cumhuriyet Savcısı" sözünün ilk söyleyeni olan  Mahmut Esat Bozkurt’a  sorarlar: 
Cumhuriyet Başbakanı, Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı, Cumhuriyet Valisi
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da neden Cumhuriyet Savcısı oluyor? Savcılara neden bu imtiyaz? Aynı ortamda Atatürk de bulunmaktadır. Bu sorular  karşısında  Atatürk, Bozkurt'a 'Ne diyorsun bu duruma?' diye sorar. Bozkurt'un yanıtı çok açıktır.
Çünkü öyle zaman olur ki, Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı'dır.”
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Savcılara bu yetki ve sorumluluk verilmiştir. Aynı yetki ve sorumluluk hala geçerlidir. Onurlu insanlar böylesi sorumluluklardan kaçamazlar. Ülkemizde ulusal bütünlüğümüzü ve Cumhuriyetimizi hedefe oturtmuş olan BOP adım adım uygulanmaktadır. Başbakan da bu projede görevlidir. Eş başkan  göreviyle sayın R. T. Erdoğan bu projenin bir ayağına da adına akil denilen sözüm ona  halkı ikna edecek insanları oturtmuştur. Bu insanlar da gittikleri yerlerde halktan fırsat bulabilirlerse bir şeyler söylemektedir. Fırsat bulabilirlerse diyorum; çünkü gittikleri her yerde halk tarafından topa tutulmaktadır bu akiller. Bunlar aynı zamanda yaptıkları konuşmalarla yürürlükteki T.C. Yasalarına göre  suç işlemektedirler; ama sanki korunuyorlarmışçasına bunlara kimse bir şey yapmamaktadır. Bunlar:
Bir yerde “ Ermeni Artin Agopyan (Öcalan) için cesur biri, eyalet sistemine geçilmelidir.  İstenilen şeyler verilmezse metro istasyonları, alış veriş merkezleri her gün patlar.. Ceset parçaları ve kanlar üzerimize sıçrar” diyerek toplumu tehdit ediyor.
Bir diğer yerde terörist başı, Ermeni Artin Agopyan’ın  (Öcalan)  özgür bırakılmasından  ve Kandil İmralı arasındaki doğrudan iletişimden söz ediliyor.
Başka bir yerde  bebek katili Ermeni Artin Agopyan’ı  TBMM’de üye olarak görmek”ten söz ediyor ve “sürecin doğal lideri olarak işaret edebiliyor. Onu mutlak önder göstererek suçluyu övüyorlar.
Başka bir akıl ise   “keşke barış sürecini başlatan kişi, yani Agopyan da özgür ortamda olsa” diyerek  halkı tahrik ediyor,  hazmettiriciliğe soyunuyor.
Şimdi soruyorum sizlere ey Türkiye Cumhuriyeti’nin savcıları bütün bunlar suç değil mi? Eğer suçsa neden görevinizi yapmıyorsunuz? Sizler görevinizi yapmadıkça Kandil’den bağımsız Kürt Devleti çığlıkları yükseliyor. Bunlar sizleri rahatsız etmiyor mu? Her taşın altında örgüt arayanlar, eli kanlı terör örgütünün ülkeyi bölüyor olması sizleri rahatsız etmiyor mu?
Kezban Hatemi  adındaki akile iki gün önce  Siirt’in Aydınlar ilçesinde Molla Burhan Medresesi’ne gitmiş.  Kapıda kendisine buraya kadınlar giremez denmiş. Peki o zaman deyip kuzu kuzu dönmüş kapıdan. Televizyon kanallarında  sürekli konuşan  adeta hak hukuk savunuculuğu yapan bu akile burada neden kendi hakkını aramamıştır? Neden, bana bir kadın olarak Avrupa’da bile bazı sıkıntılar varken Atatürk insan olma onurunu vermiş, kadın erkek eşittir diyerek beni yüceltmiştir. Siz beni burada aşağılıyorsunuz, ne demek kadın giremez, bu gericiliktir, ayrımcılıktır dememiş? Diyemez! Çünkü başka bölgedeki akiller Kemalizm’i, ulus devleti yıkıyoruz demektedirler. Öyle kolay mı akil olmak sayın Hatemi? Böyle sustururlar insanı işte.  Medresenin içine girme başarısını gösterebilen sözde akiller de mollanın elini öpmüşler! Vay be molla birden akil oluverdi demek ki. O bölgenin akili molladır bundan böyle, bu el öpmeyle birlikte diğerlerinin akilliği fiili olarak sona ermiştir. Hatemi içeri girememenin kızgınlığından olsa gerek gazetecilerin sorduğu akillere gösterilen tepkilerle ilgili soru üzerine “it ürür kervan yürür demiş” Yani şehit ailelerini,  vatanını milletini seven bütün vatandaşları, ülkemizi böldürmeyiz, cumhuriyeti yıktırmayız diyen herkesi “it” yapıvermiş bu hanımefendi. Oysaki katıldığı televizyon programlarında yeni anayasada insanlık onuru ön planda olacak, en önemli olan budur diyerek vurgu yapıyordu bu akile. Oldu mu şimdi sayın Hatemi   hem insanlara it diyeceksiniz hem de onur konusunda mangalda kül bırakmayacaksınız. Burada bir yanlışlık var. Bu yanlışlık da halkta değil sizdedir. Ha, gazeteciler  bir de adınızın önüne  Prof. Dr. unvanı eklemişler, sanırım bundan rahatsız olmamışsınız ki itirazınızı duymadık, görmedik. Nedendir bu suskunluğunuz? Siz gerçekten Prof. Dr. unvanına sahipsiniz de biz mi bilmiyoruz? Yasalarımıza göre sahte unvan kullanmak veya böylesi bir biçimde kullanılmasına sessiz kalmak da suçtur.
Ey  Türkiye Cumhuriyeti Savcıları, ey Türkiye Cumhuriyeti Yargıçları:
Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da bu vatanda yaşayanların uğrayacağı en ufak bir haksızlıktan hatta Bingöl Dağları'nın ıssız kuytularında bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz mesulsünüz. 
Sizleri göreve davet ediyoruz…..

25 Nisan 2013 Perşembe

U L U S A Ç A Ğ R I



Cumhuriyetimiz, kuruluşundan bu yana en kritik günlerini yaşamaktadır. Çok yönlü sinsi bir işgal ile küresel güçlerin örtülü sömürüsü sürdürülmekte ve ülke bütünlüğümüzü yıkıp ulusal birliğimizi parçalamak isteyenlerin çabaları yoğunlaşmaktadır.
Siyasal iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır.
Meclis’te muhalefet yok sayılmakta, Cumhuriyetin yansız ve koruyucu kurumları üzerinde sindirme ve yandaşlaştırma amaçlı her türlü tertip uygulanmaktadır.
Bizler, Prof. Dr. Mümtaz Soysal‘ın çağrısıyla, siyasal parti bağı olsun olmasın bir araya gelen kişiler olarak, bu saptamalar karşısında her yurtsever gibi gittikçe daha çok kaygı duymaktayız.
Cumhuriyet ve Kemalizm; bu topraklarda yaşayan insanların bu vatanın sahibi olmasını, ondan eşit pay almasını ve yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmasını amaçlar. Buna karşın, Cumhuriyet ve Atatürkçülük tasfiye sürecine sokulmuştur.
Sözde “serbest piyasa” adıyla azgın bir sömürü düzeni dayatılmaktadır. Özelleştirme talanıyla bağımsızlığın ve Cumhuriyetin temel ekonomik dayanakları ortadan kaldırılmış, Ülkemiz tarım ve sanayi üretiminden koparılarak her yönden dışa bağımlı duruma getirilmiştir. En önemli mal ve hizmet üretici kamu kuruluşlarımız, başta enerji, iletişim, bankacılık, sigortacılık ve madencilik alanlarında olmak üzere, yabancıların eline geçmiştir.
Yüklü dış borç, tehlikeli rakamlara varan cari açık, kaynağı belirsiz sıcak para kullanımıyla krizleri erteleme çabası gibi yanlış politikalar yüzünden ülke ekonomisi hızla tıkanmaya sürüklenmektedir.
Diktacı bir rejime (İslami faşizme!) gitmek, bu tıkanmanın çözümü olarak görülmektedir.
Süregelen işsizlik, yoksulluk ve açlık sınırı altındaki toplum kesimlerinin gitgide çoğalması, halkımızda, özellikle gençlerde gelecek kaygısının artması, bir karmaşa döneminin açık belirtileridir.
Temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, adil yargılanma ve savunma hakları, demokratik hak arama yolları yasa ve hukuk tanımaz biçimde ortadan kaldırılmıştır. Sağlık hizmetleri ancak parası olanların yararlanabileceği duruma getirilmiş, anayasal Öğretim Birliği (md. 174) bozulmuş, üniversitelerde siyasal kadrolaşma had safhaya gelmiştir.
Çok ciddi derecede zedelenen yargı bağımsızlığı; “yüksek yargının tek çatı altında toplanması” girişimiyle, tümüyle bağımsızlığını yitirerek siyasallaşacaktır. Emperyalist güçlerin araçlarından biri olduğu artık açıkça anlaşılan bölücü terör örgütü ile ilişkiler, bölünmeyi meşrulaştıracak sözde “Açılım” girişimleri ile sürmektedir.
Dış siyasette ulusal çıkarlar bir yana bırakılarak Türkiye’miz, uluslararası güçlerin, ekonomik, siyasal ve askeri emellerine taşeronluk yapar düzeye indirgenmiştir.
Tüm bu vahim girişimleri tamamlayıcı ve kalıcılaştırıcı bir son adım olarak başlatılan “Yeni Anayasa” tuzağının, Türkiye Cumhuriyeti’ni başkalaştırma, “Başkanlık” görüntülü bir dikta rejimine dönüştürme girişimi olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.
Yürürlükte bir anayasa varken yapılacak işlemin adı ancak “anayasa değişikliği” olabilir. O da, yürürlükteki anayasaca konmuş yöntemlere uyarak olur ve bunların başında, “değiştirilemez” oldukları vurgulanan hükümlere uymak zorunluluğu yer alır.
Bu anayasal zorunluluk ortadayken iktidar partisine mensup kimi hukukçuların belirttikleri gibi yürürlükteki anayasayı “ilga edilmiş“ -hukuksal olarak yok- sayıp “yeni anayasa” yapmaya girişmek düpedüz “sivil darbe” dir ve açıkça anayasa suçudur. AKP’nin, Meclis’teki 4 partinin katılımıyla kurulan “Uyum Komisyonu”nu, yeni anayasa yapma yöntemlerini kendisi belirleyerek bir “asli kurucu iktidar” sayma manevrasını kabul etmek; hukuksal olarak olanaksızdır.
Yeni anayasa yapmak bu Meclis’in yetkisinde değildir!
AKP iktidarının kökü dışarıda bu politikaları pervasızca sürdürmesi durumunda, bir ulus-devletimizin, yurt bütünlüğümüzün, Cumhuriyetimizin, demokrasinin, toplumsal barışın kalmayacağı çok tehlikeli bir döneme girilebilir.
Artık açıkça görülen bu karanlık gidişin engellenmesi için; yurt bütünlüğü, ulusal birlik, laik-demokratik-sosyal-hukuk devleti ilkelerini benimseyen; emek, eşitlik ve özgürlük duyarlığı taşıyan siyasal partilerimizi ve demokratik kitle örgütlerini en kısa sürede güçlü bir birliktelik ve eylem için direniş ve dayanışmaya, öz olarak VATAN SAVUNMASINA çağırıyoruz.
21 Nisan 2013, Ankara.
ULUSAL SEFERBERLİK İÇİN YURTSEVERLER

Soysal öncülüğündeki “Ulusal Seferberlik Çağrısı”nı ilk etapta 112 isim imzaladı.
İşte o isimlerden bazıları:

Prof. Sina Akşin, Prof. Prof. Cevat Geray, İzzet P. Ararat, Sacit Somel, Ahmet Say, Prof. Dr. Taciser Onuk, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, Prof. Dr. Ali Ercan, Yaşar Okuyan, Prof. Dr. Sabri Çaklı, Mustafa Gazalcı, Şahin Mengü, Hasan Macit, Prof. Dr. Bige Sükan, Dr. Ali Nejat Ölçen, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Prof. Anıl Çeçen, Hızır Özcan, Niyazi Altunya, Erdal Çalı, Feyzi Coşkun,

NOT: Metne ilişkin iletişim numaraları aşağıda yer almaktadır

0312-442 59 45

0535 861 43 47

0536 381 32 45

0532 311 33 63


24 Nisan 2013 Çarşamba

"ATATÜRK'TE BİRLEŞTİK!" mi?



Mustafa Kemal'in kurduğu anti-emperyalist milli cephe, dünyada bir ilki gerçekleştirmiş, Bağımsızlık İhtilali ile büyük bir utku kazanılarak, Milli Devrim inşa edilmiştir.

Bu cephe din adamlarını, Türkçüleri, komünistleri, belediye başkanlarını, valileri, öğretmenleri, tüccarları ve daha nicelerini tek bir hedefte birleştirmiştir. Vatan savunması...

Kongreler, Milli Meclis ve milletin azim ve kararı süreci belirlemiş 29-Ekim-1923'de Cumhuriyet ilan edilmiştir. Elbette bu süreç bir kaç satırla ifade edilecek kadar kolay ve basit değildir. Zorlu mücadeleler, alınan kararlara itirazlar,1.Meclis'te Mustafa Kemal'e muhalif olan mebuslar...

Ancak Milli Devrim'in yol haritası bellidir. Bu harita çok önceden Mustafa Kemal tarafından çizilmiş ve atılan her adım hesaplanarak ve planlanarak atılmıştır. İlk hedef vatanın düşman işgalinden kurtarılmasıdır. İkincisi ise zaferden sonra tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasıdır.

Başarılmıştır. Milli Devrim hayalci değil, gerçekçidir. Her atılan adım plana uygun atılmış, hiç bir şey tesadüfe bırakılmamıştır. Ancak Cumhuriyet'in devamı ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü için, sürecin içinde var olan bir takım ayrık otları temizlenmiş, maskeleri düşen bu kişiler sürgüne gönderilmiştir. 

*****

2013 Türkiye'sinde durum, 19 Mayıs 1919'la aynı fotoğraf karesini yansıtmaktadır.Küresel Çetelerin çizdiği yol haritası, bölücü başı, eli kanlı katil Öcalan'ın emirname havası taşıyan tavsiyeleriyle aynen uygulanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıkma suçunu işleyen, üniter yapıyı bozma, milleti kin, nefret ve düşmanlığa sevk eden, kan dökenler teröristlerle işbirliği yapılmaktadır. Ve hatta onların, bu suçu işleyenlerin elini, kolunu sallıya salıya sınır dışına çıkmalarının adına da "BARIŞ" denilmektedir.Görünen odur ki teröre, teröristte yardım ve yataklık edilerek  suç işlenmektedir.

Diğer taraftan ise 82 Anayasa'sının ilk dört maddesi üzerinde değişiklik yapılmak ve Türklük kavramı Anayasa'dan çıkarılmak istenmektedir. Bu Anayasa ile öngörülen hedef üniter devletin yapısının yok edilmesi ve başkanlık sisteminin uygulanmasıdır. Yapılmak istenen anayasa küresel çetelerin emirnamesi ve CFR'nin memorandumunun kopyalanmasıdır.

Bu anayasaya karşı çıkmak elbette her Türk vatandaşının görevidir. Bir "MİLLİ CEPHE" derhal kurulmadır.

***

"Milli Anayasa Forumu" adıyla bir birliktelik kurulmuştur. İlan ettiklerine göre yaklaşık 151 il ve ilçede yaklaşık yüz bin kişiyle SALON toplantıları yapılmıştır.

Gene milletin yükselen enerjisi ve umudu salonlara hapsedilmiş ama halkın ayağına gidilmemiştir. Ve şu soru insanların kafasında şekillenmiştir.

"Bu forum yeni bir parti kurma hazırlığı mı?"

Ve Bugüne kadar 151 il ve ilçede yüz bin yurttaşla buluşan Milli Anayasa Forumu Milli Merkez’ dönüşme kararını 23 Nisan’daki büyük kurultayla ilan edecek.” 16 Nisan AYDINLIK GAZETESİ-Sürmanşet

Binlerce insan "ATATÜRK'te BİRLEŞTİK!" ilanının arkasında büyük aldatmanın farkına varamadan, coşkulu bir umutla ankara koşmuştur. Ve salondakiler, hatta dışarıda kalanlar kürsüde konuşanları alkışlamışlar ve özlemlerini, isyanlarını, beklentilerini ifade eden bir haykırışla, "BAŞ DÜŞMAN"a ve işbirlikçilere cevap vermişlerdir.

"Mustafa Kemal'in Askerleriyiz."

Ancak bu askerler bir şeyin "Atatürk'le Aldatanlar"ın ve özelleştirme patronlarının, ABD'nin has dostlarının o masada oturduklarının farkında olmak zorundadır.

“CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu Graham Fuller 1990 yılı başında Türkiye’de yaptığı araştırmalardan sonra hazırladığı raporda, Kemalizm’in bittiği saptamasında bulunuyordu. Fuller, Türkiye’ye ‘yeni kimlik’ olarak ‘Ilımlı İslam’ı öneriyordu. Gerçekten de burjuvazinin demokratik devrimci atılımı olarak Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir.” Kemalist Devrim-1 Kaynak Yayınları/1992


Doğu Perinçek; Kemalist Devrim-1 kitabının 9.sayfasında Kemalizm'i bir burjuva rejimi olarak tanımlamış ve Kemalizm'in " artık tarihte kaldığını"da ifade etmiştir.

* Kemalizm,burjuvazinin demokratik sivil toplum projesidir. (S.9)
*Kürt halkına ulusal baskı uygulamıştır. (S.9)
*Bu baskı ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı. (s.9)
*Kemalizm rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır.(s-19)
*KEMALİSTLERİN ZORBA DİKTATÖRLÜĞÜNÜ FAŞİZMLE KARIŞTIRMAYALIM. (S-86)

Yazdığı kitaplarda "Kemalizm'i Kürtlere karşı KIRIMCI ilan eden ve Mustafa Kemal'i "ZORBA ve DİKTATÖR" olarak tanımlayan bir düşüncenin ve ona biat eden kitlelerin "ATATÜRK'te BİRLEŞTİK!" demesi bir aldatmadan öteye gitmeyecektir.

Eğer Doğu Perinçek bugünkü duruşunda samimi(!) ise yapması gereken tek şey vardır. Atatürk'ten ve Türk milletinden derhal özür dilemelidir. Hem de defalarca...Ve bu milleti bir arayış içinde olan kitleleri "ATATÜRK'LE ALDATTIĞINI"da itiraf etmelidir.

"MİLLİ MERKEZ"in Yürütme Kurulu üyesi ve Ankara Temsilcisi Ufuk Söylemez ise özelleştirmenin eski patronlarından biridir. Türk milletinin öz malı olan değerlerin talan edilmesi konusunda büyük çaba göstermiştir. Kendisi Amerika-Türk İş Adamları Derneği'nin üyesi olduğunu ve ABD'nin düşmanı, ideolojik karşıtı, kategorik muhalifi" olmadığını da açıkça ifade etmiştir.

Gerçekten bu merkez "MİLLİ" mi ve "ATATÜRK'TE BİRLEŞTİK!" mi?

*****
 MİLLİ HÜKÜMET ve İKTİDAR!..

Milli Merkez'in "Sonuç Bildirgesi", ilk cümlesinden son noktasına kadar doğru bir bildirge...Ama bu bildirgede yer alan olmazsa olmazları ne şekilde icraata konulacağı hakkında tek bir cümle yok..

Kürsüden CHP ve MHP'ye çağrı yapılmıştır. Eğer gerçekten bu Merkez milli ise TKP'den Saadet Partisi'ne kadar uzanan geniş milli cenahlar neden görmezden gelinmiştir?

Nedir bu MİLLİ MERKEZ? Bir cephe mi* Yoksa yeni kurulacak bir partinin hazırlık safhası mı? Yürütme Kurulu 29 kişiden oluşmuştur. 29+1'le yani 30 kişiyle bir parti kurmak için İçişleri Bakanlığı'na müracaat etmek yeterlidir.

Yeni bir parti? Kimin veya kimlerin işine yarayacaktır dersiniz? Cumhuriyet Güç Birliği fiyaskosu ve adayların çoğunun İP'le olan yakın bağlantısı henüz hafızalardan silinmemiştir.

Hatta bu birliktelikte garip olaylar olmuş, Attila Hasan Uğur'un aday olduğu Antalya'da, seçim bürolarına İzmir adayı Doğu Perinçek'in broşürleri gönderilmiştir. Bu trajik komik bir olaydır.

Salondaki kalabalık "DELEGE" kabul edilmiş ve önceden hazırlanan " Temsiciler Kurulu" listesi onların oylarına sunulmuştur. Bu var olan siyasi partilerdeki sistemin "KOPYALA-YAPIŞTIR" tekniğinin tekrarıdır.

VE MÜMTAZ HOCA!

Yaşı sekseni aşmış bir bilge... Tam bağımsız Türkiye diye direnen bir yiğit...61 Anayasası'nın mimarı.. Sadece sorgulamak için değil, katkıda bulunmak için toplantıya katıldığına emin olduğum Mümtaz Hoca'nın elinden mikrofonu alınması ve susturulması ne kadar doğrudur? Ve salondan yükselen biatcı homurtular...

TARTIŞILMASI GEREKENLER ve GERÇEKLER!

"23.4.2013 tarihinde Ankara Yenimahalle'de, Milli Merkez toplantısı adı altında Merkez Yürütme Kurulu denilerek 29 kişilik bir liste oylanmış. Listedekilerin sıfatı ve adı önceden belirlenmiş. Salonuna girebilenler delege sıfatını alıp evet ve hayır diye oy kullanmış. Toplantı salonunda, eleştirisel konuşma ortamı yaratılmamış. Önceden belirlenmiş liste, kitle psikolojisi altında sadece oylanmış. Demokrasinin olmamasından ve hukuksuzluktan yakınılırken, demokratik koşullar yaratılmadan ve hukuksuzca bu tablo sergilenmiş! "Atatürk'te birleştik" söylemi kullanılırken, bakıldığında aslında ATATÜRK'TE AYRILINDIĞINI, ÇÜNKÜ ATATÜRK'"ÜN SİYASİ ÇIKAR VE SÖMÜRÜ KONUSU YAPILMAMASI GEREKTİĞİ tartışmasız iken, Atatürk bu tabloda sömürü konusu haline getirilmiş." Ömer Faruk Eminağaoğlu
"Geçmişi karanlık olanların Türkiye’nin geleceğine ışık tutmaları mümkün mü?" Serdar ANT (MİLLİ MERKEZ başlıklı yazısından)
 Türk milleti zekidir. Ama duygusal zekası bazen gerçekleri görmesini engellemektedir. Mili Devrim hayalci değil, akla ve bilime dayanan ve TKP'den Saadet Partisi'ne kadar uzanan geniş ve milli cenahları kucaklayan bir hareket olmalıdır.

                                                                                                                                                                      Figen ÖZEN