5 Nisan 2014 Cumartesi

KANLI MI OLACAK, KANSIZ MI OLACAK DEMEMİŞLER MİYDİ?



KANLI MI OLACAK, KANSIZ MI OLACAK DEMEMİŞLER MİYDİ?
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
Seçmen, muhalefetin öne çıkamaması, seçim sürecini yöneten yargının da etkin olmaktan uzak durması karşısında, hukuksal düzeyde hep iktidarın estirdiği havayı soludu. Bu durum, eşit koşullarda serbest rekabeti değil, iktidarın yarattığı koşullarda seçimin varlığını gündeme taşıyınca, anayasal ilkelere uygun bir seçim yarışı da ortaya çıkmadı. Yaşanan bir kaç olay bile, seçimlerin nasıl yönetildiğini ve yargının fotoğrafını çekmeye yetiyor.
* * *
1982 Anayasa yapıcısı, güçlü bir yürütme modeli yarattığı için, hükümet üyelerinin bu görevlerini bırakıp yerel yönetimlere adaylıklarını asla aklına getirmediğinden, bu konuyu düzenleme gereği bile duymamıştır. Bu Anayasa’nın yürürlüğünden sonra büyükşehir belediyesi sisteminin kabulü ve de bu belediyelerin giderek artan olanakları, buraları adeta bir bakanlık, hatta daha da fazla apayrı bir güç merkezi durumuna dönüştürünce, artık bakanlar, büyükşehir belediye başkanı olmayı da düşünmeye başlamışlar, ilk kez bu seçimlerde de aday olarak ortaya çıkmışlardır.
YSK, açık düzenleme olmadığı için bakanların görevlerinden istifa etmeden yerel yönetim seçimlerinde aday olabileceklerini açıklamış, bunu eşit yarışma kurallarına aykırı bulmamıştır! İktidar partisi bu kadarı da olmaz diyerek, kamu görevlileri için gerekli istifa süresini gözetmese bile, aday olan bakanlarının istifa etmesini sağlamıştır.
* * *
Seçimlerde serbest propaganda esas olup, YSK bu ortamı var etmekten ve korumaktan uzak durmuş, iktidarı ürkütmekten kaçınmıştır. Sosyal medyada twitter üzerinden iktidar aleyhine yapılan propagandaya ilişkin başbakanın açık tepkisi sonrasındaki erişim engeline, duyarsız kalmanın ötesinde, iktidarla aynı yaklaşımı bile sergilemiştir.
Bir ilçe seçim kurulu, kendi alanındaki erişim engelinin ivedilikle kaldırılması için verdiği kararı, ülkenin diğer yerlerinde de uygulama birliği içinde söz konusu olması yönünden durumu YSK’na bildirdiğinde, YSK, ülke geneline yönelik karar almak yerine, ancak il seçim kurulu tarafından denetlenebilecek o kararı, üstelik itiraz da olmadan, kaldırma yoluna gitmiş ve de konuyu ortada bırakmıştır. 
Siyasi iradenin eylemi, aynı paralelde bir ileri aşamaya taşınıp, TİB tarafından idari bir işleme dönüşüp, kamu gücüyle erişim engeli ortaya çıkmasına, bu durumun da serbest seçim ortamı yönünden, seçim hukukunun doğrudan alanına girmesine rağmen, bu idari işlem ortaya çıkınca kendisinin görevsiz olduğunu, baskının idareyi kuşatmadan, yani ileri düzeye çıkmadan, idari işlem yapılmadan, örneğin bayraklı reklam olayındaki gibi olması durumunda ise, kendisinin görevli olduğunu ifade etmiştir ki, varlığını inkar edip, bu yorumuyla tarihe geçmiştir. 
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, bu yasağın ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiştir.
Düşünün, seçim döneminde ifade özgürlüğü ülkesel kapsamda ihlal ediliyorsa, bu da iktidarın adımlarıyla örtüşecek biçimde gerçekleşiyorsa, YSK ülke genelinde serbest seçim ve eşit yarışma koşullarını sağlayabilmiş mi! Seçim hukukundaki bazı emredici kurallara aykırılık durumunu ifade eden ve en büyük yaptırım olarak nitelenen tam kanunsuzluğun da ötesinde, burada tam bir anayasa dışılık yok mu! Bunu da kim yaratmış dersiniz! Bu aykırılığın, doğrudan seçim sonuçlarına etki etmesine de gerek yok. Önemli olan serbest ve eşit yarışma koşullarının varlığı ve bu havanın teneffüs edilebilmesi. Kaldı ki büyük şehirlerde binlerle ifade edilen oylarla değişen sonuçlar bile, bu tablonun sonuca ayrıca etkisini açık bir biçimde yansıtmıyor mu.
* * *
YSK için bu gibi örnekler o kadar fazlaki! Halk, siyasi iradenin yaklaşımı paralelinde hareket eden YSK sayesinde, anayasanın değişmez hükümleri bile yokmuş gibi baskın bir gücü ve böyle bir havayı böyle teneffüs etmişse, bu tablo seçmenler üzerinde etki yaratmadı mı!
Hatırlarsak 12 Eylül darbe döneminde darbe konseyi, 1961 Anayasası ile çatışan kendi kararlarının anayasa değişikliği sayılacağını söylemişti. Konuyla ne ilgisi var diyebilirsiniz.
YSK geçmişteki tüm seçimlerde, seçimlerin tarafsızlıkla, etki altında kalınmadan yürütülmesi için, partili partisiz tüm sandık görevlileri nasıl ki siyasi kılık, kıyafet veya rozetle sandık başında bulunamazlar, dini çağrışım yapan kıyafetle de bulunamazlar diyerek kararlar almıştı. Kararlarında türbanı da bu kapsamda değerlendirmiş, ayrıca ek gerekçe olarak ta, seçimlerde görev yapanların bir kamu hizmeti yerine getirdiklerine de vurgu yapıp, kamudaki kıyafet durumunun da dikkate alınacağını belirtmişti.
Özbilgin cinayetini ve öncesindeki Danıştay 2 nci Dairesinin verdiği kararları hatırlayalım. O kararlara tahammül edemeyenler, Özbilgin’in canına kıymışlardı. Dini simgelerin kamuda olamayacağına yönelik o kararların değişmesini gerektiren bir Anayasa hükmü yürürlüğe girdi mi! Hayır! Peki o Danıştay kararları artık neden değişti! YSK, artık Danıştay’ın o kararlarını, hatta kendi kararlarını neden hatırlamıyor!
Dini simgelerin kamuda serbest bırakılmasının, yönetmeliklerle olamayacağı yolundaki Danıştay kararları bir yana, yasa ile bile olamayacağı yolundaki Anayasa Mahkemesi ve İHAM kararları karşısında siyasi iktidar, oturup Anayasa değişikliği yapmıştı. Anayasa Mahkemesi ise, Anayasa’nın değişmez hükümleri mevcut oldukça, Anayasa’da bu konuda açık bir yasaklamaya gerek olmadığını, bu gibi kıyafetlerin serbest bırakılamayacağını açık açık ifade edip Anayasa değişikliğini bile iptal etmiş, bu konuya geçit verilemeyeceğini net bir biçimde ortaya koymuş, öte yandan bu gibi eylemleri de iktidar partisi için, laikliğe ve demokratik cumhuriyete aykırı davranış saymıştı.
Geçmişte, yönetmelikle, yasa ile, anayasa değişikliği ile istediğini yapamayan siyasi iktidar, 2013 yılındaki bir hükümet kararına konu olan yönetmelik değişikliğinde, kamuda dini simgelerin serbest olduğunu ifade etmedi mi. Tarafsızlıktan mı olsa gerek, yargıç ve savcıları ise, bu kararın dışında bıraktı! Bundan sonra her nasılsa kamudaki uygulama Anayasa ve Anayasa hükümleri görmezden gelinerek, bir anda değişti!
Anayasa hükümleri, Anayasa Mahkemesi ve İHAM kararları YSK’nu açıkça bağlarken, bir anda YSK kendisinin bunlarla değil, hükümet kararı ile bağlı olduğu sonucunu doğuran karar alarak, seçimlerde partili üyeler dahi sandık başında siyasi çağrışım yapan kıyafet veya simge ile bulunamazken, partili partisiz tüm görevlilerin dini simge içeren kıyafetle bulunabilecekleri yolunda hareket etti. Bunun adı da tarafsız seçimler oldu!
Özbilgin’i bile bir kez daha öldürmekten geri durmayan meslektaşlarından oluşan YSK, oturup yaptığı tam kanunsuzluklar karşısında kendiliğinden bir karar alır mı... Ya da partiler zarflardaki boyalarla meşgul olacaklarına, anayasa dışına çıkılarak gerçekleştirilen bu seçimlerle ilgili bir başvuru yaparlar mı ne dersiniz. Din konu olunca, oy kaybederiz diye düşünen yapı, sağda solda her tarafta kurallaşmışsa, karşı devrim kansız biçimde gerçekleşmişse, sizce olanaklı mı...
* * *
Özbilgin neden öldürülmüştü! Artık kanlı mı olacak, kansız mı diye de sormadan, Anayasa’yı da 12 Eylüldekine benzer yöntem ve uygulamalarla değiştiren, zaten demokrasi dışılığına da hükmedilmiş olan bir parti ve hükümetince sergilenen bu tablodaki serbestlik, özgürlük, demokrasi ve seçimleri görünce, sevsinler böyle demokrasi ve yargı güvencesini...
 Alıntı: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/omer-faruk-eminagaoglu/kanli-mi-olacak-kansiz-mi-olacak-dememisler-miydi-90532

4 Nisan 2014 Cuma

ADD ISPARTA ŞUBESİ Y- YÖNETİCİLERİ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU NEDEN YAPILDI?




ADD ISPARTA ŞUBESİ Y- YÖNETİCİLERİ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU NEDEN YAPILDI?
Bilindiği üzere, ADD Isparta Şubesinin olağan Genel Kurulunu  Isparta 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 03.03.2014 tarih ve 2014/85 sayılı kararları” ile “07.03.2014 GÜNÜ YAPILACAK OLAN GENEL KURUL TOPLANTISININ İHTİYATİ TEDBİR YOLU İLE DURDURULMASINA” karar vermişti.
Bu karar ve daha önce aynı içerikli mahkeme kararları kendilerine tebliğ edilmesine karşın, Şube Genel Kurulu, ADD Genel Başkanı Tansel ÇÖLAŞAN’ın gözetim ve denetiminde, kimi Genel Yönetim Kurulu üyelerinin de katılımıyla 07.03.2014 Cuma Günü, “Hukuka aykırılığı yolundaki yargı kararları”  yok sayılarak yapılmış ve sonuçlandırılmıştı.
            Genel Başkan ve kimi GYK üyeleri ile birlikte, toplam 20 kişi ile yapılan seçimler  “GENEL KURUL SONUÇ BİLDİRİMİ” ile Yeni Seçilen Yönetim Kurulu tarafından İl Dernekler Müdürlüğüne bildirilmiştir.
            İl Dernekler Müdürlüğü 07.03.2014 günü yapılan ADD Isparta Şubesi olağan genel kurulunun, TÜRK MEDENİ KANUNU 75. Maddesi, 5253 Sayılı Dernekler Kanunu 32/b maddesi(1) hükümlerine aykırılığı nedeniyle Isparta Cumhuriyet Başsavcılığına “SUÇ DUYURUSUNDA”  bulunmuştur. (2)
Tüm Türkiye, 30 Mart’tan bu yana AKP’nin seçimler üzerinde oynadığı hukuk, ahlak ve etik dışı oyunları ibret ve dehşetle izliyor. Ancak bu hukuk, ahlak ve etik dışılığa en sert tepkiyi göstermesi beklenilen ve umulan Tansel ÇÖLAŞAN’IN; genel başkanlığını yürüttüğü, saygın bir örgüt olan ADD’nin bir şubesinde,  kendi gözetim ve denetiminde hukuk, ahlak ve etik dışılığı uygulamasını ADD üye ve yöneticilerinin bilgi ve değerlendirmelerine sunuyoruz. 04.04.2014

Tansel Çölaşan’ın Keyfi Bir Tasarrufla Görevden Aldığı
ÖNCEKİ YÖNETİM KURULU ÜYELERİ



(1) “5253 Sayılı Dernekler Kanunu Madde 32-b) Genel kurulu süresinde toplantıya çağırmayan, genel kurul toplantılarını kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak veya dernek merkezinin bulunduğu veya tüzüğünde belirtilen yer dışında yapan dernek yöneticilerine beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Mahkemece, kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak yapılan genel kurul toplantılarının iptaline de karar verilebilir.”
(2) 02.04.2014 günü C. Savcılığı şüpheli yönetim kurulunu ifadeye çağırmıştır.
 




Klonlanmış bir Cumhurbaşkanı!



Türkiye, daha yerel seçimlerdeki büyük şaibeyi bir çözüme bağlamadan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tartışmaya başladı. Abdullah Gül’ün Hele bir seçim neticeleri ortaya çıksın resmiyet kazansın. Ondan sonra muhakkak kendi aramızda (Tayyip Erdoğan ile birlikte) bir değerlendirme yaparız” demesi de bu şaibenin giderilmesi gerektiğini gösteriyor.
AKP’nin Ankara, Antalya, Hatay ve Üsküdar’daki tutumu, 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını nasıl daha fazla bağırarak ve fezlekeleri Meclis’te okutmayarak ortadan kaldırmışlarsa, şaibenin de üzerine oturmaya çalıştıklarının göstergesidir.
Böyle bir durumda aranan liderlik, dosta güven, düşmana korku veren ve de yüreklere su serpen bir cesaretle, çelik gibi bir irade ortaya koymaktır. Tıpkı,  “Teslim mi olalım! Gerekirse kan da dökeriz, Türkiye’nin bir çakıl taşını vermeyiz” tavrıyla, milletin psikolojisini değiştirebilen bir liderlik… Alparslan Türkeş, bugün ölüm yıldönümü olmasaydı da liderlik özelliğiyle kendisini hatırlatırdı.
***
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan ile bir pazarlık yapacağını belirterek “Bir nevi eş başkanlık gibi bir hale döner onlar açısından”  dedi.
Daha büyük bir pazarlık söz konusu ama Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında değil Tayyip Erdoğan ile Abdullah Öcalan arasında!
Öcalan, son Nevruz mektubunda Erdoğan’a tam destek vereceğini belli etti. Zaten devlette üçüncü kişi konumunda olduğunu, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda görüşülen Anayasa maddelerinin kırkını kendisinin yazdığını söyledi!
Öcalan, BDP’yi eş başkanlarla ve İmralı’dan verdiği talimatlarla yönetiyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de BDP oylarını tek bir talimatla AKP’ye yöneltebilir! Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtirebilir!
***
Peki Öcalan, karşılık istemeyecek midir?
Tayyip Erdoğan, halk tarafından seçilmeyi, Türkiye’nin rejimini Anayasal olarak da değiştirebilmek için istiyor. Başkanlık sistemi içinde, “BDP’li bir Başkan Yardımcısı” için de söz verebilir.
Denilebilir ki, “Tayyip Erdoğan böyle yaparsa, yüzde 45’lik oyların bir bölümünü kaybeder, dolayısıyla seçilemez!”
İyi ama Tayyip Erdoğan, “Petrol ve doğal gaz yatakları ile göz kamaştıran Kuzey Irak’ı, yine Suriye’nin kuzeyindeki PYD kantonlarını, Türkiye coğrafyasına katıyoruz, aziz milletimizin tarihi misyonuna dönüyor, böylece Misak-ı Milli sınırlarını çizmiş oluyoruz. Atatürk’ün ve İnönü’nün Lozan’da yapamadığını yapıyoruz” diye propagandayı yoğunlaştırırsa,  “Siz PKK ile işbirliği yaparak, gerçekte Türkiye’yi bölüyorsunuz, Abdullah Öcalan’a devlet kuruculuğu bahşetmiş oluyorsunuz” diye muhalefetten kim itiraz edecek? Evet MHP ve CHP’nin önemli bir bölümü söylemde itiraz eder… Sonuç ne olur?
Hem, 17 Aralık sabahı evindeki kayıt dışı paraları sıfırlarken yakalanmasına rağmen, bir kısmı şaibeli de olsa partisini yüzde 45 oy oranında tutabilen bir siyasi kişiliğin karşısına rakip olarak kim çıkacak? Kemal Kılıçdaroğlu’nun “muhalefetle anlaşırsak ortak aday çıkarabiliriz” yaklaşımı olumlu ama güçlü irade sahibi, iddialı ve cesur bir kişide birleşmek kaydıyla…
***
Beyaz Saray sözcüsü, “Türkiye yakın bir NATO müttefiki. Bu sebeple Pensilvanya’da yaşayan beyefendiyi unutun”  diyor zaten! Yeter ki Türkiye, açılım sürecini tamamlasın ve Hatay’ın güneyinden Akdeniz’e ulaşacak Büyük Kürdistan’ı kendi elleriyle kursun! Bunun için gerekirse ABD adına Suriye’ye saldırsın!
Yoksa eş başkanlık modeli, “Büyük Orta Doğu Projesi eş başkanlığı” olarak zaten yürürlüktedir. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın sırtındaki bu kamburu devralacak veya belirli bir modelden klonlanmış bir lider aramıyor Türk Milleti! Bu kamburu düzeltecek bir lider gerekli.
Arslan Bulut/Yeniçağ