Cinsellik meselesi ülke olarak bizim yumuşak karnımız olmayı sürdürüyor.
Aslında bu durum konusunda geçmişte de hassasiyetlerimiz var mıydı? Sorusunun
yanıtı evet vardı ancak bunu cehaletle ve açlık üzerinden anlatmayı seçiyorduk.
Tabii bir de olup bitenler hususunda tartışmaları ortadan kaldırabilme
becerisine haiz bulunan kanaat önderlerimiz vardı. İşin ilginç kısmı, zaman
değişti, olanaklar çoğaldı ama insanlarımızın cinsellikle kurmuş olduğu bağdaki
sakatlık bir türlü ortadan kalkmadı. Hatta daha bile geriye doğru bir gidiş
yaşamaya başladık!
Kadınlar ve kız çocukları üzerindeki toplumsal baskıyı çağrıştıran
açıklamalar artarken gündelik hayat içerisinde şaşkınlık veren ifadelerin
sıklığı da çoğalır oldu. Kız çocuklarının nasıl giyinmesi gerektiği tartışması
çoğu kez ahlak ve edep sınırlarının ötesinde dinsellik üzerinden aktarılır hale
dönüştürüldü. Dikkat edin bu konuda her ağzını açanın cinselliğe vurgu yapıyor
olması herhalde tesadüf olmasa gerektir. Öte yandan tam da bu noktada
çocuklarımızın özellikle de kız çocuklarımıza yönelik ağır ifadeler bir
taraftan tepki çekerken bir taraftan da normal görülmektedir.
Geçen hafta içerisinde beden eğitimi dersinde giyilen eşofmanlar üzerinden
kamuoyuna yansıtılan ifadelerin birdenbire zaten işlemekte güçlük çekilen beden
eğitimi derslerinin kaldırılmasını teklif edilmesine kadar gitmesi de yine
ideolojik angajmanlar gereğidir! Aslında sadece bu mesele üzerinde de yazmak
icap etmektedir. Çünkü kadının eve doğru yönlendirilme girişimleri, toplumsal
hayat içerisindeki bütün görünüm alanlarını birer birer yok etmeyi de
içermektedir. Spor alanı da bunlardan bir tanesi olup, kadınların kendi özgür
iradeleriyle var olma mücadelesi vermeyi başardıkları ender yerlerden bir
tanesidir.
Çocukların medyanın ilgisi doğrultusunda birer nesne haline dönüştürülmesi
ve sömürülmeleri süreci, ülkemiz açısından kız-erkek ayrımı yapmadan sadece çocuk hakkı üzerinden
karşı çıkmamızı gerektiren bir durumu ortaya koymaktadır. Çocukların;
dizilerde, yarışma programlarında birer rating malzemesi olarak
kullanılmalarının önüne geçmek ve onları daha küçük yaşlardan itibaren çalışma
hayatının içerisine sokmaktan kurtarmak durumundayız.
Ama bütün bunları yaparken olan biteni çocuk hakkı ve sömürüsü, istismarı
üzerinden hayata geçirmek yerine ‘kız çocuklarının seksi dans etmesi halkı
tahrik ediyor’ gibi açıklamalarla yaşananları tuhaf bir boyuta
taşımamalıyız. Buradaki gariplik bir tarafın kız çocuklarını giyim kuşam
konusunda kendi yaşının çok ötesinde giyinme, süslenme ve davranmalarını normal
bulurken, bir diğer tarafın bunun üzerinden bambaşka bir yere ulaşıyor
olmasıdır. Aslında her ikisi de problemlidir çünkü kız çocuklarını küçük birer
kadın görünümüne sokan kıyafetler, makyajlar ve saçlar onları olduklarından
büyük göstermektedir. Bunun üzerinden çocukları cinsel birer obje olarak
görmek isteyen tipler açısından ise söz konusu durumun adı aslında pedofilidir.
Gündemin içerisinde birbirinden habersizmiş gibi duran buna karşın aslında
aynı yerden beslenen haberleri okudukça, gerçekten bizim başka işimiz gücümüz
yok mu? Sorusunu daha fazla sormaya başlıyorsunuz. Çünkü özellikle istiyor
olsanız bu kadarını denk getirebilmeyi başaramazsınız! Çocukların dansından
tahrik olanların haberleştirilmesinden sonra bu kez de ‘Çocuklara Kapanma
Partisi’ yapıldığını görüyoruz. Küçücük çocuklar, öğretmenlerinin
gözetiminde hazırlanan kağıtları kaldırarak poz veriyorlar, hepsinin başı
kapalı. Buradaki tuhaflık ise yapılan organizasyonda kullanılan kağıtlardaki
yazıları değiştirin, baş örtüsünü çıkartın adeta bir yılbaşı kutlamasını
andırıyor olmasıdır. Bugünlerde sürekli olarak kusulan yılbaşı kutlama nefreti
ile pek örtüşmeyen bir görüntüyü andırdığını göreceksiniz.
Çocuklar üzerinden yürütmekte olduğumuz zorlama ve kendi ideolojik
angajmanlarımızı dayatma duygusu, en çok bu küçücük yavrulara zarar veriyor.
Onları her defasında oldukları gibi çocuk olarak kabul etmek yerine, kendi istediğimiz
gibi görmeye ve göstermeye gayret ediyoruz. Çocuklarımızı belki de hiç olmak
istemedikleri, davranmak istemedikleri gibi davranmak, olmak ve yaşamak zorunda
bırakarak, hayatlarını daha küçük yaşlardan itibaren zapturapt altına almayı
ebeveynlik sanıyoruz.
Cinsellik konusundaki izansızlığımız öylesine aklımızı başımızdan alıyor
ki, her şeyi buraya bağlamaya ve bunun üzerinden olan biteni değerlendirmeye
başlıyoruz. Maalesef burada kız çocukları ve kadınlar birinci derecede sıkıntı
çekenler olarak karşımıza çıkıyorlar. Ardından ise eşcinsel erkekler geliyor
çünkü onlar da var olan erkeksi yapının ötekileri olarak eziliyor ve
örseleniyorlar.
Hatta bu öylesine bir nefret dilini içeriyor ki, sadece sokakta değil
üniversitede bile rahatça dolaşım olanağına kavuşabiliyor ve işlevini yerine
getiriyor. ‘Okulumda erkek olup da kız gibi davranan hoca istemiyorum. Bu
ahlaksızlık ve terbiyesizliktir’ ifadesi bir rektörün ağzından
rahatça dökülebiliyor. Ayrıca bunları söyleyebilmek serbest buna karşın haber
yapmak yasak, ‘yaparsanız dava açarım’ tehditleri de işin cabası
olarak ortaya konabiliyor.
Akıl ve izan arasındaki mesafemiz açıldıkça olan biteni anlamlandırmayı ve
buna uygun bir şekilde davranış geliştirebilme yetilerimizi de kaybetmeye
başlıyoruz. Burada hiç kuşkusuz cinsellik, hepimiz açısından daima sınıfta
kaldığımız ve bir türlü geçmeyi başaramadığımız dersimiz olarak, hayatlarımızı
alt üst etmeye devam ediyor. Bütün adımların hep buradan başlanarak atılıyor
olması ve dönüp dolaşıp hep aynı yerde aynı yanlışları yapmayı sürdürüyor
olmamız tesadüf değildir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder