30 Aralık 2017 Cumartesi

Türkiye Cumhuriyeti'ne "İhanet Belgesi"nden rastgele seçilmiş alıntılar

Türkiye Cumhuriyeti'ne "İhanet Belgesi"nden rastgele seçilmiş alıntılar
Lozan Barış Müzakereleri sırasında, İngiltere, Fransa, İtalya gibi devletler, mütareke dönemindeki işbirlikçilerinin cezalandırılmasını önlemek için "genel af" isteminde bulunmuşlardır.

Mustafa Kemal ATATÜRK, kendi çıkarları için düşmanla işbirliği yapan dönemin etki ajanlarını ve işbirlikçilerini (Refik Halit Karay, Refi Cevat Ulunay, Ahmet Anzavur, Çerkez Ethem ve ağabeyleri Tevfik ve Reşit Beyler, Damat Ferit Paşa vd.) dış baskıyla affetmek yerine, onlara ilk ulusal andıçta yer vererek, 150'sinin de Türk vatandaşlığından çıkarılmasını ve sınırdışı edilmelerini -ki önemli bir bölümü önceden yurtdışına kaçmıştır- sağlamıştır.

Türkiye'de mevcut sistem, halk deyimi ile devlet müsamahası altında "itlerin salınıp taşların bağlanması" özdeyişinde, Cumhuriyeti savunanların cezalandırıldığı bir konuma getirilmiştir.


"Yargıda şeriatçı kadrolaşma yok" diyen biri tüm skandallarına rağmen hala Devlet'te üst düzey görevdeyse, üniversitelerde bini aşkın akademisyenin atılmasında ve yerlerine şeriatçı kadrolaşmanın ikamesinde önemli rol oynayan biri hala Devlet protokolünde yer alıyorsa, faziletli belediyeler sırf tarikatçı olmadığı için binlerce çalışanını işten atabiliyorsa, 28 Şubat sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki fethullahçı kadrolaşma akılalmaz yöntemlerle bir kanser gibi Türkiye'nin geleceğine musallat olabiliyorsa, aydın kıyımı tüm kamu kurum ve kuruluşlarında hala sürüyorsa ve Devlet tüm bu gelişmelere karşı seyirci kalmakta devam ediyorsa, bu sistemin sorgulanması ve yapılandırılması gerekmektedir.

Türk Devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği konusunda ödün vermeyen Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları, Güneydoğu'da sıcak çatışma bölgelerinde yaşamsal risk altındayken, Cumhuriyet aydınları da şehirlerde yaşamsal risk altındadır.

Adeta mahkum edildiğimiz bu kısır döngü ne zaman kırılacak diye sorarsınız, Atatürk'ün "seçkin ihaneti"ni ve de vatanseverliğin gereklerini vurgulayan aşağıdaki değerlendirmesini okuyunuz: 

"... Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi.

Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti.

Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu anlayışta olan yalnız halk değildi.
Özellikle seçkin denilen insanlar bile böyle düşünüyorlardı.

(...)

Birincisi: İngiltere'nin koruyuculuğunu istemek.
İkincisi: Amerika'nın güdümünü istemek.

Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti'nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir.

Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.

Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yolları ile ilgilidir.

Mesela: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görüşünde, ondan ayrılmamak yollarına başvuruluyor.

Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olup bitti gözüyle bakarak kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar.

(...)

Bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi.

Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti.

Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı.
Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.

Son olarak bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı.

Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, Padişah, Halife, hükûmet bunların hepsi kavramı kalmamış birtakım anlamsız sözlerdi.

Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu?

O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?

Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı.
O da ulus egemenliğine dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.

İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.

Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi: Temel ilke, Türk Ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır.

Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir.

Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz.

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir.

Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.

Oysa, Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür.

Böyle bir ulus, esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.
Öyleyse, YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!"

Alıntı:Cesuryorum



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder