Amerika, 2 Nisan 1917
de Almanya’ya savaş ilân ederek, I. Dünya savaşına katılmasına rağmen,
Almanya’nın müttefiki olan Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmemiştir. Fakat
Osmanlı Devleti’nin Amerika ile normal ilişkilerini devam ettirmesi, Almanya’yı
rahatsız etmiş ve Almanya’nın baskısı üzerine Osmanlı Devleti, 20 Nisan 1917
de, Amerika ile diplomatik ilişkilerini kesmiştir. Fakat Amerika’ya savaş ilân
etmemiştir.
Osmanlı Devleti
ilişkilerini keserken, Hariciye Nâzın Ahmet Nesimi Bey, Amerikan
büyükelçisinden özür dilediği gibi, Anadolu ve diğer Osmanlı topraklarındaki
Amerikan okullarına ve misyonerlik müesseselerine dokunulmayacağı hususunda da
teminat vermiştir.’
1914 yılında Türk
topraklarındaki Amerikan okullarının sayısı 426 olup, 17 misyoner merkezi ile 9
tane de Amerikan hastanesi bulunmaktaydı.2
Amerika ile Türkiye
arasında savaş hali sözkonusu olmadığı için, Amerika, Müttefikler’in
(İngiltere, Fransa ve İtalya) ısrarlarına rağmen, Lozan Konferansı’na sadece
“gözlemci” olarak katılmakla yetinmiştir. Lâkin bu “gözlemci”lik statüsü sözde
kalmış ve Konferans sırasında, “Amerika’nın çıkarları” gerekçesi ile, Amerikan
delegasyonu bütün müzakerelere gayet aktif bir şekilde katılmıştır.3
Diğer taraftan, Türk
başdelegesi İsmet Paşa da, daha Konferans’ın başından itibaren, Amerikan
delegasyonu ile yakın ilişkiler kurmaya çalışarak, Müttefikler’e karşı
Amerika’yı Türkiye’nin yanına çekmek istemiştir. Lâkin bu politikanın başarılı
olduğu söylenemez.
Bundan başka İsmet
Paşa, yine bu politika çerçevesinde, daha ilk günden itibaren, Amerika ile bir
anlaşma imzalamak ve iki devlet arasında normal diplomatik ilişkilerin
kurulmasını sağlamak istemiş ise de, Amerikan delegasyonu başlangıçta buna da
yanaşmamıştır. Amerika, Türkiye’nin önce Müttefikler’le sorunlarını çözmesini,
yani Türkiye ile Müttefikler arasında barışın imzalanmasını görmek istemiştir.
Nitekim, Lozan Antlaşması’nın artık kesin şeklini almaya başlamasından sonra,
yani Mayıs 1923’ten itibaren, Türkiye ile Amerika arasında bir antlaşmanın
müzakereleri başlamış ve bu müzakereler4, 6 Ağustos 1923’de, resmî adı “Genel
Antlaşma” (“General Treaty”) olan, 32 maddelik Türkiye – Amerika Lozan
Antlaşması imzalanmıştır.5 Yine aynı gün, bir de 12 maddelik, suçluların iadesi
anlaşması imzalanmıştır.
Bu, Türk – Amerikan
Lozan Antlaşması’na, biraz aşağıda tekrar döneceğiz.
Ne var ki, Türk –
Amerikan Lozan Antlaşması, Amerikan hükümetinin bir kaç teşebbüsüne rağmen,
Amerikan Senatosu tarafından onaylanmamıştır. Sebep olarak, antlaşmanın, Ermeni
sorununu hiç nazarı itibare almamış olması ve bir de, kapitülâsyonların
ilgasını kabul etmesi gösterilmiştir.
Bu antlaşma, son defa
Amerikan Senatosu’nda 18 Ocak 1927’de oylanmış ve 34 aleyhte ve 50 lehde oy
almış olmasına’ rağmen, üçte iki çoğunluğu sağlayamadığından, reddedilmiş
sayılmıştır.
Oylamanın sonucu 28
aleyhte ve -56 lehde olmuş olsaydı, antlaşma onaylanmış olacaktı. Yani, onay
için 6 oy eksik gelmiştir.
Oylamanın küçük bir oy
farkı ile kaybedilmiş olması, Senato’nun bir hayli olumlu havasını
yansıttığından, Amerikan Hükümeti, Türkiye ile diplomatik ilişkilerini başka
bir yolla kurmaya karar vermiş ve iki hükümet arasında, 17 Şubat 1927 de bir
modus vivendi imzalanarak, 1917 Nisanından beri kesik olan resmî ilişkiler
tekrar kurulmuş ve Amerika’nın Türkiye Cumhuriyeti nezdindeki ilk büyükelçisi
Joseph C. Grew, 18 Eylül 1927 günü İstanbul’a gelmiş ve 12 Ekim 1927 günü de
Ankara’da güven mektubunu Atatürk’e sunarak göreve başlamıştır.8
***
Büyükelçi Grew’nun Ekim
1927 de resmen göreve başlamasından hemen sonra, Kasım 1927’den itibaren,
Türkiye’deki Amerikan okulları konusu gündeme gelmiştir. Tâbir caizse, Grew,
ayağının tozunu silmeden bu Amerikan okulları sorununun içine girmek zorunda
kaldı.
Savaş ve Millî Mücadele
sırasında, özellikle Anadolu’daki Amerikan okullarının bir çoğu kapanmış
bulunuyordu. 1927 yılında, bu okulların durumu şöyledir9: İzmir’de
Milletlerarası Yüksek Öğretim Enstitüsü (International College – İzmir) ile, 8
ilk ve orta okul düzeyinde Amerikan kurumu mevcuttur. Bu 8 okul şunlardır:
Adana, Merzifon, İzmir, Tarsus ve Bursa ile İstanbul’da 3 tane okul.
Bu okullar, 19. yüzyıl
içinde, esas itibarı ile misyoner kuruluşları tarafından ve Hıristiyanlığı
yayma amacı ile açılmışlardı. Osmanlı Devleti’ne başkaldıran Ermenilerin,
genellikle Amerikan okullarından yetiştikleri ve hatta Ermeni terör
örgütlerinin de bu Amerikan okullarını karargâh olarak kullandıkları, bilinen
gerçeklerdendir. Bunun klâsik örneği, Merzifon’daki Amerikan Koleji’nin, 1892 –
1893 Merzifon ayaklanmalarında Hınçak Komitesi’nin karargâhı olmasıydı.
Bundan dolayıdır ki,
Lozan Konferansı’nda, yabancı okulların Türk topraklarından tümden çıkarılması
için mücadele verilmiş, fakat ancak belirli bir noktaya kadar başarı
sağlanabilmişti. Bu noktaya da biraz aşağıda tekrar geleceğiz.
Diğer taraftan,
Türkiye’deki bu Amerikan okulları, resmen Amerikan hükümetine bağlı olmayıp,
yani resmî nitelikleri bulunmayıp, kısaca “American Board” denen bir dinsel
kuruluşa bağlıydılar. Ayrıca, İstanbul’daki “Bible House” da, hem Hıristiyanlık
propagandası için çalışıyor ve hem de bu Amerikan okulları ile yakından
ilgileniyordu.
Söylediğimiz gibi,
Grew, daha ayağının tozunu silmeden, “American Board” tarafından, bu okullar
sorunu ile karşı karşıya getirilmiş ve Amerikan Büyükelçiliğinden Türk
Dışişleri Bakanlığı’na verilen 3 Kasım 1927 tarihli bir muhtırada, savaş
sırasında geçici olarak kapatılmış bulunan Amerikan okullarının yeniden
açılması hususunda “American Board”ın, 1 Mayıs 1925 te ilk başvurusunu yaptığı
belirtilerek, bu okulların açılmasına izin verilmesi istenmiştir.10
“American Board”ın
Amerikan okullarının yeniden açılması için başvurduğu tarih, gerçekten
ilginçtir. Zira, başvuru tarihi, T.B.M.M.’nin, Tevhid-i Tedrisat (Öğretim
Birliği) Kanunu ile, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ile Hilâfet’in ilgasına dair
kanunları kabul ettiği 3 Mart 1924 tarihinden 14 ay sonrasına rastlamaktaydı.
Yani, Türkiye Cumhuriyeti, kendi eğitim sistemini laikleştirirken ve özellikle
çocukların eğitimini İslâm’ın etkisinden kurtarıp, akılcı ve çağdaş eğitime
yönelirken, Amerikan misyonerleri, Hıristiyan dinini yayma amacını taşıyan
okulların açılmasını istemekteydiler.
Konu, tam anlamı ile
“laik – dinci eğitim” çatışmasından başka bir şey değildi.
Yine, sözünü ettiğimiz
muhtırada, 30 Ekim 1914 den önce, yani Osmanlı Devleti’nin savaşa girdiği
tarihten önce varlıkları kabul edilmiş olan, özellikle şu Amerikan okullarının
açılmasına izin verilmesi istenmekteydi: Sivas Amerikan Kız Lisesi, Sivas
Amerikan Erkek Koleji, Maraş Amerikan Kız Lisesi, Gaziantep Amerikan Kız
Lisesi, Gaziantep Amerikan Erkek Koleji, Talaş Amerikan Kız Lisesi, Talaş
Amerikan Erkek Lisesi, Kayseri Ana Okulu.’’
Bunların içinde,
öğretmen kadrolarının hazır olması sebebiyle, özellikle, Talaş Amerikan Erek
Lisesi ile Maraş Amerikan Kız Lisesi’nin hemen açılması öncelikle
istenmekteydi.
Bu arada şunu da
belirtelim ki, bu Amerikan okullarının yeniden açılması sorununda, Amerikan
Hükümeti, konuya “resmen” (“officially”) buluşmamaya çalışır görünmüş ve
“American Board”ın okullar konusundaki girişimlerine “resmî destek” vermeme
politikasını benimsemiştir. Bu sebepten, Amerikan belgelerinde hep
“informally”, yani “gayrı resmî” teşebbüs deyimi kullanılmıştır.12
Hatta, Dışişleri Bakanı
Kellogg’un, Grew’ya 8 Kasım 1927 günlü telgrafında, Türk Hükümeti ile
temaslarında, Amerikan okullarının yeniden açılması konusunu “resmî bir sorun”
haline getirmemesi gerektiği bildirilmekteydi.
Ne var ki, “gayrı
resmîlik ““resmî”liğe rahmet okutacak kadar yoğun bir baskı haline gelmekten
geri kalmayacaktır.
Konunun gelişmelerine
girmeden önce, iki önemli noktanın da belirtilmesi gerekmektedir.
Birincisi, Amerikan
okulları konusunda, Türk Dış İşleri Bakanlığı ile, Atatürk’e ve inkılâplara
inanmışlığın âbidesi ve ülkede millî kültür ve millî eğitim’i gerçekleştirmeye
kararlı, genç ve idealist, Millî Eğitim Bakanı (o zamanki adı ile Maarif
Vekili) Mustafa Necati Bey arasındaki görüş ayrılığı ve Mustafa Necati Bey’in,
genel olarak yabancı okullar ve özel olarak da Amerikan okulları konusundaki
görüşlerini egemen kılmasındaki başarısıdır.
İkinci olarak
belirtilmesi gereken bir husus da, bu okullar anlaşmazlığında veya Amerikan
okullarının yeniden açılması sorununda, Amerikan tarafının dayandığı hukukî
delil veya belgelerin çürüklüğüdür.
Şimdi bu iki konuya
anahatları ile değinelim.
***
Yukarda sözünü
ettiğimiz, Amerikan Büyükelçiliği’nin 3 Kasım 1927 tarihli muhtırasında
belirtildiğine göre, 1927 Şubatında imzalanan modus vivendi ile iki devlet
arasında diplomatik ilişkilerin başlaması üzerine, “American Board”, Amerikan
okullarının açılması hususunda ikinci bir başvuruda bulunmuş ve konu, Millî
Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Heyeti (“Educational Council”) tarafından
incelenerek, bu okulların açılmasının yararlı olacağı hususunda olumlu görüş
bildirmiştir. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı da, Millî Eğitim Bakanlığı ile temasa
geçtiğinde, yine olumlu cevap verilmiştir.
Fakat buna rağmen, 1927
Kasım ayı geldiğinde, bu okulların açılması için gerekli izni, Millî Eğitim
Bakanlığı vermemiş bulunuyordu.
Amerikan
Büyükelçiliğinin 3 Kasım 1927 günlü muhtırasına, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
(Araş) Bey, Büyükelçi Grew’ya yazdığı 13 Kasım günlü bir mektupla cevap
vermiştir.
Bu mektupta, söz konusu
Amerikan okullarının açılmasının yararlı olup olmayacağına, Millî Eğitim
Bakanlığı’nın karar vermesi gerektiği, karar olumlu olursa, o zaman bu
okulların açılması konusunun müzakere edilebileceği belirtildikten sonra, yeni
bir unsur olarak, Anadolu’daki Amerikan okullarının gayrımenkullerinin satın
alınması hususunun da ele alınabileceği bildiriliyor ve bu satın alma konusunun
müzakeresi için bu okulların bir temsilci tayin etmesi de isteniyordu.
Tevfik Rüştü Bey’in,
okulların satın alınmasından söz etmesi, Büyükelçi Grew’yu şaşırtmış görünmekle
beraber, kendisinin “American Board” ile temasları sonucu, bu kuruluşun
dosyalarının incelenmesinden, Merzifon, Sivas ve Harput’taki okulların satın
alınmasının daha önce de söz konusu olduğu anlaşılmıştır.15
Diğer taraftan, Tevfik
Rüştü Bey’in Grew’ya 13 Kasım günlü mektubunun ifadesinden anlaşılmaktaydı ki,
Millî Eğitim Bakanlığı, yani Mustafa Necati Bey, bu okullar konusundaki karar
yetkisini kendi elinde tutmak istiyordu ve bu konuda Dışişleri Bakanlığı’nı
geri plâna itiyordu.
Yine aynı çerçevede
ilginç bir nokta da, Tevfik Rüştü Bey’in, Büyükelçi Grew’dan, okulların satın
alınması müzakereleri için okulların, yani “American Board’ın, bir temsilci
tayin etmesini istemesiydi. Bununla, Millî Eğitim Bakanlığı, okullar konusunda,
Amerikan Büyükelçiliğini aradan çıkarıp, sadece okulları veya bunların bağlı
olduğu “American Board”ı kendisine muhatap saydığını göstermek istiyordu.
Aynen, Lozan
Konferansı’nda olduğu gibi, Amerika ve Amerikan Büyükelçiliği güya konuya
“resmen” dahil olmamış görünüyor, fakat konunun bütün ayrıntıları ile yakından
ilgilenmekten de kaçınmıyordu.
Mustafa Necati Bey’in,
okullar konusundaki kesin yetkisini kendi elinde tutmak istediği, Grew’nun 30
Aralık 1927 de Vaşington’a gönderdiği telgrafta da belirtilmektedir.16 Bu
telgrafa göre, İstanbul’daki “Bible House” temsilcisi Şükrü Bey isminde birisi,
Millî Eğitim Bakanlığı Talim-Terbiye Heyeti’nden Avni Bey ile görüşmelerde
bulunduğunda, Avni Bey, Bakan Mustafa Necati Bey’in, “Bible House”u, sadece
Hıristiyanlık propagandası yapan bir kuruluş olarak gördüğünü, bu kuruluşun,
Türk kanunlarının verdiği imkânlar ölçüsünde yayın faaliyetine devam
edebileceğini, fakat Bakan’ın, Amerikan okulları konusunda “Bible House”u asla
kendisine muhatap kabul etmediğini, Şükrü Bey’e söylemiştir.
Bu da, Mustafa Necati
Bey’in, bu okullar sorununa Amerikan Hükümetinin burnunu sokmasından asla
hoşlanmadığının bir başka işaretiydi. Bakan, sadece “American Board”u kendisine
muhatap almak istiyordu.
Nitekim, Grew’nun,
anılarında belirttiğine göre, o sırada (Kasım 1927 başı) Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüştü Bey’in, Dışişleri Bakanlığı’nın, Amerikan okullarının açılmasına
hiçbir itirazı olmadığını, fakat karar ve yetkinin Millî Eğitim Bakanı Mustafa
Necati Bey’e ait olduğunu söylediğini belirttikten sonra, “sonunda konu Necati
Bey’in elinde kaldı” demektedir.17
Buna rağmen, Büyükelçi
Grew’nun, işin peşini bırakmak istemediği görülmekteydi. Tevfik Rüştü Bey’in,
13 Kasım tarihli mektubunda, okulların açılmasının, bu okulların satın alınması
konusu ile birlikte ve “American Board” ile müzakerelerde ele alınması
gerektiğini belirtmesine karşılık Büyükelçi Grew, Tevfik Rüştü Bey’e yazdığı ve
yukarda sözünü ettiğimiz 2 Aralık 1927 günlü mektubunda, okulların açılması
ile, bunların satın alınması konularının ayrı ayrı ele alınmasında ısrar
etmiştir. Hatta önce okulların açılma izninin verilmesini, sonra da satın alma
işinin müzakere edilmesini istemekteydi.
Burada oynanmak istenen
oyun gayet açıktı. Okullar faaliyete geçtikten sonra, elbetteki bunların satın
alınması işi, hemen hemen imkânsız hale gelecekti. Halbuki, şimdi bu okullar
kapalı olduğuna göre, satın alma müzakereleri daha kolaylıkla yapılabilirdi.
1928 Ocak ayında Bursa
Amerikan Kız Lisesi olayı patlak verdiğinde, Amerikan okullarının acıması veya
satın alınması konusu henüz bir çözüme ulaşmamıştı.
***
İkinci konuya gelince:
Bu tartışmalar içinde, Türkiye’deki Amerikan Büyükelçiliği ile Vaşington’daki
Dışişleri Bakanlığı arasında geçen yazışmalarda, Amerikan tarafının, okulların
açılması konusunu bazı belgelere dayandırmak istediği görülmüştür.
Amerika’nın dayanmak
istediği birinci belge Lozan Antlaşması olmuştur. Amerika’ya göre, Türk
Başdelegesi İsmet Paşa, 24 Temmuz 1923 tarihinde İngiliz, Fransız ve İtalyan
başdelegelerine yazdığı bir mektupla, 30 Ekim 1914 den önce (Osmanlı
Devleti’nin savaşa girdiği tarih) varlığı resmen tanınmış, dinî, eğitim, sağlık
ve hayır kuruluşlarının Türkiye’de de devamını Türkiye’nin kabul ettiğini ve bu
kuruluşlara, benzeri Türk kuruluşlarından farklı muamele yapılamayacağını
bildirmistir. Üç devletin temsilcileri de, verdikleri cevaplarda, İsmet
Paşa’nın bu beyanını kabul ettiklerini belirtmişlerdir(18)
Amerika, Lozan
Antlaşması’nı imza etmediğine ve söz konusu mektuplar Türkiye ile diğer üç
müttefik devlet arasında teati edildiğine ve bu üç devletin Türkiye’deki
kuruluşlarına ait bulunduğuna göre, İsmet Paşa’nın mektubunun, Türkiye
açısından, Amerika’ya karşı da bir taahhüt veya mükellefiyet ifade etmesi,
hukuken mümkün değildir.
Amerikan Hükümeti,
ikinci olarak, İsmet Paşa’nın Lozan’da Amerikan Başdelegesi Joseph Grew’ya
yazdığı 4 Ağustos 1923 tarihli bir mektuba da dayanmaktaydı. Bu mektuptan önce,
bu mektubun hangi vesile ile yazıldığını açıklamamız gerekir.
Başta da belirttiğimiz
gibi, İsmet Paşa Lozan Konferansı sırasında Amerika ile diplomatik ilişkiler
kurulmasına çalışmış, fakat Amerika, Lozan Konferansı kesin sonuca ulaşmadan,
Türkiye ile herhangi bir antlaşma imzasına yanaşmamıştır. Sonunda, Mayıs 1923
ten itibaren Türk -Amerikan müzakereleri başlamış ve bu müzakereler 6 Ağustos
1923 tarihli bir antlaşmanın imzası ile sonuçlanmıştır. İşte bu sırada İsmet
Paşa, 4 Ağustos 1923 günü Grew’ya yazdığı bir mektupta19, Müttefik
temsilcilerine yazdığı 24 Temmuz 1923 tarihli mektupdan söz ederek ve o
mektubun bir suretini de ekleyerek, Türkiye’nin üç müttefik devlete karşı,
okullar v.s. hakkındaki taahhütlerinin, Türkiye’deki Amerikan okul v.s.
kuruluşları için de geçerli olacağını bildirmiştir.
Ne var ki, bu mektubun,
bir parçasını teşkil ettiği 6 Ağustos 1923 tarihli Lozan Antlaşması da Amerikan
Senatosu tarafından onaylanmayıp reddedildiği için, dolayısı ile bu antlaşma da
yürürlüğe giremediğinden, hukuken bir varlığı yoktu ve bu belge de hukuken bir
dayanak teşkil edemezdi.
Amerika üçüncü olarak,
17 Şubat 1927 tarihli modus vivendi’ye dayanmaktaydı. Modus vivendi’nin
metninde Amerikan okulları v.s. ile ilgili hiç bir ifade ve cümle yer
almamıştır. Amerika’nın bu belgeye dayanmasının sebebi, modus vivendi’nin 2.
maddesinin “b” paragrafında, 6 Ağustos 1923 tarihli “Genel Antlaşma”ya atıfta
bulunulmasıydı. Buna göre, Amerikan Hükümeti 6 Ağustos 1923 antlaşmasını
Kongre’nin onayından geçirmeye çalışacaktı ve bu onay sağlandığı takdirde de 6
Ağustos antlaşması yürürlüğe girecek ve modus vivendi’nin yerini alacaktı. Bu
durumda da, tabiat ile, İsmet Paşa’nın 4 Ağustos 1923 günlü mektubu da,
antlaşmanın kendisi ile birlikte yürürlüğe girmiş olacaktı.
Lâkin, 6 Ağustos 1923
antlaşması Amerikan Senatosu tarafından hiç bir vakit onaylanmadı ve
dolayısıyla, İsmet Paşa’nın 4 Ağustos 1923 mektubunun hukukîlik kazanması da
mümkün olmadı.
Böylece Amerika,
kendisinin geçersiz hale getirdiği belgelerde hukukî dayanak aramak gibi bir
garabete mâruz kaldı ve kendi kazdığı kuyuya düştü.
Bu sebepten olsa gerek,
Amerika, bu okulların açılması konusunu “resmî” niteliğe sokmaktan kaçınarak,
teşebbüslerini “gayrı resmî” (“informal”) çerçevede tutma politikasını
gütmüştür.
Yine bu sebepten olsa
gerek, Amerika Dışişleri Bakanı Kellogg da, Grew’ya, söz konusu belgeleri
kullanma konusunda kesin talimat vermekten kaçınmış ve bu konuda Grew’nun kendi
takdirini kullanmasını istemiştir.20
***
Amerikan okullarının
yeniden açılması sorunu bu safhada iken, Bursa Amerikan Kız Koleji’nde patlak
veren bir olay, sorunu tam bir kriz haline getirdi.
Bursa Olayı ile ilgili
olarak yayınlanmış Amerikan belgeleri, Papers Relating to the Foreign Relations
of the United States, 1928, Vol. Ill (Washington D.C., U.S. Government Printing
Office, 1943, Department of State Publication 1841) sayfa 964 – 981 de yer
almıştır.
Bununla beraber, bu
konudaki ayrıntılı bilgiler, Büyükelçi Joseph Grew’nun Turbulent Era adlı
anılarının ikinci cildinde de yer almış bulunmaktadır. Ayrıca, belgelerdeki
bazı bilgiler Grew’nun anılarında yer almamış iken, belgelerde bulunmayan bazı
bilgiler de Grew’un anılarında verilmiştir. Bu sebeple, Bursa Olayı”nın
açıklamalarını, yani Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kriz olarak ortaya
çıkışının hikâyesini, bu iki kaynağa dayandıracağız.
***
Grew’nun, anılarında
belirttiğine21 ve Grew’nun 1 Şubat 1928 günü Vaşington’a gönderdiği telgrafa
göre22, Bursa olayı şudur:
144 öğrencinin
okuduğu23 Bursa Amerikan Kız Koleji’nin üç Türk öğrencisi24, Amerikalı
öğretmenleri Miss Edith Sanderson’ın etkisile Hıristiyan olmuşlardır. Bu
öğrenciler, bu olayı, yataklarının altına sakladıkları anı defterlerine de
ayrıntılı bir şekilde yazdıklarından25, olayın açığa çıktığı tarihten iki ay
kadar önce, yani Kasım 1927 sonu veya Aralık 1927 başında, bu anı defterlerinin
bazı kız arkadaşları tarafından çalınması ve Millî Eğitim Bakanlığı makamlarına
durumun bildirilmesi üzerine olay öğrenilmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığı
olayı derhal incelemeye almış ve haber 22 Ocak 1928 sabahı yayınlanan Türk
gazetelerinde yer almıştır.
31 Ocakta Millî Eğitim
Bakanlığından yapılan açıklamada, Bursa’daki Amerikan Koleji’nde aktif din
propagandasının yapıldığının kesin olarak tesbit edildiği, okulun kapatıldığı
ve sorumlular hakkında da adlî kovuşturma yapılacağı bildirilmekteydi
Büyükelçi Grew, olayın
açıklandığı 22 Ocak günü Vaşington’a gönderdiği telgrafta27, Türk kanunlarının
okullarda din propagandasını yasaklamış olması dolayısıyla, Millî Eğitim
Bakanlığı’nın Bursa’ya müfettiş gönderdiğini ve kendisinin de, “American
Board”ın Türkiye Sekreteri Goodsell ile temas ettiğini ve Goodsell’in, Amerikan
okullarının “antipropaganda kanunu”na titiz bir şekilde uymakta olduğunu,
söylediğini bildirmekteydi.
Grew’nun sözünü ettiği
ve Goodsell’in “antipropaganda kanunu” dediği kanunlar, 3 Mart 1924 tarihli ve
429 sayılı Hilâfet’in “ilgasına” dair kanun ile, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat
(Öğretim Birliği) ve 431 sayılı Şer’iye ve Evkaf “vekâletlerinin”
kaldırılmasına dair kanunlardı. Bu kanunlarla Türkiye Cumhuriyeti’nin “devlet
yapisı”nda “laiklik” uygulamasına gidilirken, özellikle “Tevhid-i Tedrisat
Kanunu” ile, öğretim ve eğitim, tamamen “İslâm” faktörünün dışına çekiliyordu.
Başka bir deyişle, Türkiye Cumhuriyeti, eğitim ve öğretimi laikleştirirken ve
eğitim ve öğretimi “din”in etkisinden kurtarmaya çalışırken, bir Amerikan
okulu, Bursa Amerikan Kız Koleji, bir Hıristiyanlık propagandasının merkezi
haline getirilerek, Cumhuriyet’in “laiklik politikası’na, bir başka yönden
darbe indirmekteydi. Türk Hükümeti’nin ve özellikle Millî Eğitim Bakanlığı ile
Bakan Mustafa Necati Bey’in, hemen okulun kapatılması kararını almasındaki
birinci sebep buydu.
“American Board”un
Türkiye Misyonu Sekreteri Goodsell’in Amerikan okullarının, sözünü ettiğimiz
kanunlara çok sıkı bir şekilde (“scrupulously”) riayet ettikleri iddiası ise,
bir-iki gün içinde “fiyasko” niteliğini kazandı. Zira, 22 Ocak’da olayın Türk
basınında açıklanması üzerine, bir yandan, olayı Büyükelçi Grew’ya haber veren,
Associated Press muhabiri Miss Ring, diğer yandan, “American Board” Türkiye
Sekreteri Goodsell ve Büyükelçinin talimatı ile de Amerika’nın İstanbul Muavin
Konsolosu Raymond A. Hare28, olayı araştırmak üzere Bursa’ya gitmişlerdir.
Dönüşlerinde de, her üçü de, Grew’ya edindikleri bilgileri aktarmışlardır.
Bu bilgilere göre29,
öğretmen Edith Sanderson, üç Türk kızı ile Hıristiyanlık konusunda sohbetler
yaptığını, Hıristiyanlığını “manevî güçleri” (“spritual forces”) konusunda
kendilerini aydınlattığı inkâr etmemiştir. O kadar ki, öğretmen Sanderson,
“olayın bütün sorumluluğunun kendisine ait olduğunu” belirtmekten de geri
kalmamıştır. Şüphesiz, Sanderson’un bu ifadesi, Amerika’daki dinci çevrelere,
bir “iftihar” mesajı olarak iletilmekteydi. Çünkü, Associated Press muhabiri
Miss Ring, Bursa incelemelerinde elde ettiği bilgileri, Amerika’daki haber
merkezine de aynen aktarmıştı.
Miss Ring, Bursa’dan
dönüşte, gerek Grew’ya verdiği bilgiler arasında ve gerek Amerika’ya geçtiği
haberin içinde şu olayı da nakletmekteydi: Olaydan bir süre önce, bir
Amerikalı, Bursa’daki bu okulu ziyaret ettiğinde, öğretmen Sanderson, Amerikalı
ziyaretçisine, bir ağaç altında oturan ve kitap okuyan üç Türk kızını
göstererek, “Onların ne yaptığını sanıyorsunuz? İncil okuyorlar. Aman bunu
kimse bilmesin” demiştir.
Miss Ring, Amerika’ya
geçtiği haberinde, “Bu okuldaki Hıristiyanlık propagandasının sürüp gittiğini
ve bu durumun da diğer Amerikan okullarını da tehlikeye soktuğu”
bildirmekteydi.30
Bütün bu gerçekler
karşısında, “American Board”ın Sekreteri Goodsell’in, Amerikan okullarının
“laik öğretim kanunlarına” titizlikle saygı gösterdiği iddiası havada
kalmaktaydı.
Goodsell’in maskaralıklarından
biri de, Büyükelçi Grew’ya, Amerikan okullarında, din propagandasını yasaklayan
bir kanun bulunmadığını söylemesi idi31). Bu iddia, Goodsell’in, başlangıçta,
Türkiye’nin laik eğitim kanunlarına Amerikan okullarının tam anlamı ile riayet
ettiği iddiası ile tam bir çelişki teşkil etmekteydi. Zira Goodsell’e sormak
gerekiyordu: Madem böyle bir yasaklayıcı kanun veya kanunlar yoktu; o zaman
Amerikan okulları hangi kanun veya kanunlara, kendisinin deyimi ile
“scrupulously” riayet etmekteydiler?
Goodsell’in bir başka
çelişkisi de, kendisinin, Büyükelçi Grew’ya bütün Amerikan okullarının ve Bursa
Koleji müdiresi Miss Jillson da dahil, hepsinin, okullarında din propagandası
yapılamayacağına dair, Millî Eğitim Bakanlığı’na taahhütname vermiş olduklarını
itiraf etmesiydi.32
Amerikan okullarının
Hıristiyanlığı yayma ve bu işe bu* okulları, bunun propagandasına âlet ve
vasıta ettiği gerçeği, apaçık ortadaydı. Bu gerçek karşısında, Amerikan
Büyükelçisinin, diğer Amerikan okulları konusunda da paniğe kapıldığı görülmektedir.
Bunun içindir ki, anılarının 22 Ocak 1928 günlüğünde, “Necati Bey dümene sahip
olduğundan”, bu olayı kullanarak, Bursa Koleji kapatılacaktır” demekteydi.
Grew’nun bununla
söylemek istediği, olayın sadece “laiklik”le ilgili niteliği değil, fakat
Mustafa Necati Bey’in, Amerikan okullarının tümünü, esasında bütün yabancı
okulları kapatma politikasının, yani bir milliyetçilik veya bir kültür
milliyetçiliği politikasının söz konusu olmasıydı.
Büyükelçi Grew,
Vaşington’a 1 Şubat 1928 tarihli telgrafında, Bursa olayının, ülkedeki bütün
Amerikan okullarının kapatılmasına doğru bir adım olduğunun, bütün Amerikalılar
ve yabancılar tarafından paylaşılan bir kanaat olduğunu, laik bir rejim altında
dahi bu okulların “Türk Milliyetçiliğine” ters düşmesi sebebi ile, Millî Eğitim
Bakanlığı’nın bu okullara muhalif bulunduğunu belirtmekteydi.
Grew, bu ifadenin
arkasından, bu okullarla teması olan Büyükelçilik mensuplarının, Türk
kanunlarına ne kadar sıkı bir şekilde riayet etseler de, bu okullarda “dinî”
bir havanın egemen olduğunu ve öğretmenlerin de, Hıristiyanlık propagandası
bakımından bu fırsatı kaçırmadıklarını, söylediklerini yazmaktaydı.
Görülüyor ki, Bursa
Olayı’nın tevil götürecek tarafı yoktu. Bursa Olayı, esasında, Amerikan
okullarındaki bir gerçeği su yüzüne çıkarmıştı. Grew’nun sıkıntısı da buradan
doğmaktaydı.
Tam bu sırada meydana
gelen bir olayı, Grew’nun, Amerikan okulları konusundaki Türk
Milliyetçiliği’nin başka bir işareti olarak belirtmek istediği görülmektedir.
31 Ocak 1928 günü,
Grew, kendi elçiliğinden bir meslekdaşı ile, Ayazağa’daki golf sahasında golf
oynarken, bir Türk süvari subayı gelerek, kendilerinin burada manevra
yapacaklarını, dolayısıyla golf oynamayacaklarını bildirmiştir. Bu golf sahası,
İstanbul’un işgali sırasında, İngiliz işgal kuvvetleri, tarafından kurulmuştur.
Grew’ya göre, süvari manevralarının yapılması için daha çok geniş alan vardı.34
Bu olay da gösteriyor
ki, Türkiye, milliyetçilik duygularını her fırsat ve vesilede ortaya koyarak,
geçmişin izlerini silmek istiyordu. Buna Amerikan okulları da dahildi.
1925 ten beri devam
edegelen, Türkiye’deki Amerikan okulları sorunu, 1928 Ocak ayı sonunda, Türk –
Amerikan ilişkilerinde tam bir “kriz” niteliğini kazandı. Şimdi sorun, Amerikan
okullarının “yeniden açılması” değil, “kapatılması” sorunu haline gelmiş
bulunmaktaydı.
Durumun bu şekle
girmesi, Amerikan diplomasisini de güç duruma sokmuş görünüyor. Amerikan
okullarının açılması sorununda, Amerikan Hükümeti, “gayrı resmî” (“informal)
bir tutum almaya çalışmakla beraber, her şeye rağmen, Amerika’nın “ağırlığını”
hissettirmeye çalışırken, şimdi Bursa Koleji olayı ve bunun uzantıları,
Amerikan diplomasisi için gerçekten büyük handikap oluşturmuş ve Türk Millî
Eğitim Bakanlığı ile onun milliyetçilik politikasının kozunu
kuvvetlendirmiştir.
Grew, Vaşington’a
gönderdiği 31 Ocak günlü telgrafında, olaya Amerikan Büyükelçiliğinin müdahele
etmesinin, yararsız olacağını ve uygun düşmeyeceğini (“useless and unwise”)
bildirdiği gibi, olayı bütün ayrıntıları ile hikâye ettiği 1 Şubat günlü
telgrafında da, Başbakan İsmet Paşa ile diğer kabine üyelerinin son derece
kızgın olduklarını belirtmekteydi.
Buna karşılık, Amerikan
Dışişleri Bakanlığı, alınacak tutumu Büyükelçi Grew’un takdirine bırakmakla
beraber, Türk makamları ile “resmî fakat dostane” (“official and Friendly”)
temaslarda bulunmasını, İsmet Paşa ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey ile de
“gayrı resmî” bir şekilde (“informal”) görüşmesini telkin etmekten de geri
kalmamıştır.36
Bursa Olayı’ndan sonra,
Amerikan Hükümeti’nin bir sertleşme göstererek, belgelere göre ilk defa olarak
“resmi” deyimini kullanmasına rağmen, “resmî ve “gayrı resmî” tutumlar arasında
bocaladığı görülmektedir.
Dışişleri Bakanlığı’nın
bu son telkini üzerine Grew Ankara’ya gitmiş ise de, Başbakan İsmet Paşa ile
görüşemediği anlaşılıyor. Yalnız, 7 Şubat 1928 günü, Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Bey ile görüşebilmiştir. Bu görüşmeye ait bilgi, Amerikan belgelerinde
iki paragraflık kısa bir telgraftan ibaret iken , Büyükelçi Grew, anılarında bu
görüşmeyi gayet ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.38
Grew’nun söylediğine
göre, kendisi konuya girmeden, Tevfik Rüştü Bey hemen konuyu açmış ve
aralarında kalmak üzere (“confidentially”), Bursa olayının üzerine Hükümet’in
sert bir şekilde gitmesinin sebebi olarak, Bursa’nın din bakımından gayet
bağnaz bir toplum (“fanatical community”) olduğunu, bu bağnazlık dolayısı ile
Hükümet’e muhalefet ettiğini, Hükümet’in laiklik politikasına karşı geldiğini,
Bursa’nın son seçimlerde Hükümet’in adayını seçmeyip kendi adayını (Nurettin
Paşa) seçtiğini belirtmiş ve gerek bu durum ve gerek üç Türk kızının
“Hıristiyan” olmasının kamu oyunda uyandırdığı tepkiler dolayısı ile, Bursa
Amerikan Kız Koleji’ne karşı Hükümet’in sert bir tutum almak zorunda kaldığını
söylemiştir.
Yine Grew’ya göre,
Tevfik Rüştü Bey, kamu oyundaki tepkiler kaybolduktan sonra Bursa Koleji’nin de
muhtemelen (“probably”) açılabileceğini de sözlerine ilâve etmiştir.
Bunun üzerine Grew söz
alarak, olayın Amerika’da uyandırdığı tepkilerin devam etmesinin, Türk
makamlarının bu kadar “zecrî” (“drastic”) bir tutum almasının ve nihayet, Türk
basınının okullar aleyhindeki kampanyasının devam etmesine izin verilmesinin,
Türk-Amerikan ilişkilerime zarar verebileceğini belirterek, Amerika’nın
endişelerini (“anxiety”) gidermek için bazı şeylerin yapılması gerektiğini
vurgulamış ve Tevfik Rüştü Bey’den şu isteklerde bulunmuştur:
1) Türkiye’deki
Amerikan eğitim kuruluşlarına karşı Türk basınında yürütülen kampanyayı
durdurmak için, Dışişleri Bakanı elinden gelen her çabayı harcamalıdır.
2) Dışişleri Bakanı,
Bursa olayının, kendisinin de belirttiği gibi, münferid bir olay (“sporadic”)
olduğu ve bu olayın Türkiye’deki diğer Amerikan eğitim kuruluşlarını
etkilemeyeceği hususunda teminat vermelidir.
3) Bursa Koleji öğretmenleri
hakkında adlî kovuşturma yapılmamalıdır.
4) Kamu oyunun
tepkilerinin kaybolması için gerekli bir zamanın geçmesinden sonra, Türk
Hükümeti, Bursa Kız Koleji’nin yeniden faaliyete geçirilmesi hususunu “iyi
niyetle” (“with good will”) inceleyeceğini bildirmelidir.
Grew’nun bu “gayrı
resmî”, kendisinin çok kullandığı bir deyimle, bu “informal” istekleri, tam bir
kapitülâsyon zihniyetini yansıttığı kadar, Osmanlı Devleti zamanında
Hıristiyanlara “ıslahat” amacı ile ileri sürülen, fakat kısa bir süre sonra
ültimatom niteliği sırıtmakta gecikmeyen, “teklifleri” hatırlamaktaydı.
Tabiî, bu “informal”
(!) istekler karşısında Tevfik Rüştü Bey’in tutumu da ilginç görünüyor. Çünkü,
isteklerin, 1, 2 ve 4’üncüsü için teminat vermiş, 3’üncüsü için, Türk
mahkemelerinin kararlarına karışamıyacağını, Türk mahkemelerinin güvenilir ve
âdil olduğunu ve adaletsiz bir kararın çıkmayacağına inandığını söylemiştir.
Büyükelçi Grew’un,
Amerikalı öğretmenlerin yargılanmaması üzerinde ısrar ettiğini görünce, Tevfik
Rüştü Bey, Amerikan Büyükelçisi’ne, olayın suçlu ve sorumlusu olan öğretmen
Sanderson’un, tutuklu durumda olmadığına göre, Türkiye’yi terkedebileceğini
söylemiştir. Yani, bir Türk Dışişleri Bakanı, suçlu bir yabancıyı Türk
adaletinden kaçmaya teşvik etmekteydi. Grew ise, böyle bir durumda, Miss
Sanderson’ın adaletten kaçtığı izleniminin uyanacağı gerekçesi ile, Tevfik
Rüştü Bey’in formülünü kabul etmemiştir.
Grew, anılarında39,
Tevfik Rüştü Bey’den sanki, bütün Amerikan okullarında Hıristiyanlık
propagandası varmış gibi bir kampanya yürüten Türk basınının bu kampanyasının
durdurulmasını istediğini söylemektedir. Halbuki, kendisinin Vaşington’a
gönderdiği telgraflarda, elçilik mensuplarının ifadelerine atfen, Anadoludaki
bütün Amerikan okullarında Hıristiyanlık propagandasının söz konusu olduğunu,
yine kendisinin belirttiğine yukarda değindik.
Grew’nun bu son isteği
üzerine, Tevfik Rüştü Bey, yine Grew’ya göre, Türkiye’deki bütün Amerikan
okulları aleyhine bir kampanya mevcut olmadığını, İzmir basınında Amerikan
okulları aleyhine sürdürülen kampanyayı durdurmak için de esasen tedbirler
alındığını söylemiştir.
Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Bey’in, bu Amerikan okulları sorunundaki tutumu, maalesef, bazı “Osmanlı
Nâzırları”nın tutumunu hatırlatmaktadır ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
“milliyetçi” ve “inkılâpçı” havaya ters düşmektedir. Halbuki, yine daha yukarda
da belirttiğimiz gibi, Grew dahi, Bursa Koleji olayının, gerçekte bir
milliyetçilik, bir kültür milliyetçiliği olayı olduğunu telgraflarında
vurgulamıştır.
Mamafih, Tevfik Rüştü
Bey’in bu tutumu, Millî Eğitim Bakanlığı’nın tutum ve kararları ile
“dayanaksız” bırakılmıştır.
Grew ile Tevfik Rüştü
Bey’in görüşmesi, Ankara’da 7 Şubatta yapılmış ve Grew 8 Şubatta İstanbul’a
dönmüştür. 9 Şubatta Tevfik Rüştü Bey, Ankara’daki Başkâtip Ernest L. Ives’ı
davet ederek, kendisine, Grew’ya hitaben yazılmış bir mektup vermiş ve bu
mektupta, Millî Eğitim Bakanı (Mustafa Necati Bey) ile yaptığı görüşmelerden
sonra, 7 Şubatta Grew ile yaptığı görüşmede söylediklerini aşağıdaki şekilde değiştirmek
zorunda olduğunu bildirmiştir40:
1) Bursa’daki Amerikan
Kız Koleji açılmayacaktır.
2) Hükümet diğer
Amerikan okulları hakkında da aleyhte delillere sahip bulunmaktadır; fakat
Millî Eğitim Bakanlığı bu diğer okullar hakkında “hayırhah” (“benevolent”) bir
tutum alacaktır.
3) Talaş ve Maraş’taki
okulların açılması olumlu bir şekilde ele alınmakla beraber, Millî Eğitim
Bakanlığı bu iki okulun açılmasına izin vermezse, diğer iki okulun açılmasına
muhtemelen izin verilecektir.
Başkâtip Ives, Tevfik
Rüştü Bey’in bu beyanları yaparken, yetkisini aşmış olması dolayısı ile, çok
sıkıntı çektiğini belirtmekteydi.
Tevfik Rüştü Bey’in 7
Şubatla Grew’ya söylediklerinde, 9 Şubatta yapmış olduğu bu düzeltme,
Vaşington’ı iyice sinirlendirmiş görünüyor. Zira, Vaşington’daki Türk
Büyükelçisi Muhtar Bey, Dışişleri Bakanlığına çağrılarak kendisine şu hususlar
bildirilmiştir:
1) Bursa olayı,
Amerika’daki Türkiye aleyhtarlığı için iyi bir malzeme teşkil etmektedir.
2) Üç Amerikalı kadın
öğretmenin mahkemeye verilmesi, Amerikan kamuoyunda, Türkiye’nin hâlâ bağnaz
bir Müslüman ülke olduğu kanaatini pekiştirmektedir.
3) Olayın haber değeri
çok yüksek olduğundan, bütün Kilise çevrelerini ve kadın örgütlerini
etkileyecektir.
4) Aynı şekilde, bu
olaydan Kongre çevrelerinin etkilenmemesi de mümkün değildir.
Kellogg, Grew’ya, Türk
Hükümeti ile temaslarında, bu noktaları da münasip bir şekilde işleyebileceğini
bildirmekteydi. Amerikan Hükümeti, “informal”, “informal” diye diye, şimdi aba
altından sopa göstermeye başlıyordu.
Gerek bu telgraf
üzerine, gerek üç kadın öğretmenin duruşmalarının 13 Şubat 1928 günü Bursa Sulh
Ceza mahkemesinde başlaması üzerine, Grew, soluğu Ankara’da almış ve 20 Şubat
akşamı Tevfik Rüştü Beyle, 21 Şubat günü de Başbakan İsmet Paşa ile
görüşmüştür.43
İsmet Paşa ile
görüşmesinde Grew, Başbakan’a, Amerika’daki olumsuz havayı dağıtmak için
Türkiye’nin bir “jest” (Grew’nun deyimi ile bir “beau geste”) yapmasının iyi
olacağını, Türkiye’nin Amerikan okullarına karşı olmayıp, sadece bu okullarda
din propagandasına karşı olduğunu göstermek için, kapalı bulunan bir veya iki
okulun açılmasına hemen (“immediately”) izin verilmesini ileri sürmüştür.
İsmet Paşa ise, verdiği
cevapta, kendisinin hem Tevfik Rüştü Bey’le ve hem de Mustafa Necati Bey’le
görüştüğünü, en azından bir okulun açılabileceğini sandığını, fakat bu okullara
nerede veya nerelerde ihtiyaç bulunduğunu tesbit etmek için, Millî Eğitim
Bakanlığı’nın inceleme yapması gerektiğini bildirmiştir.
Bunun üzerine Grew, bu
okulların açılması için “American Board”un dört ay önce başvuru yaptığını,
fakat konunun hâlâ incelenmemiş olduğundan şikâyet edince, İsmet Paşa,
incelemeyi çabuklaştıracağını söylemiştir.
Görülüyor ki, Amerika
“beau geste” perdesi altında, şimdi bir şantaj politikasına başvurup, Amerikan
kamu oyunu ileri sürüp, Amerikan kamu oyunu bir baskı olarak kullanıp, Amerikan
okullarının açılmasını sağlamaya çalışmaktaydı. Tabiî, kaç okul açtırabilirse…
Bütün bu gelişmelerde
iki nokta, açıkça kendisini belli etmekten geri kalmıyordu.
Bir defa, Türk
Hükümeti’nin politikasının, mümkün olursa bu okulların hiç açılmaması, çok
baskı altında kalındığında da, bir-iki tanesinin açılmasına izin vermek surei
ile konuyu kapatmak olduğu görülmekteydi. İsmet Paşa’nın Grew’ya “en azından
bir tanesinin açılabileceğini sandığını” söylemesi, bu politikanın belirgin bir
işareti olsa gerek. Bilindiği gibi, Amerika için başlangıçta söz konusu olan,
kapalı bulunan 8 okulun açılmasıydı. Türk Hükümeti’nin direnmesi karşısında Grew
şimdi “bir-iki tane”ye razı olmaya başlamıştı.
Bir diğer nokta ise,
bütün bu gelişmelerin ve görüşmelerin arkasında, âdeta nihaî karar organı
olarak, Mustafa Necati Bey’in siluetinin belirgin bir şekilde görülmesiydi.
Tevfik Rüştü Bey’in 7 Şubatta Grew ile yaptığı görüşmede, Grew’nun dört
isteğinden üçünü kesin olarak kabul edip, Bursa Koleji’nin de açılabileceğini
söylemesine rağmen, Mustafa Necati Bey’le görüştükten sonra, Başkâtip Ives’a,
Bursa Koleji’nin açılamayacağını ve diğer konuların da Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından inceleneceğini söyleyerek çark etmesi, Mustafa Necati Bey’in
sorundaki ağırlığının gayet açık bir işareti idi. Ve, bir dışişleri bakanı’nın
bir yabancı büyükelçiye hükümeti adına bir şeyler söyleyip, bir kaç gün sonra,
bütün bu söylediklerinden, eskilerin deyimi ile “rücû” etmesi, yani geriye
dönmesi, diplomatik bakımdan herhalde hoş bir şey değildi.
Mustafa Necati Bey’in
ağırlığı ve konudaki karar etkisi o derece büyüktü ki, Başbakan İsmet Paşa
bile, herhangi bir Amerikan okulunun açılıp açılmaması için kesin bir şey
söylemeyip, konunun Millî Eğitim Bakanlığı tarafından inceleneceğini
belirtmekle yetiniyordu.
Kısacası, Amerikan
okullarının açılması konusu, tamamen Mustafa Necati Bey’in karar ve yetkisine
bağlanmış görünüyordu.
Bundan dolayıdır ki,
Amerikan Büyükelçisi Grew, anılarında, Mustafa Necati Bey’e kin kusmaktadır.
Bursa olayı, Türkiye
ile Amerika arasında bir krize ve çetin tartışmalara sebep olurken, İstanbul
(Arnavutköy) Amerikan Kız Koleji’nde bir başka olay patlak verdi. 23 Mart 1928
günlü Milliyet gazetesinin verdiği habere göre44 Arnavutköy Amerikan Kız
Koleji’nin hazırlık sınıfında okuyan, 10 yaşlarındaki biri Rum, diğeri Maltalı
iki öğrenci, Grew’nun deyimi ile iki küçük veled (“two little tots”), sınıfta
asılı bulunan Türkiye haritasında bir takım oyuklar açarak (“punched holes”),
bu haritanın yanlış olduğunu ifade eden (“derogatory”) yazılar yazmışlardır.
Olay, bazı öğrenciler
tarafından Milliyet gazetesine yansıtılmış ve bu gazetenin yayını üzerine iki
öğrenci okuldan atılmıştır.
Büyükelçi Grew, olayın
manasını anlamaktan o kadar uzak kalmıştır ki, anılarında, “On yaşındaki iki
küçük çocuğun bu düşüncesiz hareketinden dolayı uygulanan okuldan atılma cezası
çok ağırdı” demektedir. Bu sözlerin arkasından da şunları ilâve etmektedir: O
sırada ülkede milliyetçilik (Grew, “chauvinistic” demektedir) duyguları o kadar
artmaktaydı ki, okulun bundan daha başka bir şey yapması, kendisini tehlikeye
sokardı (“unsafe”).
***
Bursa Amerikan Kız
Koleji’nin üç öğretmeninin davasına gelince:
Sanıkların ilk
duruşmaları 13 Şubat 1928 günü Bursa Sulh Ceza Mahkemesinde yapılmış ve bazı
tanık öğrencilerin dinlenmesinden sonra, dava 5 Mart’a ertelenmiş ve Mahkeme 30
Nisan 1928 de kararını vermiştir.
Her üç öğretmen de üçer
gün hapis cezası ile 3 er lira para cazasına çarptırılmış ve bu cezalar
ertelenmemiştir. Yalnız, yargıç, sanıkların ilk cezaları olması hasebile, üç
günlük hapis cezalarını kendi ikametgâhlarında, yani okulda kalarak
çekebileceklerini bildirmiştir.45
Karar, öğretmenlerin avukatı
tarafından temyiz edilmekle beraber, olayın asıl suçlusu Miss Edith Sanderson,
avukatlarının tavsiyesi ile Türkiye’den ayrılmıştır.
Yargıtay ise, Bursa
Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararını Ağustos ayında bozmuş46, fakat Bursa Sulh Ceza
Mahkemesi, 26 Eylül 1928 günlü kararında, Amerikalı öğretmenleri mahkûm eden
ilk kararında ısrar etmiştir.
Öğretmenlerin
mahkûmiyeti ile ilgili olarak Büyükelçi Grew’nun yorumları ilginçtir. Bu
yorumlar, peşin hükümlülüğünün ve kapitülasyoncu zihniyetin tam örneğini teşkil
etmektedir.
Grew, Vaşington’a
gönderdiği 8 Mayıs günlü telgrafında, öğretmenlerin mahûm olacaklarının esasen
tahmin edildiğini (“foregone conclusion”), çünkü, Mahkeme yargıcının, beraat
kararı verip Millî Eğitim Bakanlığı’nı zor durumda bırakmıyacağını söyledikten
sonra, Yargıtay’ın da bu kararı onaylıyacağı kanaat ve şüphesini ifade ettiği
halde, yine kendisi, Yargıtay’ın, Mahkeme kararını bozduğunu Vaşington’a
bildirmiştir.47
***
Amerikan okullarının
açılması konusuna gelince: Millî Eğitim Bakanlığı Talaş Koleji’nin açılmasına
izin vermiştir. Fakat şu şartlarla: Ahlâk Dersi, Türkiye Coğrafyası, Türkçe ve
Türk Ticaret Hukuku Türkçe okutulacaktır. Okulun Müdür Yardımcısı Türk
olacaktır.48
Tabiî, Bursa Kız Koleji
kesin olarak kapatılmış bulunuyordu.
***
Bu, Amerikan okulları
krizinde Türk Hükümeti’nin tutumuna ve bu tutumun unsurlarına yeri geldikçe
değindik.
Fakat, bu krizin
içinde, “güya” gayrı-resmî rol alan, Fakat bir misyonerden daha misyonerce
davranarak, Amerika’nın geçmişte ve günümüzde, geri kalmış veya gelişmekte olan
ülkelere uyguladığı kapitülâsyoncu zihniyetin tam temsilcisi olduğunu gösteren,
Büyükelçi Grew’nun, bu olayı, yani Bursa Koleji ve Amerikan okulları konusunu
nasıl değerlendirdiğini belirtmez isek, incelememiz eksik kalır. Zira, Büyükelçi,
beğenmese de, anlamasa ve istemiyerek de olsa, “İnkılâpçı” Türkiye’nin
gerçeklerine, değerlendirmelerinde değinmek zorunda kalmıştır. Bu gerçekleri
kabul ettiğini söylemek zordur.
Büyükelçi Grew, gerek
Vaşington’a gönderdiği 8 Mayıs 1928 günlü telgrafı49 ile, gerek bu telgrafın
metninin büyük kısmını içeren anılarında50, sözünü ettiğimiz değerlendirmeyi
yapmaktadır.
Grew’ya göre, Bursa
Koleji’ndeki dinsel nitelikli olay, (Türk) milliyetçiliğine ters düşen bir
olaydı. Olayın temel faktörü Kültür Milliyetçiliği idi. Yoksa, din ile ilgisi
olmayan bir hükümet için (“to an irreligious Goverment”) Hıristiyanlık bir
anlam ifade etmiyordu. Fakat, Hıristiyanlığın eğitimsel etkisi, hem Türk
kültürüne ve hem de Türk milliyetçiliğine ters düşmekteydi.
Bu bakımdan, yine
Grew’ya göre, Türkler için Kültür Milliyetçiliği konusunda bir kompromi, bir
uzlaşma söz konusu olamazdı. En basit şekille, Bursa olayı ve Amerikan okulları
sorunu buydu.
Yine bu açıdan, bu
okullar, dersleri ve verdikleri öğretim ve eğitim ile, Türk gençliğini, mensup
olduğu toplumdan koparıp, onları yabancı bir ideale sürüklemekteydi.
Yine Grew’nun aynı
telgrafında, milliyetçi bir Türk yazarının, yabancı okulların gençlik üzerinde
politik etki vasıtası olarak kullanıldığını, bu okulların Tarih’i, yabancı
kaynaklardan ve yabancı görüşlere göre okuttuğunu, eleştirel bir ifade ile
yazdığını söylemekteydi ki, bunun tartışmasız bir gerçek olduğu inkâr edilemez.
Grew’nun, eleştiri
amaçlı bu ifadelerinde ve değerlendirmelerinde o günün Türkiye gerçeklerinin
mevcut olduğu da bir gerçektir. Ne var ki, Lozan Konferansı’nı baştan sona
kadar izlemiş ve hatta Konferans’ın ikinci döneminde Amerikan Başdelegeliği
görevini üstlenip, İsmet Paşa ile gayet yakın ilişki kurmuş bulunan bu
diplomatın, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne Amerika’nın ilk Büyükelçisi olmasına
rağmen, Cumhuriyet’in bu ilk dönemindeki milliyetçilik hassasiyetini
anlayamamış ve görememiş olması ve özellikle, Türkiye Cumhuriyet’inin temel
politikasını teşkil eden laiklik ilke ve kavramını ve bu ilke ve kavramın ilk
temel taşlarını meydana getiren 3 Mart 1924 kanunlarının, yeni Cumhuriyet’in
ilk hareket noktası olarak önemini kavrayamamış olması, o günden bugüne,
Amerika’nın Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı izlemekte olduğu politikaların ne
kadar yüzeysel olduğunun bir kanıtı olmaktan başka bir şey değildir.
Grew’nun Türkiye’yi
anlamaktan ne kadar uzak kaldığının bir başka işareti de, Amerikan belgeleri
arasında yayınlanmamış olan, fakat Grew’nun anılarında bulunan ve Türkiye
hakkında genel bir değerlendirmeye ikinci bir 8 Mayıs günlü telgrafta yaptığı
bir değerlendirmedir. Burada Grew şöyle demektedir: “İslâm’dan kopan
Türkiye’nin, müstakbel büyümesi ve kültürü için temel alabileceği, kendisine
özgü bir uygarlığı yoktur. Bu sebeple, yapabileceği tek şey, Batı’yı taklit
etmektir.”51
Amerikalı diplomat,
yukarda da belirttiğimiz gibi, Amerikan okullarının açılmamasını, yeni
Türkiye’nin kültür milliyetçiliğine bağlarken, öte yandan Türkiye’yi
kültürsüzlük ve uygarsızlıkla itham edip, Batı taklitçiliği yaptığını ileri
sürmektedir. Kültürü ve uygarlığı olmayan bir millet ve devlet, millî kültür
mücadelesi yapar mı? Türk Milleti, çeşitli insan sürülerinden meydana gelmiş
toplama Amerikan halkı mı?
Bu çelişki dahi,
Amerikan Büyükelçisi’nin, yeni Türkiye’nin sorunlarını anlama ve incelemede ne
kadar yeteneksiz ve yüzeysel kaldığının ilginç bir kanıtıydı. Şüphesiz, bu
çelişkinin kökeninde, Büyükelçinin, Amerikan okullarının açılmasını
sağlayamamış olmasının kin ve hıncının bulunduğu inkâr edilemez.
Grew ve Amerika’nın,
Atatürk İnkılâpları ve yeni Türkiye’yi anlamadaki yeteneksizliğinin bir başka
kanıtı da, Grew’nun sık sık Vaşington’a bildirdiği, Millî Eğitim Bakanı
Rahmetli Mustafa Necati Bey hakkındaki, ilkel diyebileceğimiz düşünce ve
tepkileridir.
Grew, anılarında, Mustafa
Necati Bey için, “Benim kanaatimce, Millî Eğitim Bakanı Necati Bey, kültürü az,
kaba tipli bir politikacı olup, eğitimci olduğu tartışma götüren ve
Türkiye’deki yabancı okullara karşı olan bir insandır”52 demektedir.
Amerikan
Büyükelçisinin, Türkiye’deki Amerikan okullarının açılması mücadelesinde
başarısızlığa uğramasının sebebi, Grew’nun, Mustafa Necati Bey için söylediği
bu terbiyesizce sözlerde yatmaktadır.
Halbuki, düşmanı takdir
etmek de bir fazilettir, bir erdemdir.
***
Türkiye’deki Amerikan
okulları krizinin en yoğun ve üç Amerikalı öğretmenin yargılanmakta olduğu bir
sırada, T.B.M.M.’nin 10 Nisan 1928 günü kabul ettiği 1222 sayılı kanunla, 1924
Anayasası’nın 2. maddesinde yer alan, “Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslâmdır”
ibaresinin Anayasa’dan çıkarılması son derece ilginçtir.
3 Mart 1924
kanunlarından sonra Anayasa’da yapılan bu değişiklik, yeni Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin ve Atatürkçülüğün, laiklik konusunda ikinci büyük adımını teşkil
etmekteydi. Lâkin gerek Amerika, gerek onun Ankara Büyükelçisi, yeni Türkiye
Devleti’ne çağdaş yapı ve nitelik kazandırma amacına yönelik bu çabaların
anlamını kavramaktan çok uzak kalmışlardır.
***
Bu incelemeyi
hazırlarken (Aralık 1996), özellikle bir noktaya varmak istiyorum: Devlet’imizin
laiklik niteliği ve ilkesi, bugün bir çoklarının saptırmaya çalıştığı gibi,
sadece İslâm’a tepki değildir. Evet, bir tepki söz konusudur; fakat bu tepki,
hangi din olursa olsun, hangi mezhep olursa olsun, ister İslâm, ister
Hıristiyanlık olsun, Devlet’in siyasal ve eğitim yapısına “din faktörü”nün
egemen olmasını önleme amacını gütmektedir.
Kısacası, Laiklik,
insan aklının hür çalışmasını sınırlayan dinsel bağnazlığa karşı, akılcılığın
hürriyeti”ni savunmaktadır.
PROF. DR. FAHİR
ARMAOĞLU
1
Bk.: Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, Ankara, Türk
Tarih Kurumu Yayını, 1991, s. 19
2
Doç. Dr. Necmettin Tozlu, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, Ankara,
Akçağ, 1991, s. 78. Bu eserin 63 – 243 üncü sayfalarında Amerikan okulları
hakkında gayet ayrıntılı bilgiler verilmektedir.
3
Bu konuda bak.: Fahir Armaoğlu, Amerikan Belgelerinde Lozan Konferansı ve
Amerika, BELLETEN, Cilt LV, Sa. 213, Ağustos 1991, s. 483 – 527.
4
Bu müzakereler için. bak.: Papers Relating to the Foreign Relations of the
United States, 1923, Vol. II, Washington, D.C., U.S. Government Printing
Office, 1938, p. 1040-1152.
5
Bu anlaşmanın metni için bak.: Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk – Amerikan
Münasebetleri, s. 90 – 103; Papers Relating… 1923 Vol. II, p. 1153-1166.
6
Metin: Armaoğlu, aynı eser, s. 104-109; Papers Relating … 1923, Vol. II, p.
1167-1171.
7
modus vivendi’nin metni: Armaoğlu, Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, s.
111-112; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1927,
Vol. III, Washington, D.C., U.S. Government Printing Office, 1942, Department
of State Publication 172-9, p. 795-797.
8
Ankara, 13 Ekim 1923 de Cumhuriyet’in başkenti olmasına rağmen, yabancı
elçilikler, bir süre İstanbul’dan Ankara’ya nakletmemek hususunda
direnmişlerdir. Bu sebeple, Amerikan Büyükelçisi Grew da, İstanbul’daki
Büyükelçiliğe yerleşmiş ve Güven Mektubu’nu vermek için Ankara’ya gitmiştir.
Mamafih, İstanbul’daki Büyükelçiliğin yanında, Ankara’da da, bir Başkâtibin
yönetiminde bir Kançılarya, Türk Dışişleri ile devamlı temas halinde
bulunuyordu. Amerikan Büyükelçiliği 1928 yılı Eylülünde İstanbul’dan Ankara’ya
nakledilmiştir.
9
Necmettin Tozlu, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, p. 79.
10
Muhtıranın metni: Papers Relationg … 1927, III, p. 809 – 810.
11
Papers Relating … 1927, III, p. 810. Bu belgede, bazı okullar için “Lycée”,
bazı okullar için “College” deyimi kullanılmaktadır.
12
Bak.: Grew’den Amerikan Dışişleri Bakanı Kellogg’a 5 Kasım 1927 günlü telgraf
Papers Relating … 1927, III, p. 804 – 805; Kellogg’dan Grew’ya 8 Kasım 1927
günlü telgraf, Papers Relating … 1927, III, p. 805.
13
Mustafa Necati Bey için bak.: M. Rauf İnan, Mustafa Necati, Ankara, Saim Toraman
Matbaası, 1980; Kenan Okan, Mustafa Necati, Ankara, 1972.
14
Tevfik Rüştü Bey’in Büyükelçi Grew’ya 13 Kasım 1927 günlü mektubunun metni:
Papers Relating … 1927, III, p. 810.
15
Büyükelçi Grew’dan Tevfik Rüştü Bey’e 2 Aralık 1927 günlü mektup, aynı kaynak,
p. 812.
16
Telgrafın metni: aynı kaynak, III, p. 810 – 812.
17
Joseph C. Grew, Turbulent Era, Vol. II, Boston, Houghton Mifflin Co., 1952, p.
747. Büyükelçi Grew, bu okullar sorununda Mustafa Necati Bey’in tutumu dolayısı
ile, kendisine karşı, nefrete varan bir antipatiye sahip olduğunu, anılarında
gizlemeye gerek görmemiştir. Mamafih, Rahmetli Mustafa Necati Bey’in de Grew
hakkındaki duygularının, Grew’nunkinden daha farklı olduğu söylenemez. Nitekim,
o zamanlar âdet olduğu üzere, 29 Ekim Balosunda, Büyükelçi Grew, Mustafa Necati
Bey’le tanıştırılmak istendiğinde, Mustafa Necati Bey arkasını dönüp
gidivermiştir. Grew, Mustafa Necati Bey’in bu hareketinin muhtemel sebepleri
arasında, kendisinin “sarhoş” olması gibi pek de saygılı olmayan bir ifadeye yer
vermektedir. Bak.: Turbulent Era, II p, 741
18
İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 tarihli mektubu ile, üç devlet temsilcilerinin
kabul beyanlarının metinleri: T.C. Dışişleri Bakanlığı, Lozan, Ankara, 1973, s.
87 – 88, İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, Cilt I, (1920 –
1945), Ankara, Türk Tarihi Kurumu Yayını, 1989 (2. baskı), s. 222-226.
19
Mektubun metni: Papers Relating… 1923, Vol. II, p. 1141-1142.
20
Bak.: Papers Relating… 1927, p. 805.
21
Bak.: Grew, Turbulent Era, Vol. II, p. 755 – 758.
22
Papers Relating … 1928, II, p. 966 – 969.
23
Bu sayıyı Grew, Turbulent Era, II, p. 755, 2 no.lu dipnotunda vermektedir.
24
Büyükelçi Grew, Vaşington’a 22 Ocak 1928 günlü telgrafında (Papers Relating…
1928, III, p. 964) söz konusu öğrenci sayısını 4 olarak vermiş iken, anılarında
bu sayıyı 3 olarak göstermektedir ki, doğru sayı 3 tür.
25
Grew, Vaşington’a gönderdiği 1 Şubat 1928 tarihli telgrafında, üç kız
öğrencinin, anı defterlerini yastıklarının altına sakladığını söylerken (Papers
Relating … 1928, III, p. 967), anılarında (Turbulent Era, II, p. 756)
defterlerin yatak altında saklandığını söylemektedir ki, bu ikincisi daha makul
görünmektedir.
26
Grew’dan Vaşington’a 31 Ocak 1928 günlü telgraf, Papers Relaing … 1928, III, p.
965.
27
Telgrafın metni: aynı kaynak, p. 964 – 965.
28
Raymond A. Hare, 1960 larda Amerika’nın Ankara Büyükelçiliğini yapmıştır.
29
Bu konuda bak.: Grew’nun yukarda sözünü ettiğimiz 1 Şubat 1928 günlü telgrafı
ile, Turbulent Era, II, p. 756 – 758.
30
Grew, Turbulent Era, III, p. 757.
32
Aynı kaynak, p. 968.
33
Papers relating… 1928, III, p. 969
34
Grew, Turbulent Era, II, p. 757
35
Papers Relating… 1928, III, p. 965.
36
Dışişleri Bakanı Kellogg’dan Büyükelçi Grew’ya 1 Şubat 1928 günlü telgraf, aynı
kaynak, p. 965-966.
37
Bak.: Aynı kaynak, p. 970.
38
Bak.: Turbulent Era, II, p. 759 – 762.
39
Turbulent Era, II, p. 762.
40
Grew’den Dışişleri Bakanı Kelloggs’a 12 Şubat 1928 günlü telgraf, Papers
Relating… 1928, III, p. 971.
41
Kellogg’dan Grew’ya 14 Şubat tarihli telgraf”, aynı kaynak, p. 972.
42
Bunlar, Edith Sanderson’dan başka, okul müdiresi Jeanne L. Jillson ve öğretmen
Lucille Day idi.
43
Grew, İsmet Paşa ile görüşmesini Vaşington’a çok kısa bir telgrafla bildirdiği
halde (Bak.: Papers Relating… 1928, III, p. 974), anılarında görüşmeyi
ayrıntılı bir şekilde vermektedir. Bak.: Turbulent Era, II, p. 766 – 767.
44
Kaynak olarak kullandığımız Amerikan belgeleri arasında bu olaya ait hiç bir
belge bulunmamaktadır. Sadece Grew’nun anılarında (Turbulent Era, II, p.
771-772) bu olay hakkında bilgi verilmektedir. Hiç şüphesiz, diplomasi
pratiğine göre, Grew’nun bu olayı da Vaşington’a rapor etmemiş olması
düşünülemez. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın bu olaya ait hiç bir belge
yayınlamamış olmasını, Amerikan okulları konusundaki suçluluk kompleksinin bir
yansıması olarak değerlendiriyoruz.
45
Grew’dan Vaşington’a 8 Mayıs 1928 günlü telgraf, Papers Relating… 1928, III, p.
974.
46
Grew’dan Vaşington’a 21 Ağustos günlü telgraf, aynı kaynak, p. 980.
47
Grew’dan Vaşington’a 30 Ağustos günlü telgraf, aynı kaynak, p. 980.
48
Grew, Turbulent Era, II, p. 789.
49
Grew’dan Vaşington’a 8 Mayıs 1928 günlü telgraf, Papers Relating … 1928, III,
p. 974-979.
50
Turbulent Era, II, p. 780-783. Grew’nun anılarında iki tane 8 Mayıs 1928 günlü
telgraf bulunmaktadır. Biri bu telgraf olup, diğeri p. 775-780 de
bulunmaktadır. Bu ikinci 8 Mayıs günlü telgraf, Türkiye’nin iç politikası ve
gelişmeleri hakkında genel bir tahlili ihtiva edip, yayınlanan Amerikan
belgeleri arasında bu telgraf bulunmamaktadır. Bu telgraftan biraz aşağıda söz
edeceğiz.
51
Turbulent Era, II, p. 777.
52
Turbulent Era, III, p. 782 – 783.
NOT: Amerikan Board (American Board of Commissioners for Foreign
Missions) Hıristiyanlık inancı içerisinde çeşitli mezheplerden misyonerler, hem
Müslüman ülkelere hem de Osmanlı topraklarına gelmişlerdir. Hıristiyan
misyonerler için kendilerince kutsal olarak niteledikleri Osmanlı Devleti
sınırlar içerisinde kalan yerler, ilk etapta yayılma alanı olarak
belirlenmiştir. Amerika'da kurulan ve kısa adı ABCFM (American Board of
Commissioners for Foreign Missions) olan Amerikan Board örgütü de aynı şekilde
Osmanlı topraklarının neredeyse tamamında faaliyet göstermiş olan bir
misyonerlik örgütüdür.
19. yüzyılın tamamında ve sonrasında Osmanlı topraklarında faaliyet
göstermiş olan Amerikan Board Örgütünün temelleri 19. yüzyılın başında ABD'nin
New England bölgesinde atılmaya başlanmıştır. 1800'lü yılların başlarında New
England bölgesinde meydana gelen dini canlanmanın vermiş olduğu etki ile
Dartmouth, Williams ve Amherst gibi kolejlerde eğitim görmüş dini anlamda istekli
bir gurup ortaya çıkmıştır. Bahsi geçen gurubun kadınlar kanadının çoğunluğunu
ise South Hadley'deki Mount Holyoke Kız Ruhban Okulu'nda (Female Seminary)
öğrenim görmüş kızlar teşkil etmiştir. Fakat gerçekte Amerikan Board'u
oluşturan kimseler ise bir kısım Williams Koleji öğrencileri olmuştur1.
ÇEV, Çağdaş Eğitim Vakfı
SEV, Sağlık ve Eğitim Vakfı
ÇYDD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
SEV, Türkiye’de Hıristiyan Protestan
misyonerliği yapmaktadır.
ÇYDD, SEV ile birlikte çalışmaktadır.
ÇEV de SEV ile birlikte çalışmaktadır.
SEV ile birlikte Türkiye’de Hıristiyan Protestan misyonerliği yapan ÇEV, aynı zamanda bir deprem projesi için de Amerikan Board’dan para yardımı istemiştir.
ÇEV’in para yardımı istediği Amerikan Board, Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlıdır. Amerikan Board’un bünyesinde bulunan Protestan Kilisesi, 1830 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermektedir ve emrindeki İncil Evi (Bible House) Şirketi aracılığıyla misyonerlik faaliyeti yürütmektedir.
ÇYDD, SEV ile birlikte çalışmaktadır.
ÇEV de SEV ile birlikte çalışmaktadır.
SEV ile birlikte Türkiye’de Hıristiyan Protestan misyonerliği yapan ÇEV, aynı zamanda bir deprem projesi için de Amerikan Board’dan para yardımı istemiştir.
ÇEV’in para yardımı istediği Amerikan Board, Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlıdır. Amerikan Board’un bünyesinde bulunan Protestan Kilisesi, 1830 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermektedir ve emrindeki İncil Evi (Bible House) Şirketi aracılığıyla misyonerlik faaliyeti yürütmektedir.
Kaynak; http://www.nuveforum.net/706-tarih-bolumu/54245-amerikan-board-kurulusu-teskilatlanmasi-osmanli-devleti-nde-kurdugu-misyonlar/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder