Göbbels, Hitler’in bir
numaralı yandaşıydı. Yandaşlıkta o kadar ileri gitti ki, 30 Nisan 1945’de
intihar eden Adolf Hitler’den sonra sadece bir günlüğüne faşist Almanya’nın
lideri oldu. Hitler’den bir gün sonra, o da faşizmin mutlak sonuna biat etti.
Ailesiyle beraber çoluk çocuk intihar etti. Dünyayı perişan ettiler ama geberip
gittiler.
Hitler’in hitabet
yeteneği ve konuşmalarında ısrarla tekrarlayarak kullandığı söylemler, büyük
ölçüde Göbbels tekniklerine dayanıyordu. Göbbels, zamanın ruhuna göre o kadar
iyiydi ki, Nazi palavralarına Naziler bile inanıyorlardı.
Yüzyıl başlarında
dünyanın en nitelikli üniversitelerine sahip olan Almanya’nın 2. emperyalist
savaşta yenilene dek sağladığı geçici Nazi başarılarının iki önemli anahtarı
vardı. Birisi tank, diğeri de propaganda ve/veya medya idi. Bütün
diğer aygıtları temsil eden bu iki anahtar, gerçekte Alman burjuvazisinin çokça
para kazandığı iki temel üründü. Tank,
fiziksel savaş kapılarının anahtarı iken propaganda ve medya psikolojik savaş
kapılarının anahtarı idi.
Faşistler için
demokrasi bir araç bile değildir. Çünkü demokrasinin bir Yahudi kadar kıymeti
de yoktu ve ortadan kaldırılmalıydı. Alman demokrasisi, sadece Alman
burjuvazisi için bir araçtı. Başta sol fraksiyonlar ve sosyal demokratlar olmak
üzere Alman kapitalizminin ne kadar tehlikeli gördüğü varsa hepsini ortadan
kaldırma amacı için kullanılacak bir araçtı. Bu nedenle sanılanın aksine, Almanya’yı
Naziler teslim almadı. Alman burjuvazisi, iktidarı Nazilere altın tepside
sundu.
Göbbels ve Hitler, her
ikisi de 1918 yılında ağır bir yenilgiye uğramış Almanya’nın yetiştirdiği
kimselerdi. Elbette tamamen şansa, kadere, kısmete dayalı bir yükseliş
trendinde olmadılar. Küresel bir sermaye değişimi yaşanması ve ‘yeni dünya
düzeni’ kehanetlerinin adım adım gerçekleşebilmesi için türlü projeler de
uygulandı.
Göbbels ve Hitler,
Almanya’nın uğradığı ağır yenilginin faturasını başta Yahudiler olmak üzere
öngördükleri hedeflere ödetmeye kalktılar. Aslına
bakılırsa, görece güçsüzleri hedef seçtiler. Güçsüzler karşısında kazandıkları
sahte başarıları, yarattıkları medya ve propaganda gücü ile öylesine abarttılar
ki Sovyetler Birliği, ABD, İngiltere gibi güç odaklarını da yenebileceklerini
sandılar. “Dünya beşten büyük” demeyi bırakın, dünyanın en büyüğü
olduklarını sandılar. Tüm alaylı faşistler gibi şizoid bir iktidar kurdular.
Kendi egolarına ve nefislerine tapındılar. Kendilerinden olmayan herkesten
nefret ettiler ve öldürdüler.
Geçmişte uğradıkları
ağır yenilginin intikamını alabilmek için tanklardan ve medyadan sonuna kadar
istifade ettiler. Ürettiler. Tükettiler. İnanılmaz bir savaş ekonomisi
yarattılar. Siyasi varlık nedenleri, geçmişte yaşanmış travmatik bir yenilgi
olan bu kadroların sözde bile olsa demokrasiye tahammül etmeleri beklenemezdi.
Naziler de zamanında öyle yaptılar.
Demokrasiyi lağvedip
sadece ülkelerinde değil bütün dünyada intikam uğruna önlerine çıkan her
varlığa kötülük ettiler. Bu korkunç kötülüğe Türkiye’nin denk
gelmemiş olmasının iki nedeni vardır. İlki, Türkiye’nin olağanüstü coğrafi
konumudur. İkincisi AKP bünyesindeki kimi cahil cühela tayfasının çamur atmaya
doyamadığı tek partili CHP ve İsmet İnönü döneminin olağanüstü denge
oyunlarıdır. O çamur atanlar bu sayede bu gün yaşıyorlar haberleri yok.
Yıllardır
"umutsuzluğa yer yok" diye yazıyorum. Yazmaya devam edeceğim. Kıyamet
kopsa yarın sabah yine yazacağım. Cumhuriyet tarihinin en alçak faşist
saldırısı olan Ankara katliamı bu gezegende ilk büyük acı değil. Elbette
çocukluğundan beri iktidarların atlıkarıncasından inmeyen Mehmet Barlas gibi
“Aman iktidarımıza laf etmeyin” niyetiyle sırıtarak Irak’ta her gün 100 kişi
ölüyor demiyorum.
2. dünya savaşını
yaşamamış bir ülke burası. 5 yılda 60 milyon insan öldü o emperyalist savaşta. İnönü
dönemine, tek parti rejimine elbette eleştiri yapılabilir ama 20. yüzyılın bu
topraklara sunduğu birkaç mucizeden biriydi o. Ne zaman ki NATO'ya girildi.
Maalesef bu topraklarda mucizeler gerçekten bitti. Duble yolu, boğaz
köprülerini, gökdelenleri, AVM’leri mucize zanneden cehaletin örgütlü gücü
mucizeleri katlettiler. En sonunda her ikisi de başarısız olan mercimek beyinli
bir yeşil kuşak teorisi ve ardından ılımlı İslam denilen ucube bir NATO
projesine kurban edildik. Yitirdiğimiz bütün canlar o yüzden.
Hak, adalet, eşitlik,
sosyalizm, barış, demokrasi, emek... Sanki bunlar on bin yıldır hep vardı da bu
ülkeye hiç gelmedi gibi yılgınlığa düşerseniz eğer, faşistlerin oyununa gelir,
yitirdiğimiz bütün canların sonsuza dek yaşayacak olan umutlarına acı
çektirirsiniz. Onların anısı uğruna iyi olacaksınız. Umutlu olacaksınız.
"Umutsuzluğa yer yok" deyişi henüz 6 milyon Yahudi katledilmeden
1939'da söylenmiş bir sözdür.
Faşizm, 20. yüzyılda
defalarca yenildi. Zafer kazanmış bir faşizm yoktur. Neticede faşizmi uygulayan
kadroların tamamı öyle veya böyle gün gelir imha edilir. Nazizm ile siyasal
İslam kokteyli olan günümüzün çakma faşizmleri de o mutlak sonu pek yakında tadacaktır.
Her türlü faşizm,
emperyalizmin atlıkarıncasında birkaç kez 360 derece döner ve bindiği noktada
inmeyi kabul etmez ise bir şekilde indirilir. Tarihsel diyalektiğin gereğidir.
Hem de mucizeler dönemi bu topraklarda resmen başlamıştır.
Gürkan H. Kılıçarslan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder