4 Kasım 2015 Çarşamba

Atatürkçüler Yenildiler. Belki bundan daha acısı, Atatürkçülerin henüz yenildiklerinin farkında olmayışlarıdır.



Yenilgi, birkaç ay, ya da birkaç yılda içinde gerçekleşmedi.
Sivil ve asker Atatürkçüler, 60 yıl öncesinden başlayarak adım adım yenilgiye doğru ilerlediler. Şimdi sizlere, Atatürkçülerin, aşama aşama yenilgiye doğru nasıl yürüdüklerini özetleyerek anlatayım:
·  Atatürkçüler; “Özelleştirmenin” asıl amacının ekonomik olmasının ötesinde siyasi olduğunu kavrayamadılar.
·  Pektim, Tüpraş, Seka, Tekel. Sümerbank, Türk Telekom başta olmak üzere Tüm Kamu İktisadi (KİT) kuruluşlarımız birer birer elden çıkarken geri durdular. Oysa bu kuruluşlar devletin, yani yoksul Türk halkının mallarıydı.
·  Yeraltı ve yerüstü madenlerimiz ve işletmelerimiz peşkeş çekilirken sessiz kaldılar. Limanlarımız, bankalarımız, elimizden alınırken Atatürkçüler umursamadılar.
·  Topraklarımız elden çıkmaya başladı, Türk çiftçisi kendi tohumunu ekemez oldu, Siyonist İsrail’den genetik yapısı tam bilinmeyen kısır tohumlar satın almak zorunda bırakıldı, Atatürkçülerin sesi çıkmadı.
·  Kısacası; Atatürkçüler, ekonomik kaleler teslim alınırken seyirci kaldılar. Tapusuz gecekondular yıkılırken taşla sopayla yoksul ailelerin direnişlerinden bile gerekli dersi çıkaramadılar.
·  Atatürkçüler; vatan dedikleri toprakların altında ve üstündeki tüm zenginliklerin gerçek sahipleri olduklarının farkında bile değillerdi.
·  Malını mülkünü kaybetmiş, değil ulusların, bireylerin bile yaşam savaşımı vermesinin çok güç olacağını, ekonomik kaleleri teslim alınmış ulusların bağımsızlıklarını da yitireceklerini göremediler. Bağımsızlık, Egemenlik, Manda ve Avrupa Birliği (AB) konularını tam kavrayamadılar, ne anladıkları ise açık ve net değil.
·  Atatürkçüler; AB’ne katılmanın aslında AB vesayeti altına girmek, kısacası AB Mandasını kabul etmek anlamına geldiği noktasında birleşmiş değillerdir.
Atatürkçülerin Başöğretmeni Mustafa Kemal değil mi?
·  Atatürkçüler; Başöğretmen Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından yaklaşık üç ay sonra, 11 Ağustos 1919 tarihinde düzenlediği Erzurum Kongresinde söylediklerini okumamışlar, öğrenmemişler.
Erzurum Kongresi sürecinde Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına, Amerikan Mandası hakkında şunları söyler:
İstanbul Manda’dır tutturmuş gidiyor.
Bu olmayacaktır!
Benim anladığıma göre İstanbul’daki kişiler, bizi Amerikan’da Wilson’a, Senatoya, Kongreye müracaat ettirmek ve bütün Türk milleti namına istenen bir manda oyununa düşürmek istiyorlar.
Bu oyuna gelmeyeceğiz!
Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hükümdarlık hukukuna, hariçteki temsil hakkımıza, vatan bütünlüğümüze dokunmayacaklarmış.
Buna ve böylesine, Amerikalılar değil çocuklar bile güler!
Her şeyin başında, Amerikalılar kendilerine hiçbir çıkar sağlamayan böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi âşık olacaklar, bu ne hayal ve gaflettir.
Hayır paşalar, Hayır beyefendiler, hayır hanımefendiler, hayır!
Manda yok! Ya istiklal, ya ölüm!.
Amerikan Mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer bunlar Anadolu’nun ve Türk milletin gerçek duygularını bilseler, bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresinin kararlarının nasıl bir vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu yanlış fikirlerinden dolayı utanç duyarlar.
Bunlar ümitsizlik ve bozgunluk içinde gerçeklerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır.
Kongre, duygularını açıkça belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye kararını vermiştir. Milli irade bilinç ve yolunu bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir. Başarılı olmamak için hiçbir sebep yoktur.
Hiçbir olumsuz kararı tanımayacağız!
Milli egemenlik esasını ve Milli Meclis kararını ifadelendirmeyen hiçbir anlaşmayı etmeyecek, tanımayacağız!”
Son altmış yılın altmış Atatürkçüleri, (elbette istisnaları vardır) Mustafa Kemal Paşa’nın yukarıda verdiği dersi okumamışlar, anlamamışlar, öğrenmemişler, özümsememişlerdir.
·  Atatürkçüler, AB mandasını kabul için sadece müracaat etmekle kalmamış, başvurunun kabul edilmesi için yıllarca yalvar yakar olmuşlardır.
·  Atatürkçüler, Anadolu’nun ve Türk milletinin gerçek duygu ve isteklerinin neler olduğunu bilememişler, öğrenmek için hiçbir çaba harcamadıkları gibi, kendilerini ’seçkin’ kişiler olarak görüp halka tepeden bakmışlar. En sıkıcı Atatürkçü bilinenler, halkımızın yüzde 60’nın aptal olduğunu sapık bir zevkle söyleyip durmuşlardır.
·  Atatürkçüler, Türk haklını ‘koyun sürüsüne’ benzeterek hep bir çoban arayışı içinde olmuşlardır.
·  Atatürkçüler, bir yandan AB hibelerini ve Siyonist Soros dolarlarını cebe indirirken bir yandan da Türk halkını aşağılamaktan dolayı hiç utanç duymamışlardır.
·  Birinci Meclis’ten beri Mustafa Kemal karşıtı, Cumhuriyet ve Devrim karşıtı olan şeriatçılar, hilafetçiler, padişahçılar dış destek de alarak hiç ara vermeden, kendi deflerine doğru adım adım ilerlerken; Atatürkçüler ulusalcı bilince erişememişler ve Kemalist Devrimci yolu bulamamışlardır.
·  Atatürkçüler, ulusun bağımsızlığını ve egemenliğini elinden alan, vatanın bölünüp parçalanmasının yolunu açan tüm olumsuz kararları tanımış, kabullenmişlerdir.
Sivas Kongresine katılan üç İstanbul delegesinden biri olan Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Tıbbiyeli Hikmet ile Mustafa Kemal arasında, 9 Eylül 1919 gecesi geçen konuşmayı, çoğu Atatürkçüler duymuştur.
·  Paşam, temsilcisi bulunduğum tıbbiyeler beni buraya bağımsızlık davamızı başarma yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem! Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olacak olursa olsunlar şiddetle reddeder ve kınarız. Varsayalım manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcı değil vatan batırıcı olarak adlandırır ve lanetleriz!
·  Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak bile mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!
·  Günümüz Atatürkçüler, Tıbbiyeli Hikmetin onurlu ve yiğit duruşunu, ABD vesayetçileri ve AB mandacıları karşısında sergileyemedikleri içi yenilmişlerdir.
·  Atatürkçüler, ilkelerin değil, yücelttikleri kişilerin takipçisi ve savunucusu olmuşlardır.
·  AB, Türkiye’de en az 3 bin kurum ve kuruluşa hibe dağıttı. En az 2 bin gazeteci, yazar, çizer, televizyon programcısı, AB hibeleri ile İĞFAL edildi.
·  Atatürkçüler, hibe iyi midir, değil midir, Hıristiyan AB den hibe almanın bir sakıncası var mıdır, yok mudur konusunda görüş birliğine varmış değillerdir.
·  AKP’nin seçim kazanıp iktidarda kalabilmek amacıyla yoksul halkımıza başta kömür olmak üzere bazı temel tüketim mallarını dağıtmasını kınayan, bu tür yardımları alan halkımızı da ‘bir paket makarnaya kendilerini sattılar’ diye aşağılayan Atatürkçülerin, AB’den, yani karşılıksız para almasında sakınca görmeyişlerine ne demeli?  Hıristiyan Avrupalının Müslüman Türklere karşılıksız para vermeyeceği gerçeğini hala kavrayamamış olan Atatürkçüler,’Bağımsızlık’ ve ‘Ulusal Egemenlik’ kavramlarından da hiçbir şey anlamadıklarını ortaya koymuşlardır.
·  Atatürkçüler, NATO’nun ne tür bir örgüt olduğunu tam öğrenemediler, irdelemediler. NATO’nun gerçek yapısını yazan, anlatan yurtsever araştırmacıları da dinlemediler, dinlemek istemediler. NATO demek ABD demektir, bilincine varamadılar. NATO’nun ulusal ordulara karşı olduğunu, ulusal orduları ortadan kaldırmayı hedeflediğini göremediler. NATO’ya katılmakla Türk Ordusunun da Amerikalı komutanların yönetimi ve denetimi altına girdiğini görmediler, görmek istemediler, görmezlikten geldiler.
·  Atatürkçüler, NATO’nun, daha doğrusu Pentagon’un onaylamadığı albayların Türk Ordusunda generalliğe yükseltilmediğini yarım yamalak, dedikodu düzeyinde duydular ama bunu fazla umursamadılar, “Kemalin Askerlerine nasıl olur da Amerikalıların komutan seçer”, diye sorgulamadılar, sorgulamaktan korktular.
·  I. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunun başında Alman generaller bulunuyordu. Osmanlı Devleti savaştan yenik çıktı
·  Atatürkçüler, 1950’den sonra Türk Ordusunun da yönetim ve denetiminin Amerikalıların eline geçmiş olmasında hiç kaygı duymadılar. ABD’nin Türk Ordusu içine CIA ajanları sokması, giderek ordunun içinden subayları devşirerek kendisine hizmet eden ajanlara dönüştürmesi de Atatürkçüleri hiç kaygılandırmadı, hatta hiç ilgilendirmedi.
·  Atatürkçüler, ABD hizmetkarı generalleri, şeriatçı genelkurmay başkanlarını, CIA ajanı subayları hiç sorgulamadığı gibi, sorgulamaya kalkan yurtseverleri sağlıksız bir ordu sevgisiyle önledi, susturdu.
·  Atatürkçüler, Türk Halkının Ordusu ‘Kemalin Askerleri’ olan Türk Silahlı Kuvvetleri ile bu ordunun yüksek komutanlarını ayrı ayrı ele alıp değerlendirme yeteneğini ve cesaretini göstermedi, gösteremedi. ‘Türk Ordusu bizim göz bebeğimizdir. Türk Ordusuna toz kondurtmayız. Ancak ordumuzun komutanlarını değerlendirmek ve eleştirmek de bizim hakkımız ve görevimizdir’ diyemedi. Bunu demekten çekindi.
·  Atatürkçüler, vatan hainliğine teşebbüs etmiş komutanları bile kucaklamayı, korumayı ulusalcılık sandı.
·  Atatürkçüler, Türk Ordusunun yönetim ve deneyimini ABD’ye ve onun hizmetindeki yüksek komutanlara bıraktığı için yenildi.
·  Atatürkçüler, Mustafa Kemalin “Eğer bir gün ‘Türk Milleti yenildi’ denilirse inanmayınız. Yenilen Komutanlardır!” sözlerindeki derin anlamı kavrayamadı ve ABD’ye teslim olmuş, AB mandasını kabul etmiş komutanlarla birlikte yenildi.
·  Atatürkçüler, ‘Kapitalizm’ ve ‘Emperyalizm’ deyimlerini sıkça kullandılar, ama deyimlerin kavramını tam anlayıp ete kemiğe . Emperyalizm karşıtı bilince ulaşamadılar
Oysa Başöğretmen bu konuda ders vermişti, şöyle demişti:
“En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan milletler; bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hâkim olan Kapitalizm afeti ve onun çocuğu Emperyalizmdir!
Biz hakkımız savunmak ve bağımsızlığımızı güvencede bulundura bilmek için, bizi yok etmek isteyen Emperyalizme ve bizi yutmak isteyen Kapitalizme karşı ulus olarak savaşmayı yerinde gören bir öğretiyi izleyen insanlarız.”
·  Atatürkçüler, son altmış yıldır Kapitalizme ve Emperyalizme karşı savaşmadılar, karşı cephenin ürettiği, “Küreselleşme”, “Globalleşme”, “Yeni Dünya Düzeyi”, Serbest Piyasa Ekonomisi” gibi kavramlara kanmayı, bu kavramları savunmayı yeğlediler.
Bilgili donanımlı ve yetenekli ulusal yazarlarımız, günümüz Emperyalizmini tanımlamak amacıyla ortaya bir, “Küresel Çete” kavramını koydular. Tüm dünya halklarını ezip sömürmek ve yer küresinin tüm zenginliklerini ele geçirmek isteyen bu Küresel Çetenin en tepedeki üç gizli örgütünü ayrıntılarıyla tanıttılar.
*** CFR (Dış İlişkiler Konseyi
*** Bilderberg
*** Trilateral
Bu örgütlerin yöneticilerinin de Siyonist Yahudiler olduğunu vurguladılar. Bununla da kalmadılar, Küresel Çete örgütünün Türkiye’deki bağlantılarını da isim isim açıkladılar. Hayati önem taşıyan bu bilgiler, Atatürkçüleri ilgilendirmedi.
·  Atatürkçüler, tüm dünyaya yayılmış Masonların, Lions ve Rotary Kulüplerinin aslında Küresel Çetenin arka bahçeleri olduğunun bilincine varamadılar.
·  Atatürkçüler, Mustafa Kemalin 13 Ekim 1935 tarihinde Türkiye’deki tüm Mason localarını kapattırmış olmasının temelinde yatan önemli nedeni araştırmadılar, hiç okumadılar, hiç öğrenmediler. Masonluğu öven köşe yazarlarını Ulusalcı, Atatürkçü diye tanımlayıp kucakladılar.
·  Atatürkçüler, Cumhuriyet Devrimlerinin bir bütün olduğunu, bunların arasından yalnız birini, Laikliği öne çıkarıp, Laikliği savunmakla başarılı olamayacaklarının farkına varmadılar. Birinci Meclis Döneminde kurulmuş olan dört hükumette de bir “Din Bakanı” bulunduğunu ve bu bakanın protokolde Meclis Başkanı Mustafa Kemal’den sonra geldiğinden ve Mecliste bir de “ Şeriat Komisyonu” bulunduğunu öğrenemediler, haberleri olmadı.
27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi. ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir eğitim komisyonu kuruldu. Bu komisyonun adı; “Fullbright Eğitim Komisyonu” idi. Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk’tü. Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Türk Ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu. Komisyon bir konuda karar verirken oylar 4 evet 4 hayır çıkarsa ne olacaktı? Çözüme bakınız! O tarihte Ankara’da bulunan Amerikan Büyük Elçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı. Bu tür bir uygulama ancak sömürge ülkelerinde görülebilir.
·  27 Mayıs 1960 ihtilalini yapanlar,  kendilerini devrimci olarak niteleyenler “Fullbright Eğitim Komisyonu” nu ortadan kaldırmadılar!
·  Atatürkçü ve Halkçı olarak bilinen Bülent Ecevit, beş kez Başbakan oldu, beş kez hükumet kurdu. Neden “Fullbright Eğitim Komisyonu”nun sonunu getirmedi?
·  Köy Enstitülerinden mezun olmuş çok değerli yazarlar, aydınlar da “Fullbright Eğitim Komisyonu”na karşı neden tavır almadılar? Her yıl Köy Enstitülerinin kuruluş gününü yaşlı gözlerle anıp ağlaşacaklarına “Türk Çocuklarının eğitimi Amerikalılara teslim edilemez!” diye neden ayaklanmadılar?
·  Son altmış yılın yüksek komutanları da “Fullbright Eğitim Komisyonu’na” karşı bir tavır almadılar. Bir yandan Türk Ulusunun geleceği olan gençlerin eğitiminin Amerikalılara bırakılmasına göz yumarken, bir yandan da 10 Kasımlarda ve ulusal bayramlarda Anıtkabir’de Atatürk’ün manevi huzuruna çıkıp “İzindeyiz” diye yazmışlardır.
Açıkça belli oluyordu. Atatürkçüler; Atatürk’ün şu öğüdünü okumamışlar, ya da okumuş ama unutmuşlardı:
“Çocuklarımıza, gençlerimize her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla savaşmak gereği öğretilmelidir.”
Acı gerçeği hiç çekinmeden söylemek zorundayız: Atatürkçüler Yenildiler. Belki bundan daha acısı, Atatürkçülerin henüz yenildiklerinin farkında olmayışlarıdır.
Kaynak: Yılmaz DİKBAŞ/Atatürkçüler Yenildi- Nergiz Yayınları

Seçimlerde Sahte Atatürkçüler, AB mandacıları, NATO muhipleri, ABD vesayetçileri yenilmişlerdir.



1 Kasım 2015 Pazar günü yapılan seçim sonuçlarına bakıp Kemalistlerin, yurtseverlerin, ulusalcıların kaybettiğini söylemek; yaratılmak istenen algı operasyonunun rüzgârı önünde sürüklenmekten başka bir anlam taşımaz..
Öncelikle şu yalın ve acı gerçeği görelim. Kemalistleri, yurtseverleri, ulusalcıları temsil eden bir siyasal parti bu ve önceki seçimlere katılmış değildir..
Bu nedenle Türkiye'de seçim sonuçlarına bakıp Kemalistlerin kaybettiğini düşünen herkes yanılıyor..
Seçimlerde Sahte Atatürkçüler, sahte ulusalcılar, AB mandacıları, NATO muhipleri, ABD vesayetçileri yenilmişlerdir. Bu doğrudur. Ama kesinlikle belirtelim ki; Kemalistler bu seçimlerde yenilmedi.
Bu seçimlerde “CHP'den tüm Kemalistleri, Atatürkçüleri, gerçek Ulusalcı aydınları KOVAN; partiyi ABD vesayetçileri, AB Mandacıları, NATO'cular, Kürtçüler, FETÖ'cüler, Deşifre olmuş CIA ajanları ve Masonlarla DOLDURMUŞ olan Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi yenilmiştir..
Üstelik Kılıçdaroğlu ve ekibi bu yenilgiye bilerek ve isteyerek yönelmişlerdir..
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 1 Kasım seçim sonuçlarına ilişkin aynı gece saatlerinde basın toplantısı düzenledi. Çıkan sonucun CHP’nin sorumluluğunu arttırdığını söyleyen Kılıçdaroğlu “İktidarı yakından izlemek, çıkaracağı yasaları izlemek, toplum adına gereken muhalefeti yapmak temel görevimiz olmaya devam edecektir” dedi.
Bu açıklama AKP’nin 13 yılda yarattığı faşist diktatörlüğe direnmek, akıl tutulması ile özürlü olmayan hemen herkesin kuşku ile yaklaştığı seçim sonuçlarını kabul etmemek yerine, meşrulaştıran bir düşüncenin ürünüdür.
Ülkenin başına çöreklenmiş bu hırsız ve katil çetesinin yarattığı AKP Türkiye’sinde muhalefetçilik oynayarak toplumsal muhalefeti iğdiş eden bir anlayıştır.
AKP’nin 13 yıllık iktidarı tartışmasız bir dinci faşist diktatörlüktür.
Peki, Faşizm nedir?  
Faşizm, Emperyalizmin bataklığında ortaya çıkan, zamanda tanı konulup önlem alınmazsa ölümcül sonuçlar doğran bir" kanser"dir.
Öyleyse faşizmi engellemek, ilk önce ve her şeyden önce emperyalizme karşı ödünsüz, kararlı bir savaşımla olanaklıdır.
Sözün burasında Mustafa Kemal Atatürk'ün konuya ilişkin görüşlerine yer verelim.
"-Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız"
"-Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız"
CHP’nin kurucu iradesinin aksine AKP Türkiye sini kabul eden, bu Türkiye tablosuyla bir dertleri olmadığını ilan eden, üstelik bu tablonun meşrulaşması için AKP ile koalisyon yapmayı peşinen kabul eden CHP’nin aldığı oy oranına bakarak Kemalistler, ulusalcılarla ilgili kimi yargı, değerlendirme ve sonuca varmak anlamsız ve yanıltıcı olur.
Bu nedenle seçimlerde yenilen Kemalistler, yurtseverler, ulusalcılar değil, CHP’nin Kurucu iradesini, öncelikli, vazgeçilmez ilkelerini ret ve inkâr eden AKP Türkiye sinin düzeni içinde kalarak çizilen bir karikatür haline getirilmiş Y-CHP’dir.
Samimi Atatürkçülerin, yurtseverlerin, tüm bu olup bitenlere karşın umudunu Y-CHP’ ye bağlamış milyonların kabul etmeleri gerekir ki, Y-CHP; Kemalistlere, ulusalcılara, yurtseverlere sırtını dönmüş, aynı anda gericiliğin, bölücülüğün her türlü rengine de kucak açmış, emperyalist projelerin taşeronluğuna teşne bir partiye dönüşmüştür. 
Seçimlerde bir parti az ya da çok oy alabilir. Türkiye gibi çok derin eşitsizliklerle malul bir ülkede hiçbir seçim sağlıklı değildir. Seçim mekanizmasının garipliği yalnızca hile ile de açıklanamaz; Türkiye'de seçim sandıklarda çevrilen numaralardan bağımsız olarak doğası gereği şaibelidir. Bu koşullarda oy oranları ve rakamları Türkiye hakkında yalnızca bir fikir verebilir. Ama bir parti seçimi aldığı oy nedeniyle kaybetmez.
Kemalistler bir partinin kaybetmesi ye da kazanmasını sandıktan çıkan kafa sayısı ile değerlendirmezler. Partinin ya da siyasal örgütlenmenin sisteme, yani emperyalizmin programına, faşizme karşı duruşuna bakarak değerlendirirler. “Rakamlar, yüzdeler, koltuk sayıları, meclis aritmetiği” bu yalın gerçeğin üzerini örtmeye, yığınlarda kafa karışıklığı yaratmaya yönelik oyundan başka bir şey değildir.
Bu gün emperyalizmin programının taşeronları, iktidar olabilmek için emperyalist merkezlerin icazetini alma yarışına giren düzen partileri halka  “Siyasetin seçimden ve dolayısıyla parlamentodan ibaret, iktidarın tek kaynağının kafa sayısı olduğu” kuyruklu yalanını her gün yineleyerek,  halkın kendi hakkına sahip çıkmasını, kendi iktidarına yürümesini, mevcut sisteme başkaldırmasını engelliyorlar.
Diğer taraftan, CHP den dışlanan, daha açık bir söylemle etkisiz, eylemsiz kılınan Kemalistlere, ulusalcılara, yurtseverlere AKP’nin yarattığı dinci faşist diktatörlüğe bir daha ki seçimlere kadar rıza göstermeleri gerektiğini söyleyerek “umutsuzluk” virüsünü yaygınlaştırıyorlar.
Bu “sandık siyasetinden” beslenen, emperyalizmin yedek gücü olmak dışında bir işlevi kalmamış anlayışı Kemalistler, ulusalcılar, yurtseverler olarak şiddetle reddediyoruz.
Bizler gerek 7 Haziran,  gerekse 1 Kasımda Saltanatın, Faşist diktatörlüğün sandık siyaseti ile yıkılamayacağını bir kez daha gördük.
Bizler “emperyalizmin sömürgeleştirme programına kafa tutmayan/tutamayan” kendi halkı dışında her güçten, emperyalizmin yıkım programının esas ortaklarından medet uman bu zavallı, bu akılsız siyaset tacirleri ile Tam bağımsızlığın, Kemalist Cumhuriyetin, Türk devriminin kazanımlarının korunamayacağını da gördük.
Yapmamız gereken eylem, çizmemiz gereken yol haritası açık ve net olarak ortadadır. Üstelik bu yol haritası yeni çizilmiş de değildir. 19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal Atatürk tarafından çizilmiştir.
Öncelikle şu gerçeğin altını çizelim.. Türkiye’de Kemalist, ulusalcı yurtsever güçler 1950'li yıllardan bu yana sahipsizdir. Başka bir söylemle bilinçli olarak sahipsiz bırakılmışlardır.
Yalnızca bu güçler değil Türkiye sahipsiz bırakılmıştır.
Öyleyse, Yalnızca AKP faşizmini değil, Emperyalizmin kanlı elini kıracak Kemalist, ulusalcı, yurtsever bir siyasi iradenin örgütlenmesi yaşamsal bir gerekliliktir.
Türkiye topraklarında bu iradenin alt yapısı, temeli vardır ve çoğunun söyleminin tersine aynı zamanda  güçlüdür.
Yalnızca AKP’yi geriletmeye değil, elden çıkan ülkemizi kazanmaya, Emperyalist haydutları bir kez daha Akdeniz in sularına gömmeye, kukla faşist diktatörlüğü yakmaya yürüyecek bir siyasi irade örgütlenmeden kurtuluş olanaksızdır… 04 Kasım 2015  Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

a




1 Kasım 2015 Pazar

“ATATÜRK SEVİCİSİ” MASKELİ ATATÜRKÇÜLER


Bu yazıyı 8 Mayıs 2014 de yazıp yayınlamşız.. HAKLI ÇIKMAYI İSTEMEZDİM AMA ÜZÜLEREK HAKLI ÇIKTIK... BİR KEZ DAHA YİNELEYELİM.. “Tarihte tek bir diktatör yoktur ki seçimle gitsin. Evet, seçimle gelirler ama asla ve asla seçimle gitmezler.”


“ATATÜRK SEVİCİSİ” MASKELİ ATATÜRKÇÜLER

 “Vaziyeti muhakeme ederken ve tedbir düşünürken; acı olsa da, gerçeği görmekten bir an geri kalmamak lazımdır. Kendimizi ve birbirimizi aldatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur.” K. Atatürk

          Atatürkçü Düşünce Derneğinin “ Kuruluş nedeni” Tüzükte şöyle bir girişle başlıyor. “ ..Atatürk; Sadece "bağımsızlığı tümüyle tehlikeye düşmüş Türk Ulusunu ve yurdunu emperyalist güçlerin işgalinden kurtaran bir büyük asker "değildir. O, bunun çok daha ötesinde, örneğin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, her alanda bağımsızlığımızı yok edici ya da kısıtlayıcı olumsuz bağları koparan; Ulusal egemenliği gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran,…”
Buradan da anlaşıldığına göre; Kemalizm, ilk önce ve her şeyden önce Emperyalizme karşı ve onunla savaşarak doğmuş, tam bağımsızlıkçı bir dünya görüşünün adıdır.
Eğer bu tanımla devam edersek, Atatürkçü Düşünce Derneği, Antiemperyalist bilinçle donatılmış, tam bağımsızlıkçı bir örgütlenmenin adıdır.
Araştırmacı yazarlarımızdan Sn. Metin Aydoğan Kemalizm’in Antiemperyalist bilincini şöyle açıklıyor. “Kemalizm’deki anti-emperyalist bilinç, sosyal içeriklidir ve yüksek düzeylidir. Irkçılıkla bezenmiş yabancı düşmanlığından uzaktır. Ülke savunmasıyla sınırlı değildir. Ulusçu ve toplumcu temeller üzerinde yükselir. Evrensel boyutludur. Anti-emperyalist eyleme ve bilimsel araştırmaya dayanır.”(s.717)
1990 lı yılların başında Sosyalist sistemin çöküşü, Kapitalist sistemin öncü gücü ABD ve Batılı Emperyalistlerin, dünya egemenliği önündeki en büyük engelin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Bu nedenle, bu tarihten sonradır ki mazlum milletlerin bağımsızlıkçı mücadelelerine ve ideolojilerine karşı amansız bir saldırı başlatıldı. Emperyalizmin ideologlarına göre "Yeni Dünya Düzeni” ve “küreselleşme” olgusu “tarihin sonu” dur. Artık liberalizm, yani kapitalizm, evrensel bir sistem olarak sonsuza dek dünyanın kaderini belirleyecektir.
Bu yayılmacı propagandanın ülkemiz üzerindeki yıkıcı etkisi, dünyanın diğer mazlum milletlerden daha fazla oldu. Çünkü “tarihin sonu” gelmişse özünde antiemperyalizm demek olan, Kemalizm’in de sonu geldi demektir.
Bu propagandanın etkisi altında, Kemalizm’in içini boşaltmaya kalkışanlar yalnız numaralı cumhuriyetçiler olsaydı sorun belki daha kısa sürede çözümlenebilirdi.
ABD ya da AB ülkesi pasaportu taşıyan devşirme sömürge aydınları ve Türkiye Cumhuriyeti kimlikli yabancı ajanlar, deşifre edilmemiş masonlar, Maaşını “Büyük Locadan”, ya da Pensilvanya’dan alan, medyanın köşe başlarını tutmuş keskin kalemler, kendilerini Kemalist mücadeleye değil de, birtakım makamlar ya da etiketler elde etme hayaline kapılanlar, milyon dolarlarla gazetecilik yapanlar, Atatürkçülüğünü, arada bir anımsayan, emekli olduktan yapılacak bir “hobi” olarak görenler, “Atatürksüz bir Kemalizm” yaratarak Atatürkçü Düşünce Derneğinin içine çöreklendiler.
Bu işgüzar ekip, Antiemperyalizmden, devrimci, halkçı, devletçi özünden kopartılmış, Batıcı bir laikliği önceliğine koyan, 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde Anıtkabir’e koşan, Balolar, şenlikler, konserler düzenleyen, Anadolu’yu, sokakları, meydanları, değil, lüks salonları kendilerine çalışma alanı olarak belirleyen, Batı ile bütünleşmiş iktidarların keyfini kaçırmayacak eylemlerle yüz binlerin gazını alan bir örgüte dönüştürüldü Atatürkçülük ve Atatürkçü Düşünce Derneği.
Senaryo yazarları tarafından ciddiyetle kurgulanan, Sistemin, sınırları içerisine hapsedilmiş, sistem tarafından denetim altına alınmış, “yeni Kemalizm” adı verilen Atatürkçülük anlayışı Kemalizm’e son darbeyi vurma operasyonudur. Eğer kitlesel bir körlük ve akıl tutulmasına uğratılmış değilsek, operasyonun aktörlerini tanımak hiç de zor değildir.
Onlar; asla bir şeyler kaybetmeyi göze alamayan, çünkü kaybedecek şeylerinin çok olduğunu bilenlerdir. Oysa mücadele bir şeyleri kaybetmeyi göze almadan yapılamaz!
Onlar; Atatürkçülüğü, kermeslere ve Tatlısu mitinglerine, salonlarda balo ve kokteyllere hapsedenlerdir.
Onlar, Aşırı dinci olmayan herkesin kendisini ‘laik’ olarak tanımladığı bir ortamda, yalnızca “laikliğe sahip çıkıyor” diyerek, Türk düşmanı masonları, misyonerleri ve hatta bölücüleri bile “Atatürkçü” olarak kabul edenlerdir.
Onlar; Davayı bugün için sahiplenmiş görünerek, Kemalist felsefeyi hobi malzemesi olarak gören ve edilgenleştirenlerdir.
Atatürkçü Düşünce Derneğinden beklenen, Davaya inanmış ‘Kemalist’ militan yetiştiren bir okul olmasıdır. Atatürkçü Düşünce Derneği “ne olursan ol gel” diyen bir Mevlana dergâhı değildir ve olmamalıdır.
 Kemalizm, meşruiyetinin kaynağını Sistemin sınırları içinden değil, antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, halkçı, devrimci mücadelesinin haklılığından ve bu temelde kazanılan kitle desteğinden alır.
Kemalist mücadeleyi, ABD, AB nin dayatmaları sonucu ortaya çıkan, işbirlikçi iktidarların insafına, hoş görüsüne dayanarak sürdürmek , başlangıçta kimi sözde Atatürkçülerin ve elbette iktidar yandaşlarının övgüsünü alıyor olabilir. Bu övgülerin ardına gizlenilerek , mücadele verdiklerini sananların söz ve yazı düzeyinde, iddiaları her ne olursa olsun sonuçta karşı devrimin değirmenine su taşımaktan öteye bir işlevi olamaz.
Bu nedenle böylesi siyasal yaklaşımların parlatılmış elamanları, milyonların büyük özveriler göstererek elde ettikleri siyasal kazanımların heba edilmesine aracılık yapmak için üretilmişler ve sahneye sürülmüşlerdir.
Kemalizm, salt ülkeyi ve bağlı olarak dünyayı yorumlamakla yetinen bir dünya görüşü değil, bununla birlikte ve aynı zamanda ülkenin ve ulusun ters giden yazgısını değiştirmek üzere bilinçli, kararlı tutarlı, antiemperyalist, halkçı, devrimci bir mücadelenin yol haritasıdır.
Yalnızca kısır yorumlar üreterek, 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda Anıtkabir’e şikâyette bulunarak vatan kurtardığını sananlarla, “Atatürk seviciliği” dışında hiçbir “meziyeti” olmayanlarla, ne Kemalist mücadele verilir, ne de var olan mevziler korunabilir. Kavgaya girmekten, şeytan görmüş gibi kaçarak, kendileri sütre gerisinde kalmak koşuluyla birilerinin, kendileri adına “vatan savunması” yapmasını bekleyenler şimdi yeni bir tezgâhın peşindeler.
Geldiğimiz süreçte, toplumsal muhalefetin yükseldiği, Kemalist düşünceyi temel alan örgütlenmelerin etrafında kümelenmelerin arttığı gözlemlenebilir bir gerçekliktir. Toplumsal muhalefetin bu yükselişini ABD ve AB’nin kurnaz mimarları ve onların içimizdeki mason maskesi takmış organizatörlerinin dikkatlerini çekmediğini söylemek safdilliktir. Bu nedenle “muhalefet” adı altında, AKP karşıtlığı üzerinden, kökü dışarıda bir “Atatürkçü Parti” senaryosu uygulamaya konuldu.
AKP’yi alaşağı etmek için bazı platformlar oluşturulmakta, kapalı kapılar ardında “derin” pazarlıklar yapılmakta, sonuçları önceden programlanmış anketler yaptırılmaktadır. Bu pazarlıklı anketlere göre Türk halkının %65’i yeni bir parti kurulmasını istiyormuş. Hatta AKP’ye Oy verenlerin %30 dan fazlası bu yeni kurulacak partiye oy verecekmiş! Sözün özü Türk halkı bir kez daha “Atatürk le aldatılıyor.”
Biz bu filmi bir değil birkaç kez seyrettik. Atatürkçü Düşünceye gönül vermiş Toplumsal muhalefet, ne zamanki yükselişe geçti, önce birileri “Türk Halkı yeni bir partiden yana” söylemini dillendirmeye başlar. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Atatürkçülerin en aktif, en militan unsurları yeni kurulan partiye kaydırılır. Bu parti ile birlikte orada görev alan unsurlarda eritilir, yok edilir.
Yeni “Merkez Parti” düşüncesi bir kez daha “temelsiz çatı” inşa etme meraklısı, AB-D imalatı “yeni Kemalizm” ideologları ve onların dümen suyundan giden bilcümle akademisyenler, entelektüeller, sol liberaller tarafından tedavüle sürülmüştür. Ve bir kez daha kitlesel düzeyde bir körlük ve akıl tutulması dönemi yaratılmak istenmektedir.
Sisteme muhalifmiş gibi görünenlerce yükseltilen, kafa karıştırıcı, ortamı bulanıklaştıran bu senaryo , Kemalist mevzide mücadele veren geniş katmanların, AKP nin iktidardan uzaklaştırılmasına “fit” olup, Kemalizm’in temel değerlerinin ve toplumsal muhalefetin bir kez daha güç ve enerji yitimine, yenilgisine neden olacaktır.
Günümüz koşullarında stratejilerini yalnızca AKP’nin alaşağı edilmesi ile sınırlandıranlar tarihsel bir yanılgı ile karşı karşıyadırlar.
AKP Emperyalizmin Türkiye üzerindeki emellerinin eksiksiz gerçekleşmesi yolunda önemli bir araçtır. AKP nin yedeği ve yedekleri yıllar öncesinden hazırlandı. Değişikliğin ne zaman ve nasıl olacağına karar verenlerin elleri “düğmenin” üzerinde hazır bekliyorlar.
Ülkenin ve ulusun parmak hesabıyla kurtarılabileceğini, demokratik  yöntemler kullanılarak bir şeylerin geri çevirebileceğini, düzelebileceğini sananlar ya gerçekten saf, ya da birileri tarafından aldatılıyorlar.   İktidara seçimle(sandıkla) gelen diktatörler çok görülmüştür. Bazen darbe ile gelenlerde olmuştur. Ama yeryüzünde hiçbir diktatör seçimle iktidardan gitmemiştir. Diktatörler,  ya devrimle ya ihtilalla ya suikastla devrilmişler, ya da ülkeyi yabancı düşmana teslim ederek apar topar ülkesini pazarladığı bir ülkeye sığınırlar.
Diğer yandan, günümüzde iktidar yâda muhalefette olan sistemin sınırları içinde varlığını sürdüren siyasal partilerin programları arasındaki farklıklar azalmış hatta kalmamıştır. Hangisine neden sağ ya da hangisine neden sol parti vb. dendiğinin de giderek hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Bu nedenle var olan siyasal partilerin hükümet etmede yer değiştirmeleri, sonuçta hiçbir köklü değişime yol açmayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan giderek, en geniş “antiemperyalist cepheyi “ inşa etmek yerine, kendi siyasal kimliklerini sürdürecek, güvenli bir şemsiye arayanlar, ulusal bağımsızlık mücadelesine hep kendi çıkarları açısından yaklaşanlar, bizleri bir kez daha “Atatürk le aldatmanın” hesabı içindedirler.
Bu nedenle bu küresel çetenin tezgâhlayarak sahneye sürdüğü bu oyunu bozmak, gerçek olguları, akıl ve bilimin, Kemalist felsefenin yol göstericiliğinde çözümleyerek, bağımsızlığa giden yolu ışıklı kılmak tarihsel görev ve sorumluluğumuzdur.
Bu sorumluluğun yerine getirilmesi sırasında kimi bedellerde ödenecektir. Bedel ödemeyi göze alamayanların, sahibine tapınanların davaya yarar değil, zarar getireceklerinin de bilincinde olmalıyız. Çünkü “Sahibi olanlar, bu DAVA’ ya hizmet edemezler...” Güncelleme: 08.05.2014 - Isparta


Mahmut ÖZYÜREK