19 Aralık 2015 Cumartesi

DOĞU CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL- 1 - Metin AYDOĞAN




Mustafa Kemal Diyarbakır’a geldiğinde, bir kolordu değil; açlık ve hastalıktan kırılan, sahipsiz, donanımsız ve “tarifi güç bir sefalet içinde” yaşamaya çalışan bir küme ordu artığı buldu. Enver Paşa’nın, felaketle sonuçlanan Sarıkamış serüveninden sonra, Doğu cephesi tümüyle savsaklanmış (ihmal edilmiş), topları ve işe yarar birlikleri başka yerlere çekilmişti. Sekiz bin kişilik bir birliğe yalnızca bin tüfek düşüyordu; asker, üniforma olarak giydiği paçavralar içindeydi. Sağlık örgütü yoktu; binlerce asker tifüs, dizanteri ve açlığın yol açtığı hastalıklardan ölmüştü, ölmeyi de sürdürüyordu.


Siyasi Oyunlar
Mustafa Kemal Çanakkale’den 10 Aralık 1915’te İstanbul’a geldi. Hasta ve yorgundu. Bir süre dinlenecek ve yeni bir görev alarak başka cepheye gidecektir. İstanbul’da, devlet katında beklemediği bir ilgisizlikle karşılaşır. Üst düzey yetkililer, Çanakkale’de savaşın yazgısını değiştiren komutan sanki o değilmiş gibi davranmaktadır. İttihatçıların ileri gelenlerinden Hariciye Nazırı Halil Bey, görüşmek için onu saatlerce bekletir.1
İstanbul’da, kendisiyle ilgili siyasi oyunlar dönmektedir. Çanakkale’deki başarısı ve yayılmaya başlayan ünü, Enver Paşa başta olmak üzere İttihat ve Terakki önderlerini rahatsız etmişti. Aydınlar ve özellikle genç subaylar üzerinde, büyük bir saygı ve hayranlık yaratmıştı. Yazı ya da yorumlarda adı, “İngiliz zaferini, son dakikada önleyen komutan”2 diye geçiyor, ondan “Çanakkale Boğazı ve Payitahtın kurtarıcısı” diye söz ediliyordu.3
Ordu ve aydınlar arasında yayılan saygınlığın halka yansımasını önlemek için, sansür kurulu, gazetelerde, “adından söz edilmesini, resminin basılmasını” yasaklamıştı.4 Ancak, gazeteciler, Çanakkale’deki “meçhul kahramanın”5 kim olduğunu bilmekte, onun peşine düşmektedir.
Adını, halk da duymaya başlamıştır. Yunus Nadi’nin başyazarı olduğu Tasviriefkar gazetesi, sansür yetkilisini kandırarak resmini basar. Ortalık karışır, yetkili “yukardan gelen bir emirle” üç gün hapis cezasına çarptırılır.6
Gazete ve dergiler o denli sıkı denetleniyordu ki, bir savaş kahramanı değil, sanki bir savaş suçlusuydu. Harbiye Nezareti’nin çıkardığı Harp Mecmuası’nda, “Çanakkale Kahramanı” diyerek resminin kapağa koyulduğu duyulduğunda, baskı durdurulmuş ve kapağa Halil Paşa’nın resmi konmuştu. Enver Paşa o günlerde, “başarı askerindir, kişileri sivriltmeye gerek yok” diyordu.7
Uyarılar, Öneriler
Yurt savunması için verilen ölümlerle dolu büyük bir savaşın “kutsal” ortamından, küçük hesaplarla dolu Bizans oyunlarının içine düşmüş, “eli kolu bağlı bir huzursuzluk içinde”8 annesinin evinde sağlığını düzeltmeye çalışıyordu. Ancak fazla duramadı ve arkadaşlarıyla görüşüp tartışmaya, yetkililerle bağ kurmaya çalıştı. Savaş’a ve geleceğe yönelik yorumlar yapıyor, önerilerde bulunuyordu. Çanakkale’deki başarısı, “gözlerini kamaştırmış değildi”.9 Herkesle konuşuyor, herkese ulaşmaya çalışıyordu. Savaş’ın “Türkleri felakete sürüklediğini”, Alman generallerin, “işleri daha da kötüye götürdüğünü” ileri sürüyordu.10 “ Öz konuşuyor ve her zaman doğruyu söylüyordu”.11
Hükümete, görüşlerini belgelerle destekleyen ayrıntılı yazanaklar (raporlar) yazdı. Komutanlar ve bakanlarla görüştü. “İşlerimiz kötü gidiyor, ülkenin geleceği tehlikede. Almanya ile ittifaktan ayrılmalı ve tek başına bir barış anlaşması yapılmalıdır... Harbiye Nezareti’nin bütün denetim aygıtları Almanların elindedir; bu önlenmelidir” diyor, söylediklerini yapmak için yetki ve sorumluluk almaya hazır olduğunu bildiriyordu.12
Söylediklerinin hiçbiri dikkate alınmadı. Alınmadığı gibi; soğuk davranışlar, bakan kapılarında bekletmeler ve gönülsüz dinlemelerle karşılaştı. Kimse gerçekleri duymak istemiyor, doğruları söylemek hoş karşılanmıyordu. Önerilerinin değerlendirilmesi bir yana, giderek daralan, çekinceli amaçlar içeren bir izleme altına alınmıştı.
Enver Paşa, onu, kendisine suikast düzenlediği gerekçesiyle idam ettirdiği Yakup Cemil’le ilişkilendirmeye çalıştı. Ancak, delil bulamadığı için bir şey yapamadı. Hiçbir soruşturma ve korkutma girişiminden çekinmiyor; çekememezlik, bilinçsizlik ve aymazlığa varan duyarsızlıklar karşısında öfkesini gizlemiyordu. “Bunların hepsi kör mü, yuvarlanmakta oldukları uçurumun nasıl farkında değiller, her şey bittikten sonra mı bana başvuracaklar” diyordu.13
Yeni Görev
İstanbul’un sıkıcı ortamından bunaldı. Fethi (Okyar) Bey ve kimi dostları, onu konuk etmek için çağırıyorlardı. Ocak 1916 başında Yaveri Cevat Abbas’a (Gürer), “Vatan tehlikede, en küçük bir müfreze komutanlığı bile verseler, kabul edeceğimi söyler, bana da hemen haber verirsin” diyerek Sofya’ya gitti.14 Birkaç gün sonra, Cevat Abbas Başkomutanlık’tan çağrıldı ve Mustafa Kemal’in Merkezi Edirne’de bulunan 16.Kolordu komutanlığına atanmasının düşünüldüğü, kabul edip etmeyeceği soruldu. Cevat Abbas, kendisine verdiği buyruğu iletince atama yapıldı. Durum kendisine iletildikten bir gün sonra İstanbul’a geldi.15
Birkaç gün içinde hazırlanıp yola çıktı ve 27 Ocak'ta Edirne'ye geldi. Çanakkale'den getirilen iki örselenmiş tümenle oluşturulmaya çalışılan 16.Kolordu'ya komutanlık yapacaktı. Ordu örgütlemek, eğitip savaşa hazırlamak onun işiydi ve 16.Kolordu'yu, 19.Tümen gibi kuracak, düzenleyecek ve cepheye götürecekti.
Edirne’de beklemediği bir coşkuyla karşılandı. Halk, Çanakkale’de yaptıklarını duymuş, genç yaşlı demeden onu karşılamak için “yollara dökülmüştü”. Yenilgiler içinde sürekli acı çeken, daha birkaç yıl önce işgal görüp Balkan felaketini yaşayan Edirneliler, onuruna düşkün bir ulusun insanları olarak, dünyanın en büyük gücünü dize getiren Selanikli Komutanı bağrına basıyordu. Genç kızlar atının boynuna “çiçeklerden çelenk geçiriyor”; ak yaşmaklarıyla gözyaşlarını silen yaşlı kadınlar, duygulu gözlerle, onu ve 12.Tümen’in askerlerini sevgiyle izliyordu. Savaş alanları dışında, komutan olarak halkla ilk karşılaşması, içten ve duygulu bir ortam içinde olmuştu.16
Doğu Cephesi
Edirne’de çok kalmadı. 22 Şubat 1916’da 16. Kolordu karargahıyla birlikte Doğu Cephesi’ne atandı; önce Kafkas Kolordu Komutanı, daha sonra, karargahı Diyarbakır’da bulunan 2.Ordu Komutanı oldu. “Sürgün anlamına gelen”17 bu atamayla öyle bir yere gönderilmişti ki “onu, başkentten daha fazla uzaklaştırmak mümkün değildi.”18
Enver Paşa, Edirne’de gördüğü ilgiden ürkmüş, önce terfisini geciktirmiş, sonra belki de kabul etmeyeceğini düşünerek, uzak bir yere atamıştı. Görevi kabul edince, gecikmiş terfisi, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yapıldı ve mirlivalığa (tuğgeneral) yükseldiğini, Diyarbakır’a geldikten birkaç gün sonra öğrendi (1 Nisan 1916).19 Enver Paşa, ona karşı olumsuz tutumunu, Başkomutanlık yetkisini elinde bulundurduğu 1918 sonuna dek sürdürecek, askerlik yaşamını bir ‘sinir savaşı’ durumuna sokacaktır.
Sefalet Ortamı
Diyarbakır’a geldiğinde, bir kolordu değil; açlık ve hastalıktan kırılan, sahipsiz, donanımsız ve “tarifi zor bir sefalet içinde”20 yaşamaya çalışan bir küme ordu artığı buldu. Enver Paşa’nın, felaketle sonuçlanan Sarıkamış serüveninden sonra, Doğu cephesi tümüyle savsaklanmış, topları ve işe yarar birlikleri başka yerlere çekilmişti. Sekiz bin kişilik bir birliğe yalnızca bin tüfek düşüyordu21; asker, üniforma olarak giydiği paçavralar içindeydi. Sağlık örgütü yoktu; binlerce asker tifüs, dizanteri ve açlığın yol açtığı hastalıklardan ölmüştü, ölmeyi de sürdürüyordu.22
Doğu cephesindeki yoksunluk üst düzeydeydi ama bu durum, 2.Ordu’yla sınırlı olmayan genel bir durumdu. Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı boyunca 2 milyon 850 bin kişiyi silah altına almış, Mondros Mütarekesi sırasında, elinde yalnızca 560 bin kişi kalmıştı.23 Bu büyük insan yitiğinde, hastalık ve açlık önemli bir yer tutuyordu. Ülke gerçekleriyle çelişen, emperyalist bir savaşa bulaşılmış; toplum, kaldıramayacağı bir yük altına sokulmuştu.
Başta ordu olmak üzere, halkın en temel gereksinimleri en alt düzeyde bile karşılanamıyordu. Cephelerdeki insan yitiğinden ayrı olarak; yoksulluk, açlık ve sayrılık (hastalık), Anadolu insanını adeta tüketiyordu. On iki milyonluk Anadolu’da, eli silah tutan hemen tüm erkek nüfus askere alınmıştı. Bu da nüfusun dörtte birinin savaşa sürülmesi demekti ve böyle bir oran savaş tarihinde belki de yoktu. Zorunlu askerlik yaşı, alttan 17’ye düşürülmüş, üstte 55’e çıkarılmıştı.
Ordu, Mustafa Kemal’in tanımıyla, “17-20 yaşındaki kavruk çocuklarla, 45-55 yaşındaki işe yaramazlara (amelimanda) kalmıştır”.24 Benzer saptamaları yabancılar da yapıyordu. İngiliz gizmeni (ajanı) Albay Lawrence’ın görüşlerini aktaran, 3 Kasım 1919 tarihli bir Amerikan istihbarat belgesinde: “Şu anda Türkiye yorgun düşmüş durumdadır. Anadolu’daki Türk nüfus 7 milyondan fazla değildir. Bunlardan ancak 350 bini asker olabilir. Bu da, onların 7 yıl gibi bir süre için askere alma yöntemlerinden ileri gelmektedir. Ordu, hastalıklar ve doğal olmayan koşullar nedeniyle çürümüştür. Doğum oranı çok düşüktür” deniyordu.25
İkinci Düşman; Sayrılık
Trabzon’daki Alman Konsolosu Dr.Bergfeld, 2 Mart 1915 tarihli yazanakta, “Şehrin bütün hastaneleri lekeli tifüs hastalarıyla doludur. Bulaşıcı hastalık, bir afet durumunu almıştır. 900-1000 kadar hasta askerden, her gün 30-50 kişi ölmektedir”der.26
Kızılhaç doktorlarından Colley ve Zlosisti, 3 Mart 1915’te Erzincan’dan yolladıkları yazanakta şunları söyler: “Tesis ve malzeme eksikliği nedeniyle tedavi yapılamamakta, Türk ve Alman hasta askerler, görülmemiş derecede bir hızla ölmektedirler”.27 Harput’tan (Elazığ) bir doktor, 24 Aralık 1916 tarihli notlarında “Buraya getirilen hastalar cidden acınacak durumdadır. Kirli ve bitli olmaları bir yana, daha kötüsü açlıktan ölmek üzeredirler. Aylık ortalama ölü sayısı 900 kadardır”28 derken, bir Alman doktor; “zayıflamış ve güçten düşmüş insanların, ne ölçüde dayanıksız oldukları, en basit olaylarda bile görülüyor. İnsanları ameliyat etsek ölüyorlar, ameliyat etmesek yine ölüyorlar” diyordu.29
Orduya Çekidüzen
Zaman yitirmeden, elindeki birlikleri yerel olanaklarla düzenlemek ve savaşa hazırlamak için bir şeyler yapmaya girişti. Burada, ilerde birlikte Kurtuluş Savaşı’na girişeceği iki yetenekli yardımcı, İsmet (İnönü) ve Kazım (Karabekir) Beylerle çalıştı.30
Birliklerin askeri eğitimini düzene sokmak ve askerin temel gereksinimlerini karşılamaya çalışmakla işe başladı. Levazım örgütünü denetim altına aldı, hırsızlıkları önledi; hekim ve ilaç buldu, sağlık koşullarını iyileştirdi. Yitirilmiş olan sıkıdüzeni (disiplini) yeniden kurdu. Yoğun ve yorucu çabalardan sonra, birlikleri savaşabilecek duruma getirdi.
1916 baharında başlayan Ermeni destekli Rus saldırısında, yaptığı iyileştirmelerin sonucunu aldı. Saldırıyı durdurdu ve Rus birliklerinin, Osmanlı Ordusu’nun “en önemli garnizonunun” bulunduğu Diyarbakır’a girmesini önledi.31 Van, Muş ve Bitlis’i geri aldı.32
Her zaman olduğu gibi burada da, askerin içinde, kimi zaman önünde savaşa katılmıştı. Kozmo Dağı saldırısında, çatışmanın en yoğun olduğu yerde, süngü savaşının içindeydi. Lord Kinross, Atatürk adlı yapıtında bu savaşı şöyle anlatır: “Bir ara askerleriyle birlikte, çevresini neredeyse bütünüyle kuşatan bir ‘süngü ormanı’ arasında, büyük bir piyade kuvvetine karşı göğüs göğüse dövüşmek zorunda kaldı. Soğukkanlılığı ve kendi süngüsünü bütün gücüyle kullanması sayesinde, bu çarpışmadan sıyrıldı ve böylelikle olası bir ölümden ya da tutsaklıktan kurtulmuş oldu”.33
Doğudaki Tek Yengi (Zafer)
Rus saldırısının durdurularak üç büyük ilin kurtarılması, Doğu cephesinde, “birbirini izleyen yenilgiler içinde” “tek Türk yengisi” ydi.34 Ordu örgütleme ve savaştırma konusundaki yeteneğini, burada da göstermiş ve içinde bulunduğu olanaksızlıklara karşın başarılı olmuştu. Başarısına karşılık, “Altın Kılıç” madalyasıyla ödüllendirildi ancak hemen ardından, Batum üzerine yürümeye hazırlanırken, İstanbul’dan Suriye’ye hareket etmesini isteyen ivedi koşullu bir buyruk aldı.35
Aynı gün, komutayı Kazım Paşa’ya (Karabekir) devretti. Enver Paşa, bu kez Doğu Cephesi’ndeki başarısından rahatsız olmuştu. Onu önce 2.Kolordu Komutan Vekilliği’ne, hemen sonra Hicaz’la (Arabistan Yarımadası batı bölgesi) Diyarbakır arasında görev yapacak Hicaz Kuvve-i Seferiyesi (Hicaz Gezici Ordusu) komutanlığına atadı.
 DİPNOTLAR

1              “Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., 1983, sf.281-282
2              “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.70
3              a.g.e. sf.70
4              “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.73
5              a.g.e. sf.75
6              a.g.e. sf.75 ve 77
7              “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.276
8              “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.127
9              a.g.e. sf.127
10         a.g.e. sf.127
11         General Hans Kennengiesser; ak. Osman Pamukoğlu, “Ey Vatan” İnkilap Yay., İstanbul-2004, sf.29
12         “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.120
13         a.g.e. sf.120
14         “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.85
15         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt., Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.278
16         a.g.e. sf.85
17         “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.128
18         “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.121
19         “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.129
20         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.74
21         “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.128
22         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.75
23         “Enver Paşa” Ş. S. Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., İst.-1978, sf.98
24         “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst. Mat.-1974, sf.952
25         “Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları” Orhan Duru, T.İş Ban.Kültür Yay., İst.-2001, sf.62-63
26         “Türkiye’de Beş Yıl” L.Von Sanders, I.Cilt, Cum. Kit., İst-1999, sf.70
27         a.g.e. sf.70
28         “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst. Mat.-1975, sf.950
29         a.g.e. sf.950
30         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.75
31         “Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” Dietrich Gronau, Altın Kit., 2.Bas., İst.-1994, sf.107
32         a.g.e. sf.77
33         “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.130
34         a.g.e. sf.131
35         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İstanbul-2001, sf.77

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder