Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan 4 Mart 2016 günü akşamı, Yeşilay Haftası dolayısıyla
düzenlenen Yeşilay Zümrüdüanka Ödül Töreni’nde yaptığı konuşmada şunları
söyledi:
“Tarih
kitaplarını karıştırdığınızda maalesef Atatürk Osman Çiftliği’nde ellerine bira
şişeleri tutuşturulmuş çocuk fotoğraflarını görürsünüz. Bunlar vaka. Bu dönemde
alkol, toplumu zorla dönüştürmenin kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden
koparmanın bir aracı olarak kullanılmıştır.”
Değerli
Dostlar,
Cumhurbaşkanı’nın
bu sözleri üzerine, kitaplığımdaki tarih kitaplarını masama yığdım, daha önce
işaretlemiş olduğum sayfaları bir kez daha okuyarak aşağıda sunduğum yazımı
yazdım.
Şimdi bakın
bakalım, Recep Tayyip Erdoğan’ın öve öve göklere çıkardığı, günümüz gençlerine
örnek olarak gösterdiği Osmanlı’da padişahlar, sadrazamlar, şeyhülislamlar,
vezirler, medrese hocaları, yüksek bürokratlar ve şairler şarap içip sarhoş
olarak, esrar ve de afyon çekerek toplumu nasıl kimliksiz duruma getirmeye ve
temel değerlerinden koparmaya çalışmışlar…
Önce şarapla
başlayalım.
Osmanlı
padişahları, şehzadeleri, şeyhülislamlar, müftüler ve kadılar düzenli şarap
içerlerdi. Avrupa’daki Hıristiyan krallıklarında hiçbir hanedan, İngiliz
Stuartlar hanedanı hariç, Osmanlı sultanları kadar içki içmemiştir.
Kanuni Sultan
Süleyman, hükümdarlığının son birkaç yılına kadar şarap içmiştir.
Kanuni’den
sonra tahta çıkan oğlu II. Selim, “Sarhoş Selim” ya da “Ayyaş
Selim” takma adlarıyla anılır. Sabahtan akşama kadar şarap içen, ayık
dolaşmayan II. Selim’in hamamda düşerek öldüğünde sarhoş olduğu yazılmıştır.
Kanuni Sultan
Süleyman döneminde bir müftü şöyle yazıyordu:
“Bırak
mürailer riyaya dalsın camilerde;
Gel meyhaneye;
ne hile ne hilekâr var burada…
Bırak
isterlerse içki yuvası desinler meclisimize,
Doldur saki,
bırak sarhoş desinler bana.
Bırak ‘hiç
ayılmadı’ desinler.”
Mürai: İkiyüzlü kimse
Riya: Özü sözü bir olmama
Ünlü
Avusturyalı tarihçi Hammer’in anlatımıyla, ‘hem şarap, hem de eğlence
düşkünü ve özgür düşünceli’ bir kadıyla bir müftünün kendilerine ait
meyhaneleri vardı. Sabahları kadı müftünün meyhanesinde kafayı çekerdi,
akşamları da müftü kadının meyhanesinde…
Osmanlı’ya özgü
edebiyata “Divan Edebiyatı” denilmektedir.
Divan
Edebiyatı’nın dili Osmanlıca, yani Arapça-Farsça-Türkçe karşımı bir dildi. Bu
dili sadece saray, saraya yakın çevreler, Osmanlı aydınları ve Osmanlı şairleri
bilirdi.
Anadolu Türk
halkı hiçbir zaman Osmanlıcayı öğrenmedi, yazmadı, okumadı, konuşmadı!
Divan
Edebiyatının şiir türlerinden biri, Gazel’dir. Gazelin başlıca konusu kadın,
aşk ve şaraptır.
Divan
Edebiyatında şarap içmenin övüldüğü, önerildiği yüzlerce şiir vardır. İşte
bunlardan birkaç örnek:
Şeyhülislam
Yahya Bey’den (1553–1644) dizeler:
Sun Sâgarı sâki
bana mestâne disünler
Uslanmadı gitti
gör o divane disünler
Peymânesini her
kişi toldurmada bunda
Şimden girü bu
mescide mey-hâne disünler
Türkçesi:
Ey saki kadehi
sun bana sarhoş desinler
Akıllanmadı
gitti o deliyi gör desinler
Herkes kadehini
burada doldurmakta
Bundan sonra bu
mescide meyhane desinler.
Ziya Paşa’dan
(1825–1880) dizeler:
İç bade güzel
sev var ise akl u şuurun
Dünya var imiş
ya ki yoğ olmuş ne umurun.
Türkçesi:
Aklın ve
bilincin varsa şarap iç, güzel sev
Dünya varmış,
yokmuş umurunda olmasın.
Fatih Sultan
Mehmet dönemi şairlerinden Melhî gece gündüz şarap içer, meyhane köşelerini
padişahın meclislerine tercih ederdi.
Osmanlı,
şarapla yetinmemiştir.
Osmanlı
sultanları, sadrazamları, şeyhülislamları, vezirleri, yüksek bürokratları,
müftüleri, kadıları, medrese hocaları ve şairleri esrar ve afyon da çekerlerdi,
yani uyuşturucu da kullanırlardı. Özellikle afyon, bu kişiler için günlük
yaşamın vazgeçilmez tüketim maddesi olmuştu.
Örnekler
vermeden önce afyon ve esrarın kısa tanımlarını yapalım.
Afyon: Olgunlaşmamış haşhaş kapsüllerine yapılan çizintilerden sızan,
içinde morfin ve kodein gibi uyuşturucular bulunan katılaşmış süt olarak
tanımlanan afyonun Yunanca adı ‘opion’, İngilizce adı ‘opium’dur.
Afyon yutarak,
çiğnenerek kullanıldığı gibi sigara ile de içilir.
Afyon, günümüz
Afyonkarahisar’da yaygın biçimde yetiştirilmiştir.
Esrar: Kenevir (kendir) bitkisinden elde edilen bir uyuşturucu madde olup
İran’da ‘beng’, Irak, Suriye ve Mısır’da ‘haşiş’, Amerika ve İngiltere’de
‘marijuana (marihuana)’ adıyla tanınır.
Osmanlı
döneminde afyona ‘tiryâk’, afyonu kullanana ise ‘tiryâki’
denirdi. İstanbul’un Süleymaniye semtindeki Tiryakiler Çarşısı’nda esrar ve
afyon satılırdı.
Osmanlı dönemi
yazarı Abdülaziz Bey’in (1850–1918) yazdığına göre, İstanbul halkının yüzde
sekseni afyon kullanmaktaymış. Bu kişiler camiye ve tekkeye gittiklerinde bile
ceplerinde hap halinde yapılmış, ‘gıda’ adını verdikleri afyonu çıkarıp
yutarlarmış.
İlginç gerçek
şudur, Osmanlı’da afyon kullanımı tam anlamıyla serbestti!
Osmanlı’da,
1700’lü yıllarda afyon üretimi öylesine yüksek boyutlara ulaştı ki, afyon ve
diğer uyuşturucu maddelerin ihracatı bile yapılmaya başlandı.
Fatih Sultan
Mehmet’in oğlu padişah II. Beyazıt, şehzadeliği sırasında zevk ve eğlenceye
düşkün bir yaşam sürmüş, afyon tiryakisi olmuştu. II. Beyazıt’ı içkiye ve afyon
çekmeye, dönemin şairi Müeyyedzâde Abdurrahmn Efendi’nin alıştırmış olduğu
söylenmiştir.
Âlim şairlerden
ve aynı zamanda hafız olan Zeynî, ömrünü şarap içip afyon çekerek geçirmiştir.
Şairliğinden
çok güzelliği ile ün yapmış olan Ferdî, afyon bağımlılığından dolayı genç yaşta
ölmüştür.
Hekim
şairlerden olan ve aynı zamanda saray hekimliği yapan Edirneli Hekim Sinanoğlu,
afyon, esrar ve kahve tutkunu bir şairdi.
İznikli şair
Vezni de afyonu sıkça kullandığı için güçten düşmüş, genç yaşta ölmüştür.
Kanuni Sultan
Süleyman dönemi şairlerinden olan Kierççi zâdelerden Mahmut Gubâri, her sabah
kardeşi ile afyon kaynatıp yerler, ertesi gün yine kaynatırlardı.
1584 yılında
Padişah III. Murat, afyon tiryakisi olduğunu bildiği Çerkez kökenli Özdemiroğlu
Osman Paşa’yı (1526–1583) sadrazamlığa getirdi.
III. Murat’ın
kendisi de afyon bağımlısıydı. Sarılık hastalığına yakalanması, hızla
zayıflaması afyon içmesine bağlanmıştı.
Osmanlı’nın
İstanbul’unda afyon tiryakilerinin pek çoğu Süleymaniye Camisi karşısında ve
medresenin altında otuz beş dükkândan oluşan sıra kahvelere devam ederdi. Her
biri ancak on beş kişi alabilen bu kahveler ağzına kadar tiryakilerle dolardı.
1600’lü
yılların başından Tanzimat’a (1876) kadar geçen süre içinde İstanbul’da afyon
kullanmayan şeyhülislam, din adamı, kazasker, kadı, medrese hocası hemen hemen
yok gibiydi. Kahvehanelerde afyon tiryakisi
müşterilere kahveden önce bir fincan afyon şurubundan vermek adetti.
Afyon
tiryakileri, Ramazan ayında afyonu macun haline getirir, macunu iki üç kat
kâğıda sararak sahurda iki üç tane yutarlarmış. Böylece kâğıt mide öz suyunda
eriyince macun dağılır ve birkaç saatliğine keyif devam edermiş. Ancak bu
planın yolunda gitmediği zamanlar da olurmuş. Afyon kâğıdı zor parçalandığında
veya kana karışması geciktiğinde tiryaki krizlere girer ve dış dünyadan
kopuverirmiş. Afyonu patlayıp kana karışıncaya kadar da farklı tepkiler
verirmiş. Konuşulan veya yapılan şeye uygun karşılık verilmeyen, anlama ve
algılamada geciken durumlarda “daha afyonu patlamamış” deyimi
kullanılması da bu nedenledir.
Osmanlı’da
afyon tiryakilerinin hayal âlemi içinde söyledikleri sözlere bilgisiz halk
“keşif ve keramet” değeri verirler, derviş kılıklı afyonkeşleri ise evliya
yerine koyarlardı.
Afyonun
kullanıcıları için değeri çok büyük olduğu için afyona ‘habb-ı zeheb’
yani, ‘altın hap’ derlerdi.
Osmanlı
döneminde kullanılan uyuşturucuların başında esrar gelmektedir.
Esrara değişik
adlar verilmiştir: Maslak, keyf, fino, gonca, sarı kız, kaynar, antin,
yunan, duman, gubâr, paspal, hanteriş, kabza, hurde, diş, hindi baba, dalga,
haşiş, zâbıt duymaz, nefes, kırma, hûd, yuf, dem, karabiber, fülfül…
Divan Edebiyatı
şiirinde, sevgilinin yüzündeki ayva tüyleri esrara benzetilmiştir. Sevgilinin
yüzündeki tüyler o kadar berrak ve güzeldir ki, bu tüyleri gören aşığı mest
ederek kendinden geçirir.
Esrarkeşler
arasında esrar kahvelerine “tekke” denilmektedir. Esrarkeşler daha çok
Aksaray’ın tenha yerlerinde ve Tahtakale’de bulunmaktaydı.
Osmanlı’da
afyon tiryakileri efendi ve ağa sınıfından olan kişilerdi. Esrarkeşler ise
genelde serseri, işsiz takımdandı.
Esrarkeşlerin
gözünde paranın, hayatın, dünyanın hiç önemi yoktu.
Sultan II.
Selim’in şehzadelik yıllarında yakın dostu olan ve meclislerde sürekli yanında
bulunan Celâli, şarap ve esrar düşkünlüğü ile tanınmıştır.
Ünlü Divan
Edebiyatı şairi Fuzuli’nin (1483–1556) dört yüz kırk dört beyitten oluşan
eserinin adı “Beng ü Bade”, yani “Esrar ve Şarap”tır.
Değerli
Dostlar,
Osmanlı
padişahları, şehzadeleri, şeyhülislamları, din adamları, müftüleri, kadıları,
medrese hocaları, şairleri düzenli olarak şarap içerler, esrar ve afyon
çekerlerdi.
Osmanlı’da
esrar ve afyon içmek yasak değildi, serbestti!
Yaldızlı
yalanlarla övülüp göklere çıkarılan Osmanlı’nın bu yüzüyle herkes
yüzleşmelidir.
Osmanlı’ya “
Ecdadımız”, “Atalarımız” diyenler, Ecdatlarının, yani Atalarının şarapçı,
esrarkeş ve afyonkeş olduğu gerçeğini de kabullenmek zorundadır!
Yılmaz Dikbaş
10 Mart 2016,
Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52
Başvurulan
Kaynaklar
1. Philip
Mansel, “Konstantinopolis”, Çeviren Şerif Erol, Sabah Kitapları, İstanbul,
Kasım 1996
2. Talat S.
Hamlan, “Süleyman the Magnificient, Poet”, İstanbul, 1989
3. Ferit
Develioğlu, “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat”, Aydın Kitabevi, Ankara, 1993
4. Abdülaziz
Bey, “Osmanlı Âdet, Marsim ve Tabirleri – İnsanlar, İnanışlar, Eğlence, Dil”,
Tarih Vakfı yayınları, C2, İstanbul 1995
5. Halil
İnalcık-Donald Quarteret, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal
Tarihih”, Eren Yayınları, İstanbul, 2004
6. Suraiya
Faroqhi, “Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam-Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla”, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998
7. Hammer,
“Büyük Osmanlı Tarihi”, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1993
8. Abdulkadir
Erkal, “Divan Şiirinde Afyon ve Esrar”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, Sayı 33, Erzurum, 2007
9. 9. M. Nur.
Doğan, “Fatih Divanı ve Şerhi”, Yelkenli Yayınevi, İstanbul, 2006
10. Ahmed
Eflâki, “Ariflerin Menkıbeleri”, C2, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1959
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder