10 Mart 2016 Perşembe

ŞARAPÇI, ESRARKEŞ VE DE AFYONKEŞ OSMANLI




Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 4 Mart 2016 günü akşamı, Yeşilay Haftası dolayısıyla düzenlenen Yeşilay Zümrüdüanka Ödül Töreni’nde yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Tarih kitaplarını karıştırdığınızda maalesef Atatürk Osman Çiftliği’nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuk fotoğraflarını görürsünüz. Bunlar vaka. Bu dönemde alkol, toplumu zorla dönüştürmenin kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden koparmanın bir aracı olarak kullanılmıştır.”

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri üzerine, kitaplığımdaki tarih kitaplarını masama yığdım, daha önce işaretlemiş olduğum sayfaları bir kez daha okuyarak aşağıda sunduğum yazımı yazdım.

Şimdi bakın bakalım, Recep Tayyip Erdoğan’ın öve öve göklere çıkardığı, günümüz gençlerine örnek olarak gösterdiği Osmanlı’da padişahlar, sadrazamlar, şeyhülislamlar, vezirler, medrese hocaları, yüksek bürokratlar ve şairler şarap içip sarhoş olarak, esrar ve de afyon çekerek toplumu nasıl kimliksiz duruma getirmeye ve temel değerlerinden koparmaya çalışmışlar…

Önce şarapla başlayalım.

Osmanlı padişahları, şehzadeleri, şeyhülislamlar, müftüler ve kadılar düzenli şarap içerlerdi. Avrupa’daki Hıristiyan krallıklarında hiçbir hanedan, İngiliz Stuartlar hanedanı hariç, Osmanlı sultanları kadar içki içmemiştir.
Kanuni Sultan Süleyman, hükümdarlığının son birkaç yılına kadar şarap içmiştir.
Kanuni’den sonra tahta çıkan oğlu II. Selim, “Sarhoş Selim” ya da “Ayyaş Selim” takma adlarıyla anılır. Sabahtan akşama kadar şarap içen, ayık dolaşmayan II. Selim’in hamamda düşerek öldüğünde sarhoş olduğu yazılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir müftü şöyle yazıyordu:

Bırak mürailer riyaya dalsın camilerde;
Gel meyhaneye; ne hile ne hilekâr var burada…
Bırak isterlerse içki yuvası desinler meclisimize,
Doldur saki, bırak sarhoş desinler bana.
Bırak ‘hiç ayılmadı’ desinler.”

Mürai: İkiyüzlü kimse
Riya: Özü sözü bir olmama

Ünlü Avusturyalı tarihçi Hammer’in anlatımıyla, ‘hem şarap, hem de eğlence düşkünü ve özgür düşünceli’ bir kadıyla bir müftünün kendilerine ait meyhaneleri vardı. Sabahları kadı müftünün meyhanesinde kafayı çekerdi, akşamları da müftü kadının meyhanesinde…

Osmanlı’ya özgü edebiyata “Divan Edebiyatı” denilmektedir.
Divan Edebiyatı’nın dili Osmanlıca, yani Arapça-Farsça-Türkçe karşımı bir dildi. Bu dili sadece saray, saraya yakın çevreler, Osmanlı aydınları ve Osmanlı şairleri bilirdi.
Anadolu Türk halkı hiçbir zaman Osmanlıcayı öğrenmedi, yazmadı, okumadı, konuşmadı!

Divan Edebiyatının şiir türlerinden biri, Gazel’dir. Gazelin başlıca konusu kadın, aşk ve şaraptır.
Divan Edebiyatında şarap içmenin övüldüğü, önerildiği yüzlerce şiir vardır. İşte bunlardan birkaç örnek:

Şeyhülislam Yahya Bey’den (1553–1644) dizeler:

Sun Sâgarı sâki bana mestâne disünler
Uslanmadı gitti gör o divane disünler
Peymânesini her kişi toldurmada bunda
Şimden girü bu mescide mey-hâne disünler

Türkçesi:

Ey saki kadehi sun bana sarhoş desinler
Akıllanmadı gitti o deliyi gör desinler
Herkes kadehini burada doldurmakta
Bundan sonra bu mescide meyhane desinler.

Ziya Paşa’dan (1825–1880) dizeler:

İç bade güzel sev var ise akl u şuurun
Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umurun.

Türkçesi:

Aklın ve bilincin varsa şarap iç, güzel sev
Dünya varmış, yokmuş umurunda olmasın.

Fatih Sultan Mehmet dönemi şairlerinden Melhî gece gündüz şarap içer, meyhane köşelerini padişahın meclislerine tercih ederdi.

Osmanlı, şarapla yetinmemiştir.
Osmanlı sultanları, sadrazamları, şeyhülislamları, vezirleri, yüksek bürokratları, müftüleri, kadıları, medrese hocaları ve şairleri esrar ve afyon da çekerlerdi, yani uyuşturucu da kullanırlardı. Özellikle afyon, bu kişiler için günlük yaşamın vazgeçilmez tüketim maddesi olmuştu.

Örnekler vermeden önce afyon ve esrarın kısa tanımlarını yapalım.

Afyon: Olgunlaşmamış haşhaş kapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, içinde morfin ve kodein gibi uyuşturucular bulunan katılaşmış süt olarak tanımlanan afyonun Yunanca adı ‘opion’, İngilizce adı ‘opium’dur.
Afyon yutarak, çiğnenerek kullanıldığı gibi sigara ile de içilir.
Afyon, günümüz Afyonkarahisar’da yaygın biçimde yetiştirilmiştir.

Esrar: Kenevir (kendir) bitkisinden elde edilen bir uyuşturucu madde olup İran’da ‘beng’, Irak, Suriye ve Mısır’da ‘haşiş’, Amerika ve İngiltere’de ‘marijuana (marihuana)’ adıyla tanınır.

Osmanlı döneminde afyona ‘tiryâk’, afyonu kullanana ise ‘tiryâki’ denirdi. İstanbul’un Süleymaniye semtindeki Tiryakiler Çarşısı’nda esrar ve afyon satılırdı.
Osmanlı dönemi yazarı Abdülaziz Bey’in (1850–1918) yazdığına göre, İstanbul halkının yüzde sekseni afyon kullanmaktaymış. Bu kişiler camiye ve tekkeye gittiklerinde bile ceplerinde hap halinde yapılmış, ‘gıda’ adını verdikleri afyonu çıkarıp yutarlarmış.
İlginç gerçek şudur, Osmanlı’da afyon kullanımı tam anlamıyla serbestti!
Osmanlı’da, 1700’lü yıllarda afyon üretimi öylesine yüksek boyutlara ulaştı ki, afyon ve diğer uyuşturucu maddelerin ihracatı bile yapılmaya başlandı.

Fatih Sultan Mehmet’in oğlu padişah II. Beyazıt, şehzadeliği sırasında zevk ve eğlenceye düşkün bir yaşam sürmüş, afyon tiryakisi olmuştu. II. Beyazıt’ı içkiye ve afyon çekmeye, dönemin şairi Müeyyedzâde Abdurrahmn Efendi’nin alıştırmış olduğu söylenmiştir.

Âlim şairlerden ve aynı zamanda hafız olan Zeynî, ömrünü şarap içip afyon çekerek geçirmiştir.
Şairliğinden çok güzelliği ile ün yapmış olan Ferdî, afyon bağımlılığından dolayı genç yaşta ölmüştür.
Hekim şairlerden olan ve aynı zamanda saray hekimliği yapan Edirneli Hekim Sinanoğlu, afyon, esrar ve kahve tutkunu bir şairdi.
İznikli şair Vezni de afyonu sıkça kullandığı için güçten düşmüş, genç yaşta ölmüştür.
Kanuni Sultan Süleyman dönemi şairlerinden olan Kierççi zâdelerden Mahmut Gubâri, her sabah kardeşi ile afyon kaynatıp yerler, ertesi gün yine kaynatırlardı.

1584 yılında Padişah III. Murat, afyon tiryakisi olduğunu bildiği Çerkez kökenli Özdemiroğlu Osman Paşa’yı (1526–1583) sadrazamlığa getirdi.
III. Murat’ın kendisi de afyon bağımlısıydı. Sarılık hastalığına yakalanması, hızla zayıflaması afyon içmesine bağlanmıştı.

Osmanlı’nın İstanbul’unda afyon tiryakilerinin pek çoğu Süleymaniye Camisi karşısında ve medresenin altında otuz beş dükkândan oluşan sıra kahvelere devam ederdi. Her biri ancak on beş kişi alabilen bu kahveler ağzına kadar tiryakilerle dolardı.
1600’lü yılların başından Tanzimat’a (1876) kadar geçen süre içinde İstanbul’da afyon kullanmayan şeyhülislam, din adamı, kazasker, kadı, medrese hocası hemen hemen yok gibiydi. Kahvehanelerde afyon tiryakisi müşterilere kahveden önce bir fincan afyon şurubundan vermek adetti.
Afyon tiryakileri, Ramazan ayında afyonu macun haline getirir, macunu iki üç kat kâğıda sararak sahurda iki üç tane yutarlarmış. Böylece kâğıt mide öz suyunda eriyince macun dağılır ve birkaç saatliğine keyif devam edermiş. Ancak bu planın yolunda gitmediği zamanlar da olurmuş. Afyon kâğıdı zor parçalandığında veya kana karışması geciktiğinde tiryaki krizlere girer ve dış dünyadan kopuverirmiş. Afyonu patlayıp kana karışıncaya kadar da farklı tepkiler verirmiş. Konuşulan veya yapılan şeye uygun karşılık verilmeyen, anlama ve algılamada geciken durumlarda “daha afyonu patlamamış” deyimi kullanılması da bu nedenledir.
Osmanlı’da afyon tiryakilerinin hayal âlemi içinde söyledikleri sözlere bilgisiz halk “keşif ve keramet” değeri verirler, derviş kılıklı afyonkeşleri ise evliya yerine koyarlardı.
Afyonun kullanıcıları için değeri çok büyük olduğu için afyona ‘habb-ı zeheb’ yani, ‘altın hap’ derlerdi.

Osmanlı döneminde kullanılan uyuşturucuların başında esrar gelmektedir.
Esrara değişik adlar verilmiştir: Maslak, keyf, fino, gonca, sarı kız, kaynar, antin, yunan, duman, gubâr, paspal, hanteriş, kabza, hurde, diş, hindi baba, dalga, haşiş, zâbıt duymaz, nefes, kırma, hûd, yuf, dem, karabiber, fülfül…
Divan Edebiyatı şiirinde, sevgilinin yüzündeki ayva tüyleri esrara benzetilmiştir. Sevgilinin yüzündeki tüyler o kadar berrak ve güzeldir ki, bu tüyleri gören aşığı mest ederek kendinden geçirir.
Esrarkeşler arasında esrar kahvelerine “tekke” denilmektedir. Esrarkeşler daha çok Aksaray’ın tenha yerlerinde ve Tahtakale’de bulunmaktaydı.
Osmanlı’da afyon tiryakileri efendi ve ağa sınıfından olan kişilerdi. Esrarkeşler ise genelde serseri, işsiz takımdandı.
Esrarkeşlerin gözünde paranın, hayatın, dünyanın hiç önemi yoktu.
Sultan II. Selim’in şehzadelik yıllarında yakın dostu olan ve meclislerde sürekli yanında bulunan Celâli, şarap ve esrar düşkünlüğü ile tanınmıştır.

Ünlü Divan Edebiyatı şairi Fuzuli’nin (1483–1556) dört yüz kırk dört beyitten oluşan eserinin adı “Beng ü Bade”, yani “Esrar ve Şarap”tır.

Değerli Dostlar,

Osmanlı padişahları, şehzadeleri, şeyhülislamları, din adamları, müftüleri, kadıları, medrese hocaları, şairleri düzenli olarak şarap içerler, esrar ve afyon çekerlerdi.
Osmanlı’da esrar ve afyon içmek yasak değildi, serbestti!
Yaldızlı yalanlarla övülüp göklere çıkarılan Osmanlı’nın bu yüzüyle herkes yüzleşmelidir.
Osmanlı’ya “ Ecdadımız”, “Atalarımız” diyenler, Ecdatlarının, yani Atalarının şarapçı, esrarkeş ve afyonkeş olduğu gerçeğini de kabullenmek zorundadır!

Yılmaz Dikbaş
10 Mart 2016, Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

Başvurulan Kaynaklar



1. Philip Mansel, “Konstantinopolis”, Çeviren Şerif Erol, Sabah Kitapları, İstanbul, Kasım 1996

2. Talat S. Hamlan, “Süleyman the Magnificient, Poet”, İstanbul, 1989

3. Ferit Develioğlu, “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat”, Aydın Kitabevi, Ankara, 1993

4. Abdülaziz Bey, “Osmanlı Âdet, Marsim ve Tabirleri – İnsanlar, İnanışlar, Eğlence, Dil”, Tarih Vakfı yayınları, C2, İstanbul 1995

5. Halil İnalcık-Donald Quarteret, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihih”, Eren Yayınları, İstanbul, 2004

6. Suraiya Faroqhi, “Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam-Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998

7. Hammer, “Büyük Osmanlı Tarihi”, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1993

8. Abdulkadir Erkal, “Divan Şiirinde Afyon ve Esrar”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 33, Erzurum, 2007

9. 9. M. Nur. Doğan, “Fatih Divanı ve Şerhi”, Yelkenli Yayınevi, İstanbul, 2006

10. Ahmed Eflâki, “Ariflerin Menkıbeleri”, C2, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1959

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder