21 Ocak 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’Yİ EMPERYAL KUMPASLARDAN, KURTARSA KURTARSA CHP ÖRGÜTLERİ KURTARIR!..



Emperyal odaklar epeydir şunu keşfetmiş bulunuyorlar: Hepsi hepsi, dört adamı kontrol etmek suretiyle, 75 milyonu kontrol edebilirsiniz. Hele “medya silahları” ayrıca elinizde ise, kimseyi yerinden  kımıldatmama becerisini sürdürebilirsiniz.

Bu denklem; Ülkemiz’de de, Bölgemiz’de de yıllardır yürürlükte bulunuyor.

Bir defa %10’luk baraj; hele bir de, hükümette istikrar adına, sözüm ona, kelli felli hukukçularımız tarafından savunulunca, tam bir “demokrasi faciası” oluşturyor.

 Oysa, “temsiliyetin” olmadığı yerde demokrasiden (özgürlüklerin ödünsüz izlendiği, halk yönetiminden) bahis, abestir.  “Temsiliyet bunalımı” demek, “demokrasi bunalımı” demektir.

“Temsiliyet”, yalnızca bir ya da birkaç liderin, dağ taş demeden, vur ha sür ha koşuşturup
 -eyvallah gerçi- yarattıkları rüzgârı arkalarına almalarının uzantısında, ama işte milletvekilliklerinden başlayarak, giderek, partilerinin yönetim organlarının sandalyelerinin, hatta başbakan ve hükümet üyelerinin, isimlerini tek başlarına koyup, seçmenin önüne taşımalarıyla, olmuyor.

Tersine, birisi size “Yürü ya Kulum!” demişse ve siz bütün şu dediklerimi, biraz marifetiniz varsa,  encamında pekala tek başınıza yapabiliyor oluyorsunuz. Ama size el verene, kol kaptırıyorsunuz.

Onun için genel seçim kadar, partilerin içlerinde ve çeşitli kademelerindeki seçimler, bu arada, milletvekili adaylarının belirlenmesine dönük olarak, tüm partililerin katılımıyla önseçim (“eğilim yoklaması” değil, düpedüz, “hakim huzurunda ve tüm partililerle önseçim temsiliyetin, giderek parti içinde, ya da ülkede iktidarsanız, dış odaklara “kol kaptırmamanın” temel yöntemi oluyor.

**

CHP’de, Baykal’ın parti içi iktidarına (kim ne derse desin), fevkalade gaddar biçimde son verilmesinden önce; “parti içi demokrasi”, çalışmıyordu. Tersine partide, dargrupçuluk hakimdi. O kadar böyleydi ki, “Cumhuriyet’in Partisi” CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü sağlamaktan uzaklaştı. Hatta, Türkiye’nin Doğusu’ndan ve Güney Doğusu’ndan (insanın söylemeye dili varmıyor) tam anlamıyla, kovuldu. Uzağa gitmeye gerek yok. Seçim sonuçları ortada...

 
1960’lardan başlayarak, “Orta’nın Solu” ilkesiyle, 1970’lerde, “Toprak işleyenin, su kullananın, ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen!”, özdeyişiyle, 1980 sonrası, Sosyal Demokrasi (toplumculuk, dayanışma, hakça gelir dağılımı, içte ve dışta barış)  zeminindeki ilkeler demetiyle, CHP nüvesinin, yurtta, iyi kötü sağladığı bütünleşme ve sarmaşma, sonraları dargrupçulukla tavsayınca; Türkiye - telaffuz etmek, akademik namus gereğidir -  Refah Partisi’nden başlayarak, AKP’nin mimarisini oluşturduğu adil düzen, iman, kuran, ezan zemininde bir arada durmayı, evet, başardı.

Bu çizginin ise, hele, bölgede petrol ve doğal gaz uğruna, bitmek tükenmek bilmeyen fırıldaklar çevirmekte olan, emperyal odakların boyunduruğuna girince, gerek ülkede gerek bölgede nasıl yozlaştığına hep beraber tanık olduk; olmaya hâlâ devam ediyoruz... Encamında söz konusu çizgi, maateessüf, temelde, bölgemizde, vahşinin vahşisi bir mezhep çatışmasının aparatı oldu, çıktı.

**

Her şey bir tarafa, parti içi demokrasi kültürü en yüksek olan parti - yıllar içinde bu özelliği ciddi olarak zayıflatılmış olmakla beraber- CHP’dir.

Buna karşın, 2007 Seçimleri’nde, milletvekili listelerini, tek başına Genel Başkan (Baykal), yapmıştı.

2011’de tufaya getirildi. Buna dayanmasını beklerdik. Dayanamadı. Gitti. Yerine Kılıçdaroğlu geldi.

Türkiye’nin, bölgenin dizaynı uzantısında, tam bir dizayn tazgâhında olduğu belliydi. Petrol ve doğal gaza sahip olma yünündeki acımasız ve kanlı stratejik denklemler, Türkiye’nin yakasını bırakmayacaktı. Bu olgu yalnız iktidarın değil, aynı zamanda ve bilhassa Meclis’teki muhalefet partilerinin de hizada tutulması gereğini behemehal, beraberinde getiriyordu.

Kılıçdaroğlu, parti içinde dargrupçukluktan yaka silkmiş yığınlar tarafından, büyük umutlarla bağırlara basıldı...

Maateessüf, bir iki istisnanın dışında “eski tas, eski hamam”, hemen hiç değişmedi. 2011 Genel Seçimi’nde Örgütler, neredeyse külliyen hiçe sayıldı.

Partinin tabelasının altında dolaşmadıkları bir tarafa, başka partilerin tabelaları altında dolaşmış kıyamet kadar insan (herkesin, kendi dürüst müktesebatıyla saygıdeğer olduğu hususu saklı olarak ifade ediyorum) partinin üst kademelerine ve milletvekilliklerine doluştu...   

En tepedeki bir arkadaşıma bir gün Genel Merkez’de sordum:

-       Bu partiyi kim yönetiyor, allaşkına? dedim.

-       Lobiler, Hocam, diyiverdi...

Demek ki, lobiler ve bunların içli dışlı oldukları dış çervreler, CHP’nin örgütlerini nasıl çalıştırmayabileceklerini öğrenmişlerdi.

Ama CHP örgütleri, yamandır.

Durumu, hızlıca kavradılar...

Bayrağı açtılar.

Bu arada Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, üstündeki çeşitli vesayet zincirlerinden kurtulma refleksleri gösteriyor...

2015 Genel Seçimi’ne dönük olarak:

-        Önseçim, olacak, diyor.

Olmazsa, çok açık söyleyeyim, gider ve ağızdan yel alsın, partiyi bitirmiş olarak, gider.

Rahmetli Genel Başkan Erdal İnönü, 1991 Genel Seçimi’nde,  İzmir’de önseçime girmişti. Genel Sekreter Fikri Sağlar, Mersin’de önseçime girdi.

Daha önceleri, İsmet Paşa’nın Malatya’dan, Ecevit’in Zonguldak’tan önseçime girdikleri, övünçle zikredilir.

Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken açıktır:

Etrafında ne kadar toplama ya da tıkıştırma adam varsa, uzmanı, bürokratı, oradan buradan devşirme sözde (köklerini örgütlerimizden alan, azınlık sayıdaki omuzdaşımızı, elbette tenzih ederek ifade ediyorum, ama işte sözde) siyasetçisi, hepsine dönüp, diyecek ki:

-       Ben önseçime giriyorum. Hadi yallah hepiniz, sızlanmayı bırakın, önseçime gireceksiniz!..

O yolla, bu yolla, parti yönetimine kadar tırmandırılmış ya da tırmanmış, kimse, kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmasın... Hemen hiç birinin “tabanı” yoktur. Hodri meydan, gelsinler, girsinler önseçime, alsınlar boylarının ölçüsünü...

Önseçimin, kendine özgü tuzakları yok mudur, vardır, ama CHP Örgütleri bu konuda idmanlıdır ve bu tuzakları etksiz kılmayı başaracaktır; buna yürekten inanıyorum.

**

Kayıtlı olduğum İlçe’nin, Örgüt Emekçileri, pek çok dost, beni milletvekilliğine taşımak üzere  harekete geçmişler, telefon görüşmeleri yapmışlar, fakslar çekmişler, bir kısmı, karda kışta, üşenmeden, taa Genel Merkez’e kadar gitmiş, ilgili arkadaşlarla görüşmüşler...

Bu gelişmeyi kıvançla oğrenmiş olmakla beraber, şu hususları yönetimdeki ilgili arkadaşlarıma derhal ilettim:

      o  Örgütlerimizin verecekleri her görevi üstlenmeye amade olmaklığım saklı olarak, ancak,  bulunduğumuz aşamada, o yönde şahsî, herhangi bir yönelişim olmamıştır.

 
o   Son iki genel seçimde, listelerde, parti içindeki ya da belki daha da önemlisi, parti dışındaki, seçkin sayılacak birikimlerim her ne olursa olsun, "malum denklemler" sebebiyle, tarafıma yer verilmeyeceğini öngörmüş bulunsam da, Örgütlerimiz'in, "Hocam siz aday olacaksınız, onlar yapmazlarsa biz hesabını soracagiz!", yönündeki sıcacık baskıları uzantısında, aday oldum; nedir ki bilindiği üzere, listelere alınmadımdı...


o   Bu sefer tüm partililerle ve hakim huzurunda, "Önseçim" olmazsa, aday olmayacağım, çünkü  resim ortada; içerisi, dışarısı, nereleri ise, oraları, pek rahatsız olacakları için, listelere "Tolga Yarman", zinhar alınmayacaktır.


o   “Eğilim Yoklaması” yapılacak olsa da aday olmayacağım, çünkü sonuç, hangi başarı gradosunu tutturursam tutturayım, yine aynı olacaktır.


o   Bu çerçevede, bir tek “hakim nezaretinde ve tüm partililerle önseçim” olursa, aday olabilirim...


Netice itibariyle önümüzde, Allah ömur verirse, daha çok kurultay vardır...

Düşüncelerimizi, kaygılarımzı, önerilerimizi, bolca da "çığlığımızı" seslendiririz elbette.

**

Bırakın Türkiye sorunlarına yoğun kafa patlatmış, pek çok çözüm üretmiş, nice projeye imza atmış, dünyanın bildiği bir bilim  adamı olmamı bir tarafa; parti kurucusu, yılların örgüt emekçisi, kurultay onur üyesi, bir çırpıda sayılamayacak kadar çok demokratik kitle örgütünün kurucusu ve önderi olarak ben, “kontenjan milletvekilliğine” talip değilsem, tersine, “Ancak önseçim olursa, aday olacağım!” diyorsam, sanırım, pek kimsenin kontenjan nilletvekilliğine talip olmaya hakkı kalmamak gerekir.
 *

Son bir söz, Doğu ve Güney Doğu İllerimiz’den seçilecek partililerimiz için...

Bir arkadaşım geçen gün danıştı:

-        Hocam, Doğu’da, Güney Doğu’da listelerimzi nasıl hazırlamalıyız, ne tür ittifaklar yapmalıyız?, diye sordu.

Cevabım basitti:

i)     Aman “ittifak” lâfını bir tarafa bırakalım... Bunun yerine şöyle bakalım: Yörede temsil kabiliyeti yüksek olan partililer, eğer o ya da bu sebeple partiden ayrılmışlarsa, hemen partiye dönsünler.

ii)   Parti yörede, muhakkak ve tüm partililerin katılımıyla, hakim huzurunda, önseçim yapsın.

iii) Süreç partiye sıcak, demokratik bir dinamizma kazandırır.

iv) Hakim huzurunda ve tüm partililerle yapılacak önseçim (dikkat “eğilim yoklaması” değil) yoluyla, listelere yerleşecek adaylar, kitleyi sürekleyecektir.

v)   Yalnız orada mı, Türkiye’nin her tarafında...  

Türkiye’yi emperyal kumpaslardan, kurtarsa kurtarsa, ama açıklayageldiğim yöntemlerle, CHP örgütleri kurtarabilir...

**

Bölge’de, her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşayan savaş makinasının efendisi, bir  emperyal boyunduruk istemiyoruz

Bölge’de mezhep savaşı istemiyoruz.

Yok istikrarlı hükümetmiş, yok değilmiş, temsiliyette adaletsizlik istemiyoruz.

İnanç dünyasında, din adına, hele emperyal tezgâhta,  “şekil dayatmacılığını”, bunun giderek  inanç barışına, kezzap gibi boca edilmesini istemiyoruz.

Diyanet’in, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda olduğu gibi, bir, nakil kurumu, şekil kurumu, iktidar payandası, biat kurumu değil, bir, akıl kurumu ve inanç barışının güvencesi, özerk, gereğinde, eli mekruhtan, haramdan çıkmayan, münafık  iktidar erbabına haddini bildirecek  kurumunuz olmasını istiyoruz.

Demokrasinin; üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğuna konanların akıllarına her geleni yapmaya yeltendiği; giderek, hâşâ, hırsızlığı, arsızlığı, hatta kıyımları aklamaya tevessül ettiği, inanç barışını, görenekte, kitapta yeri olmayan, “kendi paranoyak mutlakları” adına, taammüden dinamitlediği bir yozlaşma ve aldatmaca rejimine dönüşmesini şiddetle reddediyoruz.

Yerel Yömetimler’e, bugünkünden daha geniş serbesti verilmesini ve icra alanı tanınmasını elbette, istiyoruz, ama ükemizin, hele emperyal dizaynlarla bölünmesini kesinlikle reddediyoruz.

Avrupa’nın göbeğinden kalkan bombardıman uçakları, yok Arap baharıymış, yok Fellah baharatıymış diye, Libya’da çoluk, çocuk demeden binlerce insanın üstlerine bomba yağdırırken, bizim önümüze, “Pat!” diye atılıveren Dersim Meselesi’ne (hangi acılar yaşanmışsa, onları elbette yüreğimizde acımız olarak hissederiz, ama bir dakika) yem bulmuş civciv gibi kapaklanan, gabi, giderek emperyal odaklarla kolkola girmiş hain yöneticiler istemiyoruz.

Gündemi, çözüm önerilerini tartışmayan ya da tam da emperyal buyurganların istedikleri gibi tartıştıran, her hal-u karda bölgedeki savaş makinasına dönük olarak ağızlarını açmayan medyacıları istemiyoruz.
 
İrfanı kapalı, vicdanı mühürlü değil, irfanı hür, vicdanı hür nesillerin yetişmesine omuz vermek istiyoruz.

Bilhassa içeridekilere söylüyorum, kimlerse artık, onlar:

-       Çekin mel’un ellerinizi CHP’den... Siz zaten batmışşınız. Ne Türkiye’yi, ne bölgeyi, ne de çocuklarınızın geleceğini daha fazla batırmaya hiç hakkınız yok!.. Çekmiyor musunuz: Nasıl isterseniz! CHP Örgütleri size, müstahak olduğunuz dayağı, er ya da geç, ama muhakkak, atacaktır!..


TEŞEKKÜR

Değerli Omuzdaşlarım, Lale Gürman’a, Tünay Süer’e, Engin Demirkollu Sarıkartal’a, Cavit Savcı’ya, Suay Karaman’a, Çetin Karadağ’a, Birol Başaran’a, Batur İlter’e, Bozkurt Nuhoğlu’na, Kayhan Kantarlı’ya, Hüseyin Ünal’a, Mehmet Patan’a  yapıcı eleştirileri ve sıcacık destekleri dolayısıyla gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum...


Tolga Yarman, Prof. Dr.

CHP Kurultay Onur Uyesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder