Emperyal odaklar epeydir şunu keşfetmiş bulunuyorlar: Hepsi
hepsi, dört adamı kontrol etmek suretiyle, 75 milyonu kontrol edebilirsiniz.
Hele “medya silahları” ayrıca elinizde ise, kimseyi
yerinden kımıldatmama becerisini sürdürebilirsiniz.
Bu denklem; Ülkemiz’de de, Bölgemiz’de de yıllardır yürürlükte
bulunuyor.
Bir defa %10’luk baraj; hele bir de, hükümette istikrar adına,
sözüm ona, kelli felli hukukçularımız tarafından savunulunca, tam bir
“demokrasi faciası” oluşturyor.
Oysa, “temsiliyetin” olmadığı yerde demokrasiden (özgürlüklerin
ödünsüz izlendiği, halk yönetiminden) bahis,
abestir. “Temsiliyet bunalımı” demek, “demokrasi bunalımı” demektir.
“Temsiliyet”, yalnızca bir ya da birkaç liderin, dağ taş
demeden, vur ha sür ha koşuşturup
-eyvallah gerçi- yarattıkları rüzgârı arkalarına
almalarının uzantısında, ama işte milletvekilliklerinden başlayarak, giderek, partilerinin
yönetim organlarının sandalyelerinin, hatta başbakan ve hükümet üyelerinin,
isimlerini tek başlarına koyup, seçmenin önüne taşımalarıyla, olmuyor.
Tersine, birisi size “Yürü ya Kulum!” demişse ve siz bütün şu
dediklerimi, biraz marifetiniz varsa, encamında pekala tek başınıza
yapabiliyor oluyorsunuz. Ama size el verene, kol kaptırıyorsunuz.
Onun için genel seçim kadar, partilerin içlerinde ve çeşitli
kademelerindeki seçimler, bu arada, milletvekili adaylarının belirlenmesine
dönük olarak, tüm partililerin katılımıyla önseçim (“eğilim yoklaması”
değil, düpedüz, “hakim huzurunda ve tüm partililerle önseçim temsiliyetin,
giderek parti içinde, ya da ülkede iktidarsanız, dış odaklara “kol
kaptırmamanın” temel yöntemi oluyor.
**
CHP’de, Baykal’ın parti içi iktidarına (kim ne derse
desin), fevkalade gaddar biçimde son verilmesinden önce; “parti içi
demokrasi”, çalışmıyordu. Tersine partide, dargrupçuluk hakimdi. O kadar
böyleydi ki, “Cumhuriyet’in Partisi” CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü
sağlamaktan uzaklaştı. Hatta, Türkiye’nin Doğusu’ndan ve Güney
Doğusu’ndan (insanın söylemeye dili varmıyor) tam anlamıyla,
kovuldu. Uzağa gitmeye gerek yok. Seçim sonuçları ortada...
1960’lardan başlayarak, “Orta’nın Solu” ilkesiyle, 1970’lerde,
“Toprak işleyenin, su kullananın, ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen!”,
özdeyişiyle, 1980 sonrası, Sosyal Demokrasi (toplumculuk, dayanışma,
hakça gelir dağılımı, içte ve dışta barış) zeminindeki ilkeler
demetiyle, CHP nüvesinin, yurtta, iyi kötü sağladığı bütünleşme ve sarmaşma,
sonraları dargrupçulukla tavsayınca; Türkiye - telaffuz etmek, akademik
namus gereğidir - Refah Partisi’nden başlayarak, AKP’nin
mimarisini oluşturduğu adil düzen, iman, kuran, ezan zemininde bir arada durmayı,
evet, başardı.
Bu çizginin ise, hele, bölgede petrol ve doğal gaz uğruna,
bitmek tükenmek bilmeyen fırıldaklar çevirmekte olan, emperyal odakların
boyunduruğuna girince, gerek ülkede gerek bölgede nasıl yozlaştığına hep
beraber tanık olduk; olmaya hâlâ devam ediyoruz... Encamında söz konusu çizgi,
maateessüf, temelde, bölgemizde, vahşinin vahşisi bir mezhep çatışmasının
aparatı oldu, çıktı.
**
Her şey bir tarafa, parti içi demokrasi kültürü en yüksek olan
parti - yıllar içinde bu özelliği ciddi olarak zayıflatılmış olmakla beraber-
CHP’dir.
Buna karşın, 2007 Seçimleri’nde, milletvekili listelerini, tek
başına Genel Başkan (Baykal), yapmıştı.
2011’de tufaya getirildi. Buna dayanmasını beklerdik.
Dayanamadı. Gitti. Yerine Kılıçdaroğlu geldi.
Türkiye’nin, bölgenin dizaynı uzantısında, tam bir dizayn
tazgâhında olduğu belliydi. Petrol ve doğal gaza sahip olma yünündeki acımasız
ve kanlı stratejik denklemler, Türkiye’nin yakasını bırakmayacaktı. Bu olgu
yalnız iktidarın değil, aynı zamanda ve bilhassa Meclis’teki muhalefet
partilerinin de hizada tutulması gereğini behemehal, beraberinde getiriyordu.
Kılıçdaroğlu, parti içinde dargrupçukluktan yaka silkmiş
yığınlar tarafından, büyük umutlarla bağırlara basıldı...
Maateessüf, bir iki istisnanın dışında “eski tas, eski hamam”,
hemen hiç değişmedi. 2011 Genel Seçimi’nde Örgütler, neredeyse külliyen hiçe
sayıldı.
Partinin tabelasının altında dolaşmadıkları bir tarafa, başka
partilerin tabelaları altında dolaşmış kıyamet kadar insan (herkesin,
kendi dürüst müktesebatıyla saygıdeğer olduğu hususu saklı olarak ifade
ediyorum) partinin üst kademelerine ve milletvekilliklerine
doluştu...
En tepedeki bir arkadaşıma bir gün Genel Merkez’de sordum:
- Bu partiyi kim yönetiyor, allaşkına? dedim.
- Lobiler, Hocam, diyiverdi...
Demek ki, lobiler ve bunların içli dışlı oldukları dış
çervreler, CHP’nin örgütlerini nasıl çalıştırmayabileceklerini öğrenmişlerdi.
Ama CHP örgütleri, yamandır.
Durumu, hızlıca kavradılar...
Bayrağı açtılar.
Bu arada Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, üstündeki çeşitli
vesayet zincirlerinden kurtulma refleksleri gösteriyor...
2015 Genel Seçimi’ne dönük olarak:
- Önseçim, olacak, diyor.
Olmazsa, çok açık söyleyeyim, gider ve ağızdan yel alsın, partiyi
bitirmiş olarak, gider.
Rahmetli Genel Başkan Erdal İnönü, 1991 Genel
Seçimi’nde, İzmir’de önseçime girmişti. Genel Sekreter Fikri Sağlar,
Mersin’de önseçime girdi.
Daha önceleri, İsmet Paşa’nın Malatya’dan, Ecevit’in
Zonguldak’tan önseçime girdikleri, övünçle zikredilir.
Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken açıktır:
Etrafında ne kadar toplama ya da tıkıştırma adam varsa, uzmanı,
bürokratı, oradan buradan devşirme sözde (köklerini örgütlerimizden
alan, azınlık sayıdaki omuzdaşımızı, elbette tenzih ederek ifade ediyorum, ama
işte sözde) siyasetçisi, hepsine dönüp, diyecek ki:
- Ben önseçime giriyorum. Hadi yallah hepiniz, sızlanmayı bırakın,
önseçime gireceksiniz!..
O yolla, bu yolla, parti yönetimine kadar tırmandırılmış ya da
tırmanmış, kimse, kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmasın... Hemen hiç birinin
“tabanı” yoktur. Hodri meydan, gelsinler, girsinler önseçime, alsınlar
boylarının ölçüsünü...
Önseçimin, kendine özgü tuzakları yok mudur, vardır, ama CHP
Örgütleri bu konuda idmanlıdır ve bu tuzakları etksiz kılmayı başaracaktır;
buna yürekten inanıyorum.
**
Kayıtlı olduğum İlçe’nin, Örgüt
Emekçileri, pek çok dost, beni milletvekilliğine taşımak
üzere harekete geçmişler, telefon görüşmeleri yapmışlar, fakslar
çekmişler, bir kısmı, karda kışta, üşenmeden, taa Genel Merkez’e kadar gitmiş,
ilgili arkadaşlarla görüşmüşler...
Bu gelişmeyi kıvançla oğrenmiş olmakla beraber, şu hususları yönetimdeki ilgili arkadaşlarıma derhal ilettim:
Bu gelişmeyi kıvançla oğrenmiş olmakla beraber, şu hususları yönetimdeki ilgili arkadaşlarıma derhal ilettim:
o Örgütlerimizin
verecekleri her görevi üstlenmeye amade olmaklığım saklı olarak,
ancak, bulunduğumuz aşamada, o yönde şahsî, herhangi bir yönelişim
olmamıştır.
o Son iki genel
seçimde, listelerde, parti içindeki ya da belki daha da önemlisi, parti
dışındaki, seçkin sayılacak birikimlerim her ne olursa olsun, "malum
denklemler" sebebiyle, tarafıma yer verilmeyeceğini öngörmüş bulunsam da,
Örgütlerimiz'in, "Hocam siz aday olacaksınız, onlar yapmazlarsa
biz hesabını soracagiz!", yönündeki sıcacık baskıları
uzantısında, aday oldum; nedir ki bilindiği üzere, listelere
alınmadımdı...
o Bu sefer tüm
partililerle ve hakim huzurunda, "Önseçim" olmazsa, aday olmayacağım,
çünkü resim ortada; içerisi, dışarısı, nereleri ise, oraları, pek
rahatsız olacakları için, listelere "Tolga Yarman", zinhar
alınmayacaktır.
o “Eğilim Yoklaması”
yapılacak olsa da aday olmayacağım, çünkü sonuç, hangi başarı gradosunu
tutturursam tutturayım, yine aynı olacaktır.
o Bu çerçevede, bir tek
“hakim nezaretinde ve tüm partililerle önseçim” olursa, aday
olabilirim...
Netice itibariyle önümüzde, Allah ömur
verirse, daha çok kurultay vardır...
Düşüncelerimizi, kaygılarımzı, önerilerimizi, bolca da "çığlığımızı" seslendiririz elbette.
Düşüncelerimizi, kaygılarımzı, önerilerimizi, bolca da "çığlığımızı" seslendiririz elbette.
**
Bırakın Türkiye sorunlarına yoğun kafa
patlatmış, pek çok çözüm üretmiş, nice projeye imza atmış, dünyanın bildiği bir
bilim adamı olmamı bir tarafa; parti kurucusu, yılların örgüt
emekçisi, kurultay onur üyesi, bir çırpıda sayılamayacak kadar çok demokratik
kitle örgütünün kurucusu ve önderi olarak ben, “kontenjan
milletvekilliğine” talip değilsem, tersine, “Ancak önseçim
olursa, aday olacağım!” diyorsam, sanırım, pek kimsenin kontenjan
nilletvekilliğine talip olmaya hakkı kalmamak gerekir.
*
Son bir söz, Doğu ve Güney Doğu
İllerimiz’den seçilecek partililerimiz için...
Bir arkadaşım geçen gün danıştı:
- Hocam, Doğu’da, Güney Doğu’da listelerimzi nasıl hazırlamalıyız,
ne tür ittifaklar yapmalıyız?, diye sordu.
Cevabım basitti:
i) Aman “ittifak” lâfını bir tarafa bırakalım... Bunun yerine şöyle
bakalım: Yörede temsil kabiliyeti yüksek olan partililer, eğer o ya da bu
sebeple partiden ayrılmışlarsa, hemen partiye dönsünler.
ii) Parti yörede, muhakkak ve tüm partililerin katılımıyla, hakim
huzurunda, önseçim yapsın.
iii) Süreç partiye sıcak, demokratik bir dinamizma kazandırır.
iv) Hakim huzurunda ve tüm partililerle yapılacak önseçim (dikkat
“eğilim yoklaması” değil) yoluyla, listelere yerleşecek adaylar,
kitleyi sürekleyecektir.
v) Yalnız orada mı, Türkiye’nin her tarafında...
Türkiye’yi emperyal kumpaslardan, kurtarsa kurtarsa, ama
açıklayageldiğim yöntemlerle, CHP örgütleri kurtarabilir...
**
Bölge’de, her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşayan savaş
makinasının efendisi, bir emperyal boyunduruk istemiyoruz
Bölge’de mezhep savaşı istemiyoruz.
Yok istikrarlı hükümetmiş, yok değilmiş, temsiliyette
adaletsizlik istemiyoruz.
İnanç dünyasında, din adına, hele emperyal
tezgâhta, “şekil dayatmacılığını”, bunun giderek inanç
barışına, kezzap gibi boca edilmesini istemiyoruz.
Diyanet’in, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda olduğu gibi,
bir, nakil kurumu, şekil kurumu, iktidar payandası, biat
kurumu değil, bir, akıl kurumu ve inanç barışının güvencesi,
özerk, gereğinde, eli mekruhtan, haramdan çıkmayan,
münafık iktidar erbabına haddini bildirecek kurumunuz olmasını
istiyoruz.
Demokrasinin; üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento
çoğunluğuna konanların akıllarına her geleni yapmaya yeltendiği; giderek, hâşâ,
hırsızlığı, arsızlığı, hatta kıyımları aklamaya tevessül ettiği, inanç
barışını, görenekte, kitapta yeri olmayan, “kendi paranoyak mutlakları” adına,
taammüden dinamitlediği bir yozlaşma ve aldatmaca rejimine dönüşmesini şiddetle
reddediyoruz.
Yerel Yömetimler’e, bugünkünden daha geniş serbesti verilmesini
ve icra alanı tanınmasını elbette, istiyoruz, ama ükemizin, hele emperyal
dizaynlarla bölünmesini kesinlikle reddediyoruz.
Avrupa’nın göbeğinden kalkan bombardıman uçakları, yok Arap
baharıymış, yok Fellah baharatıymış diye, Libya’da çoluk, çocuk demeden
binlerce insanın üstlerine bomba yağdırırken, bizim önümüze, “Pat!” diye
atılıveren Dersim Meselesi’ne (hangi acılar yaşanmışsa,
onları elbette yüreğimizde acımız olarak hissederiz, ama bir dakika) yem
bulmuş civciv gibi kapaklanan, gabi, giderek emperyal odaklarla kolkola girmiş
hain yöneticiler istemiyoruz.
Gündemi, çözüm önerilerini tartışmayan ya da tam da emperyal
buyurganların istedikleri gibi tartıştıran, her hal-u karda bölgedeki savaş
makinasına dönük olarak ağızlarını açmayan medyacıları istemiyoruz.
İrfanı kapalı, vicdanı mühürlü değil, irfanı hür, vicdanı hür
nesillerin yetişmesine omuz vermek istiyoruz.
Bilhassa içeridekilere söylüyorum, kimlerse artık, onlar:
- Çekin mel’un ellerinizi CHP’den... Siz zaten batmışşınız. Ne
Türkiye’yi, ne bölgeyi, ne de çocuklarınızın geleceğini daha fazla batırmaya
hiç hakkınız yok!.. Çekmiyor musunuz: Nasıl isterseniz! CHP Örgütleri size,
müstahak olduğunuz dayağı, er ya da geç, ama muhakkak, atacaktır!..
TEŞEKKÜR
Değerli Omuzdaşlarım, Lale Gürman’a, Tünay Süer’e, Engin
Demirkollu Sarıkartal’a, Cavit Savcı’ya, Suay Karaman’a, Çetin Karadağ’a, Birol
Başaran’a, Batur İlter’e, Bozkurt Nuhoğlu’na, Kayhan Kantarlı’ya, Hüseyin
Ünal’a, Mehmet Patan’a yapıcı eleştirileri ve sıcacık destekleri
dolayısıyla gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum...
Tolga Yarman, Prof. Dr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder