Devlette, toplumda, dünyada; her
alanda gericiliğe karşı mücadeleye! – Aktüel Gündem
“2 milyara yaklaşan bir ümmetin
kutsalına her türlü saldırıyı yapacaksın bunun adı da fikir ve ifade özgürlüğü
olacak.” Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu,
Paris’teki saldırıyı bu gerekçeyle savunmakta. Bu tür bir savunma elbette
sadece ona ait değil, kendini inandıkları dini (ister ikna ister zor yoluyla)
tüm toplum üzerinde egemen kılmaya “adayanların” ortak meşruluk gerekçesi. Bu
gerekçeyle yapılan çeşitli saldırılar daha önce de yaşanmıştı, Almanya’da,
Hollanda’da, Salman Ruşdi fetvasında vs. Bizim ülkemizde ise bu gerekçe, başta
kadınlara yönelik olmak üzere, günlük hayatın neredeyse her anında
yaşanabilir/uygulanabilir bir tehdit olarak yüzyıllardır varlığını koruyor.
“Ben oruç tutarken nasıl karşımda yemek yersin” den “Mini etek giyip, beni
nasıl dinden çıkarırsın”a kadar çeşitli alt gerekçelere dönüşüyor.
“Ümmetin kutsalına her türlü
saldırıyı” önlemenin en sağlam yolu ise toplum yaşantısını doğrudan düzenleme
olanaklarına sahip devletin, dini esaslara uygun bir biçimde yeniden
yapılandırılmasından geçiyor. Ülkedeki her türlü cemaatin, tarikatın AKP’ye
verdiği desteğin arkasında bu “ideal” mevcut. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere
AKP kadroları da bu hedefi gerçekleştirmenin peşinde. Diyanet İşleri’ni en
önemli kurum haline getirme çabasından, “Ulemaya soralım” yönlendirmesine
kadar. Elbette böyle bir düzenin her türlü hırsızlığı, talanı, yağmayı, işçi
katliamlarını gizleme konusunda “ideal” bir ortam oluşturacağı da kesin.
Böylesi bir hedef bütünlüğü
karşısında nasıl mücadele edilecek? Bu sorunun yanıtının bir kısmı nasıl
mücadele edilmeyeceğini de kapsıyor. İki uç örnekten biri Hollanda’dan.
Bilindiği gibi 2004 yılında “Teslimiyet” adlı kısa filmin yönetmeni Theo Van
Gogh, Faslı bir Hollanda vatandaşı tarafından benzer bir gerekçe ile
öldürülmüştü. Film, Somali’de kızların zorunlu olarak “sünnet” edilmesini
eleştiriyordu. Sıra kendisine gelince Somali’den kaçıp Hollanda’ya sığınmış
olan filmin metin yazarı da ölüm listesinde idi. Ancak Van Gogh’un öldürülme
gerekçesini meşrulaştıran, Müslümanlarla katıldığı bir televizyon programında
sarf ettiği şu cümleler oldu: “Domuzları çok severim ama bir domuzum yok, eğer
olsaydı mutlaka adını ‘Allah’ koyardım.”
Diğer örnek ise ülkemizden, Leman
dergisinden. Bilindiği gibi Leman dergisi, 8 çalışanın (bir teknik eleman, bir
misafir ve iki polis ile birlikte toplam 12 kişi) katledildiği Charlie Hebdo
dergisi ile bir tür “kardeş dergi” ilişkisi kurmuşlardı ve kuşkusuz bu
katliamın etkisini en derinden yaşayanlardan oldular. Ancak katliamın ardından
çıkardıkları sayıda kullandıkları fotoğraf ile Charlie Hebdo çalışanlarının
aslında İslam dinine ne kadar saygılı olduklarını kanıtlamaya çalışmaktaydılar.
(Wolinski’nin takkeli fotoğrafının yanında, “İslam ve peygamber düşmanı ilan
edilerek katledilen barış ve özgürlük aşığı, filozof çizer Wolinski abimiz
üstadımız Eyüp Sultan Camii’nde huşu içinde çizimdeyken” vurgusu yapıldı.)
Kısacası dinci gericilikle mücadele
ne dini aşağılayıp hakaret ederek ne de dini söylem ve kurallarla “iyi
geçinerek” verilebilir. Biri mağduriyetten doğan haklılığı besleyip büyütürken
diğeri dinin “mutlak doğru”larının herkes tarafından kabulünü
yaygınlaştırmaktadır.
Dinci gericiliğin gerek toplumu
teslim almaya gerek devleti dönüştürmeye çalışan stratejisi karşısında çok
yönlü bir mücadele programına ihtiyaç olduğu açık. Bu konuda temel stratejik
kavram ise laiklik. Ancak laikliğin basitçe devlet işleyişine ilişkin düzenleyici
kurallar olarak uygulanmaya çalışılmasının hem yanlışlığı hem de yetersizliği
artık kanıtlanmış durumda. Elbette devlet işleyişinde hiçbir dini referansla
hareket edilmemesi gerektiğini savunmakla birlikte toplumsal ilişkilerin
düzenlenmesinde de dini referansların etkisinin kaldırılmasını savunmak, bunu
mücadelenin bir parçası haline getirmek gerekli. Laiklik, aynı zamanda
toplumsal yaşamın da düzenleyici ilkesi olmalı.
Bununla birlikte AKP iktidarının,
Tayyip Erdoğan’dan Davutoğlu’na, Diyanet İşleri Başkanı’ndan HÜDA-PAR
Başkanı’na kadar tüm kadrolarıyla yaymaya çalıştıkları “Müslüman ülkelerdeki
katliamlara sessiz kalıp, 12 insan için dünyayı ayağa kaldırıyorlar, bunlar
ikiyüzlü emperyalistler” türünden söylemler, her ne kadar bir başka gerçeği
ifade ediyor olsa da(1) bu saldırıların
emperyalizme karşı gerçekleştirildiği gibi bir saptırmayı içermektedir.
Fransa’daki katliamın emperyalizme karşı mücadeleyle hiçbir alakası yok.
Saldırı ne devlet kurumuna ne de askeri bir hedefe yapıldı. Saldırı, bir mizah
dergisine yapılmış ve onun çalışanları katledilmiş durumda. Ayrıca bu saldırı
bir hafta içinde yapılan (5-10 Ocak arası) sekiz saldırıdan bir tanesi.
İstanbul Sultanahmet’teki intihar eylemi, Lübnan’da Alevi mahallesinde 9
kişinin katledildiği bombalı saldırı, Pakistan’da ve Irak’ta Şii camilerine
atılan bombalar, Yemen’de polis okulu öğrencilerinin, Suudi Arabistan’da üst
düzey bir generalin öldürülmesi ve Nijerya’da Boko Haram’ın katliamları.
Şu an ne IŞİD ne El Kaide ne de bir
başka din temelli örgüt Hıristiyanlığa ya da Siyonizm’e karşı din savaşı
veriyor. Bu bir yana, emperyalizme ya da kapitalist ilişkilere karşı da bir
savaş içerisinde değiller. Tam tersine emperyalistlerden beslenip, kapitalist
pazar ilişkilerini kullanarak onları semirtiyorlar. Bugün söz konusu olan
Müslümanlar içerisinde, Müslümanları da katlederek sürdürülen kirli bir
hâkimiyet savaşı. Bu savaşın içerisinde rekabet var, şantaj var, tecavüz var,
katliam var. Tayyip Erdoğan ve onun AKP’si sayesinde bu savaşın içerisinde bizim
ülkemiz, bu ülkede ve bölgede yaşayan halklar da var. Bu toprakları kendi
egemenlik mücadelelerinin oyun sahası haline getirdiklerini daha önce de
gördük. HSBC binasına, İngiliz konsolosluğuna yapılan bombalı saldırılar vs.
Yakın örnek Reyhanlı’ydı. AKP’nin, mezhepçi teröristleri, bölgesel hayallerini
gerçekleştirmek için sözüm ona “kullanmaya” çalışması bölge ve dünya halkları
için artık sadece tehdit olmaktan çıkmış, katliamların kolaylaştırıcısı
olmuştur.
Özellikle içine girdiğimiz seçim
döneminde “at izinin it izine karışacağı” şimdiden belli. Bu sürecin tüm
kontrolü hiçbir biçimde tek bir siyasi gücün elinde olmayacak. Tayyip Erdoğan
bir taraftan fantezilerini(2) hayata
geçirmeye çalışırken diğer taraftan, kaptırdığı kuyruğu nereye çekilirse oraya
gitmek zorunda kalacak. Bu kuyruğun bir ucu yolsuzluk ve hırsızlık lobisinde
diğer ucu talan ve yağma lobisinde ise bir diğer ucu da mezhepçi terör
şebekelerindedir. Sultanahmet’te patlatılan bomba doğrudan AKP iktidarına
yapılan şantajın bir göstergesidir. Bu şantaj karşılığında ne talep ettiklerini
kestirmek de zor değil; daha fazla koruma kollama ilişkisi, daha fazla beslenme
kaynağı. Seçimi kazanmak zorunda olan AKP, kendisini zora sokabilecek her güce
boyun eğmek, taviz vermek zorunda kalacaktır, bu zafiyetini en iyi bilen de
şüphesiz koruyup kolladığı, kirli ilişkiler içinde olduğu örgüt ve çevrelerdir.
Bu süreç aynı zamanda AKP açısından
da, iktidarını sürdürmek için her yola başvuracağı, provokasyonlardan
yararlanacağı, hatta provokasyonlar yaratacağı bir süreç olacak. İktidarlarını
kaybettiklerinde her şeyi kaybedeceklerini gayet iyi biliyorlar.
Ancak yine bu süreç tam da bu
nedenlerle AKP iktidarının en zayıf olacağı bir süreç de olacak. Kendi oy
tabanıyla kurduğu ilişki bile her geçen gün zayıflayan, yağma ve talan
ilişkileri açığa çıkmış, hırsızlık şebekesi deşifre olmuş, tek adam sultasının
tahakküm ilişkisine muhtaç bir AKP iktidarını çözmek, alaşağı etmek her
zamankinden daha mümkün hale gelmektedir. Bölge hayalleri çoktan çökmüş,
ittifak yapabileceği tek güç olarak elinde mezhepçi çetelerin katliamcı
uzantıları kalmıştır. Kürt hareketinin bölgedeki gücünü pekiştirmesi, AKP
iktidarını bir taraftan daha tavizkar olmaya diğer taraftan bölgedeki kirli
ilişkilerden medet3 ummaya itmektedir. Yağma ve talan sermayesinin bu dönem
daha da azgınlaşacak olması halkın toprağını, suyunu, emeğini sahiplenme
direncini daha da arttıracaktır, arttırmaktadır. AKP’nin iktidarını korumak
için geriye kalan tek seçeneği gerici, mezhepçi söylem ve uygulamaları arttırmak
olacaktır. AKP gericiliğine vurulacak her darbe, engellenecek her girişim AKP
iktidarının çöküşünü bir adım daha hızlandıracaktır.
Her yönüyle çürümüş bu iktidar
karşısında mücadelemiz sadece kendi ülkemiz ve bölge halkları için değil, dünya
halkları için de.
Dipnotlar:
1 Emperyalistlerin kendi çıkarları söz
konusu olduğunda dini, etnik, bölgesel bir farklılık göstermeyeceği hatta kendi
halklarını bile bir araç olarak değerlendirecekleri gerçeği göz ardı
edilmemelidir.
2 Kaç-Aksaray’ın merdivenlerine dizdiği
asker kostümlerinden bir kez daha anlaşılmıştır ki beyefendinin fantezisi
tarihte yaratılan sanatsal, kültürel, sosyal değerler değil, güce tapınmanın ve
ona sahip olma arzusunun simgesi askerler.
3 HÜDA-PAR ile ilişki bile Bülent
Arınç üzerinden kurulmak zorunda kalınıyor.
KAYNAK: http://www.sendika.org/2015/01/devlette-toplumda-dunyada-her-alanda-gericilige-karsi-mucadeleye-aktuel-gundem/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder