18 Ocak 2015 Pazar

Devlette, toplumda, dünyada; her alanda gericiliğe karşı mücadeleye! – Aktüel Gündem



Devlette, toplumda, dünyada; her alanda gericiliğe karşı mücadeleye! – Aktüel Gündem
“2 milyara yaklaşan bir ümmetin kutsalına her türlü saldırıyı yapacaksın bunun adı da fikir ve ifade özgürlüğü olacak.” Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Paris’teki saldırıyı bu gerekçeyle savunmakta. Bu tür bir savunma elbette sadece ona ait değil, kendini inandıkları dini (ister ikna ister zor yoluyla) tüm toplum üzerinde egemen kılmaya “adayanların” ortak meşruluk gerekçesi. Bu gerekçeyle yapılan çeşitli saldırılar daha önce de yaşanmıştı, Almanya’da, Hollanda’da, Salman Ruşdi fetvasında vs. Bizim ülkemizde ise bu gerekçe, başta kadınlara yönelik olmak üzere, günlük hayatın neredeyse her anında yaşanabilir/uygulanabilir bir tehdit olarak yüzyıllardır varlığını koruyor. “Ben oruç tutarken nasıl karşımda yemek yersin” den “Mini etek giyip, beni nasıl dinden çıkarırsın”a kadar çeşitli alt gerekçelere dönüşüyor.

“Ümmetin kutsalına her türlü saldırıyı” önlemenin en sağlam yolu ise toplum yaşantısını doğrudan düzenleme olanaklarına sahip devletin, dini esaslara uygun bir biçimde yeniden yapılandırılmasından geçiyor. Ülkedeki her türlü cemaatin, tarikatın AKP’ye verdiği desteğin arkasında bu “ideal” mevcut. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP kadroları da bu hedefi gerçekleştirmenin peşinde. Diyanet İşleri’ni en önemli kurum haline getirme çabasından, “Ulemaya soralım” yönlendirmesine kadar. Elbette böyle bir düzenin her türlü hırsızlığı, talanı, yağmayı, işçi katliamlarını gizleme konusunda “ideal” bir ortam oluşturacağı da kesin.

Böylesi bir hedef bütünlüğü karşısında nasıl mücadele edilecek? Bu sorunun yanıtının bir kısmı nasıl mücadele edilmeyeceğini de kapsıyor. İki uç örnekten biri Hollanda’dan. Bilindiği gibi 2004 yılında “Teslimiyet” adlı kısa filmin yönetmeni Theo Van Gogh, Faslı bir Hollanda vatandaşı tarafından benzer bir gerekçe ile öldürülmüştü. Film, Somali’de kızların zorunlu olarak “sünnet” edilmesini eleştiriyordu. Sıra kendisine gelince Somali’den kaçıp Hollanda’ya sığınmış olan filmin metin yazarı da ölüm listesinde idi. Ancak Van Gogh’un öldürülme gerekçesini meşrulaştıran, Müslümanlarla katıldığı bir televizyon programında sarf ettiği şu cümleler oldu: “Domuzları çok severim ama bir domuzum yok, eğer olsaydı mutlaka adını ‘Allah’ koyardım.”

Diğer örnek ise ülkemizden, Leman dergisinden. Bilindiği gibi Leman dergisi, 8 çalışanın (bir teknik eleman, bir misafir ve iki polis ile birlikte toplam 12 kişi) katledildiği Charlie Hebdo dergisi ile bir tür “kardeş dergi” ilişkisi kurmuşlardı ve kuşkusuz bu katliamın etkisini en derinden yaşayanlardan oldular. Ancak katliamın ardından çıkardıkları sayıda kullandıkları fotoğraf ile Charlie Hebdo çalışanlarının aslında İslam dinine ne kadar saygılı olduklarını kanıtlamaya çalışmaktaydılar. (Wolinski’nin takkeli fotoğrafının yanında, “İslam ve peygamber düşmanı ilan edilerek katledilen barış ve özgürlük aşığı, filozof çizer Wolinski abimiz üstadımız Eyüp Sultan Camii’nde huşu içinde çizimdeyken” vurgusu yapıldı.)

Kısacası dinci gericilikle mücadele ne dini aşağılayıp hakaret ederek ne de dini söylem ve kurallarla “iyi geçinerek” verilebilir. Biri mağduriyetten doğan haklılığı besleyip büyütürken diğeri dinin “mutlak doğru”larının herkes tarafından kabulünü yaygınlaştırmaktadır.

Dinci gericiliğin gerek toplumu teslim almaya gerek devleti dönüştürmeye çalışan stratejisi karşısında çok yönlü bir mücadele programına ihtiyaç olduğu açık. Bu konuda temel stratejik kavram ise laiklik. Ancak laikliğin basitçe devlet işleyişine ilişkin düzenleyici kurallar olarak uygulanmaya çalışılmasının hem yanlışlığı hem de yetersizliği artık kanıtlanmış durumda. Elbette devlet işleyişinde hiçbir dini referansla hareket edilmemesi gerektiğini savunmakla birlikte toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde de dini referansların etkisinin kaldırılmasını savunmak, bunu mücadelenin bir parçası haline getirmek gerekli. Laiklik, aynı zamanda toplumsal yaşamın da düzenleyici ilkesi olmalı.

Bununla birlikte AKP iktidarının, Tayyip Erdoğan’dan Davutoğlu’na, Diyanet İşleri Başkanı’ndan HÜDA-PAR Başkanı’na kadar tüm kadrolarıyla yaymaya çalıştıkları “Müslüman ülkelerdeki katliamlara sessiz kalıp, 12 insan için dünyayı ayağa kaldırıyorlar, bunlar ikiyüzlü emperyalistler” türünden söylemler, her ne kadar bir başka gerçeği ifade ediyor olsa da(1)  bu saldırıların emperyalizme karşı gerçekleştirildiği gibi bir saptırmayı içermektedir. Fransa’daki katliamın emperyalizme karşı mücadeleyle hiçbir alakası yok. Saldırı ne devlet kurumuna ne de askeri bir hedefe yapıldı. Saldırı, bir mizah dergisine yapılmış ve onun çalışanları katledilmiş durumda. Ayrıca bu saldırı bir hafta içinde yapılan (5-10 Ocak arası) sekiz saldırıdan bir tanesi. İstanbul Sultanahmet’teki intihar eylemi, Lübnan’da Alevi mahallesinde 9 kişinin katledildiği bombalı saldırı, Pakistan’da ve Irak’ta Şii camilerine atılan bombalar, Yemen’de polis okulu öğrencilerinin, Suudi Arabistan’da üst düzey bir generalin öldürülmesi ve Nijerya’da Boko Haram’ın katliamları.

Şu an ne IŞİD ne El Kaide ne de bir başka din temelli örgüt Hıristiyanlığa ya da Siyonizm’e karşı din savaşı veriyor. Bu bir yana, emperyalizme ya da kapitalist ilişkilere karşı da bir savaş içerisinde değiller. Tam tersine emperyalistlerden beslenip, kapitalist pazar ilişkilerini kullanarak onları semirtiyorlar. Bugün söz konusu olan Müslümanlar içerisinde, Müslümanları da katlederek sürdürülen kirli bir hâkimiyet savaşı. Bu savaşın içerisinde rekabet var, şantaj var, tecavüz var, katliam var. Tayyip Erdoğan ve onun AKP’si sayesinde bu savaşın içerisinde bizim ülkemiz, bu ülkede ve bölgede yaşayan halklar da var. Bu toprakları kendi egemenlik mücadelelerinin oyun sahası haline getirdiklerini daha önce de gördük. HSBC binasına, İngiliz konsolosluğuna yapılan bombalı saldırılar vs. Yakın örnek Reyhanlı’ydı. AKP’nin, mezhepçi teröristleri, bölgesel hayallerini gerçekleştirmek için sözüm ona “kullanmaya” çalışması bölge ve dünya halkları için artık sadece tehdit olmaktan çıkmış, katliamların kolaylaştırıcısı olmuştur.

Özellikle içine girdiğimiz seçim döneminde “at izinin it izine karışacağı” şimdiden belli. Bu sürecin tüm kontrolü hiçbir biçimde tek bir siyasi gücün elinde olmayacak. Tayyip Erdoğan bir taraftan fantezilerini(2)  hayata geçirmeye çalışırken diğer taraftan, kaptırdığı kuyruğu nereye çekilirse oraya gitmek zorunda kalacak. Bu kuyruğun bir ucu yolsuzluk ve hırsızlık lobisinde diğer ucu talan ve yağma lobisinde ise bir diğer ucu da mezhepçi terör şebekelerindedir. Sultanahmet’te patlatılan bomba doğrudan AKP iktidarına yapılan şantajın bir göstergesidir. Bu şantaj karşılığında ne talep ettiklerini kestirmek de zor değil; daha fazla koruma kollama ilişkisi, daha fazla beslenme kaynağı. Seçimi kazanmak zorunda olan AKP, kendisini zora sokabilecek her güce boyun eğmek, taviz vermek zorunda kalacaktır, bu zafiyetini en iyi bilen de şüphesiz koruyup kolladığı, kirli ilişkiler içinde olduğu örgüt ve çevrelerdir.

Bu süreç aynı zamanda AKP açısından da, iktidarını sürdürmek için her yola başvuracağı, provokasyonlardan yararlanacağı, hatta provokasyonlar yaratacağı bir süreç olacak. İktidarlarını kaybettiklerinde her şeyi kaybedeceklerini gayet iyi biliyorlar.

Ancak yine bu süreç tam da bu nedenlerle AKP iktidarının en zayıf olacağı bir süreç de olacak. Kendi oy tabanıyla kurduğu ilişki bile her geçen gün zayıflayan, yağma ve talan ilişkileri açığa çıkmış, hırsızlık şebekesi deşifre olmuş, tek adam sultasının tahakküm ilişkisine muhtaç bir AKP iktidarını çözmek, alaşağı etmek her zamankinden daha mümkün hale gelmektedir. Bölge hayalleri çoktan çökmüş, ittifak yapabileceği tek güç olarak elinde mezhepçi çetelerin katliamcı uzantıları kalmıştır. Kürt hareketinin bölgedeki gücünü pekiştirmesi, AKP iktidarını bir taraftan daha tavizkar olmaya diğer taraftan bölgedeki kirli ilişkilerden medet3 ummaya itmektedir. Yağma ve talan sermayesinin bu dönem daha da azgınlaşacak olması halkın toprağını, suyunu, emeğini sahiplenme direncini daha da arttıracaktır, arttırmaktadır. AKP’nin iktidarını korumak için geriye kalan tek seçeneği gerici, mezhepçi söylem ve uygulamaları arttırmak olacaktır. AKP gericiliğine vurulacak her darbe, engellenecek her girişim AKP iktidarının çöküşünü bir adım daha hızlandıracaktır.

Her yönüyle çürümüş bu iktidar karşısında mücadelemiz sadece kendi ülkemiz ve bölge halkları için değil, dünya halkları için de.

Dipnotlar:

1 Emperyalistlerin kendi çıkarları söz konusu olduğunda dini, etnik, bölgesel bir farklılık göstermeyeceği hatta kendi halklarını bile bir araç olarak değerlendirecekleri gerçeği göz ardı edilmemelidir.

2 Kaç-Aksaray’ın merdivenlerine dizdiği asker kostümlerinden bir kez daha anlaşılmıştır ki beyefendinin fantezisi tarihte yaratılan sanatsal, kültürel, sosyal değerler değil, güce tapınmanın ve ona sahip olma arzusunun simgesi askerler.

3 HÜDA-PAR ile ilişki bile Bülent Arınç üzerinden kurulmak zorunda kalınıyor.
KAYNAK: http://www.sendika.org/2015/01/devlette-toplumda-dunyada-her-alanda-gericilige-karsi-mucadeleye-aktuel-gundem/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder