2014-2015 yılı Eğitim ve öğretim
döneminde, ülkemizde ilk, orta ve yükseköğretim dâhil olmak üzere, 23 milyon
700 bin öğrenci, başka bir deyişle, ülke
nüfusunun yaklaşık üçte biri demokratikliği, laikliği, bilimselliği yok edilmiş
bir sistemle karşı karşıyadır
Eğitimi, içinde bulunduğu sistemden bağımsız
değerlendirme yanılgısı bizi, yıllardır
yerel ve uluslararası sermayenin toplumsal yaşamın tüm alanlarında, ama ilkönce
ve her şeyden önce eğitim alanında ördüğü/ örgütlediği Siyasal
dinci-gericiliğin meşrulaştırılmasına ve dolayısıyla emperyalizme bağımlılığın
meşrulaştırılmasına götürür.
AKP iktidarının gerici ideolojiye
yaslanan ve bunu derinleştiren politikaları göz önüne alındığında, halkın
bağımsız siyasetinin olmazsa olmaz başlıklarından birisi gericiliğe karşı
mücadeledir. Siyasal dinci-gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinci-gericiliği
besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile
özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci gericiliği alt
etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı
olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket tali sorunları öne çıkarıp
dinci faşist sistemin eğitimini aklayıp meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Diğer taraftan Eğitim sisteminin “hem
kadrolarıyla hem müfredatıyla hem de yaşam alanı olarak” dinci
gericilik ekseninde yapılandırılması yalnızca son 12 yıllık dönemin ürünü
değildir. Elbette Yerel ve uluslararası sermayenin koruyuculuğunda,
devlet-siyasal iktidar, ticaret-
cemaat-tarikat-vakıf ilişkileri etrafında örgütlenen İslamcı gericilik,
AKP ile birlikte aydınlanma mirasının reddi ve tarihsel kazanımların tasfiyesi
konusunda, kendinden önce iktidar olan siyasal partileri çok gerilerde
bırakmıştır.
Eğitim sistemi içinde
siyasal dinci gericiliğin yaygınlaşıp, kurumsallaşmasında bir dönüm noktası
olan 1947 yılı, Türkiye’nin kaçınılmaz olarak emperyalizmin kollarına teslim
edildiği tarihtir.
Bu tarihten başlayarak, söz konusu
gericileşme süreci boyunca, Köy Enstitüleri kapatılmış, ezanın Türkçe okunması
uygulamasına son verilmiş, Kuran’ın Türkçe meallerinin yayınlanması eski hızını
kaybetmiş, Kuran kurslarının sayısı büyük ve baş döndürücü bir artış
göstermiştir.
Bu tarihten başlayarak, imam-hatip
liseleri kurulmuş ve yaygınlaştırılmış, yasa dışı ve kaçak kursların açılmasına
müdahale edilmemiş, Cumhuriyet Devrimi Kanunları rafa kaldırılmış, tarikat
yapılanmaları teşvik edilmiş, tarikatların siyaset ve ülke yönetimi üzerinde
çok büyük oranda söz sahibi olmaları gündeme gelmiş, dinci partilerin sayısında
bir patlama olmuştur.
Türkiye daha 25 yıl önce, yani
1920'lerde kan ve can bedeli ülkesinden kovduğu emperyalizme, gericileştirme operasyonu ile yeniden teslim
edildi.
Peki Nasıl?
Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de
imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan ”Türkiye ve ABD Hükümetleri
Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın sonucu olarak,
bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları
doğrultusunda biçimlendirildi.
“Fulbright Antlaşması” gereği 27 Aralık 1949 tarihinde Türkiye ve
ABD hükümetleri arasında "Eğitim Komisyonu" kurulmuştur.
"Komisyon, dördü TC vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz
üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye’deki ABD diplomatik heyetin
başı, (Amerikan Büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır. Komisyonda
oyların eşit oluşması durumunda kesin oyu misyon şefi Amerikan büyükelçisi
verecektir.”
Komisyonun ABD vatandaşı olan dört
üyesinden ikisi elçilikteki CIA mensupları arasından seçilmektedir. Böylece
CIA, Milli Eğitim Bakanlığı’na ve diğer bakanlıklara rahatça sızma olanağı
bulmuş ve komisyon üyesi sıfatıyla öğrenci ve eğitim üyeleri arasında ajanlar
devşirmekte hiçbir güçlükle karşılaşmamışlardır.
Bu Komisyon, «T.C.
Hükümeti tarafından sağlanacak paralarla finanse edilecek eğitim programının
idaresini kolaylaştırmak için ihdas ve tesis edilmiş bir teşekkül olarak
Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri tarafından»
tanınmıştır.
Fulbright Antlaşmasının 5. Maddesi; Türk Hükümetinin himayesinde, her türlü Türk denetiminin
dışında, Türk Eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli
Amerikan memurlarını uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve
Bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini kolaylaştırmak amacını
sağlamak için getirilmiştir.
Böylece
Milli Eğitim’de eğitim plânlamasından öğretmen yetiştirilmesine ve programların
geliştirilmesine kadar tüm eğitim –öğretim Amerikalı uzmanların emir ve
yönetimine devredilmiştir. Bu tür bir uygulama, ancak sömürge ülkelerinde
görülür.
İki örnek verelim. Fulbright Eğitim
Komisyonunun aldığı ilk karar; ülkemizde yabancı dilde eğitim veren okulların açılması
ve yaygınlaştırılmasıdır.
İkinci örneğimiz İlkokul Müfredat
Programının 62. Maddesinin değiştirilmesi kararıdır. Buna göre “Eski programdan
Bağımsızlık, Devletçilik Lâiklik, Devrimcilik, Fransız devrimi, Reform
hareketleri, Halkın aydınlatılması, Ulusal ekonomi, Devletin vatandaşlara karşı
görevleri... Gibi konular çıkarılmış, yeni programa, Unesco, NATO günü,
Demokrasi, Dinsel bayramlar... Gibi konular eklenmiştir.”
Böylece Türk toplumunun muhtaç
olduğu, uyanık, üretici, bağımsızlıktan yana, laik devrimci insan yetiştirme
amacı yerine, Amerika’ya bağlı, toplum ve ülke çıkarlarının pek farkında
olmayan, geleneklere bağlı ve genel olarak tüketici insanlar yetiştirilmesi
amacına yönelinmiştir.
Bu yüzden bugün, örneğin okul
programlarımız toplum ve ülkenin gerçek ihtiyaçlarından ve ulusal çıkarlara
uygunluktan uzaklaştırılmış, ABD’nin yani emperyalizmin istediği gerici,
piyasacı ve cinsiyetçi “tek tipçi” sistem egemen kılınmıştır.
”Türkiye
ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın imzalandığı ve “Fulbright Eğitim Komisyonu’nun kurulduğu
dönemde Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ, Başbakan önce MEHMET RECEP
PEKER sonra HASAN SAKA, Milli Eğitim Bakanı -Reşat Şemsettin Sirer’dir.
27
Aralık 1949 tarihinde kurulmuş olan Fulbright Eğitim Komisyonu, 65 yıldır
aralıksız yürürlükte kalmıştır ve halen yürürlüktedir.
O
tarihten günümüze kadar olan süreçte kurulan Atatürkçü oldukları iddiasında
bulunan hükümetlerin hiçbirisi, bu anlaşmayı ortadan kaldırmayı düşünmedi.
O
tarihten günümüze kadar olan süreçte “Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik
Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı” kalacağına, namusu ve
şerefi üzerine ant içen hiçbir milletvekili bu antlaşmaya karşı ciddi bir
mücadele vermedi.
O
tarihten günümüze kadar olan süreçte “Atatürkçülük” iddiası ile kurulan
(iktidar olan-olmayan) siyasal partiler bu antlaşmaya karşı çıkarak toplumsal
bilinç ve muhalefet oluşturmayı düşünmediler.
O
tarihten günümüze kadar olan süreçte; Atatürkçülük iddiası ile kurulan
örgütlenmeler, bu antlaşmanın kaldırılması için kamuoyu yaratarak hükümetler üzerinde
baskı kurmaya yönelmediler.
Emperyalizm,
hâkimiyet kurmaya çalıştığı ülkelerde toplumsal gericiliğin en büyük destekçisi
olarak öne çıkar. Günümüzde Eğitim
sisteminin “hem kadrolarıyla hem müfredatıyla hem de yaşam alanı olarak” dinci
gericilik ekseninde yapılandırılması, 1947 den bu yana ABD’den icazet
alarak iktidar olan, emperyalizmin taşeronu hükümetlerin eseridir. 12 yıllık AKP iktidarı ise bu sürecin en pervasız
son halkasıdır.
Sonuç
olarak Türkiye’de eğitimin, akılcılığın
ve bilimin bileşimi olan Atatürkçü düşünce temelinde, özgür düşünen, eleştirel aklı yol gösterici
olarak benimseyen bir yapılanmaya dönüştürülmesinin olmazsa olmaz koşulu, toplumsal gericiliğin en
büyük destekçisi olarak öne çıkan Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı ilkeli,
kararlı bir mücadele ile olanaklıdır.
Yoksa yalnızca AKP iktidarından kurtulmuş olmak, “emperyalizmin
at değiştirmesi” dışında bir anlam taşımaz. 09.09.2014
Mahmut
ÖZYÜREK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder