“Savcı” sözcüğü, öz Türkçe “sav” kökünden türetilmiştir. Dil Devrimi’nin bir kazanımıdır. Sözcüğün eylem biçimi “savlamak”tır. Derleme Sözlüğü’ne göre savlamak, “iddia etmek” demektir. “Savlayıcı” ise eski deyişle “müddei”dir. Cumhuriyet Savcılarına bu nedenle eskiden “müddeiumumi” denirdi. Yani, kamu adına iddia eden; görüş, düşünce, tez ileri süren kimse demektir...
Türkiye Cumhuriyeti’nde savcılardan başka hiçbir meslek öbeğinin adının başında “Cumhuriyet”
sözcüğü yoktur. Cumhuriyet Savcıları, bu devletin kuruluşunda böylesi
bir ayrıcalıkla onurlandırılmışlardır. Ancak, bu onurun kendilerine
ağır bir sorumluluk yüklediğini de unutmamak gerekir.
Savcılık kurumunun tek işi, insanları suçlamak değildir. Sanık
lehindeki belgeleri, kanıtları, tanık anlatımlarını toplayıp
değerlendirmek de Cumhuriyet Savcıları’nın görevidir. İddianameler,
somut olgulara, bilgilere ve gerçeklere dayanmalıdır. Varsayımsal
yaklaşımlarla sanıkları suçlamak, hele hele “masumiyet karinesi”ni göz ardı ederek, insanlara “Gidin suçsuz olduğunuzu mahkemede kanıtlayın!” demek, çağdaş hukuk anlayışında yeri olmayan bir tutumdur.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Savcıya” şiiri ünlüdür:
Savcı, nedir düşündün mü,
Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
Seni bile içli kılan.
Savcı, nedir düşündün mü,
Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alın teri,
Alınları taçlı kılan.
Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.
Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
Seni bile içli kılan.
Savcı, nedir düşündün mü,
Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alın teri,
Alınları taçlı kılan.
Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1960’larda bir ara Aksaray’da “Kitap”
adıyla bir kitabevi açar. Kitabevinin camekânına da her ay büyücek bir
kartona yazdığı toplumsal içerikli şiirlerini asar. Dönemin Cumhuriyet
Savcısı, bu eylemde “komünizm propagandası”
kokusu sezer ve ünlü ozan için hemen soruşturma başlatır. Ama koca
ozan durur mu, yukarıya aldığım ünlü şiirini yazar ve yine dükkânın
camına asar! Müthiş bir olaydır! Basın ve aydınlar tepki gösterir;
iktidara yaranma çabasıyla açılan soruşturma, başladığı gibi bitmek
zorunda kalır!
Âşık İhsani de savcılardan az çekmemiştir! Siyasal yergi yüklü şiirleri dolayısıyla gözaltına alındığında, o da Fazıl Hüsnü gibi geri adım atmamış; haksızlığa isyanını, “Sen ey savcı!” diye başlayan yeni bir şiirle dile getirmiştir:
Sen ey savcı, suçlu ara, onu bul
Ben kendi çağımda çoğu kula kul,
Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul
Olanların şairiyim, diliyim...
Ben kendi çağımda çoğu kula kul,
Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul
Olanların şairiyim, diliyim...
* * *
Yazarlar, ozanlar, sanatçılar, gazeteciler; her dönem siyasal
iktidarların boy hedefi olmuş, ağır baskılara uğramışlardır. Bugün de
yetmişin üzerinde gazeteci, mapus damlarında çile doldurmaktadır.
Cezaevlerinden mektuplar alıyorum. Öyle şeyler anlatıyorlar ki, insanın
kanı donuyor!
Çağdaş hukuk düzeninde yeri olmayan “Özel Yetkili Savcılar”, yaşanan
bu acıların ve olumsuzlukların bir ölçüde sorumlusudur. Sapla samanı
ayırmak, onların görevidir. Düzmece ve üretilmiş belgelere dayalı
binlerce sayfalık iddianameler düzenleyerek insanların yaşamını
karartmak hiçbir biçimde savunulamaz.
Yazarların, ozanların, sanatçıların -bugün hangi olağanüstü yetkilerle donatılmış olurlarsa olsunlar- güdümlü savcılardan “çağlar üzre güçlü olduğu”, artık bilinmelidir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder