13 Eylül 2014 Cumartesi

Atatürk’ün Partisini Ele Geçiren Bir Avuç Devşirme




RTE ye Cumhurbaşkanlığını altın tepsi ile sunma operasyonun da enstrüman olarak kullanılan Ekmelleddin kamburundan kurtulmak, yükselen tepkinin “gazını almak” amacıyla yapılan CHP 18. Olağanüstü kurultayı sona erdi.
Yangından mal kaçırırcasına yapılan ve sonucu başından belli olan Kurultaya Kemal Kılıçdaroğlu'nun “YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTINDA TÜRKİYENİN KOYDUĞU ÇEKİNCELERİ KALDIRMA”  sözü vermesi damgasını vurdu.
                                                                                               Peki, nedir bu “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”?
Bunu anlayabilmek için, Yerel Yönetimler Özerklik şartının” alt yapısını, hukuksal dayanağını oluşturan, Türk halkının “İKİZ YASALAR” olarak adlandırdığı “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi” Birleşmiş Milletler tarafından 16 Aralık 1966 da kabul edilerek 3 Ocak 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. “Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ise yine BM hazırlanıp, kabul edilmiş ve  23 Mart 1976’da yürürlüğe girmiştir.
37 yıldır TBMM’nin reddettiği bu sözleşmeler 4 Haziran 2003 tarihinde AKP ve CHP’nin oylarıyla al el-acele Meclis’ten geçirilmiş, tüm karşı koyuşlara karşın, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine yerleştirilen dinamitler olarak tarihe geçecek olan bu sözleşmeler,  Sevr antlaşmasının TBMM eliyle hortlatılmasıdır. Ayrılıkçı, bölücü, mezhepçi, tarikatçı faaliyetler meşrulaştırılmış,  bu faaliyetlerin yasal dayanağı oluşturulmuştur. 
Bilindiği üzere TC Anayasasına göre TBMM tarafından onaylanan uluslararası sözleşmeler İç hukukun üzerinde yer alır. Bunun anlamı, bu yasalardan doğacak mağduriyet ve zararlara karşı TC sınırları içinde hiçbir mahkemede dava açılamaz. 
Peki, bu yasaların oluşturduğu tehditler nedir?
Adı geçen her iki sözleşmenin 1. maddesinde yer alan,
 A. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
B. Bütün halklar, ........, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.
C. ...... Bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir. Denmektedir.
Hemen hatırlatalım. Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nden bu yana gerçekleşen burjuvacı demokratik devrimler, ulusal kurtuluş savaşları ve sosyalist devrimlerin temel bir ilkesi, “ulusların kendi kaderini belirleme hakkı” idi.  Ne var ki bu ilke 21. yüzyılın başında emperyalizmin kurnaz mimarlarınca tersine çevrildi ve “Ulus” sözcüğünün yerine “halk” sözcüğü kondu. Uluslara değil halklara vurgu yapıldı ve şimdi de “azınlıklar” deniliyor. Böylece bir ulus devlette birden fazla halktan söz etmek, dolayısıyla birden fazla devlet kurma iradesinden söz etmek mümkün hale geldi.
Buradaki amaç, üniter-ulus yapılı devletlerdeki “mikro milliyetçilik, etnik, mezhepsel ayrılıklar” körüklenecek, 200 kadar olan devlet sayısının her anlamda güçsüz 5000 devletçiğe çıkarılarak, sömürüye itiraz edemeyecek, işgale karşı savunmasız bir “dünya kentler federasyonu” kurulmasıdır.
                                                                                               Ulus/üniter devlet yapısı içinde yüzlerce yıldır birlikte yaşayan “halkların” “kendi siyasal statülerini serbestçe tayin” edebileceklerine ilişkin “İkiz yasalar” nasıl uygulanacaktı?
 İşte ulusları etnik, dinsel, mezhepler temelinde tamamen ayrıştırmaya yönelik, yerelleşmeyi güçlendirip, ulus/üniter devletletlerin merkezî yapısını çözmeyi amaçlayanYerel Yönetimler Özerklik Şartı“İkiz yasalar”ın uygulamaya ilişkin ortaya çıkması olası sorunların nasıl çözümleneceğine ilişkin düzenlemeleri içermektedir. 
Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 1988 yılında imzaladı. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu 1991 yılında (Bazı maddelerine çekinceler konularak) TBMM tarafından onaylandı.
Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 3. maddesinde de “Özerk Yerel Yönetim Kavramı” şöyle tanımlanıyor:
“Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme hakkı ve imkânı anlamı taşır”.
“Yerel makamlara verilen (bu) yetkiler, normal olarak tam ve münhasırdır” (Md. 4/4). Anlaşmayı imzalayan devletler, “yerel yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını anayasa ya da kanun ile belirlemek” zorundadırlar (Md. 4/1).
Anlaşmaya göre;  yerel yönetimlerin coğrafi sınırlarını da ilgili devlet dilediği gibi belirleyemez. Bunun için o bölgede yaşayan yerel topluluklara danışmak zorundadır (Md.5).”
Anlaşmada “özerk yerel yönetimler”in ekonomik altyapısı da unutulmamış: “Yerel makamlara kendi yetkileri dâhilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacak”!
 Sözleşmenin diğer maddeleri; “Yerel yönetimlerin kendilerini alâkadar eden konularda ve karar süreçlerinde dikkate alınmasını, yerel yönetimlerin iç örgütlenmelerinin kendileri tarafından belirlenmesini, mali kaynak sağlanırken yerel yönetimlere önceden danışılmasını, onlara tanınmış yetkileri serbestçe savunabilmek için yargı yoluna başvurabilmelerini” içermektedir.
Şimdi anımsayalım; “İkiz yasalar”ın 1. Maddesi ne diyordu. “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir.”
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” ne diyor? “Özerk yerel yönetim kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme hakkı ve imkânı anlamı taşır”
CHP Genel Başkanının BOP eş başkanı ile birlikte “YENİ ANAYASA” diye yırtınmasının, “açılım” adı altında ülkenin parçalanmasının önündeki taşları temizlemesinin altında ise Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 4. Maddesi yatmaktadır.  Buna göre; “Anlaşmayı imzalayan devletler, yerel yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını ANAYASA YA DA KANUN ile belirlemek zorundadırlar (Md. 4/1).
Türkiye’nin  “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na koyduğu şerhi kaldırması demek;
 “Yerel makamların kendi iç idari örgütlenmelerini, kendilerinin kararlaştırabilmelerini, yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenlemeler yapabilmelerini”,
 “Yerel makamlara yapılan hibelerin belli projelerin finansmanına tahsis edilme koşulu taşıyabilmesini”,
“Yerel yönetimlerin kendi yetkilerini serbestçe kullanabilmek için özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması amacıyla yargı yoluna başvurma hakkına sahip olabilmesini” kabul etmesi ve buna uygun bir “Anayasal düzenleme”  yapması demek.
Tüm bunlara  ''Bölge kalkınma ajansları sayesinde, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve buna bağlı olarak özerk bölgeler oluşturulması,''  Büyükşehir Yasası”  ile fiilen çizilen  “eyalet” haritası da eklendiğinde, Türkiye’nin AKP ve ''Türk kimliği ırkçıdır” diyen TESEV üyesi Kemal Kılıçdaroğlu tarafından adım adım nasıl uçuruma sürüklendiğinin, küresel haydutlarca tek bir kurşun bile atmadan nasıl ele geçirildiğinin fotoğrafı net olarak ortaya çıkmaktadır. 
Günümüzde artık Emperyalizm,  kendi askeri ve silahları ile saldırmıyor. İşgal etmek istediği ülkelerde içeriden “Fulbright Bursları, AB fonları, Soros vakıfları(TESEV gibi)  aracılığı ile yandaşlar devşiriyor. O ülkenin ulusal değerleri üzerinde yanlış/yalan bilgileri devşirdiği adamları aracılığı ile millete yayıyor.  Ulusun ortak aklı denen, toplumsal hafızaya kirli bilgiler girdikçe,  ulusun yurttaşları arasında kavram kargaşası,  etnik, dinsel, mezhepsel kavga alanları yaratılıyor.  Böylece toplumsal bunalım, karmaşa, ayrışma, çözülme süreci oluşturuluyor. Yaratılan bu ortam, emperyalizmin rahatlıkla at koşturacağı verimli alanlardır. Bir tane asker sokmadan, bir tane kurşun atmadan,  hedef ülkenin beyinleri devşirilmiş kendi yurttaşları aracılığı ile hedeflerine ulaşmaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün Partisini ele geçiren bir avuç devşirmenin yadsınamaz katkı ve desteği ile   “Atatürk Türkiye si” olmaktan çıkartılıyor. Giderek artan bir hızla kendine yabancılaştırılıyor.
Uyanık olmak, Atatürk Türkiye’sine sahip çıkmak her Türk Yurttaşının namus ve onur görevidir.. 13.09.2014
Mahmut ÖZYÜREK






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder