ABD'nin Türkiye'yi Dönüştürme Projesi ve
AKP!
ABD’nin Demokrasi Geliştirme İşleri ve Türkiye!
1970’lerde ABD Başkanı Jimmy Carter Dışişleri Bakanlığı bünyesinde
“Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışma Bürosu”nu kurarak demokratik değerlerin
geliştirilmesini ilk defa bir kurum çatısı altına koydu.
1983 yılında Ronald Reagan, yıllık Kongre tahsisleri ile fonlanan sözde
özel yapıdaki Ulusal Demokrasi Vakfı’nı (NED) kurarak ABD’nin dünya genelinde
demokrasileri ve demokrasicileri desteklemesinin mekanizmasını oluşturdu. Diğer
ülkelerde NED’in “demokrasi”, Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID)
“kalkınma” işlerine, 1990’ların sonundan itibaren dinler arası “diyalog”
projeleri katıldı. 1998 yılındaki Uluslararası Din Özgürlüğü Kanunu ile
Dışişleri Bakanlığı içinde Uluslararası Din Özgürlüğü Ofisi kuruldu. 1990’larda
Orta ve Doğu Avrupa’nın demokrasi projeleri ile dönüştürülmesinden sonra,
George W. Bush, 2002 yılında Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi’ni (MEPI)
oluşturarak Ortadoğu’da demokrasi geliştirme işine öncelik verdi. MEPI’nin
görünürdeki amacı sivil toplumun ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi,
eğitimin geliştirilmesi, ekonomik reformların teşvik edilmesi, NGO’lara, eğitim
kurumlarına, yerel hükümetlere ve özel teşebbüse yardım ederek siyasi katılımın
artırılması idi. 2009 yılına kadar MEPI, 17 ülkede 600’dan fazla projeye 530
milyon dolar harcadı. Obama, Bush döneminde başlatılan MEPI programının
bütçesini %30 artırırken, dış ülkelerde örtülü olarak sosyal-medyayı
kullanabilmek için “Internet Özgürlüğü” programı oluşturdu.
ABD’nin kendi adamlarını iktidarda tutma niyeti yıllardır Arap burjuvasında
kızgınlık ve hayal kırklığı yanında anti-Amerikancılığı da besledi. Arap
kamuoyuna göre ABD politikalarının odağında İsrail vardı ve Batı bölgenin doğal
gelişimini önlemişti. Böyle nefret edilen bir ortamda rejim muhalifi olarak
Amerika’dan demokrasi için umut beslemek kolay değildi. Ortadoğu’da demokrasi
ve liberalizm çelişkisi yaşanmaktadır; daha fazla demokrasi daha az liberalizm
getirmektedir. Bu coğrafyada seçimler, Amerika yanlısı diktatörlerin yerine
daha popülist ve anti-amerikancı liderler getirmekte ve artan
anti-amerikancılık ise ABD’nin bölgedeki demokrasi geliştirme işlerini içinden
çıkılmaz hale getirmektedir. Bu nedenle ABD son dönemlerde hem imaj düzeltmek
hem de işleri ucuza getirmek için dünyanın çeşitli coğrafyalarında yeni
taşeronlara başvurmaktadır. Nitekim Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye gibi
seçilmiş ülkeler bölgesel çatışmalarda demokrasi yanlısı arabuluculuk
faaliyetlerine angaje olmaktadırlar. Demokrasi projelerinin yürümesi için
müttefik ağları, müşterek gündemli ortaklıklar yaratılmaktadır. İçine sızılan
devlet bürokrasisinin de yardımıyla, yaygın bir “medyatik” ve “entelektüel”
yedek güç oluşumu ile, “manifacturing public perception” denilen “kamu-oyunun
algılama dizgesini üretme” sürecinde, ülke insanlarının, aslında kendilerine
benimsetilmiş olan düşünceleri, ya da eylem planlarını, bizzat kendi
kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp, uygulamaya geçmeleri
sağlanmaktadır.
Soğuk Savaş döneminde ABD, milliyetçi Arap yönetimlerini ve Sovyetlerin
bölgedeki çıkarlarını zayıflatmanın silahı olarak İslamcıları kullanmıştı.
Türkiye’de İslamcılığın yayılması ve ılımlı İslam modelinin Gülen hareketi ve
AKP vasıtası ile Türkiye’de denenmesinin kökleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasına
kadar geri giden ABD’nin Türkiye ile ilgili dönüşüm projesinin sonucudur. Bu
dönüşümde, ABD ve Avrupa Birliği işbirliği yapmaktadır. Ilımlı İslam, Müslüman
dünyayı bölmek, Batı düşmanlığını yok etmek, radikal İslam’ı yalnızlaştırmak ve
ezmek için uydurulmuştur. Amaç, “başkaldıran İslam’a karşı, bastırılmış İslam”
yaratmaktı. Bu proje daha sonra ABD’li muhafazakârların (neo-con’lar) elinde
Büyük Orta Doğu Projesi”ne temel teşkil etti. Batı tarafından İslamcılar
milliyetçilere göre her zaman daha iyi yönetilebilir olarak görülmüştür.
Radikalleri fikri ve fiziksel olarak silahsızlandırma, İslam’a başvurmakla elde
etmeye çalıştıkları meşruiyeti gayrimeşru kılabilme konusunda en donanımlı
olanlar ılımlı İslamcılardır. İslami radikalizmin üstesinden gelinmede ancak
yerel Müslümanlar ile çözüm bulabilirdi.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi güvenlik odaklı gelişmeler bakımından beş siyasi
döneme ayrılabilir;
- Cumhuriyetin ilanı ile başlayıp 1950’lere kadar devam eden Türkiye’nin
bağlantısız duruşu ve laik duruşun tavizsiz bir şekilde korunması.
- 1950’lerde başlayan ana ekseninde ABD-Türkiye ittifakının olduğu Soğuk
Savaş dönemi; bu dönemde sağ-sol çatışması zirve yaparken, İslamcılık ve
bölücülüğün uyanışı.
- 12 Eylül 1980 darbesi ile dinci akımların önünün açılması, komünizme
karşı ‘İslam Kalkanı’ hazırlanması.
- Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin AB üyelik sürecinde yaptığı reformlar ile
ulus-devlet dokusu ve güvenlik sisteminin bozulması.
- 2000’li yıllarla birlikte ABD menşeli ılımlı İslam projesinin Gülen
hareketi ve AKP hükümeti ile Türkiye’de hayata geçirilmesi.
ABD’nin 1950’lerden beri ülkemizde yaptığı tüm düzenlemeler ve aldığı gizli
ve açık tüm önlemler iç siyasal gelişmeler üzerinde “sosyal kontrol”ün
sağlanmasına yöneliktir. 1950’lerden itibaren Komünizmle mücadele için
ülkemizde eğitimden liberal ideolojiye, silahlanmadan milliyetçilik anlayışına,
modernleşmeden bilimsel çalışmalarına kadar her düzenleme için Türk yöneticiler
ikna edilirken, 1990’lar sonra toplumun Türk kesimlerini etkileyen derinden bir
dönüşüm başlatıldı. Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda yaşamakta
olduğu bu köklü dönüşüm temelde ABD ile bağımlılık ilişkilerinin
derinleştirilmesine onun büyük projelerinin bir parçası olmayı garanti etmeye
yöneliktir. Dünya ekonomisi ve iş bölümüne dâhil olabilmek, ülkeye demokrasi ve
insan haklarını köklü olarak yerleştirebilmek, iç istikrarsızlıklara barışçı ve
silahsız bir çözüm bulabilmek ve nihayet Ortadoğu’da büyük bir güç olmak için
Türkiye’ye dayatılan politikaların arkasında; ABD’nin çıkarları, dönüşüm
politikaları ve bunu bize telkin eden sinsice örülmüş bir kurgu vardır. Bu
kurgunun aktörleri de değişmekte, kimileri yeni dönemin gereklerine uygun hale
getirilirken, başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere bazıları da derin travmalara
maruz bırakılmakta, ülke içi hiyerarşi düzenlenmektedir.
Siyasal İslam, bir yandan ülkede yozlaşmaya yol açan sürece liderlik ederken, önce, 2002-2007 arasında, laik güçlerin iktisadi temelleri darmadağın edildi. Bürokrasiden sonra sermaye ve medya, tamamen İslamcı güçlerin emrine girdi. Askerlerin stratejik olarak nitelendirdiği ve özelleştirmesine karşı çıktığı iletişim, enerji ve ulaştırma sektörlerinde özelleştirme büyük ölçüde tamamlandı. ABD, İslamcı iktidarı Irak’taki Kürtler ile ittifaka ikna ederken, askerlere karşı Ergenekon kurgusunda işbirliği yapıldı. AKP, 2007 yılına kadar izlediği tutarsız politikalar ile ABD gözünde büyük bir güven kaybına uğramış ama tezkere nedeni ile fatura askerlere kesilmişti. 2007 öncesinde Türkiye’nin tepesinde kurumlar savaşı yaşanıyordu. AKP’nin egemen olduğu hükümet ve Meclis çoğunluğu, Ahmet Necdet Sezer’in temsil ettiği Cumhurbaşkanlığı, yüksek yargı, üniversiteler ve TSK ile çatışıyordu. Ergenekon soruşturması yolu ile AKP-Cemaat koalisyonu rakiplerini ya tasfiye ederek ya da sindirerek bütün iktidara el koydu. Bunun için dışarıdan yönlendirilen kanallar ile polis yargı, üniversiteler ve TSK’ya örtülü operasyonlar yaptı. Eylül 2010 referandumu ile Anayasa’nın değiştirilmesi yeni hukuk düzeninin kurulması yani devlete hâkim olmak demekti.
Büyük Ortadoğu Projesi ve AKP!
İslamcı hareket ve partiler iki ana gruba ayrılmaktadır. İlk grupta
demokrasi için gerekli prensiplerin uygulandığı ideal bir iç yapı söz
konusudur. İkinci grupta ise demokrasi bir ahlaki değer değil iç politikada bir
vasıtadır. İlk gruba örnek Fas’ın AKP’sidir. Demokratik kriterler parti içinde
de uygulanmaktadır. Gençler ve kadınlar için kotalar uygulanmaktadır. Parti içi
dengelerin korunduğu Bahreyn’deki El-Vefaq İslamcı Toplum Partisi de bu
gruptadır. Türkiye’nin AKP’si, Mısır, Ürdün ve Cezayir’deki İslamcı hareketler
(Müslüman Kardeşler vb.) ise ikinci gruba girmektedir. Demokrasi rekabet etmek
için bir vasıtadır. Her iki gruptaki İslamcı hareket ve gruplar için de
demokrasi laik ve liberal partilerden daha iyi görülmekte ve kendi iç politika
amaçları için bir vasıta teşkil etmektedir. ABD, Türkiye’nin de dâhil olduğu bu
coğrafyada güç merkezlerini ve direnç noktalarını yok etme sürecindedir. Rejim
değişiklikleri yanında başta Irak, Türkiye ve İran olmak üzere harita
değişikliklerine sıra gelmektedir. ABD ve AB’nin AKP iktidarına olan desteğinin
arkasında; ılımlı İslam projesi, Kürt ve Kıbrıs politikalarında Batı çıkarları
doğrultusunda açılımlar yanında küresel sermayenin beklentilerine uygun şekilde
ekonomide istikrar, özelleştirmelerin devam etmesi, sıcak para politikasında
süreklilik beklentisi vardı.
Türkiye'de son birkaç yıldır şiddetlenen ve TSK, hükümet, yargı, medya gibi
unsurların içinde yer aldığı karmaşık mücadeleler, basitçe laik-İslamcı
çekişmesinin çok ötesinde, uluslararasılaşan sermaye birikimi ve bunun
beraberinde getirdiği yapısal dönüşüm ihtiyacı öne çıkardı. Türkiye kökenli
sermayenin dışa açılması ve Türkiye'nin bir 'bölge gücü' olması gibi
gelişmeler, Türk halkına söylenen “büyüyen Türkiye” yalanı Yeni Osmanlıcılık”
politikası ile Türkiye’nin şahlanması anlamına gelmektedir. Yeni-Osmanlıcı
yaklaşım, Türk Devleti’nin laik yapısına iki şekilde tehlike oluşturmaktadır.
Köktendinci vizyonu ile dış politikamızın temel ilkeleri sarsılmakta, öte
yandan toplumdaki etnik ve dini farklılıkları siyasete entegre edilerek ülke
bütünlüğü gün geçtikçe tehlikeye düşmektedir. Osmanlıcı yaklaşım, günümüzde
İslamcı hedeflerle iç içe geçmiştir. İslamcılara önerilen Ortadoğu
konfederasyonu içindeki Ilımlı İslam devleti federasyonu, sözde eski Osmanlıyı
canlandıracak ve liderlik edecektir. Böylece, ılımlı İslam devleti yanında;
Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik etme hayali yani padişahlık rüyası da
gerçekleşecektir.
2000’li yıllar ile birlikte Türkiye üzerindeki oyunlar yeni bir çehre
edindi. ABD ile AB ve diğer güç merkezleri arasında artık Avrasya’yı da içine
alan Ortadoğu ekseninde gelişecek kapışmanın “cephe ülkesi” Türkiye olacaktı.
ABD’nin bölgeye ilişkin ana politikası, Türkiye ile iyi ilişkiler kurarak
Türkiye’nin jeopolitik durumundan yararlanıp bölge üzerinde kontrol
sağlamaktır. Bu politikayı gerçekleştirmek için “ılımlı İslam” anlayışının
hâkim kılınması strateji olarak benimsenmiştir. 2007 yılından beri Büyük
Ortadoğu Projesi’nin pek çok kafa karışıklığı ile birlikte Türkiye merkezli
olarak revize edilmiş bir versiyonu oynanmaktadır. Bush döneminde tepki çeken
‘Ilımlı İslam’ projesi Obama ile ‘Model Ortaklık’a dönüştürüldü. Ortadoğu'yu
kendi emelleri doğrultusunda şekillendirirken 'Ilımlı İslam' modeli ile ABD'yi
destekleyecek ya da en azından karşı çıkmayacak AKP benzeri partiler tüm İslam
coğrafyasında desteklenmiş ve bu işbirliği bugün sözde Model Ortaklık üzerinden
halen devam etmektedir. Harita değişiklikleri yanında rejim değişiklikleri için
de sular ısınmaktadır. Harita değişikliklerinde sırada İran’dan çok önce sessiz
sedasız işlerin yürütüldüğü Irak’ın kuzeyi bulunmaktadır. Barzani-Talabani
politikalarının amacı Güneydoğu Anadolu bölgesinde Irak’ın kuzeyi ile ekonomik,
sosyal, kültürel olarak bütünleşmenin alt yapısını hazırlamaktır.
ABD ve AKP!
Abdullah Gül Refah-Yol koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı iken 26 Şubat
1997 tarihinde New York’ta CFR toplantısına gitmiş burada siyasal ve bilimsel
toplantılardan farklı olarak tüm CFR üyelerine açık olmayan yuvarlak masa
toplantısına katılmıştı. Daha 1990’larda Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı
döneminde kurulan ilişkiler, sonraki dönemde Cüneyd Zapsu vasıtası ile
Amerika’da Paul Wolfowitz ve Richard Perle’nin villalarında yapılan gizli
görüşmeler sürecinde AKP kuruldu. Diğer partiler ya da gruplar dini siyasete
alet ederken AKP doğrudan İslamcı bir kökene ve dokuya sahipti. Türkiye’de 3
Kasım 2002 seçimlerinin tarihi bile belli değilken, Ocak 2002’de Recep Tayyip
Erdoğan hiçbir resmi sıfatı olmadığı halde Washington’a gitti. Burada önce
Yahudi sermayesinin etkin olduğu CSIS adlı düşünce kuruluşunda bir konuşma
yaptı. Daha sonra Türkiye uzmanı eski CIA yetkilisi Graham Fuller, eski Ankara
Büyükelçisi Morton Abramowitz, Refahyol koalisyonunun kurulmasında rol alan
Henry Barkey gibi isimlerle bir araya geldi. Son olarak Amerikan Jewish
Congress yetkilileri ile görüş alışverişinde bulundu. 1990’lara kadar
Türkiye’yi kontrolünde tutabilmek için “şeriat” ve “Kürtçülüğü” kullanan ABD, kendi
beslediği bu tehditleri artık Türkiye’de iktidara getirmenin ve kendi
projelerinin bir parçası yapmanın son aşamasına gelmiştir.
Diğer partiler ya da gruplar dini siyasete alet ederken AKP doğrudan
İslamcı bir kökene ve dokuya sahipti. Ilımlı İslam projesinde ABD için sadece
AKP, İslamcı siyasi bir parti olarak yeterli değildi. İslami bir kanaat önderi
ya da etkili bir tarikat liderinin de katkısı ve desteği ile teolojik bir
gerekçe zorunlu idi. Bu isim, geniş bir örgütsel ağa, mali ve yaygın bir erişim
alanına sahip olan Fethullah Gülen idi. Kısaca, Gülen, ABD’nin “ılımlı İslam”
projesinin teolojik ve felsefi arka planını oluşturmaya soyunmuş gönüllü bir
tarikat lideri idi. Kısaca, Gülen ABD’nin “ılımlı İslam” projesinin teolojik ve
felsefi arka planını oluşturmaya soyunmuş gönüllü bir tarikat lideri idi.
ABD’nin Gülen ile ilişkisi Komünizmle Mücadele Derneği’nin (KMD) kurulması ile
başlamıştı. Pek çok İslamcı bu dernekte ya da bunun türevi olan Milli Türk
Talebe Birliği’nde (MTTB) yetişmişti. Örneğin Recai Kutan da Malatya KMD
başkanı idi, Abdullah Gül MTTB’de yöneticilik yapmıştı. 2003 yılında sadece
Türkiye’de değil Fas ve Cezayir’de de AKP’ler seçimleri kazandı. CFR’ın kurduğu
AKP ve CIA uzantısı Gülen cemaati aynı zamanda ABD politikalarını ülkeye ve
yakın coğrafyalara taşıyan iki ayrı kaynaktır.
Batılıların stratejisi, ulus-devlet yapımızı ve ulusal değerlerimizin
erozyona uğratarak Türkiye’ye başka bir şeye dönüştürmek yolu ile güç
politikası uygulayamaz hale getirmek ve ABD’nin işaret çubuğuna mahkûm
etmektir. Eline programlar (reform, açılım, sivilleşme vb.), yol haritaları
tutturulmuş sivil hükümetlere ne yapması gerektiği söylenirken, ülkenin iç
dengelerinin, toprak bütünlüğünün ve nihayet egemenliğinin yeniden kurgulandığı
yeni anayasa dayatmaları yapılmaktadır. Irak’ın kuzeyindeki yuvalanan PKK
yuvalarına harekât yapmak bir yana, ülke içinde federasyona hazırlanma
aşamasına gelindi. NATO üzerinden ABD tipi tehditler ile ülkelerin tehdit
algılamaları ve savunma sistemleri ile oynanırken, yeni rollere itiraz etmesi
en muhtemel güç olan Silahlı Kuvvetler üzerinde baskı yaratacak mekanizmalar
geliştirildi. Böylece Türkiye’de Silahlı Kuvvetler iç tehdide yönelik irtica ve
bölücü faaliyetler gibi önceliklerinden arındırılarak, ABD’nin Ortadoğu Projesi’ndeki
rollerine yönlendirildi. Bütün bu yönlendirme kurgusunun arkasında ince örülmüş
bir komplo ve provokasyon zinciri bulunmaktadır. Son 20 yılda Türkiye’deki ABD
örtülü operasyonlarının hedefinde sadece Silahlı Kuvvetler yoktu. Amerikan
operasyonları çok daha kapsamlı, uzun vadeli bir projedir. Türkiye’nin tüm
kurum ve kuruluşlarıyla, idari ve hukuk yapılanması, siyasi partileri ve sivil
toplum örgütleri ile yeniden yapılandırıldığı bir süreç tamamlanmak üzeredir.
Bir bütün olarak Türk halkının toplumsal algıları değiştirilmekte, milli
olan her şey aşındırılmaktadır. Türk toplumu tam bir kuşatma altındadır.
Yarın : ABD ve Fethullah Gülen!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder