19 Ekim 2013 Cumartesi

ABD'nin Türkiye'yi Dönüştürme Projesi ve AKP!




ABD'nin Türkiye'yi Dönüştürme Projesi ve AKP!
ABD’nin Demokrasi Geliştirme İşleri ve Türkiye!
1970’lerde ABD Başkanı Jimmy Carter Dışişleri Bakanlığı bünyesinde “Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışma Bürosu”nu kurarak demokratik değerlerin geliştirilmesini ilk defa bir kurum çatısı altına koydu.
1983 yılında Ronald Reagan, yıllık Kongre tahsisleri ile fonlanan sözde özel yapıdaki Ulusal Demokrasi Vakfı’nı (NED) kurarak ABD’nin dünya genelinde demokrasileri ve demokrasicileri desteklemesinin mekanizmasını oluşturdu. Diğer ülkelerde NED’in “demokrasi”, Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) “kalkınma” işlerine, 1990’ların sonundan itibaren dinler arası “diyalog” projeleri katıldı. 1998 yılındaki Uluslararası Din Özgürlüğü Kanunu ile Dışişleri Bakanlığı içinde Uluslararası Din Özgürlüğü Ofisi kuruldu. 1990’larda Orta ve Doğu Avrupa’nın demokrasi projeleri ile dönüştürülmesinden sonra, George W. Bush, 2002 yılında Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi’ni (MEPI) oluşturarak Ortadoğu’da demokrasi geliştirme işine öncelik verdi. MEPI’nin görünürdeki amacı sivil toplumun ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, eğitimin geliştirilmesi, ekonomik reformların teşvik edilmesi, NGO’lara, eğitim kurumlarına, yerel hükümetlere ve özel teşebbüse yardım ederek siyasi katılımın artırılması idi. 2009 yılına kadar MEPI, 17 ülkede 600’dan fazla projeye 530 milyon dolar harcadı. Obama, Bush döneminde başlatılan MEPI programının bütçesini %30 artırırken, dış ülkelerde örtülü olarak sosyal-medyayı kullanabilmek için “Internet Özgürlüğü” programı oluşturdu.
ABD’nin kendi adamlarını iktidarda tutma niyeti yıllardır Arap burjuvasında kızgınlık ve hayal kırklığı yanında anti-Amerikancılığı da besledi. Arap kamuoyuna göre ABD politikalarının odağında İsrail vardı ve Batı bölgenin doğal gelişimini önlemişti. Böyle nefret edilen bir ortamda rejim muhalifi olarak Amerika’dan demokrasi için umut beslemek kolay değildi. Ortadoğu’da demokrasi ve liberalizm çelişkisi yaşanmaktadır; daha fazla demokrasi daha az liberalizm getirmektedir. Bu coğrafyada seçimler, Amerika yanlısı diktatörlerin yerine daha popülist ve anti-amerikancı liderler getirmekte ve artan anti-amerikancılık ise ABD’nin bölgedeki demokrasi geliştirme işlerini içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Bu nedenle ABD son dönemlerde hem imaj düzeltmek hem de işleri ucuza getirmek için dünyanın çeşitli coğrafyalarında yeni taşeronlara başvurmaktadır. Nitekim Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye gibi seçilmiş ülkeler bölgesel çatışmalarda demokrasi yanlısı arabuluculuk faaliyetlerine angaje olmaktadırlar. Demokrasi projelerinin yürümesi için müttefik ağları, müşterek gündemli ortaklıklar yaratılmaktadır. İçine sızılan devlet bürokrasisinin de yardımıyla, yaygın bir “medyatik” ve “entelektüel” yedek güç oluşumu ile, “manifacturing public perception” denilen “kamu-oyunun algılama dizgesini üretme” sürecinde, ülke insanlarının, aslında kendilerine benimsetilmiş olan düşünceleri, ya da eylem planlarını, bizzat kendi kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp, uygulamaya geçmeleri sağlanmaktadır.
Soğuk Savaş döneminde ABD, milliyetçi Arap yönetimlerini ve Sovyetlerin bölgedeki çıkarlarını zayıflatmanın silahı olarak İslamcıları kullanmıştı. Türkiye’de İslamcılığın yayılması ve ılımlı İslam modelinin Gülen hareketi ve AKP vasıtası ile Türkiye’de denenmesinin kökleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar geri giden ABD’nin Türkiye ile ilgili dönüşüm projesinin sonucudur. Bu dönüşümde, ABD ve Avrupa Birliği işbirliği yapmaktadır. Ilımlı İslam, Müslüman dünyayı bölmek, Batı düşmanlığını yok etmek, radikal İslam’ı yalnızlaştırmak ve ezmek için uydurulmuştur. Amaç, “başkaldıran İslam’a karşı, bastırılmış İslam” yaratmaktı. Bu proje daha sonra ABD’li muhafazakârların (neo-con’lar) elinde Büyük Orta Doğu Projesi”ne temel teşkil etti. Batı tarafından İslamcılar milliyetçilere göre her zaman daha iyi yönetilebilir olarak görülmüştür. Radikalleri fikri ve fiziksel olarak silahsızlandırma, İslam’a başvurmakla elde etmeye çalıştıkları meşruiyeti gayrimeşru kılabilme konusunda en donanımlı olanlar ılımlı İslamcılardır. İslami radikalizmin üstesinden gelinmede ancak yerel Müslümanlar ile çözüm bulabilirdi.

Türkiye’de İslamcılık ve ABD!
Türkiye Cumhuriyeti tarihi güvenlik odaklı gelişmeler bakımından beş siyasi döneme ayrılabilir;
- Cumhuriyetin ilanı ile başlayıp 1950’lere kadar devam eden Türkiye’nin bağlantısız duruşu ve laik duruşun tavizsiz bir şekilde korunması.
- 1950’lerde başlayan ana ekseninde ABD-Türkiye ittifakının olduğu Soğuk Savaş dönemi; bu dönemde sağ-sol çatışması zirve yaparken, İslamcılık ve bölücülüğün uyanışı.
- 12 Eylül 1980 darbesi ile dinci akımların önünün açılması, komünizme karşı ‘İslam Kalkanı’ hazırlanması.
- Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin AB üyelik sürecinde yaptığı reformlar ile ulus-devlet dokusu ve güvenlik sisteminin bozulması.
- 2000’li yıllarla birlikte ABD menşeli ılımlı İslam projesinin Gülen hareketi ve AKP hükümeti ile Türkiye’de hayata geçirilmesi.
ABD’nin 1950’lerden beri ülkemizde yaptığı tüm düzenlemeler ve aldığı gizli ve açık tüm önlemler iç siyasal gelişmeler üzerinde “sosyal kontrol”ün sağlanmasına yöneliktir. 1950’lerden itibaren Komünizmle mücadele için ülkemizde eğitimden liberal ideolojiye, silahlanmadan milliyetçilik anlayışına, modernleşmeden bilimsel çalışmalarına kadar her düzenleme için Türk yöneticiler ikna edilirken, 1990’lar sonra toplumun Türk kesimlerini etkileyen derinden bir dönüşüm başlatıldı. Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda yaşamakta olduğu bu köklü dönüşüm temelde ABD ile bağımlılık ilişkilerinin derinleştirilmesine onun büyük projelerinin bir parçası olmayı garanti etmeye yöneliktir. Dünya ekonomisi ve iş bölümüne dâhil olabilmek, ülkeye demokrasi ve insan haklarını köklü olarak yerleştirebilmek, iç istikrarsızlıklara barışçı ve silahsız bir çözüm bulabilmek ve nihayet Ortadoğu’da büyük bir güç olmak için Türkiye’ye dayatılan politikaların arkasında; ABD’nin çıkarları, dönüşüm politikaları ve bunu bize telkin eden sinsice örülmüş bir kurgu vardır. Bu kurgunun aktörleri de değişmekte, kimileri yeni dönemin gereklerine uygun hale getirilirken, başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere bazıları da derin travmalara maruz bırakılmakta, ülke içi hiyerarşi düzenlenmektedir.

Siyasal İslam, bir yandan ülkede yozlaşmaya yol açan sürece liderlik ederken, önce, 2002-2007 arasında, laik güçlerin iktisadi temelleri darmadağın edildi. Bürokrasiden sonra sermaye ve medya, tamamen İslamcı güçlerin emrine girdi. Askerlerin stratejik olarak nitelendirdiği ve özelleştirmesine karşı çıktığı iletişim, enerji ve ulaştırma sektörlerinde özelleştirme büyük ölçüde tamamlandı. ABD, İslamcı iktidarı Irak’taki Kürtler ile ittifaka ikna ederken, askerlere karşı Ergenekon kurgusunda işbirliği yapıldı. AKP, 2007 yılına kadar izlediği tutarsız politikalar ile ABD gözünde büyük bir güven kaybına uğramış ama tezkere nedeni ile fatura askerlere kesilmişti. 2007 öncesinde Türkiye’nin tepesinde kurumlar savaşı yaşanıyordu. AKP’nin egemen olduğu hükümet ve Meclis çoğunluğu, Ahmet Necdet Sezer’in temsil ettiği Cumhurbaşkanlığı, yüksek yargı, üniversiteler ve TSK ile çatışıyordu. Ergenekon soruşturması yolu ile AKP-Cemaat koalisyonu rakiplerini ya tasfiye ederek ya da sindirerek bütün iktidara el koydu. Bunun için dışarıdan yönlendirilen kanallar ile polis yargı, üniversiteler ve TSK’ya örtülü operasyonlar yaptı. Eylül 2010 referandumu ile Anayasa’nın değiştirilmesi yeni hukuk düzeninin kurulması yani devlete hâkim olmak demekti.
Büyük Ortadoğu Projesi ve AKP!
İslamcı hareket ve partiler iki ana gruba ayrılmaktadır. İlk grupta demokrasi için gerekli prensiplerin uygulandığı ideal bir iç yapı söz konusudur. İkinci grupta ise demokrasi bir ahlaki değer değil iç politikada bir vasıtadır. İlk gruba örnek Fas’ın AKP’sidir. Demokratik kriterler parti içinde de uygulanmaktadır. Gençler ve kadınlar için kotalar uygulanmaktadır. Parti içi dengelerin korunduğu Bahreyn’deki El-Vefaq İslamcı Toplum Partisi de bu gruptadır. Türkiye’nin AKP’si, Mısır, Ürdün ve Cezayir’deki İslamcı hareketler (Müslüman Kardeşler vb.) ise ikinci gruba girmektedir. Demokrasi rekabet etmek için bir vasıtadır. Her iki gruptaki İslamcı hareket ve gruplar için de demokrasi laik ve liberal partilerden daha iyi görülmekte ve kendi iç politika amaçları için bir vasıta teşkil etmektedir. ABD, Türkiye’nin de dâhil olduğu bu coğrafyada güç merkezlerini ve direnç noktalarını yok etme sürecindedir. Rejim değişiklikleri yanında başta Irak, Türkiye ve İran olmak üzere harita değişikliklerine sıra gelmektedir. ABD ve AB’nin AKP iktidarına olan desteğinin arkasında; ılımlı İslam projesi, Kürt ve Kıbrıs politikalarında Batı çıkarları doğrultusunda açılımlar yanında küresel sermayenin beklentilerine uygun şekilde ekonomide istikrar, özelleştirmelerin devam etmesi, sıcak para politikasında süreklilik beklentisi vardı.
Türkiye'de son birkaç yıldır şiddetlenen ve TSK, hükümet, yargı, medya gibi unsurların içinde yer aldığı karmaşık mücadeleler, basitçe laik-İslamcı çekişmesinin çok ötesinde, uluslararasılaşan sermaye birikimi ve bunun beraberinde getirdiği yapısal dönüşüm ihtiyacı öne çıkardı. Türkiye kökenli sermayenin dışa açılması ve Türkiye'nin bir 'bölge gücü' olması gibi gelişmeler, Türk halkına söylenen “büyüyen Türkiye” yalanı Yeni Osmanlıcılık” politikası ile Türkiye’nin şahlanması anlamına gelmektedir. Yeni-Osmanlıcı yaklaşım, Türk Devleti’nin laik yapısına iki şekilde tehlike oluşturmaktadır. Köktendinci vizyonu ile dış politikamızın temel ilkeleri sarsılmakta, öte yandan toplumdaki etnik ve dini farklılıkları siyasete entegre edilerek ülke bütünlüğü gün geçtikçe tehlikeye düşmektedir. Osmanlıcı yaklaşım, günümüzde İslamcı hedeflerle iç içe geçmiştir. İslamcılara önerilen Ortadoğu konfederasyonu içindeki Ilımlı İslam devleti federasyonu, sözde eski Osmanlıyı canlandıracak ve liderlik edecektir. Böylece, ılımlı İslam devleti yanında; Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik etme hayali yani padişahlık rüyası da gerçekleşecektir.
2000’li yıllar ile birlikte Türkiye üzerindeki oyunlar yeni bir çehre edindi. ABD ile AB ve diğer güç merkezleri arasında artık Avrasya’yı da içine alan Ortadoğu ekseninde gelişecek kapışmanın “cephe ülkesi” Türkiye olacaktı. ABD’nin bölgeye ilişkin ana politikası, Türkiye ile iyi ilişkiler kurarak Türkiye’nin jeopolitik durumundan yararlanıp bölge üzerinde kontrol sağlamaktır. Bu politikayı gerçekleştirmek için “ılımlı İslam” anlayışının hâkim kılınması strateji olarak benimsenmiştir. 2007 yılından beri Büyük Ortadoğu Projesi’nin pek çok kafa karışıklığı ile birlikte Türkiye merkezli olarak revize edilmiş bir versiyonu oynanmaktadır. Bush döneminde tepki çeken ‘Ilımlı İslam’ projesi Obama ile ‘Model Ortaklık’a dönüştürüldü. Ortadoğu'yu kendi emelleri doğrultusunda şekillendirirken 'Ilımlı İslam' modeli ile ABD'yi destekleyecek ya da en azından karşı çıkmayacak AKP benzeri partiler tüm İslam coğrafyasında desteklenmiş ve bu işbirliği bugün sözde Model Ortaklık üzerinden halen devam etmektedir. Harita değişiklikleri yanında rejim değişiklikleri için de sular ısınmaktadır. Harita değişikliklerinde sırada İran’dan çok önce sessiz sedasız işlerin yürütüldüğü Irak’ın kuzeyi bulunmaktadır. Barzani-Talabani politikalarının amacı Güneydoğu Anadolu bölgesinde Irak’ın kuzeyi ile ekonomik, sosyal, kültürel olarak bütünleşmenin alt yapısını hazırlamaktır.
ABD ve AKP!
Abdullah Gül Refah-Yol koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı iken 26 Şubat 1997 tarihinde New York’ta CFR toplantısına gitmiş burada siyasal ve bilimsel toplantılardan farklı olarak tüm CFR üyelerine açık olmayan yuvarlak masa toplantısına katılmıştı. Daha 1990’larda Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde kurulan ilişkiler, sonraki dönemde Cüneyd Zapsu vasıtası ile Amerika’da Paul Wolfowitz ve Richard Perle’nin villalarında yapılan gizli görüşmeler sürecinde AKP kuruldu. Diğer partiler ya da gruplar dini siyasete alet ederken AKP doğrudan İslamcı bir kökene ve dokuya sahipti. Türkiye’de 3 Kasım 2002 seçimlerinin tarihi bile belli değilken, Ocak 2002’de Recep Tayyip Erdoğan hiçbir resmi sıfatı olmadığı halde Washington’a gitti. Burada önce Yahudi sermayesinin etkin olduğu CSIS adlı düşünce kuruluşunda bir konuşma yaptı. Daha sonra Türkiye uzmanı eski CIA yetkilisi Graham Fuller, eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz, Refahyol koalisyonunun kurulmasında rol alan Henry Barkey gibi isimlerle bir araya geldi. Son olarak Amerikan Jewish Congress yetkilileri ile görüş alışverişinde bulundu. 1990’lara kadar Türkiye’yi kontrolünde tutabilmek için “şeriat” ve “Kürtçülüğü” kullanan ABD, kendi beslediği bu tehditleri artık Türkiye’de iktidara getirmenin ve kendi projelerinin bir parçası yapmanın son aşamasına gelmiştir.
Diğer partiler ya da gruplar dini siyasete alet ederken AKP doğrudan İslamcı bir kökene ve dokuya sahipti. Ilımlı İslam projesinde ABD için sadece AKP, İslamcı siyasi bir parti olarak yeterli değildi. İslami bir kanaat önderi ya da etkili bir tarikat liderinin de katkısı ve desteği ile teolojik bir gerekçe zorunlu idi. Bu isim, geniş bir örgütsel ağa, mali ve yaygın bir erişim alanına sahip olan Fethullah Gülen idi. Kısaca, Gülen, ABD’nin “ılımlı İslam” projesinin teolojik ve felsefi arka planını oluşturmaya soyunmuş gönüllü bir tarikat lideri idi. Kısaca, Gülen ABD’nin “ılımlı İslam” projesinin teolojik ve felsefi arka planını oluşturmaya soyunmuş gönüllü bir tarikat lideri idi. ABD’nin Gülen ile ilişkisi Komünizmle Mücadele Derneği’nin (KMD) kurulması ile başlamıştı. Pek çok İslamcı bu dernekte ya da bunun türevi olan Milli Türk Talebe Birliği’nde (MTTB) yetişmişti. Örneğin Recai Kutan da Malatya KMD başkanı idi, Abdullah Gül MTTB’de yöneticilik yapmıştı. 2003 yılında sadece Türkiye’de değil Fas ve Cezayir’de de AKP’ler seçimleri kazandı. CFR’ın kurduğu AKP ve CIA uzantısı Gülen cemaati aynı zamanda ABD politikalarını ülkeye ve yakın coğrafyalara taşıyan iki ayrı kaynaktır.
Batılıların stratejisi, ulus-devlet yapımızı ve ulusal değerlerimizin erozyona uğratarak Türkiye’ye başka bir şeye dönüştürmek yolu ile güç politikası uygulayamaz hale getirmek ve ABD’nin işaret çubuğuna mahkûm etmektir. Eline programlar (reform, açılım, sivilleşme vb.), yol haritaları tutturulmuş sivil hükümetlere ne yapması gerektiği söylenirken, ülkenin iç dengelerinin, toprak bütünlüğünün ve nihayet egemenliğinin yeniden kurgulandığı yeni anayasa dayatmaları yapılmaktadır. Irak’ın kuzeyindeki yuvalanan PKK yuvalarına harekât yapmak bir yana, ülke içinde federasyona hazırlanma aşamasına gelindi. NATO üzerinden ABD tipi tehditler ile ülkelerin tehdit algılamaları ve savunma sistemleri ile oynanırken, yeni rollere itiraz etmesi en muhtemel güç olan Silahlı Kuvvetler üzerinde baskı yaratacak mekanizmalar geliştirildi. Böylece Türkiye’de Silahlı Kuvvetler iç tehdide yönelik irtica ve bölücü faaliyetler gibi önceliklerinden arındırılarak, ABD’nin Ortadoğu Projesi’ndeki rollerine yönlendirildi. Bütün bu yönlendirme kurgusunun arkasında ince örülmüş bir komplo ve provokasyon zinciri bulunmaktadır. Son 20 yılda Türkiye’deki ABD örtülü operasyonlarının hedefinde sadece Silahlı Kuvvetler yoktu. Amerikan operasyonları çok daha kapsamlı, uzun vadeli bir projedir. Türkiye’nin tüm kurum ve kuruluşlarıyla, idari ve hukuk yapılanması, siyasi partileri ve sivil toplum örgütleri ile yeniden yapılandırıldığı bir süreç tamamlanmak üzeredir.
Bir bütün olarak Türk halkının toplumsal algıları değiştirilmekte, milli olan her şey aşındırılmaktadır. Türk toplumu tam bir kuşatma altındadır.
Yarın : ABD ve Fethullah Gülen!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder