11 Kasım 2015 Çarşamba

KEMALİZMİN GÜNCELLİĞİ



Bu ülkede; ulusal değerler tümüyle yok olmadıysa, ulus yaşam yeteneğini tümden yitirmediyse, insanlar kendi haklarına yabancılaşmadıysa ve gelecek kuşaklara acı çekecekleri bir gelecek bırakılmayacaksa; Atatürk bugün her zamankinden çok önem kazanmış demektir. Kurtuluş Savaşı ve devrimler, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu büyük eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır. Bu ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa Kemal’e başvurmak, savaşımından ders almak zorundadır. Türkiye’de yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona en çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.


Bozulma ve Yozlaşma

Atatürk’ün ölümünden günümüze dek yetmiş yedi yıl geçti. Bu iki kuşak demektir. 1938’de yirmi yaşında olanların çocukları bugün yaşıyor ve ortalama yetmiş yaşındalar. Bu iki kuşağın yaşam süresi içinde Türkiye; özgüveni yüksek, geleceğe umutla bakan, sevinci ve üzüntüsü ortak insanların yaşadığı bir ülke olmaktan çıktı; çökmekte olan bir ülkenin olumsuzluklarını yaşayan bir ülke durumuna geldi. Bozulma ve yozlaşma toplumun her kesimine yayıldı.
Büyük bir devrim gerçekleştirip güçlü bir ülke yaratılmışken, insanlar kulluktan yurttaşlığa yükselmişken ve aydınlık bir geleceğin yolu açılmışken; nasıl oluyor da bu denli geri, bölünmüş ve umutsuz bir ülke durumuna geliyoruz. Geriye düşmenin, karşıtına dönüşmenin ya da değerlerini yitirmenin bu denli yoğun yaşanmasının nedeni nedir? Bunun sorumlusu kimlerdir?

Eğitimsizlik

Geri dönüşün nesnel ve öznel nedenleri var. Öznel nedenden söz edeceksek, sorumluluğun, Atatürk’ten sonraki iki kuşakta olduğunu söyleyebiliriz. 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş, sürekli artan bir ivmeyle, karşıtlıktan düşmanlığa, bireysellikten kitleselliğe evrildi.
Yetmiş yedi yıl süren bu olumsuz sürecin temelinde Kemalizmden kopuş, bunun temelinde de eğitimsizlik vardır. Atatürk kendi ülkesinde kendi insanlarına öğretilmedi, ilkeleri tasarlı uygulamalarla ortadan kaldırıldı.
Atatürk, ülkemizde özellikle aydınlarca bilinmemekte, bilinmek bir yana bugün yaygın bir karşıtlıkla karşılanmaktadır. Türk halkı çoğunlukla onu kurtarıcı kahraman olarak sevip saymakta ancak ilkelerini bilmemektedir. Bir bölüm insan, yanlış ve kimi zaman kara çalmaya varan uydurma yakıştırmaların etkisinde kalarak Atatürk'ten uzaklaşmıştır.

Dış Karışma

Atatürk karşıtlığı, Amerikalıların Türkiye’ye girdiği 1946’dan sonra dizgeleştirilerek devlet politikasına yerleştirildi. 1949 yılında imzalanan eğitimle ilgili ikili anlaşmayla ulusal eğitim ulusal olmaktan çıktı ve Atatürk ders kitaplarına Amerikalı uzmanların uygun gördüğü biçimiyle girdi. Atatürk, okullarda gerçek boyutuyla öğretilmedi.
Atatürk ve Türk Devrimi; niteliğine uygun, ilgi çeken ve kolay okunan kitaplarla halka anlatılmadı. Konuyla ilgili pek çok yayın bulunuyordu ancak bunların önemli bölümünde, dil ve kapsam sorunu vardı. Yanlış yorumlu ya da yalnızca aktarmayla yetinen yorumsuz yapıtlar da söz konusuydu. Atatürk’ü, onun her şeyden çok önem verdiği halkın anlayacağı bir dille yazan, güvenilir ve anlaşılabilir kitaplar gerekliydi ancak yoktu.

Gizli İşgal

Türkiye, bugün askeri değil ancak askeri işgalin amacı olan, siyasi ve ekonomik işgal altında. Sevr, toprak paylaşımı dışında hemen tüm koşullarıyla üstelik daha kapsamlı olarak uygulanıyor. Topraklar silahla el değiştirmiyor ancak yabancıların toprak satın almasıyla, Anadolu’da hızlı bir mülkiyet değişimi yaşanıyor.
Ulusu ilgilendiren hemen her karar, ülke dışında alınıyor, içerde eksiksiz uygulanıyor. Ulusal sanayi çöküyor, tarım yok oluyor. Yeraltı-yerüstü varsıllığımızı, dilediğimiz gibi kullanma özgürlüğüne sahip değiliz. Ulusal değerler korunmuyor, kültürel bozulma yaygın.
Parayla donatılmış yerli ya da yabancı “misyonerler”, bu ülke için bir şeyler yapmaya çalışan yurtseverlerden daha geniş olanaklarla serbestçe çalışıyor. Ulusal haklara saldırmada, hiçbir sınır tanınmıyor. Vatanseverlik baskı altında; hıyanet, getirisi yüksek bir meslek durumunda. Halk, yoksul ve umutsuz, karamsar bir edilgenlik içinde. Basın ihaneti yayıyor. Sanki işgal İstanbul’u yeniden yaşanıyor.

Yapılması Gereken

Bu koşullarda yapılması gereken, benzer koşullar altında geçmişte verilen savaşımdan yararlanmak ve bu yönde çalışmaktır. Samsun’a çıkan anlayış, Kuvayı Milliye ruhu, Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi önümüzdeki yakın dönemi belirleyecek biçimde, yeniden gündeme geliyor.
Kurtuluş Savaşı, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak, aynı anlayışla uygulanmalıdır. Bu ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa Kemal’e başvurmak, savaşımından ders almak zorundadır. Türkiye’de yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona en çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.
Bir değerin nasıl kazanıldığını bilmeyen, onu koruyamaz. Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda, nasıl ve kimlere karşı kazanıldığını, ne bedel ödendiğini, ulusu ayakta tutan kalkınmanın nasıl sağlandığını bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutmak olanaklı değildir.
Yapılanlar çabuk unutuldu ya da unutturuldu. Unuttukça da geriye gidildi. Ve bugün, içinde sıkışıp kaldığımız sorunlarla dolu koşullara gelindi. Bu koşullar, nitelik olarak, Osmanlının 20.yüzyıl başında yaşadığı koşullardır. Bunu artık herkes görmelidir. Dünü unutursan, yarın hatalara düşmekten kurtulamazsın. Atatürk’ü günceldir ve doğaldır ki emperyalist boyunduruktan kurtulana dek güncelliği sürecektir. Her kesimden yurtsever, bu nedenle Atatürk’e yöneliyor; Kuvayı Milliye ruhu bu nedenle yayılıyor, Müdafaa-i Hukukçular bu nedenle yeniden ortaya çıkıyor.

Kemalist Olmak

Atatürk’ü incelemek,  tarihle ilgili araştırma yapmak değil, yaşadığımız sorunlara çözüm aramak ve onun başarılı olduğu savaşımından günümüze yönelik ders çıkarmaktır. Ülkenin kurtuluşu için savaşım verenler ve verecek olanlar, Mustafa Kemal’in karşılaştığı engellerin benzerleriyle karşılaşacaklardır. Özellikle onlar, aktarılan bilgileri, eleştirici gözle incelemeli, bugüne uyarlamalı ve girişilecek savaşımda nelerle karşılaşacaklarını bilerek hareket etmelidirler.
Atatürk’ü anlamak ve “izinden gitmek” bilinçli olmayı gerekli kılar; yaptığını yapmak, insana, üstelik en ağırından, sorumluluk yükler. Atatürk öldükten sonra, Atatürkçülerin başına gelmedik kalmamıştır. Bu sorumluluğu yüklenmek isteyenler, eyleme geçtiklerinde bu işin, “karga kovalamak” ya da “sarı saç mavi göz” edebiyatından çok ayrımlı bir iş olduğunu göreceklerdir. Emperyalizmle doğrudan ve sürekli savaşım demek olan Atatürkçülük, sert çatışmalara, görünür görünmez engellere her zaman hazırlıklı olmayı gerekli kılar. Kemalist olmak, kolay bir iş değildir.

Yaşamın Öğrettiği

Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgal’e dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı tehdit eden kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyanlar ise, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu” ya da “karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya çalışıyor.
Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre parçalanmaya götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
Hiçbir yanıltma ve kandırma girişimi, hiçbir baskı ya da göz boyama, toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez. Yaşam en iyi öğretmendir ve gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez. Düşünerek öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler. Ancak, uygar olmak, ya da daha doğru söylemle insan olmak, olayları önceden görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar. 1919 ve sonrasında bu yapılmıştı, bugün de bu yapılmalıdır.

Gerçekler Öğrenilmelidir

Mustafa Kemal’i ortaya çıkaran toplumsal koşullar bilinmeli; eğitimi, düşünce yapısı, geleceğe hazırlaması ve kararlılığı ele alınıp irdelenmelidir. Libya günlerini, Balkan Savaşlarını, Çanakkale’yi ve Doğu Cephesi’nde yaptıkları incelenmeli; Mondros’tan önce yaptığı hazırlıklar, İstanbul çalışmaları ve Anadolu’ya geçiş koşulları bilinmelidir.
İşbirlikçi İstanbul Hükümeti ve mandacılarla savaşımı, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Kuvayı Milliye örgütlenmesi, I.Meclis, düzenli orduya geçiş ve bütün bunların sonucu olarak İnönü, Sakarya, Başkomutanlık Meydan Savaşı bir bütün olarak değerlendirilmelidir.
Türk halkının özverisi, çektiği acılar, Yunan vahşeti ve emperyalist tuzaklar unutulmamalıdır. Bunlar yapıldığında, bu ülkenin nasıl kurtarıldığı görülecek ve bilinçlenilecektir. Yalnızca bir yaşam ve bir ulusun kurtuluşu değil, adeta bir “destan” incelenmiş olunacak, korunması gereken mirasın değerini anlaşılacaktır.

Kemalizmin Önemi

Bu ülkede ulusal değerler tümüyle yok olmadıysa, ulus yaşam yeteneğini tümden yitirmediyse, insanlar kendi haklarına yabancılaşmadıysa ve gelecek kuşaklara acı çekecekleri bir gelecek bırakılmayacaksa; Atatürk bugün her zamankinden çok önem kazanmış demektir. Bu büyük eylem, her yönüyle incelenmeli ve başarılmış olan bu yoldan yürünmelidir. Bu, yalnızca geçmişe bağlılık ya da saygı duymak değil, doğrudan, ulusal varlığın ve geleceğin güven altına alınması için, yerine getirilmesi gereken bir görevdir.

Nelerin yitirilmekte olduğunu ve gelecekte nelerin yitirileceğini herkes görmelidir. Çıkış yolu vardır ve elimizin altındadır. Türk ulusunun gerçek gücünün ne olduğu bilinmeli, bu güç harekete geçirilmelidir. Bu yolda geç kalınan her gün, kaçınılmaz gibi görünen gelecekteki savaşım günlerinde, çekilecek acıların artmasına neden olacaktır. Gerçek dışı sanlar, aldatıcı sözvermeler ve sanal ereklerle halkın kandırılması önlenmelidir. Bunun tek yolu, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türk Devrimi’ni öğrenmektir.
Arkadaşlarınızla bu yazı paylaşın.

10 Kasım 2015 Salı

Korkmaya Devam Edin! Çünkü ‘ATATÜRK Biziz!’ / Banu AVAR




‘Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır! Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!’
Böyle demişti. Çevresine ve tüm vatana sızmış solucanların O’nun ölümünden sonra hızla faaliyete devam edeceklerini biliyordu. Aynı zamanda bu milletin azmine ve İRADESİNE sonuna kadar inanıyordu.
Bugünküne çok benzer şartların içinden geçmiş, hıyanetin her çeşidiyle yüzyüze gelmişti…
Anadolu fiilen işgal edilirken, aynı zamanda çeşitli ‘cemiyetler’ vasıtasıyla içten çökertme operasyonu da devreye girmişti.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti bunlardan biriydi… O yıllarda da İngilizlere muhabbet duyanlar para ve güce “âşık” olanlar İngilizlerle elele vermişti.
İngiliz Büyükelçiliğinin görevlendirdiği adamlar içerdeki işbirlikçileri tespit etmekte hiç zorlanmadı… Papaz Frew ve Tercüman Ryan, ve General Deeds operasyonu yönetenlerdi, kendilerine parmak kaldıran Sait Molla başta olmak üzere bir çok hainle elele verdiler.
İngiliz Severler Cemiyeti’ni içerden biri kurmalıydı… Sait Molla’da karar kılındı.: Taktik: İslamcı tarikatlarla işbirliği yapılarak büyük kitleleri etkilemekti. Sonuç: ‘İngiliz İslam’ı‘ olacaktı.
21 Mayıs 1919’da Alemdar gazetesi sevinçle İngiliz Sever Cemiyeti’nin kuruluşunu ilan etti.
Birkaç ay sonra Sait Molla, Papaz Frew’a yazdığı mektupta Cemiyetin gizli amaçlarını teyidetti.
1) Anadolu’da ayaklanmalar çıkarmak
2) Milli iradeyi felç etmek
3) Kurtuluş için tek yolun İngiliz himayesi olduğunu yaymak
4) Suriye, Filistin ve Irak’ı İngiltere’ye bağlamak için çalışmak!
Çalışmaları sonuç verdi… 1919 ve 20’de Aznavur isyanı, Bolu-Düzce isyanları, Konya-Bozkır isyanı, Cemil Çeto Kürt isyanı, Pontus Rum isyanı, Yozgat, Zile isyanı İngilizlerden gelen altınlarla örgütlendi… Devamı da gelecekti…
İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurulduktan yaklaşık bir yıl sonra İstanbul’u İngiliz çizmesi çiğneyecekti… 16 Mart 1920’de İstanbul İngiliz işgali altına girdi. Türkler sokağa çıkamaz hale geldi… Cemiyet kısa zamanda o kadar etkili oldu ki 11 Nisan 1920’de Osmanlı Meclisini kapattırmayı becerdi.
İngiliz sever Alemdar gazetesi, ‘Geç kaldılar! Daha önce gelmeliydiler!’ demişti.
Papaz Frew, Sait Molla ile elele İngiliz İslam’ını yaymaya başladı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne mensup imamların sayısı çoğaldı, bu imamlar Yunan İşgal kuvvetlerine destek vaazları verdi, kendi milletinin katline seyirci kaldı!
Bu arada Şeyhül İslam Dürrizade’den, sadrazamlara, nazırlara kadar İngiliz parası cebine girmeyen hain kalmadı…
Anadolu’da Kurtuluş savaşı için şuralar toplayan Mustafa Kemal’in kellesini istiyorlardı.
Mütareke basını, Ali Kemal’in yazdığı Peyamı Sabah, İngiliz parasıyla çıkan Yeni İstanbul gazetesi, Refi Cevat Ulunay’ın Alemdar’ı, Anadolu’daki DİRENİŞ’i örgütleyen Mustafa Kemal Paşa için ‘Cezası idamdır!’ manşetleri atmışlardı…
Padişah Vahdettin İngilizlerle gizli anlaşmalar yapıyordu…
BUGÜN, ‘Zavallı Saltanat’ın yürek burkan hikâyesini yazanlar ve ABD adına Neo-Osmanlı düşüncesine zemin hazırlayanlar bu gizli anlaşmaları gayet iyi biliyorlar…
Bu anlaşmalara göre Saltanat,
1) İngiliz mandasına girmeyi;
2) Bağımsız Kürdistan projesinin hayata geçmesini;
3) Hilafet nüfuzunun İngiliz çıkarları için diğer Müslüman ülkelerde kullanılmasını;
4) Türk milli kuvvetlerini bastırmak için Hilafet ordusu oluşturmayı;
5) Kıbrıs’dan tümüyle vazgeçmeyi
12 Eylül 1919’da kabul etmişti.
İngiliz Severler Cemiyeti tek başına değildi… Kürt Teali Cemiyeti de Sait Molla ile eleleydi. İngiliz kontrolündeki Askerî Nigâhban Cemiyeti vatanseverleri yok etmekle görevliydi.
Sahte imamlarla Millî direnişi kırmak için uğraşan Teali İslam Cemiyeti de İngiliz parasıyla iş çevirmekteydi.
Türk Zabıta-i Hususiye Teşkilatı, İngiliz fonu ve emriyle, Mustafa Kemal’in yanında olanları ’avlamakla’ görevliydi.
Bugünde gerek İslam’ı gerek Sol’u gerekse Türkçülüğü KULLANARAK batıyla elele bu vatana ihanet edenler vardır.
Onlara Sait Molla gibilerin sonunu hatırlatmak isteriz…
İngiliz Muhibi Sait Molla, ve diğer işbirlikçiler Paris’de, Roma’da Atina’da, Kahire’de dolanmışlar, batılı devletler adına ajanlık faaliyeti yapmışlar, vatansız ve şerefsiz olarak tarihin derinliklerinde yok olmuşlardır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘naçiz bedeni’ 75 yıl önce toprak olmuştur ama düşünceleri en taze şekilde bizlere yol göstermektedir.
O bizde yaşamaktadır ve bizimledir!
‘Siz ölürseniz biz n’aparız?’ diyen köylüye ‘Atatürk sensin!’ demiştir..
İçinden geçtiğimiz bu günlerin gelebileceğini düşünerek, yol haritasını NUTUK’da önümüze sermiştir.
‘Atatürk Biziz!’ Bu cümle bu milletin genetik hafızasında vardır… O nedenle üzerimizde olmadık oyunlar oynanmaktadır… Bu cümleyi sindiren bir millet, İngiliz- AB/ABD severlerin, İslam’ı Haçlılar için kullananların, Atatürkçülüğü Rotary, Lions Masonluk’la bir araya getirenlerin pis oyuna gelmeyecektir!
Allah rahmet eylesin!
O’nu AŞKLA anıyoruz! O biziz, Biz O’yuz!

Banu AVAR
9 Kasım 2013

"Sap Gibi Ayakta Durmaya Gerek Yok” Diyenlerin İkiyüzlülüğü



BASIN AÇIKLAMASI

“Sap Gibi Ayakta Durmaya Gerek Yok” Diyenlerin İkiyüzlülüğü
Türk ulusunu “emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtararak, “yönetim ve egemenliğin gerçek sahibi” kılan, ortaçağ karanlığını yırtıp toplumu aydınlığa kavuşturan, Mustafa Kemal Atatürk’ün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 77. Yılındayız.
Isparta da bu gün için onlarca etkili ve yetkili kişi, siyasi parti, dernek, sendika, meslek odası başkanları açıklama yaptı. Yaptıkları açıklamalar yerel basının 1. Sayfalarında yer aldı…
Zaman ayırıp bu açıklamaları okursanız, Atatürk’ün;
“Cumhuriyetimizin kurucularından biri olduğu”,
Türk milletini; çağdaş medeniyetler seviyesine” ulaştırdığı,
Bu nedenlerle aramızdan ayrılışının “77. sene-i devriyesini saygı, özlem ve rahmetle yâd” edildiğini, okuyacaksınız.
Peki; Bu gün Türk ulusunun Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kan ve can bedeli kurup yücelttiği Cumhuriyetten geriye “kimi resmi kurumlarda ve okullarda, yasal zorunluluk olarak asılan resimleri dışında” ne kaldı?
Bu, her 10 Kasım’da birbirini çağrıştıran süslü, içtenlikten uzak açıklamaların sahipleri onun düşüncelerine, ilkelerine, devrimlerine, kurtardığı vatan topraklarına, kurduğu laik cumhuriyete ne kadar sahip çıkmışlar?
Sorarsanız bunların hepsi ATATÜRKÇÜ!
Peki, Nedir Atatürkçülük?
“Atatürk düşüncesine vurulmuş ilk ve en büyük darbe,  1950’li yıllarda bir kavram operasyonuyla "Kemalizm" yerine "Atatürkçülük" kavramının getirilmesidir. Böylece zaman içinde Türkiye'de Kemalizm’den Korkan Atatürkçüler ortaya çıkmıştır. S.Meydan
Bu yıllar aynı zamanda Türkiye’nin emperyalizmin silahlı askeri gücü NATO’ya katıldığı dönemdir. Yani “Atatürkçülük bir NATO operasyonu”  ürünüdür.
 Atatürk’ün bize bıraktığı düşünsel yol haritasının adı “Kemalizm’dir.
 Kemalizm;  temel ilkesi emperyalizme karşı tam bağımsızlık olan bütünlüklü bir devrimci mücadelenin programıdır. Bu program, emperyalizme, gericiliğe, bölücülüğe ve emperyalist sistemden kopuş amacından dolayı liberal kapitalizme karşı direnişin, batılılaşmadan/batıcılıktan kopuşun adıdır.
 Yani Kemalizm, Türk devrimidir. Tam bağımsızlıktır. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Halkçılık ve Devrimciliktir. Akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda çağdaşlaşmaktır. Kendi tarihinden beslenmek, kendi diline sahip çıkmaktır. İnsan sevgisi, doğa dostluğu ve barışseverliktir. Ulusal kültürle evrensel uygarlığa katkı sunabilmektir. Atatürk’ün ifadesiyle, “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme başkaldırabilmektir”. Kemalizm, Yeni Sevr’in eşiğine sürüklenmiş Türkiye’de devrim yapma kararlılığının adıdır.
Kemalizm; “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhnemiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, hülasa vatanı kurtarmak için sizleri vazifeye davet ediyorum” diyebilmenin adıdır. Emperyalist yağmacıların işgallerine karşı “Ya İstiklal, Ya ölüm” kararlılığı ile ayağa kalkmaktır.
Türk devrimi, emperyalizmle girdiği en sert hesaplaşma dönemlerinde, her zaman karşısında gerici –bölücü ayaklanmaları ve şeriatçı hareketi bulmuştur. Laik devrimlerin en kökten uygulandığı dönemler, emperyalizmden kopulduğu ve gericiliğin ekonomik altyapısının zayıfladığı dönemlerdir. Emperyalizme bağımlılık ise Türkiye’de gericiliği ve bölücülüğü hortlatmıştır.
“Kemalist devrim; Sicilli Cumhuriyet düşmanları ile işbirliği yaparak, onlara ödün verilerek savunulmaz!  Kemalist devrim; her türlü gericilikle, Gericiliği besleyen iç ve dış ihanet cepheleriyle kararlılıkla,  ödünsüz savaşarak savunulur”
Şimdi bir kez daha düşünelim ve kendimize soralım; Isparta da bu gün için onlarca etkili ve yetkili kişinin, siyasi parti, dernek, sendika, meslek odası başkanlarının yaptıkları açıklamalarda bunlar niçin yer almaz?
Bir başka soru daha soralım  “Kemalizm;  temel ilkesi emperyalizme karşı tam bağımsızlık olan bütünlüklü bir devrimci mücadelenin programıdır.” Diyen açıklamalar niçin yerel ve yaygın medyada hiç mi hiç yer almazda, kimi “NATOTÜRKÇÜ”lerin “sade suya tirid” açıklamaları hep öne çıkarılır?
Bu soruların yanıtlarını bulduğumuz ve hesabını sorduğumuz gün gerçekten Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmış olacağız. Gerisi “sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyenlerin ikiyüzlülüğüdür.
İşte bu "ahval ve şerait" içinde dahi, ulusal uyanışı gerçekleştirip, milli cepheyi kuracak ve ulusumuza dayatılan  "Büyük Ortadoğu Projesini " yırtıp Sevr'in yanına, tarihin çöplüğüne atacağız. Kemalist Devrimi yeniden inşa edeceğiz. Kemalist Cumhuriyeti,  etrafını saran ayrık otlarından temizleyeceğiz.
Emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş hareketini gerçekleştiren, Müslümanların namusunu, ezilen halkların onurunu kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’ü kalbimizin durduğu bugün 10 Kasım'da saygı ile anıyor... Arıyoruz.09.11.2015
  
Yönetim Kurulu Adına:                                                                                 Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

9 Kasım 2015 Pazartesi

Yeni CHP...



 (12 Eylül'den sonra yurtdışına gitmek zorunda kalan siyaset bilimi uzmanı bir profesörden siyasi analizler)

Siyasette iki kez yapılan hataya artık hata denilmez
Ne yazık ki biz siyasette iki değil on iki kez hata yapanı, iki değil on iki kez seçim kaybedeni bile başarılı görüyoruz.
Bakın şu seçim sonuçlarına...
İki milliyetçi parti neredeyse baraj altı kaldı.
İktidara aday olduğunu söyleyen ya da iktidarın en büyük ortağı olmayı planlayan parti de oyunu sadece binde üç arttırdı.
Ama on üç yıldır tek başına iktidar olan, ülkeyi karanlığa gömen partiyse neredeyse oyunu on puan arttırarak tek başına iktidar oldu.
Yoktur bunun dünyada bir örneği...
On üç yıl aralıksız iktidarda kal, girdiğin her seçimi kazan ve dört yıllığına tekrar iktidar ol.
Yoktur bunun dünyada örneği,...
On üç yıldır yıpranan bir partiye rağmen her seçimde oy kaybet ama hala ben başarılıyım de.
Hani çoğumuzun örnek aldığı Batı medeniyetleri  var ya, Batı'da  bu kadar seçim kaybetmiş parti liderlerini koltuklarda oturtmazlar. Zaten onlar o kadar erdemli siyasetçilerdir ki, kendileri onurlu bir şekilde istifa ederler.
Ya bizde?..
İstifa etmek yoktur, seçimin kaybedilmesinin sebeplerinin faturası liderler tarafından hep halka kesilir ve hep hatalarımızdan ders alacağız derler ama o dersin ne olduğunu hiç kimse bilmez ve o ders de hiç alınmaz. 
Sizin oyunuzu bilmem ama benim bir oyum çok kıymetli. Ve ben o bir  oyumun hesabını sorarım.
Bugün Kılıçdaroğlu'ndan sorarım,haftaya da Bahçeli'den
Geçenlerde sizlerle paylaştığım bir yazımda Erdoğan ailesi ile Cemaat'in barıştığını iddia etmiş buna da dayanak olarak Bilal Erdoğan'nın ABD derin devleti ve Gülen Cemaati'nin himayesinde olan Johns Hopkins Üniversitesinde eğitimine tekrar başlamasını göstermiştim.
İşte bu Cemaat ve ABD derin devleti kontrolündeki Johns Hopkins Üniversitesine  bağlı Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü tarafından 2008 yılında bir rapor hazırlandı.
75 sayfalık raporun altında Svante E.Cornell ve Halil Magnus Karavelli imzaları var
Türk okurları, Halil Magnus Karavelli'yi, Cumhuriyet Gazetesi'nin 2. sayfasında yayınlanan yazılarından hatırlayabilirler. Karavelli, İsveç'te bir gazetenin de başyazarı. Enstitü'nün İsveç'teki Türkiye çalışmalarını o yönetiyor. Svante E. Cornell ismine ise, İsrail'de yayınlanan sağ eğilimli The Jerusalem Post Gazetesi'nde sıkça rastlamak mümkün. Cornell, bu gazetede makaleler yazıyor. İlginçtir, zaman zaman The Jerusalem Post'ta Halil Magnus Karavelli'nin de yazıları yayınlanıyor. Cornell ve Karaveli ikilisinin ortak özellikleri, İsrail'le yakın ilişkileri.
Bunları niye mi yazdım? Çünkü raporda yer alanlar, bu isimlerin kişilikleri, kimlikleri ve üniversitenin yapısı ile birleşince önem kazanıyor!
Şimdi gelelim rapora
Ekim 2008'de yayınlanan raporda yer alan Türkiye senaryoları son derece önemli.
Raporun içinde Türkiye'yi sarsacak öngörüler yer alıyor. Raporun 72. sayfasındaki ifadeler, aynen şöyle:
"CHP'den istifa etmeye ikna edilecek Deniz Baykal'la, yolsuzluklar konusunda kamuoyunun dikkatini çeken Kemal Kılıçdaroğlu yer değiştirecek. CHP, yeniden Avrupa tarzı bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak."
O tarihte Kemal Kılıçdaroğlu, henüz çiçeği burnunda bir Grup Başkan Vekili.
Seçimler yapılmış ve ardından CHP'ye Grup Başkan Vekili seçilmiş. Ayrıca, uzun bir CHP geçmişi yok. Örgütler üzerinde de herhangi bir etkisi bulunmuyor.
Deniz Baykal ise, CHP'nin tartışmasız ve yıkılması düşünülemeyen Genel Başkanı.
Örgütler üzerinde son derece hakim bir isim olan Genel Sekreter Önder Sav'ı çağırıp, "Yaşlandın Önder, artık ayrılman lazım" diyebilecek kadar kendine güveniyor.
O günlerde "Baykal istifa edecek ve yerine Kılıçdaroğlu gelecek" şeklindeki bir düşüncenin akla gelmesi bile mümkün değil.
Biri çıkıp böyle bir tez ortaya atsa, o günün şartlarında siyaseti bilen herkes tarafından verilecek cevap belli:
- Hadi oradan, Kılıçdaroğlu da kim ki Baykal'ı devirip yerine oturacak!
Silkroad Enstitüsü ise, Türkiye ile ilgili senaryosunda, "Baykal istifaya ikna edilecek, yerine Kılıçdaroğlu gelecek" diyor
Bu öngörü de aynen gerçekleşiyor!
Birileri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın uygunsuz kasetlerini internet sitelerine servis ediyor. Yaşanan çalkantının ardından Baykal istifaya ikna ediliyor!
Ardından da "olmaz" denilen oluyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin başına geçiyor.
Son derece ilginç değil mi? ABD'nin 2008 yılındaki Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili öngörüsü, 2010 yılında aynıyla vaki oluyor!
Şimdi soruyorum:
- Bu kadar ilginç bir öngörü ve bu denli büyük bir tesadüf olur mu?
Devam edelim...
Tesadüfler bu kadarla sınırlı değil. Silkroad Enstitüsü'nün 2008 yılında hazırladığı raporda, 2010 yılında gerçekleşen ve bugün CHP'de ciddi tartışmalara yol açan bir başka kehanet daha var
Raporda, "Yeni CHP'den" söz ediliyor!
Enstitü, Kılıçdaroğlu'nun "Yeni CHP" dediği, CHP içindeki pek çok milletvekillinin ise, "CHP, CHP olmaktan uzaklaştırılıyor" ifadeleriyle özetlediği, partinin bugünkü yapısını da o günden görmüş!
Aynen şöyle deniliyor:
"CHP, yeniden Avrupa tarzı ve merkezli bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak."
Rapor ortada. 2008'de CHP ile ilgili olarak yapılan öngörüler son derece net!
Amerikan-İsveç Merkezli Enstitü, "Baykal gidecek, Kılıçdaroğlu gelecek" diyor; Kılıçdaroğlu geliyor."Partinin yeniden düzenleneceğini" bildiriyor; "Yeni CHP" ortaya çıkıyor. r edilen Kemal Kılıçdaroğlu ile ABD derin devleti ve Gülen Cemaati ile birlikte dizayn ediyor ve yavaş yavaş Gülen Cemaati'nin eline geçiyor.
Bu sayede AKP zihniyeti her seçimde oyunu arttırarak tek başına iktidara geliyor.
Sizce bütün bu yaşananlar tesadüf olabilir mi?
Buyurun, cevabı siz verin!

Prof.Dr.Güler Korutürk


*Bazı haber sitelerinden ve gazetecilerden alıntı yapılmıştır.