9 Kasım 2014 Pazar

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ BASIN AÇIKLAMASI



Kemalizm, Emperyalizmle Hesaplaşmanın Adıdır.
Batılı emperyalistlerin mazlum uluslara biçtiği kadere, sömürgeleştirmeye başkaldıran,  ezilen Dünyanın İlk Bağımsızlık Hareketini gerçekleştiren, Türk ulusunu “emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtararak, idare ve hâkimiyetin hakiki sahibi” kılan, ortaçağ karanlığını yırtıp toplumu aydınlığa kavuşturan, Mustafa Kemal Atatürk’ün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 76. Yılındayız.
Atatürk’ün bize bıraktığı düşünsel yol haritasının adı “Kemalizm’dir.
 Kemalizm;  temel ilkesi emperyalizme karşı tam bağımsızlık olan bütünlüklü bir devrimci mücadelenin programıdır. Bu program, emperyalizme, gericiliğe, bölücülüğe ve emperyalist sistemden kopuş amacından dolayı liberal kapitalizme karşı direnişin, batılılaşmadan/batıcılıktan kopuşun adıdır.
Yani Kemalizm, Türk devrimidir. Tam bağımsızlıktır. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Halkçılık ve Devrimciliktir. Akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda çağdaşlaşmaktır. Kendi tarihinden beslenmek, kendi diline sahip çıkmaktır. İnsan sevgisi, doğa dostluğu ve barışseverliktir. Ulusal kültürle evrensel uygarlığa katkı sunabilmektir. Atatürk’ün ifadesiyle, “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme başkaldırabilmektir”. Kemalizm, Yeni Sevr’in eşiğine sürüklenmiş Türkiye’de devrim yapma kararlılığının adıdır.
Kemalizm; “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhnemiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, hülasa vatanı kurtarmak için sizleri vazifeye davet ediyorum” diyebilmenin, emperyalist yağmacıların işgallerine karşı “Ya İstiklal, Ya ölüm” kararlılığı ile ayağa kalkmaktır.
İşte tam da bu nedenlerle Tam bağımsızlığı, ulusal egemenliği “bir ulusun tutsak yaşamaktansa yok olmasının daha iyi olacağını”  inanç ve kararlılıkla savunan bu siyasal anlayışın amaçları, hedefleri, ilkeleri çarpıtılıp saptırılarak “Yeni Atatürkçülük” yaratıldı.
Yeni Atatürkçülük, Atatürkçülere yalnızca laikliği, çağdaşlığı savunan, düzenin uslu vatandaşları olmaktan fazla bir rol biçmez. Yeni Atatürkçülük, mandacılığın, emperyalizme uşaklığın, masonluğun diğer adıdır.
Türkiye’de halkın bağımsızlık ve demokrasi mücadelelerine karşı düzenlenen Amerikancı darbeler bile çıkıp hareketlerini Atatürkçülük ile açıkladılar. Ülkemiz ABD’nin AB’nin uydusu haline getirilip, ekonomisi çökertilirken, emperyalizmin vurucu gücü NATO’ya bağlılık yeminleri edilirken’ de Atatürkçülük bahane edildi. Kuran Kursları, İmam Hatipler açılıp, Türk-İslam sentezi devletin resmi ideolojisi haline getirilirken de, tarikatlar iktidara taşınırken de bunları yapanların “ Atatürkçü” oldukları algısı yerleştirildi halkımızın zihinlerine.
 Bu özünde “Cumhuriyet yıkıcılığının ideolojik olarak aklanmasıdır”  Başına “Atatürk” eklemlenerek yıkım meşrulaştırılmıştır.  Böylece; Atatürk’ün kurduğu devrimci Cumhuriyet, yozlaşıp yerini emperyalizme bağımlı, gerici bir düzene bıraktı. Bu noktaya Cumhuriyet resmen yıkılmadan, ama tüm temel devrimci-halkçı- bağımsızlıkçı özü ve nitelikleri terkedilerek gelindi.
Bu karşıdevrim sürecinde, egemen güçler, Atatürk’ü bambaşka bir kılığa soktular. Büyük bir asker, devletin kurucusu, büyük bir devlet adamı ve bugünkü devletin simgesel otoritesi olmanın ötesine geçemeyecek yeni bir kılıktı bu. Düzenin egemenleri, Atatürk’ü basit bir “devlet kurucusu” niteliğine indirgeyerek hem kendi soyguncu ve köhne düzenlerine halkın gözünde meşruluk sağlamaya, hem de Atatürk’ün devrimci pratiğinin ülkemize tuttuğu ışığı karartmaya yöneldiler.
Ancak Atatürk’ün fikirlerinin çarpıtılması, yalnızca onu istismar etmek isteyenlerin suçu değildir. Kendine Atatürkçüyüm diyen pek çok kesim de düzenin izin verdiği ölçüde bir “Atatürkçülüğe” razı olarak bu suça ortak oldular ve olmaktalar.  Böylece Atatürkçülük siyasi niteliğinden tamamen arındırıldı. Atatürk ise, siyaset üstü bir “tabu” haline getirildi.
Mustafa Kemal yalnızca emperyalizmin kuklası vatan hainlerine karşı değil, manda ve himayeyi savunan inançsız kişilere karşı da mücadele vermiştir.
Türk devrimi, emperyalizmle girdiği en sert hesaplaşma dönemlerinde, her zaman karşısında gerici –bölücü ayaklanmaları ve şeriatçı hareketi bulmuştur. Laik devrimlerin en kökten uygulandığı dönemler, emperyalizmden kopulduğu ve gericiliğin ekonomik altyapısının zayıfladığı dönemlerdir. Emperyalizme bağımlılık ise Türkiye’de gericiliği ve bölücülüğü hortlatmıştır.
Ve bugün Mustafa Kemal’in makamını, Mustafa Kemal ve mücadele arkadaşlarının kurdukları Meclisi, Onların sindirdikleri, yeraltına gönderdikleri Orta çağcı güçler işgal etmiş durumda.
Çok büyük bedeller ödeyerek inlerine gönderdiğimiz emperyalistler, bugün artık ellerini kollarını sallayarak giriyorlar ülkemize
Mustafa Kemal Atatürk ün “Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne Batılılaşacak, o sadece özleşecektir” öngörüsünü görmezden gelen, köklerini bilmeyen veya reddeden,  Kuvayı Milliye bilincinden yoksun Kimi sözde Atatürkçü Mandacılar ve liberal solcular, bilerek veya bilmeyerek emperyalist batıya/batıcı sömürgecilere hizmet etmektedirler.
Sömürgeciliğin en azgın olduğu coğrafyalarda Batılılaştırma hareketleri de sömürgeciler tarafından en vahşi şekilde uygulanmıştır. Afrika ve Amerika’da dilleri, dinleri ve kültürlerini yitiren topluluklar İngilizce konuşarak ve Hristiyanlaşarak “sahiplerinin” mertebesine yükselememişlerdir. Tersine sömürü daha da içselleştirilmiş, bu halkların bağımsız birer ülke haline gelmeleri için önemli bir potansiyel olan kültürel ve milli varlıkları ortadan kaldırılmıştır. Dünyanın bugün en geri kalmış ülkelerinin buraları olması da şaşırtıcı değildir.
Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 76. Yılında, Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarına göre durum daha vahim. Karşıdevrimci cephe AB-D Emperyalist canavarlarının yanında yerli Para babaları (TÜSİAD, TİSK, TOBB, MÜSİAD), Orta çağcı-Şeriatçı Tayyipgiller, satılmış, devşirilmiş medya kalemşorları, gaflet ve dalalet içine düşerek AB-D yolunu savunan, farkında olmadan solculuk yaptığını sanıp bu cephenin içinde yer alan Sahte Solcular, hainliğinden AB-D kucağında gönüllü yer alan Sorosçu uşaklarla, daha da genişlemiş durumda.
Karşıdevrimci cephe Öylesine örgütlendi ki, azınlık olmalarına rağmen çok büyük bir güçmüş gibi görünüyorlar. Artık pervasızlar. Mustafa Kemal ve Birinci Kuvayı milliyecilerin kapattıkları tekke ve zaviyelerin açılmasına, 29 Ekim’in, 19 Mayıs’ın kutlanmasına, 10 Kasım’da törenler yapılmasına yasaklar koymaya kadar vardırdılar işi.
Ne yazık ki Mustafa Kemal’in bedence aramızdan ayrılışının 76. Yılında bu hain amaçları doğrultusunda büyük kazanımlar elde ettiler,
Bu nedenle Verilen bu mücadele; Çanakkale’de, Sakarya da, İnönü de, Dumlupınar’da, menemende, Tunceli’de verilen Kemalist devrim mücadelesinin günümüzdeki adıdır.
Verilen bu mücadele,   yalnız Ülkemizdeki birkaç kendini bilmez “Piyon” ve “Taşeron” parti ile yapılan mücadele değil, aynı zamanda “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” verilen bir mücadeledir.
Bu amacı gerçekleştirmek için, Soylu Türk ulusu Haziran direnişinde, 29 Ekimlerde,19 Mayıslarda yüksek bir azim ve Kararlılıkla ayağa kalkmıştır. Yıkım sürecinin dolaylı destekçiliğine,  piyon ve taşeronluğuna soyunmuş olanlara bir kez daha çağrı yapıyoruz. “Kemalist devrim; Sicilli Cumhuriyet düşmanları ile işbirliği yaparak, onlara ödün verilerek savunulmaz!  Kemalist devrim; her türlü gericilikle, Gericiliği besleyen iç ve dış ihanet cepheleriyle kararlılıkla,  ödünsüz savaşarak savunulur”
İşte bu "ahval ve şerait" içinde dahi, ulusal uyanışı gerçekleştirip, milli cepheyi kuracak ve ulusumuza dayatılan  "Büyük Ortadoğu Projesini " yırtıp Sevr'in yanına, tarihin çöplüğüne atacağız. Kemalist Devrimi yeniden inşa edeceğiz. Kemalist Cumhuriyeti,  etrafını saran ayrık otlarından temizleyeceğiz. Emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş hareketini gerçekleştiren, Müslümanların namusunu, ezilen halkların onurunu kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’ü kalbimizin durduğu bugün 10 Kasım'da saygı ile anıyor... Arıyoruz... 09.11.2014


YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                          Mahmut ÖZYÜREK
                                                   ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI



6 Kasım 2014 Perşembe

ÖDÜNSÜZ KEMALİST, ARAŞTIRMACI - YAZAR YILMAZ DİKBAŞ TÜYAP KİTAP FUARINDA




Yılmaz DİKBAŞ’IN Yeni kitabı “GELİN YÜZLEŞELİM” okurlarıyla buluşuyor.  SN. DİKBAŞ, 8 Kasım Cumartesi–16 Kasım Pazar 2014 günlerinde İstanbul’da TÜYAP KİTAP FUARINDA olacak
 Yılmaz Dikbaş ;

“Osmanlı’da Hoşgörünün Kuyruklu Yalan olduğunu öğrenmek isteyenleri davet ediyorum.
Osmanlı Padişahlarına “ECDADIM” diyenleri yüzleşmeye çağırıyorum!”
“Fuarda Salon-2, Nergiz Yayınları Standı No:106’da sizleri bekliyorum.”

Saygılarımla,
Yılmaz Dikbaş
5 Kasım 2014
0532 233 31 52

Bağımsızlığı Gasp Edilmiş Büyük Türk Milletinin Kızı -Figen ÖZEN TÜYAP KİTAP FUARINDA....

"Bugün ben de bağımsızlığı gasp edilmiş büyük Türk milletinin kızı olarak, ağlamadan, yılgınlığa düşmeden ve hiç kimseden yardım dilenmeden size sesleniyorum.

"Nihayet, faaliyete geçmek zamanıdır." Bağımsızlığımıza nasıl yürüyeceğimizi ve bu konudaki azim ve kararımızı tıpkı Amasya Bildirgesi'ndeki "Ya İstiklâl- Ya Ölüm" şiarı örneği dünyaya ilan etmenin zamanıdır.

Ve soruyorum...

Benim askerimin Afganistan'da işi ne? Çuvalcı General CIA Bşk.nı David Hovel Petraus'un kanlı elleriyle ülkemi savaşa sürüklemeye ne hakkı var?" (CIA'NIN ÇETECİLERİ)

Figen Özen CIA'NIN ÇETECİLERİ ve BÜYÜK ABİ EMRETTİ KİTAPLARIYLA 8 KASIM 2014 CUMARTESİ ve 9 KASIM 2014 PAZAR SAAT 12:00'DAN İTİBAREN TÜYAP KİTAP FUARINDA....




5 Kasım 2014 Çarşamba

Emperyalizme ve Geri Kalmışlığa Karşı Savaşın Adı: ATATÜRK



Sinan Meydan`ın Bütün Dünya dergisinin Kasım- 2014 sayında yayınlanan "Emperyalizm`e ve Geri kalmışlığa karşı savaşın adı : Atatürk" başlıklı yazısı

Atatürk’ün Çağdaşlaşma / Uygarlaşma Modeli
Atatürk, sömürgeciliğe karşı tam bağımsızlık; geri kalmışlığa, bağnazlığa karşı çağdaşlık savaşı vermiştir.
İslam dünyası kan ağlıyor. Ortadoğu, emperyalizmin ve geri kalmışlığın baskısında... Çevremizi saran ateşin gittikçe alevlenip sınırlarımızdan içeri sızmaya çalıştığı bu günlerde İslam dünyasının, mazlum milletlerin en gerçekçi, kurtuluş yolu - yüzyılın başında denenmiş ve başarısı kanıtlanmış - Atatürk yoludur. Gerçi bu yoldan yürümek o kadar da kolay değildir. Çünkü bu yoldan yürümeyi göze alanların her şeyden önce “Ya istiklal ya ölüm” diyebilmeleri gerekir.
Atatürk, emperyalizme, sömürgeciliğe karşı tam bağımsızlık; geri kalmışlığa, bağnazlığa karşı çağdaşlık savaşı vermiştir. Atatürk’ün bu iki yönlü savaşının iç ve dış cepheleri vardır. Emperyalizme/sömürgeciliğe karşı verdiği savaşın dış cephesi İngiltere, Fransa, Yunanistan, Ermenistan gibi ülkeler; iç cephesi ise emperyalizmin güdümündeki İstanbul hükümetleri, Padişah Vahdettin, komprador aydınlar, sahte din adamları, çıkarcı zümreler, feodal unsurlar, etnik ayrılıkçılardır. Atatürk’ün geri kalmışlığa, bağnazlığa karşı verdiği savaşın dış cephesi,
“Türkler barbardır, sarı ırktandır, evrimini tamamlamamıştır; yönetme, ilerleme, gelişme yeteneğinden yoksundur!” diyen emperyalist, oryantalist Batı; iç cephesi ise cehaleti kutsayan; gelişmeyi, ilerlemeyi, çağdaşlaşmayı/ uygarlaşmayı “dine aykırı” görüp kıyasıya eleştiren Ortaçağ kafasıdır. Görüldüğü gibi Atatürk’ün emperyalizme ve geri kalmışlığa karşı verdiği iki yönlü savaşın iç ve dış cepheleri aslında aynıdır ve ittifak halindedir.
Atatürk’ün çağdaşlaşma/uygarlaşma modelinin özü ve önceliği tam bağımsızlıktır. O, emperyalizmin her türlü sömürüsünden kurtulup tam bağımsız olmadan çağdaş, özgür ve demokrat olunamayacağına inanmıştır,
Bu bakımdan Atatürk’ün önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı aslında onun çağdaş / uygar / muasır Türkiye’sinin ilk ve en güçlü adımıdır. Kurtulufl Savaşı’yla ve ardından imzalanan Lozan Antlaşması’yla “tam bağımsızlığını” kazanan Türkiye’yi (akıl+bilim= çağdaşlık) formülüyle yenilemiştir. Atatürk, Tanzimat’la başlayan Batı’nın güdümündeki kararsız ve kırılgan Osmanlı modernleşmesinden çıkardığı derslerden yararlanmıştır.
Ancak Atatürk çağdaşlaşması, Osmanlı modernleşmesinden çok farklıdır. Osmanlı, Batı’nın maddi uygarlık ürünlerini alarak ve Batı’nın güdümünde kalıp Batılılaşarak kalkınabileceğini düşünürken; Atatürk Cumhuriyeti, Batı’nın uygarlığına yönelmeden önce Batı’nın her türlü güdümünden kurtulup tam bağımsız olmak, sonra Batı’nın uygarlığına, daha doğrusu o uygarlığın kaynağına; özgür akla, çağdaş bilime yönelmek gerektiğini görmüştür. Bu nedenle Atatürk önderliğindeki Türk Devrimi, “Batılılaşma” değil, tam tersine önce Batı’nın güdümünden kurtularak bağımsızlaşma, sonra Atatürk’ün ifadesiyle muasırlaşma/çağdaşlaşma hareketidir.
 Atatürk, akıl ve bilim rehberliğinde çağdaşlaşmak ve -kendi ifadesiyle- “tek uygarlığa” mensup olabilmek için her şeyden önce “uluslaşmak” gerektiğini erken kavramıştır. 
O, uluslaşmak için de tarihe ve dile yönelmiştir. Batı, nasıl ki Rönesans’la antik Yunan-Roma tarihine yönelmiş, Anadolu’da, Mezopotamya’da ortaya çıkarılan eski uygarlıklara sahip çıkmış ve aydınlanmasını antik tarihle beslemişse, Atatürk de Türk çağdaşlaşmasını eski Türk tarihiyle, Türk kültürüyle, eski Anadolu uygarlıklarıyla beslemiştir. 
Atatürk uluslaşmasının sırrı millet kurgusunda gizlidir. Atatürk teoride ve pratikte milleti, “ırk” ve “din” kıskacının çok ötesinde “tarihsel yakınlık”, “kültürel akrabalık” ve “dil birliği” ekseninde tanımlamıştır. 1930’da yaptığı şu millet tanımını esas almıştır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bu tanımın benzeri 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde de şöyle yer almıştır: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olur.
Başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuranlar “Türkiye ahalisi”ni, “Türkiye halkı”nı “Türk” olarak kabul etmiştir. Atatürk, “Türk” derken genetik anlamda bir “ırkı” veya bir “dini” kastetmekten çok bütün unsurlarıyla “Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın” tamamını kastetmiştir.
Atatürk’ün 1930’larda yaptırdığı antropoloji çalışmaları da hep iddia edildiği gibi ırkçı bir yaklaşımın değil, tam tersine Batı’nın ırkçı yaklaşımına karşı geliştirilen eşitlikçi bir anlayışın eseridir. Şöyle ki, 19. yy’dan beri Batı’da, Türklerin gelişmemiş “sarı ırka” mensup olduğu şeklinde bir “ırkçı iddia” vardır. Batı, 20. yy’ın başında Türklere yönelik saldırılarına bu ırkçı iddiayla meşruiyet kazandırmıştır. İşte Atatürk, kafatası ölçümleri, kan grubu tahlilleri vb yöntemlerle Türkleri “sarı ırka” mensup, “gelişmemiş” bir millet olarak gören ve gösteren “ırkçı Batı”ya yine onların yöntemini kullanarak başkaldırmıştır. Atatürk, Türkiye’ye çağırdığı E. Pittard başta olmak üzere dünyaca ünlü antropologların öncülüğünde (Prof. Şevket Aziz Kansu’ya, Dr. Afet İnan’a) yaptırdığı incelemeler sonunda Türklerin “sarı ırka” mensup olmadıklarını kanıtlatmıştır. Atatürk, Anadolu’da Kürt, Türk ayrımı yapmadan “Türkiye halkı” üzerinde yaptırdığı (64.000 kişilik antropometri anketi) ölçümlerle Türklerin bütün unsurlarıyla Batılı ırklardan eksik herhangi bir yanlarının olmadığını›, onlarla EŞİT olduklarını tüm dünyaya haykırmıştır. Atatürk’ün Batı’da ses getiren bu çalışmalarından sonra Batı’nın Türk’e bakışında ciddi bir değişim görülmüştür. Atatürk’ün antropoloji çalışmalarında:
1) Sadece Türk ırkı değil, Anadolu’daki bütün etnik unsurlar ayrım yapılmadan Türkiye halkı olarak incelenmiştir,
2) Bu çalışmaların amacı Türklerin üstünlüğünü değil eşitliğini kanıtlamaktır.
3) Dolayısıyla bu çalışmalar ırkçı değil, tam tersine ırkçılığa karşı bilimsel bir başkaldırıdır. Atatürk Cumhuriyeti, başta Osmanlı’nın dönme/devşirme ve saltanat soyluluğu olmak üzere her türlü soyluluğa, her türlü ayrıcalığa son verip bütün unsurlarıyla Türk milletini, bu toprağın insanını yeniden devletin asıl sahibi haline getirmiştir. 
Toparlarsak, Atatürk tipi çağdaşlaşmanın üç önemli özelliği vardır: 
1) Batı’nın her türlü baskısından, sömürüsünden kurtulmak,
2) Akıl ve bilimle çağdaş uygarlığın temeline yönelmek,
3) Kendi köklerinden; tarihinden, dilinden, kültüründen beslenip uluslaşmak.
Atatürk tipi çağdaşlaşmayı diğer çağdaşlaşma modellerinden farklı kılan -üstelik yaklaşık yüz yıl önce- bir İslam ülkesinde uygulanmış ve başarıya ulaşmış olmasıdır. Bu modelin başarı sırrı ise laikliktir. Hele hele bizim coğrafyamızda tam bağımsız kalabilmek, aklı ve bilimi temel alıp çağdaşlaşabilmek için laiklik şarttır. Laikliğin olmadığı bir ülkede akıl ve bilimi temel almak zorlaşır, hatta imkânsızlaşır; aklın ve bilimin temel alınmadığı ülke ise değişen ve gelişen çağa uyum sağlayamaz, gelişemez; geri kalan bir ülke de eninde sonunda bağımsızlığını kaybeder.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok! Osmanlı Devleti’nin çöküşü incelendiğinde bu döngü çok net bir şekilde görülecektir.
Atatürk laikliği, toplumu dinsizleştirme, imansızlaştırma projesi değildir. Atatürk laikliği, hem inanç özgürlüğü, hem de devlet aklının dünyevileşmesi, özgürleşmesi bakımından çok büyük öneme sahiptir. Sembolik de olsa meşruiyetini/yasallığını dinden alan bir devletin gerçek anlamda, laik, çağdaş bir devlet olması mümkün değildir. 
Halifeliğin kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, medreselerin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü ve Medeni Kanun’un kabulü gibi laikleştirici devrimlerle, hem çağdaş Cumhuriyet’e düşmanlık besleyen gerici çevrelerin sığınakları yıkılmış, hem de aklın zincirleri kırılmıştır. Tarih, zincirlerinden boşalıp özgür kalan aklın, sanatın ve bilimin doğuşunda, gelişiminde doğrudan etkili olduğunu göstermektedir. Laik niteliğe sahip olmayan bir cumhuriyette aklın ve bilimin dünyevi hayata egemen kılınması mümkün olmayacağı için gerçek anlamda çağdaşlaşma da mümkün olamayacaktır.
Dün ve bugün İslam dünyasında başka cumhuriyetler de kurulmuştur, ama hiçbiri Atatürk’ün Cumhuriyeti gibi laik bir niteliğe sahip değildir. Bu nedenle hiçbir İslam ülkesi Türkiye’nin kısa sürede gösterdiği çağdaşlaşmanın yanından yakınından geçememiştir.
Türk Devrimi’nin sırrı cumhuriyet değil, “laik cumhuriyet”tir.
Atatürk, tam bağımsız bir ülke ve bu ülkede -çok değil- sadece 15-20 yılda sayısız uygarlık eseri yaratmıştır:
Yeni okullar; anaokulları, ilkokullar, köy okulları, liseler, enstitüler, üniversiteler, numune hastaneleri, sağlık ocakları, kreşler, süt damlaları, ana kucakları, yeni fabrikalar, kilometrelerce demiryolu, örnek çiftlikler, ideal Cumhuriyet Köyleri, modern yeşil kentler, Halkevleri, Halkodaları, Millet Mektepleri, konservatuarlar, kütüphaneler, tohum ıslah enstitüleri, fidanlıklar, Köy Enstitüleri ve daha niceleri...
En önemlisi de emperyalizmi ve geri kalmışlığı yenmenin verdiği gururla kendine güvenen, başı dik, onurlu; çalışan, üreten; sanatla, sporla, bilimle uğraşan ve geleceğe güvenle bakan bir nesil yaratmıştır Atatürk Cumhuriyeti. Bu aydınlanma hiç de kolay olmamıştır.
Cumhuriyet’in idealist kuşağının kıymetini anlamak için gezici dershaneleri, gezici doktorları, gezici öğretmenleri, gezici kütüphaneleri, gezici sergileri, halk hatiplerini, halk kürsülerini, üniversite haftalarını, üniversite konferanslarını, azat obalarını bilmek gerekir. Atatürk, bütün bunları yaparken Türkiye’yi gerçek anlamda bir barış çemberi içine almıştır. Atatürk, Batı’da Yunanistan, Yugoslavya, Romanya, Doğu’da ise Rusya, İran, Irak, Afganistan ile kurduğu barış paktlarıyla “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinin nasıl uygulanacağını da göstermiştir.

Mazlum milletlerin bir gün zalimleri yeneceği, emperyalizmin, sömürünün yeryüzünden silineceği ve dünyada bir “uyum ve işbirliği çağının” başlayacağı inancıyla aramızdan ayrılmıştır. Ruhu şad olsun!
Kaynak : http://www.butundunya.com/pdfs/2014/11/035-039.pdf

3 Kasım 2014 Pazartesi

“İstiklal Marşımızı başka bir beste ile söylemek soytarılıktır !”



BASIN AÇIKLAMASI
“İstiklal Marşımızı başka bir beste ile söylemek soytarılıktır !”
Mahkemelerin verdikleri yürütmeyi durdurma kararlarına karşın, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinde Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullanılması planlanan ve “kaçak” olarak inşa edilen “çakma saray”ın tanıtım filmi niteliğindeki sesli görüntüler sosyal medya üzerinde yayınlanmıştır. Bu tanıtım filminde İstiklal Marşı'mızın bestesi ve müziği değiştirilerek “mehterli İstiklal marşı bestesi” kullanılmıştır.
İstiklal Marşımızın ana vurgusu; binlerce yıldır bağımsız, özgür yaşamış vatansever bir ulusun hiçbir güç tarafından “zincire vurulamayacağı”,
Kendilerini “medeni” olarak adlandıran, ancak mazlum milletlerin vatanlarını “canavarca” egemenlikleri altına alarak sömürgeleştiren “hayâsız” istilacılara karşı, Türk ulusunun tek ocak kalıncaya kadar göğsünü siper ederek çarpışacağıdır.
İstiklal Marşımız, dışarıya bağımlılığın, sömürü,  soygun ve zulüm düzeninin değil, ulusal bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün, yurt sevgisinin, ulusal egemenliğimizin ve ulusal birliğimizin dillendirildiği “Vatan türkümüzdür”.
İstiklal Marşımız, bütün ruhuyla ve özüyle devrimci bir marştır. Gerek doğru bir dünya görüşüyle, gerekse bunu ifade ederken kullandığı coşkun ifadelerle 93 yıldır Türk ulusunun antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı soylu duygularını dillendiriyor ve dillendirecektir.
Bu nedenle İstiklal Marşımız en üst düzeyde anayasamız tarafından koruma altına alınmıştır. “TC Anayasası’nın 3. maddesi uyarınca Türkiye Devleti’nin “Millî marşı “İstiklal Marşı’dır. Bu hüküm de Anayasanın 4. maddesi uyarınca, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez.”
Varlığını ve iktidarını küresel çeteye borçlu olan AKP ve Erdoğan;  Kuva-i İnzibatiye artıklarının torunlarını da yanına alarak ülke yönetimine zorla, hile ve aldatma ile el koydu. Siyaset, medya, üniversiteler, emniyet, ordu, yargı, diyanet, sendikalar, odalar, tarım, hayvancılık, sağlık, kısaca Kemalist Cumhuriyetin kurup yücelttiği tüm kurumları, hatta futbolu bile CFR’nin senaryosunu yazdığı operasyonlarla ele geçirildi. Milli duyguları iğdiş edilerek dönüştürülen, direnci kırılarak uyumlu hale getirilen kurumlar yenidünya düzeninin hizmetkârı konumuna getirildi.
Türk ulusunun yeniden uyanışını engellemek, milli bilincini yok etmek amacıyla bu milletin kanıyla, canıyla kazandığı kurtuluş savaşının ve ulusal bağımsızlığımızın, cumhuriyetimizin simgeleri olan milli bayramlarımızı yasaklayan, andımızı kaldıran ılımlı İslamcı çete, şimdi kirli ellerini “vatan türkümüz” İstiklal Marşı'mıza uzatmıştır.
Hiç gereği yokken, İstiklâl Marşı’nı şu ve bu şekilde değiştirme amaçlı girişimler, en hafif söylemle “gaflet, dalalet ve ihanettir”. İstiklal Marşı'mızın değiştirilmeye çalışılması, alternatif melodiler üretilerek kamuoyunda algı operasyonu yapılması Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik hakkına, bağımsızlığına, cumhuriyetine doğrudan yapılmış bir saldırıdır. 
Bu durum başta Anayasamıza, yasalarımıza, bununla birlikte Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Çünkü İstiklal Marşı'mızın bugün kullandığımız bestesi, 1930 yılında Zeki Üngör tarafından milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy hayattayken yapılmıştır. 1930'dan bu yana ulusumuzun gönlünde yer edip kabul gören milli marşımızın ezgisini değiştirme pervasızlığını gösterenler, milli marşımızı milli simge olmaktan çıkartarak değiştirilebilir algısı yaratarak itibarsızlaştıranlar, kimi yurt ve ulus bilincinden yoksun vatansızları bu kepazeliğe yönlendirip özendirenler ve bu fiili işleyenlere karşı görevini savsaklayarak yerine getirmeyenleri şiddet ve nefretle kınıyor, soylu Türk ulusuna şikâyet ediyoruz.03.11.2014

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                          Mahmut ÖZYÜREK
                                  ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

İHANETE BELGE Mİ İSTİYORSUNUZ ? İŞTE BELGELERDEN YALNIZCA BİRİ.