2 Nisan 2014 Çarşamba

Bu Koşullarda “Oy Vermek Bir Şeyleri Değiştirseydi Yasaklanırdı”



Seçmen kayıtlarından oyların sayımına kadar her aşaması şaibeli, hileli, güvenilmez bir seçimi geride bıraktık.
Seçim sürecinin başında AKP hükümetinin meşruiyetinin kalmadığını, böyle bir hükümetle gidilecek seçimlerin de “meşru olamayacağı” yüzlerce kez yazılıp söylendi.
Bu nedenle, Ortaya çıkan tabloyu  “AKP’nin zaferi” olarak okuyup algılamak/algılatmak, geniş halk yığınlarının umutsuzluğa, yılgınlığa sürüklenmesinden medet uman çıkar odaklarının ekmeğine yağ sürmek olur. Ortada bir zafer değil, giderek yoğunluğu artacak olan bir “AKP faşizmi” söz konusudur.
Seçim sonuçları her ne kadar, AKP faşizminin, 19 Mayıslar, 29 Ekimler haziran direnişi, yolsuzluklar, savaş çığırtkanlığı sonucunda yitirdiği meşruiyetini yeniden kazanması olarak yorumlansa da AKP’nin artık Türkiye'yi yönetme ehliyetini yitirdiği inkâr edilemez bir gerçekliktir.
Bu seçimler aynı zamanda, Küresel Çete tarafından planlanmış ve yerli işbirlikçilerince uygulamaya konulmuş yıkım projesinin de iflasını göstermesi bakımından önemlidir.  Bu proje; kendi halkçı-devrimci programına yabancılaştırılmış, Altı Ok’tan uzaklaştırılmış, Cemaatle teşne, sağcılaşan bir CHP’yi iktidara taşıyarak yağma düzenini sürdürmeyi amaçlıyordu.
CHP seçmeni ve geniş halk yığınları AKP ile AKP’lileşerek mücadele tuzağına düşmedi.  Kemalist Cumhuriyetin halkçı, dev­rim­ci­ özünü inkâr ederek, Cumhuriyetin altını oyan cemaat ve tarikatlara tutunarak siyaset yapılamayacağını tartışmasız bir açıklıkla CHP yönetimine gösterdi. Böylece Türk halkı bir yandan Küresel çetenin, diğer yandan Y-CHP yönetiminin oyununu bozmuştur.
Y-CHP seçimlerden önce ve seçimler sürecinde hiçbir muhalefetin eline geçmesi olanaksız olan yolsuzluk ve rüşvet rezaletleri, Suriye batağı, işsizlik ve yoksulluk vb. yeterince gerekçe olmasına karşın, hükümetin meşruiyetini sorgulayan hiçbir girişimde bulunmamış. Tam tersine Mecliste komisyonlara katılarak, sonuç alınamayacağı bilindiği halde parlamentodan çekilmeyerek AKP’nin meşruiyet kazanmasına yadsınamayacak katkılar koymuştur.  
Bununla da yetinilmemiş kitlelerin diktatörlüğe karşı direniş eylemleri ile olan bağını kopartmak ve onları sandıktaki mühre ikna ederek, sandığa sıkıştırarak etkisiz kılmak için olağanüstü bir çaba gösterilmiştir. Böylece diktatörlüğün sistemi, seçim oyunu ile meşrulaştırılmıştır.  Antifaşist bir eylemci olan Emma Goldman “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı”  diyor. Gerçekten de AKP diktatörlüğü seçimlerle, sandıkta kaybedeceğini düşünseydi seçimleri yasaklamakta bir an bile tereddüt etmezdi. 
Kaldı ki; Hem iktidar, hem muhalefet liderleri sandığa giden kitlelerin mahalle delegeliğinden, milletvekilliğine kadar kimleri seçeceğine tek seçici olarak karar vermekte. Böylece halk aptal, kendi iradesini, seçeneğini bilemeyecek denli cahil yerine konulmakta ve oy vermek için beyinlerini çalıştırmalarının gereksiz olduğu hemen her zaman öğütlenmekte.
İşin ilginci, çok partili siteme geçildiği 1950 den bu yana, Türk halkının seçimlerde kendi özgür iradesini sandığa yansıtmasına izin verilmemiştir.  Ayrıcalıksız her seçimde halkın yüzde 95’ini oluşturan işçi, köylü, emeği ile geçinen, üretenlerin önüne bir tehdit, tehlike yaratılarak konulmuştur.  Sonrada şu olağanüstü dönem de geçsin” denilerek, biri diğerinden farksız seçeneklerden birinin “ulusal iradeye  tehdit ipoteği konularak” seçtirilmesi/seçilmesi sağlanmıştır. Böylece küresel çetenin ve Sistemin kolayca kontrol edebileceği “zararsız oyuncaklar”  geniş halk yığınlarının gerçeği görmelerini perdeleyerek iktidar olmuşlardır. Bu “zararsız oyuncakların” toplumsal yapıda çürüme, yılgınlık ve üretmesi kaçınılmaz bir olgudur.
Bir yanlış ne kadar çok tekrar edilirse, o kadar çok doğruya yaklaşamayız.  Gerçeği kendi çıkarına göre parçalayarak yeniden kurgulayan, Emperyalizmle, küresel yağmacılarla ve işbirlikçileri ile karşı karşıya gelmeyi göze alamayan, onunla ve piyonları uzlaşarak ayakta kalmayı düşünen TESEV Atatürkçülüğünden, Atatürk’ün partisinin kurtarılması zorunlu ve ivedi önceliğimizdir.
Devrimci-halkçı mücadele anlık ya da bir döneme ait bir olgu değildir, biriktirilemez, stoklanamaz. Dolayısıyla devrimcilik süreğen bir yaşam biçimidir. Bu nedenle kısa mesafe koşarak, büyük çıkar elde etme kaygısı ile bu davada rol kapmaya çalışan devrimci(!) maskeli siyaset tacirlerinden partinin arındırılması, rol kapmalarına fırsat verilmemesi noktasında herkesin duyarlı olması gerekir. 
Yürüyeceği yolu bilmeyenler yılgınlık yaşar. Bizler hangi yolda yürüyeceğimizi biliyoruz. Biz “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören bir doktrin izleyen insanlarız.” Birbirimize, kuşağımıza, halkımıza, kendimize güveniyoruz. Mustafa Kemal Paşanın Erzurum kongresinde özenle vurguladığı gibi “Milletin geleceğine yön verecek olan milli iradenin hiçbir dış müdahale olmadan ortaya çıkması Anadolu’dan beklenmektedir. Bu nedenle bir Milli Meclisin oluşturulması ve gücünü yalnızca milli iradeden alan sorumlu bir hükümetin kurulması ısrarla istenmektedir”
Mücadele daha yeni başlıyor. Çaresiz değiliz ve olmayacağız. Son sözü Mustafa Kemal Atatürk’e bırakalım "Ben,1919 senesi Mayısın 19 da Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiç bir kuvvet yoktu. Sadece Türk Milleti’nin büyük asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve hissi bir kuvvet vardı. İşte ben, bu millî kuvvete bu asıl Türk Milleti’ne güvenerek mücadeleye başladım. Milli mücadeleyi yapan doğrudan doğruya Türk Milleti’nin kendisidir, bu milletin evlatlarıdır. Milli mücadele şahsı hırs değil, milli izzet-ı nefis gerçekleşmiştir."  
 “Millet yekvücut olup hâkimiyet-i milliye esasını ve Türklük şuurunu hedef ittihaz ederek gerekeni yapacaktır." 02.04.2014 Isparta

Mahmut ÖZYÜREK

31 Mart 2014 Pazartesi

Köyler şehirleri, doğu batıyı, birileri de algımızı yönetiyor M.MORGÜL



Oylarıyla köyler şehirleri, doğu batıyı yönetiyor, birileri de algımızı yönetiyor!

Seçim sonuçlarına şaşırdınız, yolsuzluk dosyalarıyla çalkalanan bir iktidar nasıl bu kadar oy toplar… Çok basit, ABD’den eğitimli algı yönetimi uzmanlarıyla götürüyorlar.
Doğu’daki küçücük ilçeleri il yaptıklarında başladı tuzak. Şırnak, Batman, Kilis, Iğdır, Bayburt… Ankara’nın bir ilçesinden daha küçük yerler il oldu, derhal bir milletvekili cepte…
Doğulu milletvekili sayısı neden batıdaki nüfusa göre fazla, işte ondan. Baraj gibi diğer hukuksuzlukları da katalım buna. Aydın oyların gideceği küçük muhalif partiler baraj altı… Gayetle kılıfına uydurulmuş hukuksuz seçim sistemini normal bir şeymiş gibi algıladık, değil mi?
Sonuç; doğunun oyları bizi yönetiyor.
Bu hukuksuz temsil sistemiyle gelen vekillerin çıkardığı yasalara bakın. İşte Büyükşehir belediye yasası… Bütün şehir. Oysa şehir sadece merkezin adıdır, bütününe il denir. Hayatında şehir görmemişler de oy vererek şehre yönetici seçiyor. Mahalle muhtarlıkları kalkmış, köyler buharlaşmış kimin umuru.
Kendine muhtar seçemiyor ama şehre eyalet valisi seçiyor!
“Büyük şehir” demek, algı yanıltıcıdır. Büyüdüğüne inandırıldı köylü. Oy veriyor ya, gayetle demokratik görünüyor. Kendi muhtarını seçemeyen köylü şehre eyalet valisi seçiyor. İşte Ordu, işte Mardin, işte Iğdır…
Kürtçü vekiller neden bu kadar destek vermişti Yerel Yönetimler yasasına, bundandı.
Şehirleri köylerden gelen oylar yönetecek, karşılığında köylünün elinde ne varsa alınacak. Şehirlinin elindeki haklar da gidecek, göreceksiniz. Şehir televizyonlarınız olacak diye şimdiden yolunu yapıyorlar, sınırlı yayınla o şehre hapsedileceksiniz.   
Okullar büyükşehir belediyelerine bağlanacak, yasası hazır. Özel idareler şu sıra valiliklerden alınıp belediyelere geçirilmek üzeredir. Özel idareler eliyle bölücülere ve tarikatlara peşkeş çekilecek eğitim. PKK bunu bekliyor ki kendi Kürtçe eğitimi versin. Zaten zabıtasını kurmuş haracını/vergisini topluyor.
Tarikatların AKP’ye desteği de bundandır. Onlar da kendi bahşişini topluyor; kaldı DİB’in kaldırılması. Onların demokrasi dedikleri de bu.
30 Mart 2014 seçiminde ABD istediğini koparttı. Doğu Anadolu’yu elimizde vereceğiz, gayet demokratik görünecek hem de. Zihin kontrolü ya da diğer adıyla algı yönetimi budur. Seçim sisteminde yapılan ABD güdümlü algı yönetimiyle bunu başardılar.
Önce beynimizin matematiği bitirildi. Son icad edilmiş silah budur. Bakın okullara, geometri yok, matematik yok, harita yok, dilbilgisi yok, şiir yok, Fizik yok, Kimya yok, Atatürk yok (kargayla birlikte var), Hz.Muhammed yok (karikatürle birlikte var)…
Bakın, TÜBİTAK’ın bastırdığı eski Fizik ve Genetikle ilgili dergiler yok artık, talep var ve yenileri basılmıyor. Söylentiye göre, depolardan toplatıldı ve yok edildiler. Şimdi Milli Kütüphanenin deposunda fareler dolaşıyor, burada çalışan 61 görevli ordan kızağa alınmış, eğer buradaki Fizik kitaplarını fareler yedi diye duyarsanız şaşırmayın.
Dün, seçime gittiğim okulun bahçesinde bir mühendisle konuşuyorduk. Bilim yok ediliyor, ders kitapları bilimdışı, konumuz buydu. AKP’nin Ar-ge’sinde çalışıyormuş. Kendi işi için bir fizik bilgisine ihtiyaç duymuş ve hiçbir yerde hatta internette de bulamıyormuş. Ne demeli?
Fizik kitaplarının nasıl boşaldığını ve 10 yılda fiziğin nasıl antika haline getirildiğini, kendisi de içinde olduğu halde görememiş.  Ben şimdi köylüye bu hesabı fark edemediği için nasıl öfke duyayım.
Masal oldu…Eskiden fizik diye bir bilim varmış… Fizik bölümleri “ ne gereği var, talep yok, kapansın” diyen fizikçiler eliyle kapanmış… Fizik bilimcilerin kurduğu TUBİTAK diye bir bilimevi varmış, gün gelmiş fizik kitapları orda yok edilmiş… Eskiden Talim Terbiye Kurulu diye bir heyet basarmış ders kitaplarını, ama TUBİTAK’ın özel olarak ABD’den getirttiği fareleri buraya da girmiş, bilgileri yemiş yemiş bitirmiş…
Masal köyde devam edelim.
Eskiden köyler varmış, oralarda 5 yıllık ilkokul olurmuş, adam gibi Aritmetik Geometri, Coğrafya Türkçe okutulurmuş… Köylüler, tarlasına kaç metre tel gereceğini, nasıl üretim kooperatifi kuracağını, değirmenin suyundan nasıl elektrik elde edeceğini ilkokulda öğrenirmiş. Köyde her bayram tören yapılırmış, Pazartesi Cuma’ları bayrak töreni yapılırmış… Gün geldi, bayramlar yok oldu, törenler yok oldu, sonra da köylüler köyden yok oldu…
Nasıl oldu da bunlar oldu? Sekiz yıllık kesintisiz eğitim dediler,  sayıya baktık, eğitimin süresi uzadı dedik… Hop, uçtu gitti batıdaki köy okulları. Çocuğunu zaten okula vermeyen doğunun aşiretleri kaldı köylerde. Yok efendim “çocuk gelinler”… Bunu konuşturdular bize. Çocuklar matematik öğrenemiyor demedik. Şimdi o matematiksiz kalmış nesiller bize yönetici seçiyor.
Bütün partiler sınıfta kalmıştır. Politikalarını yeniden gözden geçirmelidirler.
Köyler şehirde yönetimi belirledi, sırada şehirlerin eğitimini daha aşağıya çekmek var. Bütün planları hazırdır. Belediyeler sözleşmeli öğretmen alacak, Eğitim Fakülteleri kapanacak, çocuklar okula gitse de gitmese de fark etmeyecek, bu sırada bizi de iki şarkı iki şiirle yabancı çocuklarla yaptıkları Türkçe Olimpiyatlarıyla oyalayacaklar.
Toplum olarak algımızla oynandı. Köyler şehirleri, doğu batıyı yönetiyor. Bu sırada  hepimizi yöneten bir kuklacı olduğunu görmemiz engellendi. Küresel köyün kavalcısı kuklacı ABD (ve İngiltere hanedanı) kendini göstermeden sömürmeyi böyle başarıyor. İnanmayan “faTih” projesinin amblemine bakın, çarmıha gerilmiş gibi duran kırmızı T harfinin üzerinde nokta kadar dünya çizmişler, işte o nokta kadar görüyorlar bizi.
On yıl önce sahafta karşılaştığım o adamı düşünüyorum. Sizce neden Osmanlıca basılmış 1910’ların fizik kitaplarını arıyordu?
……..
Unutmadan söylemeliyim:
Körler okulları da kapanmaya doğru gidiyor. Kabartma harflerle basılan kitapları artık basılmıyor, tek öğrenme yolu “işitme” olarak geliyor, yani kasetle. Kaseti seslendirenin sesine stüdyo ortamında frekans oynaması yapılırsa, yankılı ses, çapaklı, boğuk, soğuk sesle okuma, abartılı anlatma, vb tuzakları vardır.
Görenlere kurulan tuzaklar yetmemiş gibi, şimdi de görme engelli çocuklarımızın dokunarak öğrenme yollarını kapatıyorlar, kitaplarını basmıyorlar, okullarını kapatıyorlar. “İsteyen evinde öğrensin” demek onlara yapılacak en büyük kötülüktür, haksızlıktır, vicdansızlıktır… Allah’a havale ediyorum.
Bizi kimler yönetiyor diye kendinize lütfen sorun.
31.3.2014

Mahiye Morgül

29 Mart 2014 Cumartesi

SİZCE DE TUHAF DEĞİL Mİ?.. Cem YAĞCIOĞLU



Saddam'ı yıllarca beslediler, büyüttüler; kellesini de 'onlar' aldı!
İyi güzel de; halk ne halde, ülke ne halde bir bakın be aklı evvel tayfası!..
Afganistan ortada, taliban kafasını beslediler, büyüttüler; şimdi sözde halkı onlardan koruma peşindeler! Yerseniz..
Hüsnü Mübarek, 'o'nu besleyip büyüten ABD’ye başkaldırdı, sonu aynı oldu!..
İyi güzel de; halk ne halde, ülke ne halde bir bakın be aklı evvel tayfası!..
Şimdi Tayyip’in kellesini istiyorlar.. İyi, güzel; ben dünden razıyım, acırsam namerdim!
İyi de, sonrasının karanlık olduğunu görmüyor musun? Kirli ittifak toplumun tüm kesimlerine sirayet etme peşinde; ihanete, hepimizi ortak kılma peşinde!..
Kendi planımız, kendi organizasyonumuz değil bu; başkalarının planında 'şak-şakçı kılındığının farkında değil misin!..
Üç-beş leş kargasını avlamak için tüm bir 'Çınar’ın yakıldığının farkında değil misin!
Avcının asıl hedefinin, 'sen' olduğunun farkında değil misin!
Tayyip’i; ne sen, ne ben, ne CHP, ne MHP ne de diğerleri değil; yıllardır onu 'piyon' gibi kullananlar götürüyor, -buna kimsenin itirazı yok- iyi de, sonrası için 'milli' bir planın var mı!
Farkında değil misin; Tayyip efendi bir çıkar çatışması sonucu 'dershaneleri' yasaklamaktan bahsetti.. Ve sen de; birden bire, kapitalist düzene hizmet eden 'dershane' sistemini savundun, daha doğrusu savunmak durumunda bırakıldın! Bunu sana kim yaptırdı biliyor musun!
Kendinden sandığın zihniyet!
Şimdi o aynı zihniyet, ABD planı neticesinde gözden çıkarılan Tayyip’in harcanması karşılığında seksen yıllık ihanetine kaldığı yerden devam etmek istiyor ve seni de yanında istiyor..
Yani bu plan senin lehine bir plan değil; şimdi bana 'iyi de kardeşim ne yapalım Tayyip’i mi savunalım' diye sorarsın diye cevap veriyorum; 'hayır, Tayyip’i savunma, hatta sonunu daha da ağır kılacak ne varsa elinden geleni ardına koyma'.. Ancak gerisini de iyi düşün.. Yeni oyuna hazırlıklı ol!
Kısacası 'farkında ol'..
İhanet yanı-başımıza değin sızmış durumda; her şeyin derin analizini yapan sözde Atatürkçü sayfa ve site ve gazetelerin, neden bu planın arkasında yatan 'karanlığı' deşifre etmediğini iyi anla..
Sen Tayyip gidiyor sanırken, altından memleket kayıyor; bu ‘sevinç yumağı’ durumlar size de tuhaf gelmiyor mu?
Atatürkçülük; akıl, izan.. ve stratejik olmayı gerektirir; düşmanın planlarında 'şak-şak'çılığı değil; bu sebepten kimleri okuduğunuza, kimleri bir yerlere getirdiğinize dikkat edin..
Azıcık okuyun, okuma güçlüğü çekenlere de anlatın; onları iteleyip kakalamayın! Sonra sizi de birileri itelerse, feleğiniz şaşar; o yüz bin 'Euro’ lük sandalına kavuşan çocuk gibi 'anlayamazsınız neler olup bittiğini..
İhanet kol gezerken, herkesin mutlu-mutlu gülümsüyor olması, size de tuhaf gelmiyor mu?..
Artık aklı başında olan herkes çok iyi biliyor ki; Tayyip’i getirenler, götürmek istemekteler, bizce sakıncası yok.. Ama bunu 'bize' olabildiğince zarar vererek yapmak istemektedirler!
Kısacası; 'kürdistan'ın ilanına herkesi ortak etmek istemektedirler; diğerlerini işin içine katma telaşları bundandır!
'Devlet'in 'acz' içinde gösterilme çabaları bundandır; çünkü tüm mekanizmalar çok önceden yok edildi; şimdi bu kaçınılmaz sonu ilan ederek, 'halkta' bıkkınlık, 'idare edilebilir bir öfke' ve suni kalkışmalar yaratarak.. ve idare ederek.. hükumet karşıtlığını 'Devlet' düşmanlığıyla harmanlayıp sokakları kan gölüne çevirmek..
Nihai hedef budur! Planın ardında yatan gerçek; bölünme sürecini oldu-bittilere getirmek ve çaresiz bırakılmış halka dayatmaktır!
O çok Atatürkçü bazıları nedense bunları dile getirmiyor, sizce de tuhaf değil mi?.
Biz şurada aramızda konuşuyoruz sadece...
Cem Yağcıoğlu 29-03-2104

İTİRAFNAME-İÇİMİZDEKİ AMERİKALILAR



İçimizdeki Amerikalı kovboylar, kötü bir western filmi oynatmaya niyetlenmişler. Suriye’ye savaş açabilmek için senaryo yazıyorlar. Erdoğan’ın Fidan’ı, ters L Paşanın Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Düşişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu bir araya gelmiş, 11 Eylül keriz kuleler filmini Türkiye’ye nasıl seyrettiririz diye senaryo yazıyor.

Hakan Fidan;

“-Şimdi bakın bakın komutanım şimdi biz gerekçeyse gerekçeyi, ben öbür tarafa 4 tane adam gönderirim, 8 tane boş alana füze de attırırım. Problem değil o! Gerekçe üretilir. Olay böyle bir iradenin ortaya konması. Biz savaş iradesi ortaya koyuyoruz, her zaman yaptığımız şeyi, akıl yürütme hatasına düşüyoruz. Gerekirse oraya da (Süleyman Şah Türbesi) bir saldırı düzenleriz, oraya da, oraya da biz saldırtırız . “ Diyor.

Planın içeriğine hiç şaşırmadım. Hakan Fidan’ın yönetimindeki MİT elemanlarının KCK yapılanması içinde molotof attığı ortaya çıkmamış mıydı? Çıkmıştı. Atılan o molotof kokteyllerinden kim zarar gördü biliyor muyuz? Bilmiyoruz.

(Düş)işleri Bakanlığı'ndan "sızıntı" ile ilgili yapılan açıklamada, "Çok gizli mahiyetteki toplantının izlenerek görüşmelerin servis edilmesi Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik alçakça saldırı, casusluk faaliyeti ve ağır suçtur. Bunu yapan ihanet şebekeleri devletimizin ve milletimizin düşmanlarıdır. Failleri ortaya çıkartılacaktır" deniyor.

Aynaya bak Devit-oğlu. O aynada faillerden birini göreceksin. Sonra git başbakanını gör, baş faile ulaşmış olacaksın. Sonra git, yeni İçişleri Bakanı Efkan Ala’yı öp. “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı” kurulduktan sonra Türkiye’yi BBG evine çeviren Gizli Karargah “resmi” hale gelmiş mi? Kamu Güvenliği Müsteşarlığında çalışan yabancı sayısı nedir?

2005 yılında MGK’nın psikolojik harekât birimi lağvedildi. Devletin psikolojik harekât yeteneğini yok eden ahmakların, yabancı istihbaratların psikolojik harekatından şikayet etme hakkı yoktur.

Türk Telekom’u görünüşte Arap’a, gerçekte İngiliz’e sattınız. 2007 yılında Türk Telekom Genel Müdürlüğünde yedi İngiliz ajanı olduğu yazıldı. Tespit edilen üç İngiliz ajanının sınır dışı edildiği basına yansıdı. Telsim’i Yunanistan’ı dinleyen ve dinlemeleri Amerikan Konsolosluğuna yönlendiren İngiliz şirketi Vodafon’a sattınız. CİA ajanlarını ülkeye yerleştirdiniz. Amerika’nın kepçe kulaklarını Ankara Gölbaşı’na yerleştirdiniz.

İhanet şebekelerinden hesap soracaklarmış?

Aklınca Fetullah’ın ekibini suçluyor.

Bir zamanlar her derde deva Ergenekon vardı. Karınları ağrısa, “Ergenekoncular” yaptı diyorlardı. Şimdi yeni moda, her derde deva Fetullahçılar…

Fetullahçı kadroların ihaneti Ergenekon ve Balyoz davaları ile zaten ortaya çıktı. Bu saatten sonra “biz hizmet hareketiyiz” deseler de, ağızları ile kuş tutsalar da, CİA ile iş tutup bu milletin milli unsurlarıyla ordusuna kurduğu alçak tuzak asla unutulmayacaktır. Bu notumuzu düşerken, asıl gerçeği karartmanıza izin vermeyeceğiz.

Suriye’ye “izin kağıdı olmaksızın” gönderilen MİT tırları ile başlayan süreç AKP’ye değil, AKP’nin insanlık suçları üzerinden Türkiye’yi mahkum etmek için yapılmış operasyonlardır. Kamu güvenliği Müsteşarlığı kurulduktan sonra Türkiye’nin psikolojik harekât planlarını “yerli-yabancı” karışımı gayri milli unsurlara teslim ettiklerinde güvenlik zafiyetinin ortaya çıkacağı açıktı.

Uyuşturucu tüccarı Hikmetyar’ın dizinin dibinden kalkıp devlet yönetmeye kalkanların düştüğü hazin son. Akılları ancak Türkiye’yi Afganistan’a çevirmeye yetti. Ortada ne devlet kaldı, ne ciddiyet.

Yarın gerçek bir savaş riski ortaya çıkarsa, bütün planlar muhatabın eline geçecek demektir.

2007 Yılından beri;

“AKP Türkiye için bir güvenlik sorunudur” diye yazıyorum. Bu hakikati görmemek için kör olmak lazımdı.

Erdoğan başbakan olduğunu, ülkeyi istediği gibi yönettiğini sanıyordu. Etrafını çeviren etki ajanlarının oyuncağı haline geldiğini anlayacağı gün uzak değildir. Kibrini, hırsını, kinini besleyip alkışlayanların aynı zamanda celladı olduğunu anlaması yakındır.

Kuraldır: İnsanı mezara en yakınları koyar.

Şer Koalisyonu Dile Geldi… İtirafname

Erdoğan ve Fetullah çetesi birbirlerini suçlarken farkında olmadan Türk Milletine kurdukları tuzağı da itiraf ediyor. Türk Ordusu mensuplarına “cami bombalayacaklardı” diyerek tuzak kuranlar, kendi ülkesine füze atmayı, Süleyman Şah Türbesine saldırı düzenlemeyi planlıyor. İlahi adalet.

Kötülük lastik bir toptur, sahibine geri döner.

Savcı Öz twit atmış. “Hain bir el füze atacak kendi vatan evlatlarımız kendi füzemizle şehit olacak arada gariban vatandaşlarımız da ölecek. Allah tuzak kuranları bilir.” Diyor.

Kendi kurduğu tuzakları, mezara yolladığı insanları çabuk unutmuş. Kıyamet işte budur. Çünkü İslam inancında kıyamet günü elimizin-dilimizin aleyhimizde şahitlik yapacağı söylenir. Öz’ün kıyameti kopmuş, kendi aleyhinde şahitlik yapıyor.

AK Çete Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında ne söyledilerse şimdi tamamı ile zıddını söylüyor. Biz işlenen hukuk cinayetlerini ve yandaş medyanın düzenlediği linç ayinlerini o gün nasıl eleştirmişsek, aynı cümlelerle bugün kendilerini savunmak zorunda kalmaları mazlumun intikamı değil de nedir?

AKP’nin yaptığı kirli ortaklık bütün sistemi felç etmiştir. Ülkede güvenlik açığı, güvenlik zafiyeti korkutucu bir boyuta gelmiştir.

Gırtlağına kadar çamura batmış Erdoğan’ı 11 Eylül ikiz kuleler projesiyle kurtaramazsınız. Çünkü ülkenin yönetimi elinizden çıktı. Bu durumu siz de biliyorsunuz ama söyleyemiyorsunuz. Söyleyemediğiniz için sadece piyon olan Fetullahçı çeteyi dilinize doluyorsunuz.

ESAD; "Türk halkı isterse Süleyman Şah Türbesi'ni, MİT'e karşı koruyabiliriz"... diyor.

Türk halkına düşmanımız ortak diye mesaj yolluyor.

Erdoğan Şam’a girip Emevi Camiinde namaz kılacağını söylemişti. Kılamadı. Bu gidişe Esad Erdoğan’ın cenaze namazını kılacak gibi görünüyor.

Kendisi siyasi bir mefta oldu ama durumunu hala kavrayamıyor.

Zahide Uçar
Cumartesi, 29 Mart 2014 02:16
zahide@zahideuçar.com