RTE ye
Cumhurbaşkanlığını altın tepsi ile sunma operasyonun da enstrüman olarak
kullanılan Ekmelleddin kamburundan kurtulmak, yükselen tepkinin “gazını almak”
amacıyla yapılan CHP 18. Olağanüstü kurultayı sona erdi.
Yangından mal
kaçırırcasına yapılan ve sonucu başından belli olan Kurultaya Kemal
Kılıçdaroğlu'nun “YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTINDA TÜRKİYENİN KOYDUĞU ÇEKİNCELERİ KALDIRMA” sözü vermesi damgasını vurdu.
Peki,
nedir bu “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”?
Bunu
anlayabilmek için, Yerel Yönetimler Özerklik şartının” alt yapısını, hukuksal
dayanağını oluşturan, Türk halkının “İKİZ YASALAR” olarak adlandırdığı “Ekonomik,
Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi” Birleşmiş
Milletler tarafından 16 Aralık 1966 da kabul edilerek 3 Ocak 1976 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. “Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası
Sözleşmesi” ise yine BM hazırlanıp, kabul edilmiş ve 23 Mart 1976’da yürürlüğe girmiştir.
37 yıldır
TBMM’nin reddettiği bu sözleşmeler 4 Haziran 2003 tarihinde AKP ve CHP’nin
oylarıyla al el-acele Meclis’ten geçirilmiş, tüm karşı koyuşlara karşın,
dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanarak yürürlüğe
girmiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin temellerine yerleştirilen dinamitler olarak tarihe geçecek olan
bu sözleşmeler, Sevr antlaşmasının TBMM
eliyle hortlatılmasıdır. Ayrılıkçı, bölücü, mezhepçi, tarikatçı faaliyetler
meşrulaştırılmış, bu faaliyetlerin yasal
dayanağı oluşturulmuştur.
Bilindiği
üzere TC Anayasasına göre TBMM tarafından onaylanan uluslararası sözleşmeler İç
hukukun üzerinde yer alır. Bunun anlamı, bu yasalardan doğacak mağduriyet ve
zararlara karşı TC sınırları içinde hiçbir mahkemede dava açılamaz.
Peki,
bu yasaların oluşturduğu tehditler nedir?
Adı
geçen her iki sözleşmenin 1. maddesinde yer alan,
A. Bütün
halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar
kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve
siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
B. Bütün halklar, ........, doğal kaynakları ve
zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir
halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.
C. ...... Bu sözleşmeye taraf bütün devletler,
kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve
Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir. Denmektedir.
Hemen hatırlatalım. Amerikan
Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nden bu yana gerçekleşen burjuvacı demokratik
devrimler, ulusal kurtuluş savaşları ve sosyalist devrimlerin temel bir ilkesi,
“ulusların
kendi kaderini belirleme hakkı” idi.
Ne var ki bu ilke 21. yüzyılın başında emperyalizmin kurnaz mimarlarınca
tersine çevrildi ve “Ulus” sözcüğünün yerine “halk” sözcüğü kondu. Uluslara değil
halklara vurgu yapıldı ve şimdi de “azınlıklar” deniliyor. Böylece bir ulus
devlette birden fazla halktan söz etmek, dolayısıyla birden fazla devlet kurma
iradesinden söz etmek mümkün hale geldi.
Buradaki amaç,
üniter-ulus yapılı devletlerdeki “mikro milliyetçilik, etnik, mezhepsel
ayrılıklar” körüklenecek, 200 kadar olan devlet sayısının her anlamda güçsüz
5000 devletçiğe çıkarılarak, sömürüye itiraz edemeyecek, işgale karşı
savunmasız bir “dünya kentler federasyonu” kurulmasıdır.
Ulus/üniter
devlet yapısı içinde yüzlerce yıldır birlikte yaşayan “halkların” “kendi siyasal statülerini serbestçe tayin” edebileceklerine ilişkin
“İkiz yasalar” nasıl uygulanacaktı?
İşte ulusları etnik, dinsel, mezhepler temelinde tamamen ayrıştırmaya
yönelik, yerelleşmeyi güçlendirip, ulus/üniter devletletlerin merkezî yapısını
çözmeyi amaçlayan“Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” “İkiz yasalar”ın uygulamaya ilişkin ortaya çıkması olası sorunların nasıl
çözümleneceğine ilişkin düzenlemeleri içermektedir.
Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler
Özerklik Şartı’nı 1988 yılında imzaladı. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı
Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu 1991 yılında (Bazı maddelerine çekinceler
konularak) TBMM tarafından onaylandı.
“Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı”nın 3. maddesinde de “Özerk Yerel Yönetim Kavramı”
şöyle tanımlanıyor:
“Özerk yerel
yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde,
kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel
nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme hakkı ve imkânı anlamı
taşır”.
“Yerel makamlara
verilen (bu) yetkiler, normal olarak tam ve münhasırdır” (Md. 4/4). Anlaşmayı
imzalayan devletler, “yerel yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını
anayasa ya da kanun ile belirlemek” zorundadırlar (Md. 4/1).
Anlaşmaya
göre; “yerel yönetimlerin coğrafi sınırlarını da ilgili devlet dilediği gibi
belirleyemez. Bunun için o bölgede yaşayan yerel topluluklara danışmak
zorundadır (Md.5).”
Anlaşmada “özerk yerel yönetimler”in ekonomik
altyapısı da unutulmamış: “Yerel makamlara kendi yetkileri dâhilinde
serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacak”!
Sözleşmenin
diğer maddeleri; “Yerel yönetimlerin kendilerini alâkadar eden konularda ve karar
süreçlerinde dikkate alınmasını, yerel yönetimlerin iç örgütlenmelerinin
kendileri tarafından belirlenmesini, mali kaynak sağlanırken yerel yönetimlere
önceden danışılmasını, onlara tanınmış yetkileri serbestçe savunabilmek için
yargı yoluna başvurabilmelerini” içermektedir.
Şimdi
anımsayalım; “İkiz yasalar”ın 1. Maddesi ne diyordu. “Bütün halklar kendi kaderlerini
tayin hakkına sahiptir.”
“Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” ne diyor? “Özerk
yerel yönetim kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında
ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme hakkı ve imkânı
anlamı taşır”
CHP Genel Başkanının BOP eş başkanı ile
birlikte “YENİ ANAYASA” diye yırtınmasının, “açılım” adı altında ülkenin
parçalanmasının önündeki taşları temizlemesinin altında ise Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 4. Maddesi yatmaktadır. Buna göre; “Anlaşmayı imzalayan devletler, yerel
yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını ANAYASA YA DA KANUN ile
belirlemek zorundadırlar (Md. 4/1).
Türkiye’nin “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler
Özerklik Şartı”na koyduğu şerhi kaldırması demek;
“Yerel makamların kendi iç idari örgütlenmelerini, kendilerinin kararlaştırabilmelerini, yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenlemeler yapabilmelerini”,
“Yerel makamların kendi iç idari örgütlenmelerini, kendilerinin kararlaştırabilmelerini, yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenlemeler yapabilmelerini”,
“Yerel makamlara yapılan hibelerin
belli projelerin finansmanına tahsis edilme koşulu taşıyabilmesini”,
“Yerel yönetimlerin kendi yetkilerini
serbestçe kullanabilmek için özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması
amacıyla yargı yoluna başvurma hakkına sahip olabilmesini” kabul etmesi ve buna
uygun bir “Anayasal düzenleme” yapması demek.
Tüm bunlara ''Bölge
kalkınma ajansları sayesinde, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve buna bağlı
olarak özerk bölgeler oluşturulması,''
“Büyükşehir Yasası” ile
fiilen çizilen “eyalet”
haritası da eklendiğinde, Türkiye’nin AKP ve ''Türk kimliği ırkçıdır”
diyen TESEV üyesi Kemal Kılıçdaroğlu tarafından adım adım nasıl uçuruma
sürüklendiğinin, küresel haydutlarca tek bir kurşun bile atmadan nasıl ele
geçirildiğinin fotoğrafı net olarak ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde artık Emperyalizm, kendi askeri ve silahları ile saldırmıyor.
İşgal etmek istediği ülkelerde içeriden “Fulbright Bursları, AB fonları, Soros
vakıfları(TESEV gibi) aracılığı ile
yandaşlar devşiriyor. O ülkenin ulusal değerleri üzerinde yanlış/yalan
bilgileri devşirdiği adamları aracılığı ile millete yayıyor. Ulusun ortak aklı denen, toplumsal hafızaya
kirli bilgiler girdikçe, ulusun yurttaşları
arasında kavram kargaşası, etnik,
dinsel, mezhepsel kavga alanları yaratılıyor. Böylece toplumsal bunalım, karmaşa, ayrışma,
çözülme süreci oluşturuluyor. Yaratılan bu ortam, emperyalizmin rahatlıkla at
koşturacağı verimli alanlardır. Bir tane asker sokmadan, bir tane kurşun
atmadan, hedef ülkenin beyinleri
devşirilmiş kendi yurttaşları aracılığı ile hedeflerine ulaşmaktadırlar.
Türkiye
Cumhuriyeti Atatürk’ün Partisini ele geçiren bir avuç devşirmenin yadsınamaz
katkı ve desteği ile “Atatürk
Türkiye si” olmaktan çıkartılıyor. Giderek artan bir hızla kendine
yabancılaştırılıyor.
Uyanık olmak,
Atatürk Türkiye’sine sahip çıkmak her Türk Yurttaşının namus ve onur görevidir..
13.09.2014
Mahmut
ÖZYÜREK