"Biz, sadece hukuki olduğumuzu göstermek için onları istifaya davet ediyoruz; yoksa Bülent ARINÇ gibi ahmak olmadığımızdan asla istifa etmeyeceklerini zaten biliyoruz…"
Amerika Dışişleri Bakanı olan Condoleezza RICE, 7 Ağustos 2003
tarihinde Amerika Ulusal Güvenlik Danışmanıyken Washington Post gazetesinde
yayınlanan makalesinde, içlerinde Türkiye’nin de olduğu 23 ülkenin,
anayasalarının ve sınırlarının değiştirileceğini yazdıydı. BOP denilen bu
uygulamada, Afganistan işgal edildi, Irak ve Libya bölündü; Suriye
karıştırıldı. Ülkemizdeki eşbaşkanlarına da açılım ve terörle müzakereler
yaptırdılar. Akil insanları, Oslo görüşmelerini hatırlayın; Kandil-İmralı
hattında yapılan kuryelikleri hatırlayın. Sanki sömürgeciliğin kiralık
tetikçisi ve bebek katili değilmiş gibi ÖCALAN’dan medet umanları hatırlayın. Kamuoyuna
psikolojik operasyon yapmak için, gençliğinde namaz kılan, dindar ÖCALAN
portresi bile çizmeye çalışan ahmaklar çıktı. Her yıl, Türk’ün bahar
bayramı nevruzda, paçavralarıyla meydanlara doluşturulan binlerce bölücüye,
kurtarıcıymış gibi güya ÖCALAN’a ait olan CIA’nın hezeyanları meydanlardan
duyuruldu.
Tüm bunlar, BOP’un ayrıntıdaki parçalarıdır ve BOP 23 ülkeyi
kapsayan genişlikte, uzun süreli bir uygulama olduğundan tamamlanması da yıllar
alacaktır. Bazılarının çıkardığı söylentilerin aksine BOP, uygulamadan hiçbir
zaman kaldırılmadı ve kaldırılmaz; sadece bazen sömürgeciliğin istediği yönde
hızlı gelişmeler olurken bazen de yavaşlamalar olmuştur. Uygulamada,
yavaşlama veya duraklama görüldüğünde, strateji ve kullanılan saha elemanı değişikliklerine
gidilerek proje sonuç alınacak şekilde uygulamaya devam edilir. Tarihte,
dış politikada yepyeni bir proje geliştirmek ender görüldüğü gibi; geliştirilen
projelerin, tamamen uygulamadan kaldırıldığına da rastlanmaz.
Yani; genelde alt yapısı oluşturulan, elde bilgisi biriktirilen ve
sahaya elemanları yığılan projelerin içerikleri düzeltilir ve istenilen sonuç
alınacak şekilde gerçekleştirilmeye çalışılır. Devletlerin politikalarında
devamlılık söz konusu olduğundan 50-70 yıl gibi zamanlar, devletler için birkaç
ay gibidir. 15 Temmuz 2016 akşamında olanları da bununla ilişkili
değerlendirmek gerekiyor…
Daha önceki bir yazımızda: “Anayasa hukukuna göre yeni
anayasa, işgal veya uzun süre iç karışıklıklar gibi anayasanın ortadan
kaldırıldığı ve anayasaya göre hareket edip bu suçları yargılayacak kurumların
yıkıldığı ortamlarda yapılır. Böyle ortamlarda, yeni anayasayı yapacak Kurucu
Meclis üyeleri önce halk tarafından seçilir; daha sonra halk tarafından seçilen
Kurucu Meclis üyelerinin yazdığı anayasa halk oylamasına sunulur ve % 67 ve
üzerinde evet oyu alırsa kabul edilir. Anayasa hukukunda Kurucu Meclise, Asli
Kurucu İktidar da denir. Kurucu Meclisten sonra var olan Anayasa’yla oluşan
meclise ise Tali İktidar denir ve böyle meclislerin yeni anayasa yapma
yetkileri kesinlikle yoktur; sadece var olan Anayasa’ya göre değişiklikler
yapabilirler. Dolayısıyla; günümüzde ve gelecekte TBMM Tali İktidar olduğundan,
çalışma yöntemlerini, görev ve yetki alanlarını düzenleyen ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ni var eden Anayasa’ya göre hareket etmek zorundadır. Tali
İktidar, bizzat kendisini var eden Anayasa tarafından düzenlendiğine göre, bu
iktidarın yine Anayasa tarafından sınırlandırılması her zaman geçerlidir. Tüm
anayasalara bakıldığında, anayasaların, tali iktidarlara pek çok içerik, şekil
ve zaman yönünden sınırlar belirledikleri görülür. Bu gerçeklerden anlaşılıyor
ki, her yeni anayasa, hukuki devamlılığın ürünü değil kesinti sonrası
başlangıçtır; çünkü hiçbir anayasada, kendisinin ortadan kaldırılıp kendinden
sonra yeni anayasanın nasıl yapılacağı düzenlenmez…” dediydik.
Yani tümden
yeni bir anayasanın yapılabilmesi için, işgal, iç karışıklık veya darbeden biri
gerekiyordu; sömürgecilik de darbeyi yaptırdı. Çünkü sömürgecilik, yaptığı çok yönlü olasılık ve stratejik
değerlendirmeler sonucunda, bu darbe kalkışmasıyla ya ordunun bölüneceğini ve
iç dış güvenlikten sorumlu kurumların birbirleriyle uzun süreli çatışacağını ya
da kurumların birlik olup darbeci cuntayı bastıracağını varsaydı. Ancak hangisi
olursa olsun, sonuçta kesinlikle kendi işine yarayacağını biliyordu ve bundan
emindi. Kullandıkları icracı saha elemanlarını ise harcadılar…
1938′den sonra, ülkemizde, siyasi, askeri, iktisadi, hiçbir şey,
sömürgeciliğe rağmen yapılmamıştır; aksine hep sömürgecilere danışılarak ve
onayları alınarak yapılmıştır. Sömürgeciler, hiçbir işini tabana rağmen yapmaz;
sömürgecilik, önce kitleyi istediği yöne yönlendirir sonra da sanki kitlenin
yararınaymış gibi sömürgeci isteklerini tabana yaptırır. Bu nedenle, 15 Temmuz 2016 akşamındaki darbe, cuntacılar açısından
başarılı olsaydı, sömürgecilik için başarısız olacaktı çünkü darbecilerin
arkasında kitle desteği yoktu; bundan dolayı, sömürgecilik bunu başarısız olsun
diye kurguladı.
Evet, sömürgecilik bir tür başkanlığı
andıran, otoriterleşmenin arttığı tekelci bir yönetim istiyor ancak bunu
kitleye rağmen değil; kitlenin desteklediği ekiple yapmak istiyor. Sömürgecilik başkanlık istiyor, çünkü 80 milyonluk
bir ülkede, herkesi tek tek ikna etmek onlara zor geliyor ve bu onlar için
zaman kaybına yol açıyor. Sömürgecilik başkanlık istiyor, çünkü başkanlık
olsaydı milli bürokrasi ağırdan almayacak, başkanla Suriye’ye girecek, hem
Suriye’yi hem de Türkiye’yi aynı anda bölecekti. Sömürgecilik başkanlık
istiyor, çünkü başkanlık olsaydı, milli bürokrasi olmayacak ve böylece bölücü
terör örgütü PKK’ya karşı harekât yapılmayacaktı. Daha
sayamayacağımız pek çok nedenlerle, sömürgeciler, yetkileri geniş, ülkenin
hukuk düzeni tarafından denetlenmeyen bir başkan istiyorlar ve böylece 80 milyonluk
bir kitleyi onun aracılığıyla ellerinin altında tutacaklar.
AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda, bir AKP’linin yazdığı gibi: “Son
iki yüzyıl içinde ilk defa iç dinamikler ile dış dinamikler örtüşmektedir.”
Burada, AKP’linin iç dinamikler dediği,
AKP’liler; dış dinamikler dediği ise sömürgeciliktir.
Aylardır batı medyasında yayınlanan darbe yazılarına ve göstermelik
kavgalara siz bakmayın. Bir yandan Suriyeli muhalif denilen teröristleri Eğit
Donat anlaşmalarıyla Suriye AKP’yle karıştırılırken diğer yandan AKP’yle
göstermelik kavgalar ediliyor ve batı medyasında birkaç aydır darbe yazıları
yayınlanıyordu ki bu iş anlaşılmasın.
Aylar önce batı medyasında yayınlanan yazılardan birinin çevirisini
okurken şöyle düşündüm: “Hayır! Genelkurmay
milliyse asla darbe yapmamalı. Adnan MENDERES olayından sonra yaşananları
gördük. Bu AKP anlayışına 100 yıl daha bitmeyecek mağdur masalları yaratarak
bizzat AKP’nin rezil ve sefil anlayışını kurtarmak ve yaşatmak demektir. 27
Nisan 2007 tarihindeki e-mıhtıra danışıklı dövüşündeki gibi, aha bize darbe
yapıyorlar, mağduruz ve buna direnerek kahramanız masallarıyla duygusal
kitlelerin kafalarını biraz daha karıştıracaklar. AKP’nin gerçekleştirdiği
bozgun ve yıkım, tüm millet tarafından anlaşılmalı ve milli irade gerekeni
hukuk çerçevesi içinde demokratik yollardan yapmalı…”
Ayrıca, durup dururken açık kaynaklarda darbe olasılığı
yazılıyorken kurumların böyle bir kalkışmadan habersiz olabilecekleri
düşünülemez. Darbe gibi geniş katılım, yığınak; karşı eylemler düşünülerek
bunları etkisiz hale getirecek karşı önlemler gibi çok yönlü stratejik bir
uygulama hazırlığı yıllar gerektirir. Böyle bir hazırlığın, ilgili istihbarat
birimleri tarafından, dış basından önce haber alınması gerekir. Böyle bir imkân
yoksa bu ülkemiz için acizlik göstergesidir. Hadi diyelim ki söylendiği gibi
MİT bunu darbe günü saat 16’da haber almış olsun; acil bir dış saldırı kadar
önemli bir bilgiyi, anında başbakan ve cumhurbaşkanına neden vermiyor?
İstihbarat alındıktan sonra, saat 18’de genelkurmayda yapıldığı söylenen
toplantıya, deniz ve hava kuvvetleri komutanları neden çağırılmıyor? Güya geç
haber alınan darbeye karşı yapılacaklara dair, hava ve deniz kuvvetleri
komutanını çağırmadan nasıl toplantı yapılıyor? Sömürgecilikle işbirliği içinde
askeri[1] ve siyasi[2] ortak bir harekât mı yürütüldü de, dışarıdan soru
sorulduğunda, herkes kendini kurtaracak ifadeyi verdiğinden yalanları
birbirleriyle uyuşmuyor? Cumhurbaşkanı, dış basına yaptığı açıklamaların
birinde darbeyi eniştesinden öğrendiğini söyledi. Bu enişte, hangi enişte?
Bir eniştenin enerji bakanı olduğunu biliyoruz. Yoksa bundan sonra başkanlık
adı altında kurulacak aile saltanatlığında, görümce genelkurmay başkanı, elti
istihbarat başkanları mı göreceğiz?
Gelelim darbe kavramına ve sonrasında yapılan bazı icraatlara. Darbe
nedir? Darbe anayasayı ortadan kaldırmaktır;
dolayısıyla darbeciler anayasayı ortadan kaldırma suçundan yargılanacaklar.
Ancak anayasa ne derse desin diyen düşük profilli başbakan, bu anayasayı
tanımıyorum diyen içişleri bakanı ve sevsinler sizin anayasanızı, anayasa
vesayetin son kalesidir ve biz o anayasayı parça pinçik edeceğiz diyenler de
darbecilikten yargılanacaklar mı?
15 Temmuz 2016 akşamından sonra hemen birileri fırsattan
yararlanmak ve Türkiye’yi ordusuz bırakmak için, askeri okulların kapatılması
gerektiğini yaymaya başladılar; birkaç gün içinde de buna dair Kanun Hükmünde
Kararname yayınlandı.
Öncelikle belirtelim ki,
darbe, silahın kural dışı kullanılmasıdır. Siz, eğitimi veya hukuku
değiştirerek darbeyi önleyemezsiniz. Darbeyi önlemenin tek yolu, herkesin
anayasaya uymasıdır. Çünkü birileri hukuk dışına çıkarsa, herkes hukuk dışına
çıkar. O nedenle darbeden sorumlu ve suçlu, anayasayı ilk ihlal edenlerdir.
Hem darbe gerekçesiyle illa bi yerler kapatılacaksa, darbeleri sevk ve idare
eden Amerika elçiliği ile Amerika üsleri kapatılsın;
NATO’dan çıkılsın. Bir yandan bohçacı çingeneler gibi şehir
merkezlerindeki kışlaları kapatacağız derken, diğer yandan şehrin göbeğine
topçu kışlası yapacağız inatlaşması neyin nesi oluyor? Aslında yapılacaklar,
sömürgecilik tarafından önceden hazırlanıp içeride kullandıkları özel
görevlilerinin ellerine tutuşturulmuştu.[3]
Daha önce GES’in (Genelkurmay Elektronik Sistemleri) Genelkurmaydan
alınıp MİT’e verilerek ordunun istihbaratı yok edilirken; şimdi de sahil
güvenlik ve jandarmanın tümden Genelkurmaydan koparılması ordunun iç güvenliğe
yönelik gözünü çıkarmak ve kollarını bağlamaktır. Tüm
bu olanlardan anlaşılıyor ki, ülkemizin güvenlik ve savunma zaafını
amaçlayanlar çok iyi çalışıyorlar…
Sömürgeciliğin ülkemizde öttürdüğü zurnaların, sivil veya
profesyonel ordu zırvalıklarıyla milletimize kabul ettirmeye çalışacakları en
küçük bir değişiklik; orduda sadece hiyerarşik yönetim disiplinini bozmakla
kalmaz, aynı zamanda atamaları, eğitimi siyasileştirir ve kaliteyi düşürür.
Geçtiğimiz yıllarda vicdanı ret ve bedelli askerliğin ülkemizde tartışılmaya
yeltenilmesi de bu konu içindedir.
AKP döneminde, din ve yargı siyasileştirilerek her ikisinin de
etkisi ve saygınlığı yok edildi; orduya da bunu mu yapmak istiyorlar. Bir fizikçinin iyi fizikçi olup olmadığına en iyi fizik
otoriteleri karar verebilir. Bu durum, matematik, yazılım, tıp ve diğer tüm
uzmanlık alanları için geçerlidir. Dolayısıyla, harp
akademilerinde kurmaylık eğitimi alan bir askeri öğrencinin, iyi bir general
adayı olup olamayacağını ancak ve ancak askerlik işinin ehli, yetkin askerler
bilir. Bu okulların kapatılmasına dair gösterilen bir başka gerekçe de sızma girişimleriymiş. Okullar sivilleşirse
sızma girişimi olmayacak mı? İçişleri bakanlığına sızdılar, polisi, mülki
amirlikleri ele geçirdiler; içişleri bakanlığı kapatılacak mı? Yargıya
sızdılar, yargı kapatılacak mı? MİT’e sızdılar, MİT kapatılacak mı? Siyasete
sızdılar, siyaset kapatılacak mı? YÖK’e, eğitim bakanlığına sızdılar; eğitim
bakanlığı kapatılacak mı? Genelkurmayı, yargısı, istihbaratı, bakanlıkları,
siyaset kurumu olmayan ve hepsi birbirine karıştırılan bir devlet olabilir mi?
Bu ne akıl dışılık,
rezillik, kepazelik, sefillik; yoksa tüm bunlar bile bile kasıtlı mı yapılıyor?
Sızma girişimi, her zaman, her yerde vardır ve olacaktır. Bunu
önlemenin yolu bu değildir. Orduya sızdığı söylenen darbecilerin ordudan ihraç
edilmesine, zamanında kimler şerh koydu. Tüm bu soruların cevapları açıktır ve
bilinmektedir. Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığına bağlanmasını önermek de
yanlıştır. Bu ordunun siyasileşmesini ve asıl görevini yapamaz hale gelmesini
sağlar…
Ülkemizde yapılan yanlışlardan biri de, olayların geçmişe dönük
uzun süre değerlendirilmesi ve toplumun geçmişte kalan ve artık işe yaramayan
bazı gerçeklerle oyalanmasıdır. Tam bu anda, geçmişteki mağdurlar, ben size
dememiş miydim şeklinde ağlaştırılırken ellerini ovuşturan fırsatçılar,
işlerini görmekte ve yapacakları yanlışları, geçmişte mağdur ettikleriyle topluma
kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Geçmişte mağdur edilenler, buna dikkat
etmeli; cemaatçi darbecilerin geçmişteki suç
ortaklarının tuzaklarına düşmemeye özen göstermelidirler. Çok yaşamsal bir dönemden geçerken, dramaya hiç
gerek yok. Geçmişte mağdur edilenler bilmeliler ki, cemaatçi darbecilerin
geçmişteki suç ortaklarının birşey öğrenmeye, düzelmeye niyetleri yok; bunlar,
kasıtlılar ve yeni suçlarında kullanabilecekleri yeni suç ortağı
aramaktadırlar.
Hem, 15 Temmuz 2016
darbesinden önce, 24 saat Türkiye öyle mi bölünsün böyle mi bölünsün
tartışmasını yapan siyasiler ve medya, nasıl oldu da birden bire milli
oluverdi. Anlayacağınız, bu siyasilerin ve medyanın, sizden alabilecekleri
birşey yoksa, sizin adınızı bile hatırlamazlar ve bir an bile dönüp yüzünüze
bakmazlar.
15 Temmuz 2016 darbesinden sonra görüyoruz ki, siyasi muhalefet de bilerek veya bilmeyerek bu ağlaştırma
tuzağına düştü. Darbeciler,
meclisi bombalayarak parlamenter sistemi hedef aldıklarını gösterdiklerinden;
darbecilere karşı siyasi muhalefet parlamenter sisteme sahip çıkıp ilgili
yetkilileri meclise davet etmeliydi. Siyasi
muhalefet, bunu yapmak yerine, daha önce adına başkanlık dedikleri ve içinde
Türk Milleti adının olmadığı anayasa taslağını hazırlatan ekibin kaçak sarayına
sığınarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısını yıkmaya
soyunduklarını ve özerk eyaletli federasyon anayasasında görev almaya hazır
olduklarını gösterdiler.
Nitekim, darbe tarihi üzerinden daha henüz bir hafta geçmemiş
olmasına rağmen; AKP’lilerin deyimleriyle düşük profilli başbakan yeni
anayasadan söz edebilmiştir. Yine içinden geçtiğimiz günlerde, tarihte hiçbir
zaman var olmayan hayali etnisitelerin listesi, ne mutlu o’yum, bu’yum, şu’yum
adı altında medyada döndürülmekte ve toplumumuzu çökertecek psikolojik
operasyon, güya kurtuluş, birlik beraberlik mesajıymış gibi toplumun
bilinçaltına enjekte edilmektedir. Yazdıklarımızı anlamak istemeyen ve itiraz
edecek kişilere, AKP’nin daha önce hazırladığı ve içinde Türk milleti adının
olmadığı anayasa taslağını hatırlatırız. Tüm bunlardan AKP’nin ilk olarak 6.,
66., 123. ve 127. Madde değişikliklerini amaçladığı apaçıktır…
Kamuda yapılan ve insana, sanki ince eleyip sık dokumadan, acele,
oldubittiye getiriliyormuş hissi veren bürokrat değişikliklerine de değinmekte
yarar var. Cemaatçi denilerek kamuda boşaltılan 100 bine yakın kişilik
kadrolara yeni alımlar yapılırken ehliyet ve liyakate dikkat edilecek mi? Yoksa özerk eyaletli federasyona uyumlu ve bu anlayışı
benimsemiş kişiler mi özenle seçilip ilgili kadrolara yerleştirilecek?
Kamu görevlerinde açığa alınan ve soruşturulan 100
bine yakın kişinin tamamının cemaatçi olduğu bu kadar kısa zamanda nasıl tespit
edildi? Yoksa önceden biliniyorlardı da darbe olması mı beklendi?
Ø
Bunların cemaatçi oldukları biliniyorduysa ve darbe yapmasalardı,
ne zaman ve nasıl tasfiye edileceklerdi?
Ø
Ya da tasfiye edilecekler miydi?
Ø
Böyleyse, görevde ihmal, suça teşvik ve suça katılma söz konusu
değil midir?
Ø
Örneğin bu 100 bine yakın kişinin, daha önce kamuya atanması ve
görevde yükselmelerinin ne kadarı 14 yıllık AKP hükümetleri döneminde oldu?
Ø
Cemaatçi bahanesiyle kamuda yapılan açığa almalarda, istenmeyen
kişilere karşı en küçük cemaat teması aranabilirken; cemaatle koyun koyuna
yatmış, sarmaş dolaş olmuş ve halen AKP’de etkin olarak bulunanlara da aynı
işlem yapılacak mı.[4] Yoksa bunlar, aldatıldık, kandırıldık ve yanıltıldık
diyerek görevlerine devam mı edecekler?
Bölücü AKP’liler, cemaat
konusunda, aldatıldık, kandırıldık ve yanıltıldık diyerek görevlerine devam
edemezler! Bilinmelidir ki hukukta, aldatılma, kandırılma ancak ilgili eylemin
öncesinde kişinin akıl sağlığı yerinde değildir raporu varsa makul görülür. Eylem
öncesinde, kişinin böyle bir raporu yoksa, aldatılma, kandırılma kesinlikle söz
konusu değil, bizzat ilgili eyleme iştirak söz konusudur. Hukukta eşitlik, olmazsa olmaz olduğundan hiç kimseye suç
işleme imtiyazı sağlanamaz! Hukuk herkes içindir ve hukukta eşitlik olmazsa
olmazdır; bu nedenle hukukçu, kişilerin veya ekiplerin değil, hukukun
tarafıdır. Yargılamaya, kişilerin konumuna veya tarafına bakılarak bazılarına
evet bazılarına hayır denemez. Deyim yerindeyse: Ya hep ya hiç!
Eşitliği düzenleyen Anayasa’nın 10. Maddesinin ilgili kısmında şöyle yazıyor: “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz.” Bu demektir ki, hukukta, herhangi bir eşitsizlik
olamayacağı gibi; hiç kimseye de özgürce suç işleme ayrıcalığı -hele ki kamu
zararına- tanınamaz ve her suç faili mutlaka yargılanmalıdır. Yargılamayı,
AKP’nin istemediği bazı kişiler üzerinden değil; hukukta olmazsa olmaz eşitlik
gereği tümü üzerinden yapmak ve tüm cemaatçileri tasfiye etmek gerekir. Başta iktidar partisi olan AKP’nin üyeleri cemaatçilikten
yargılanmalı…
Özellikle 2007 yılından sonra, bölücü AKP’nin hukuku
siyasileştirerek suçunu ondan daha büyük bir başka suçla örtme serisi sonsuza
kadar devam edemez! Hukukta sorumsuz yetki yoktur, her yetki sorumluluktur;
dolayısıyla, yetkilerini hukuk dışı sorumsuz kullanarak sorunlara neden
olanlar, neden oldukları sorunları çözme iddiasıyla görevlerine devam
edemezler; derhal
istifa etmelidirler. Evet, istifa hukuki bir eylemdir;
bunlar, hiçbir zaman hukuka uymadıklarından istifa da etmezler. Biz, sadece hukuki olduğumuzu göstermek için onları
istifaya davet ediyoruz; yoksa Bülent ARINÇ gibi ahmak olmadığımızdan asla
istifa etmeyeceklerini zaten biliyoruz…
Özetlersek: İktisadi, hukuki, kültürel her alanda, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısını hedef alan sömürgeciliğe karşı Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısını korumayan, yaşatmayan ve
savunmayan herkes şaibelidir.
Kanaat önderi diye toplum karşısına çıkıp konuşan ve imkânı ölçüsünde
icraatta bulunacak kişiler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter)
yapısını koruyacak, yaşatacak ve savunacaklarına dair samimiyetlerini, söz ve
eylemleriyle kanıtlamak zorundadırlar…
Deniz KAÇAĞAN
Kaynak:
[1] http://odatv.com/insan-celladiyla-ayni-helikoptere-biner-mi…
[2] http://www.yurtgazetesi.com.tr/karmasik-dusunceler-makale,1…
[3] Arslan BULUT – 1993 yılındaki Yeni Zemin kararları; 5 Ağustos
2016; Yeniçağ
[4] Arslan BULUT – Yürekleri hoplatan ifade; 2 Ağustos 2016;
Yeniçağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder