Cumhuriyetimizin üstüne
yığılan ne varsa kaldırılacak!
NAMUSU TAZMİNATLA
TEMİZLEYEMEZSİNİZ!
(M. Yıldırım
yazılarından ve Savaşmadan Yenilmek Kitabından derlendi.)
Tastamam, 14 yıl
önceydi. İstiklalin namusu elden gitmişti!
"Thank you Philip
and Morris ve teşekkürler Sakıp Ağa!
Eskiden döşemeler
tahtaydı. Gıcırdardı; eski okul sıralarının arasından ayaklarımızın ucuna
basarak geçerdik; sanki Başkomutan konuşuyor, rahatsız etmeyelim,
düşüncesiyle...
Amerikalılar sağ
olsunlar, Türk mimarisinin o uyduruk tahta döşemelerini kaldırıp atmışlar,
ithal laminat döşetmişler.
Artık ne gıcırtı
kalmış, ne tarihten gelen tahta kokusu.
O eski püskü okul
sıraları vardı ya onları da bir güzel boyatmışlar...
Hele konuk iskemleleri:
Onları da gıcır gıcır deriyle kaplatmışlar ki inanın ceylan derisi sananlar
alıp götürebilir...
Odalardan birinde
İstiklal Meclisi üyelerinin siyah beyaz kırışık fotoğraflan vardı tahta
panolardaki yeşil çuha üzerine iliştirilmiş...
Kimin aklına geldiyse
bin yaşasın, kaldırıp atmışlar...
Duvara bir güzel
laminat döşeyip fotoğraflan da son teknoloji harikasıyla hafif renklendirip
nakşetmişler üstüne...
Küçük salonlardaki
eşyaları da kaldırmakla iyi etmişler; toz yuvasıydı zaten onlar...
Ermenilerin topluca
kıydıkları Türklerin üst üste yığılmış cansız bedenleri gösteren siyah beyaz
fotoğrafların bulunduğu ahşap panolar kaldırmakla da salonları bir
ferahlatmışlar ki, sormayın... İnsanın içi açılıyor.
Bakanlar Kurulu'nun
toplantı masasının çevresindeki koltuklara kabank ve kabaralı deri geçirtilmesi
gerçekten olağanüstü!
Artık devir değişti;
Philip ve Morris (Tütün kaçakçısı kartel) geldiğinde kaba etleri rahatsız
olmaz...
Bir de o küçük odaya el
atmışlar... Yani, eski devirdeki Meclis yönetim odasına...
İşte o odanın girişine
asılan parlak pirinç levha doğrusu pek yakışmış... Levhada "Speaker's
Room" yazması ise çok hoş olmuş...
Başkumandanın odasının
kapısına da "President" levhası asmışlar!
Zaten her bölümün
girişinde İngilizce levhaların bulunması binanın bütününe ayrı bir güzellik,
koyu bir medeniyet katıyor...
Pencerelerde eskiden
koyu kadife perdeler vardı... İçerisi gün ışığından solmasın diye asılmış...
Biraz loş olurdu;
kasvet basardı... Sanki düşman Polatlı'ya gelmiş...
Şimdi, oh be,
krem-beyaz sentetik perdeler ayrı bir hava getirmiş.
Meclisin girişindeki
taş duvarda asılan, altın gibi parlayan levha da gurur verici:
"Bu bina Pihlip
Morris ve Sabancı Vakfının katkılarıyla..."
Gerisini okuyunca
insanın kanı donuyor!
Biz sanırdık ki, ilk
Meclis, yokluk ve yoksunluk içinde açılmış ve öyle çalışmıştır.
Bilemezdik bunca
post-modern olduklarını.
Ne diyelim, yine
kandırılmışız. Resmi Tarih işte...
Ankara, 24 Nisan 2001
Ek Açıklama: Zamanın
Cumhurbaşkanı'na bir dilekçe gönderdik. Denizli Çal ilçesinde ve kent
merkezinde imzalandı... Kimden ne alınmışsa biz yurttaşlar parayı aramızda
toplayıp veririz. Hiç olmazsa levha kalksın! Kültür Bakanlığı yanıtladı: Bina
için 500 bin dolar almıştık... Gerisi gelmedi.. ADD vb. kuruluşlar da
ilgilenmedi. 2007^'de TV’de (Gündeme Dair programı) görüntüleriyle anlattık,
aldırış eden olmadı!)
5 YIL SONRA
"Alanda yıllardır
'Cumhuriyet bayramı' diye yapılagelen ulustan uzak toplantıyı bilen yurttaşlar,
“Birazcık coşku ve saygı” diyerek istiklali kazanan meclise gidiyorlar.
Kapıya asılan pirinç
levha 5. yılını doldurmuş. Yurttaşlar şaşkın şaşkın levhayı okuyorlar:
'Bu bina Philip Morris
ve Sabancı Vakfı’nın katkılarıyla...”
Dişler kenetleniyor ve
“Ya sabır” çekerek meclisin küçük salonuna giriyorlar.
Tahtalar sökülmüş,
ithal malı laminat döşenmiş. Vatanı kurtaran bakanların yoksul koltukları
yenilenmiş.
Hepsinden daha elim ve
vahim olmak üzere: Başkumandanın odasına “President” yazan levha asılmış.
O sırada yakındaki bir
televizyondan Cumhurbaşkanı’nın sesi duyuluyor: “Bağımsız, laik, sosyal...”
Türkiye'yi Batının
işgalcilerine, Ortadoğu'nun karanlık güçlerine teslim etmişler; yurttaşlardan
uzaklarda neyi kutluyorlarsa...
Hayır, bu böyle yürümeyecek!
Bağımsız
Cumhuriyetimizi yeniden kuracağız!
Uydurma ne yapılmışsa
yıkıp, orayı Mustafa Kemal’in 1933 alanına dönüştüreceğiz ve en büyük
bayramımızı hep birlikte işte orada kutlayacağız.
Ancak kolay mı, yabancı
işgalcileri, yerli işbirlikçileri ve onlara göz yumanları söküp atmak?
Kolay mı,
cumhuriyetimizi koruyup kollayacağız diyerek, bağımsızlık yemini ederek
Amerikan yöntemiyle ezip geçen generalleri, maskeli devlet yöneticilerini
aşmak?
Elbette kolay
olmayacak, fakat kesinlikle başarılacak!
Ama bugün, ama yarın!
29 Ekim 2006
(Savaşmadan Yenilmek,
2. Basım, UDY, 2007, s. 232)
9 YIL SONRA
Cumhuriyetimizin
kuruluş döneminde, çağdaş tarım uygulama alanı, bilimsel araştırma çiftliği,
tarım sanayisinin örnek kuruluşları (süt , bira fabrikaları.) Bataklık ve
bozkırda var edilen o büyük çiftlik!
Önce şehir trafiğine
kattılar içindeki yolu.
Sonra köfteciler
sıralandı.
Sonra bir parçasını
alıp lojman binaları diktiler.
Daha sonra
özelleştiriyoruz diyerek istasyonunu köfteciye verdiler.
İstasyon binası,
Osmanlı'dan Cumhuriyete geçiş dönemi mimarisinin ilk yapıtıydı.
Çiftlik artık parça
parça eksiliyordu.
"Cumhuriyetçiyim",
"Atatürkçüyüm" diyenler ses etmediler. TBMM'de çiftliği Ankara
Belediye Reisi’ ne armağan ettiler.
Bir yarısından çevre
yolu geçirdiler, ağaçlara, tarlalara kıydılar.
Sonunda tepesine
"White House" yaptılar!
Muhalefet Çiftliğin
değerini, Cumhuriyetin namusunu bir yana bırakıp "White House"un
maliyetiyle, şatafatıyla uğraşmakla yetindi.
"Atatürk'ün Partisiyiz"
böbürlenen kuruluşun başındaki adam "Orayı tekno bilmem ne, Silikon bilmem
nesi yapacağım" deyip çıktı!
Şimdilerde "Kültür
merkezi olsun" diye toplananlar var!
Tek bildikleri imza
kampanyası!
Halkın parasıymış; boşa
gitmesinmiş!
Bunlara
kalırsa, yıkılan Cumhuriyetin, kirletilen namusun karşılığında tazminat gibi...
Şimdi bir düşünün:
Taksim Gezi'ye kışla,
AVM yapmışlar... Kampanyacılar da imza topluyorlar: "Taksim Kışla ve AVM
boşaltılsın! Kültür bilmem nesi olsun!"
"Ormanlar yok
edilmiş, on binlerce ağaç gitmiş! Kampanyacı tutturuyor: "Otoyol, koşu
parkuru olsun!"
BUNUN YORUMU OLUR MU?!
SAVAŞMADAN İŞTE BÖYLE
YAPA YAPA YENİLİRSİNİZ!
Mustafa Yıldırım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder