Geçen hafta bu köşede “siyasal İslâm’ın fıtratına” dair kaleme aldığımız
yazının başlığı “Kaypak ve ikiyüzlü” idi.
Aradan geçen yedi günde, kaypaklığın ve ikiyüzlülüğün en kıvrak, en arsız,
en yüzsüz örnekleri sergilendi.
Siyasal İslâm’ın politikacıları tarafından sergilendi. Onların sesi nefesi
olan ve adına ne yazık ki “gazete” dedikleri paçavralar tarafından sergilendi.
Sosyal medyada atıp tutan AK troller tarafından sergilendi. Televizyon
ekranlarının gediklisi liberal-yandaş-yanaşma (aydın demeye dili varmıyor
insanın) enteller tarafından sergilendi.
Kaypaklığın, ikiyüzlülüğün, utanmazlığın destanını yazdılar.
Charlie Hebdo’da yaşanan dinci katliamı net ve açık bir dille kınayamayan
siyasal İslâmcılar, üç gün sonra Paris’te milyonlarca insanın yürüyüşüne
katılmak zorunda kalarak doksan derece dönüş nasıl yapılır, dünya âleme
gösterdiler.
Katliamın ertesi günü haberi “kirli oyun”, “tezgâh”, “adrese teslim
provokasyon” manşetleriyle veren gazeteler, Davutoğlu Paris’teki yürüyüşte iki
omuz arasından kadrajlara girmeye çalışınca, doksan derece dönerek “Teröre
karşı tek yürek” haberleriyle çıktılar!
“Teröre karşı tek yürek” manşetiyle çıkan ikiyüzlü gazetelerin okurları,
Başbakanları daha Paris’teki müsamereden dönmeden, Tokat’ta Charlie Hebdo için
saygı duruşunda bulunan yurttaşlara satırla saldıracak kadar doksan derece
döndü.
“Teröre karşı tek yürek” yürüyüşünde arz-ı endâm eden sanki bu Başbakan
değilmiş gibi, Charlie Hebdo’nun yeni sayısını Türkçe yayınlayan Cumhuriyet
gazetesi, o Başbakan’ın polisleri tarafından ablukaya alındı, gazetenin
dağıtımı engellenmeye çalışıldı.
Bu da yetmedi, Charlie Hebdo’nun yeni sayısının kapağını yayınlayan
internet sitelerine erişimin engellenmesi için Diyarbakır’dan mahkeme kararı
çıkartıldı!
Bu dönüşe, bu kaypaklığa, bu ikiyüzlülüğe can dayanmaz!
Ve biz elbette siyasal İslâmcıların, “aslında”, “gerçekte”, “içtenlikle” ne
düşündüklerini, neye inandıklarını biliyoruz.
Davutoğlu’nun Paris’te yürümesi değildir gerçek; gerçek, Charlie Hebdo
karikatüristlerini saygıyla ananlara satırla saldıranlardır.
Başbakan’ın “üzülmüş gibi” çekilen fotoğrafları değildir gerçek; gerçek,
Diyanet İşleri Şeyhülislâmı’nın “İslâmofobi şiddete dönüştü” diyerek, yaratılan
terörü aklama çabasıdır.
Kiziroğlu Ahmet Hoca’nın Twitter hesabından paylaştığı “Fransız halkıyla
birlikte terörizme karşı dayanışma için Paris’teyim” cümlesi değildir gerçek;
gerçek, AKP’li Salih Kapusuz’un Charlie Hebdo dergisini yayınlayan Cumhuriyet
gazetesini “Müslüman mahallesinde salyangoz satmakla” suçlayan twitidir.
Gerçek, “Charlie Hebdo’ya destek verenler” listesi yayınlayıp lumpen ve
vandal sürülere açık hedef gösteren Ak-it gazetesinin kışkırtıcılığıdır.
Gerçek, Cumhuriyet gazetesinin önünde toplanıp “Kouachi kardeşler
onurumuzdur” sloganı atan saldırganlıktır.
***
Bir haftadır gözlemliyorum. Gündelik yaşamında dinsel ritüelleri pek de
yerine getirmeyen, hayatını çok da dinsel referanslarla kurmayan, genellikle
seküler bir yaşam tarzını sürdüren çok, çok, çok ama çok sayıda kişinin,
Charlie Hebdo karikatüristleri için “Hak ettiler” yargısını dillendirmeleridir
asıl korkunç olan.
Tıpkı bundan 22 yıl önce Hürriyet gazetesinin Sivas’taki gerici kalkışma ve
katliamı, “Aziz Nesin isyanı” manşetiyle vererek, sanık sandalyesine laiklik ve
aydınlanma savunucusu Aziz Nesin’i oturtması gibi.
İşte tam da bu nedenle…
Hiç sakınmadan çekinmeden, ağzımızda eveleyip gevelemeden, açık
yüreklilikle ve netlikle ve de son derece yüksek bir sesle “laiklik” savunusu
yapmak zorundayız.
Sola, sosyalistlere, aydınlanmacılara, ilericilere düşen görev budur. Bu
hem siyasal bir görev, hem insani ve vicdani bir ödevdir.
Zorbalıkla, despotlukla, sömürüyle mücadele etmenin olmazsa olmaz koşuludur
laiklik mücadelesi. Laikliği içselleştirememiş bünye, zorbalıkla da mücadele
edemez, sömürüyle de… Olsa olsa HDP’li Altan Tan’ın yaptığı gibi “Charlie
Hebdo'nun kapağının basın ve ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilemeyeceğini” söyler ve gericilerin safındaki yerini
sağlamlaştırır! Altan Tan’ın safındakilerin ne yapacağını ise biz bilemeyiz!
Bizim bildiğimiz bellidir: Aydınlanma ve laiklik, yaşamsal bir ihtiyaçtır.
Kim ki laikliği savunanlara, laiklik duyarlılığı taşıyanlara "laikçi"
diyor ve bu sözcüğü aşağılamak için kullanıyorsa, o en büyük yobaz, bağnaz ve
gericidir!
Bize düşen, bu mücadelenin sınıfsal mücadeleden ayrılamayacağı bilinciyle
laiklik mücadelesi vermektir. Laikliğin, insan aklını ve yaratıcılığını her
türlü vesayetten kurtarma hamlesi olduğunu bilerek. Laikliğin, insan aklının ve
yaratıcılığının yegâne güvencesi olduğunu görerek.
***
1783’te bir Alman dergisine “Aydınlanma nedir?” sorusuna verdiği yanıtta
“Sapere aude” diyordu Immanuel Kant, “Aklını kullanma cesaretini göster”
diyordu.
Ve devam ediyordu: “Aydınlanma, insanın düşmüş olduğu küçüklük/güçsüzlük
durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır.
Küçüklük/güçsüzlük, başkasının yol göstericiliği olmadan kavrayışını
kullanamama yetersizliğidir. Bu küçüklüğün/güçsüzlüğün sorumlusu insanın
kendisidir, çünkü bunda yatan neden sadece kavrayış eksikliğinden gelmez,
başkasının yol göstericiliği olmadan kavrayışını kullanabilme kararlılığının ve
yürekliliğinin olmamasından gelir. Kendi kavrayışını, aklını kullanma
cesaretini göster. Sapere aude!
İşte aydınlanmanın formülü budur.
Başta dinsel olmak üzere, her türlü vesayetten aklını kurtarabilme yetisi.
Ve bunun tek güvencesi laiklik.
Her türlü gerici kaypaklığa ve
ikiyüzlülüğe karşı çıkarak, hayır diyerek, isyan ederek…
15/01/2015
Perşembe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder