Türkiye’de uzun süredir; “Kürt
sorunu”, “azınlık hakları”, “anadilde eğitim” gibi tanımlarla bir
tartışma yaşanıyor. Sayıları az etkileri yüksek bir takım insanların, medya
gücünü kullanarak başlattığı tartışma, bugün hükümet uygulamalarına dek gelmiş,
somut uygulamalara dönüşmüştür. Buna karşın bilimden ve gerçeklerden uzak,
sürekli yinelemelerle sürdürülen bu ilkel tutum gereken yanıtı yeterince
almamış, halk aydınlatılamamıştır. Oysa, söylenen ve yapılanlar halkın yararına,
özellikle de Kürt halkının yararına işler değildir; çıkışı olmayan yeni bir
karmaşa ortamına gidiştir. Bunun görülmesi ve gösterilmesi gerekir. Yazıyı,
gerçeği ve sonucu görmeye çalışan bir çalışma olduğu için yayınlıyoruz.
Dış İstekler
ABD ve AB ile ilişkilerin yoğunlaştığı son yıllarda
Türkiye’de yaşanan tartışmalar, dolaylı ya da dolaysız Türk Ulusunun varlığıyla
ilgili konulara odaklanmıştır. Ekonomiden yönetim yapısına, hukuksal düzenden
kültüre dek hemen her alanda yapılan değişiklikler; ulusal çözülmeye yol açacak
kalıcı ve kapsamlı bir sosyal bozulmaya doğru gitmektedir. Çözülmeye zemin
oluşturan nedenler içinde ekonomiden hemen sonra dil ve kültürdeki bozulma en
önemli yeri almaktadır. Bu konularda yapılan ve yapılmakta olan değişiklikler, sanılandan
çok daha önemlidir ve bu değişikliklerin olumsuz sonuçları, çok geçmeden
üstesinden gelinmesi zor, yeni sorunlar olarak ortaya çıkacaktır.
“Azınlık hakları” ya da “anadilde eğitim” gibi konular üzerine
yoğunlaşan dış istekler ile bu isteklere uygun düşen yurtiçi tartışmalar
birlikte ele alınmalıdır. Bu yapılmadığında içte ve dışta tırmandırılan ve
Türkiye’nin ulusal yapısında kalıcı bozulmalar doğuracak bu tür girişimler,
gerçek boyutlarıyla kavranamayacak ve doğal olarak gerekli önlemler alınamayacaktır.
Geniş Cepheli “Tartışma”
Son dönemlerde Türkiye’de; politikacılardan işveren
örgütlerine, öğretim üyelerinden köşe yazarlarına dek, “sayıları az, cephesi
geniş” değişik kesim ve kişi “azınlık
hakları”, “kültürel özgürlük”, “anadilde
eğitim” gibi isteklerde bulundu. Konu uzun yıllar, gazete ve
televizyonlarda işlendi ve sonunda hükümet önerisi olarak üstelik “demokrasi paketi” adı verilerek
kamuoyuna açıklandı. Gelinen noktanın bir aşama olduğu, daha ileri
uygulamaların zamanı gelince açıklanacağı dile getirildi.
“Kürt
sorunu” adı verilerek açıklanan “görüşlerin” ilk dalgası 90’lı yıllarda
başlatılmıştı. Gazeteler, hemen her gün Avrupa Birliği kararları doğrultusunda
bunlardan söz ediyordu. Söylem biçimi değişiyor ama açıklamaların özü ve
zamanlaması ortak özellikler taşıyordu.
İleriye Hazırlık; Kamuoyu Oluşturma
PKK eylemlerinin yoğunlaştığı o günlerde “köşe
yazarları”, Türkiye’de o güne dek görülmemiş açıklıkla görüşler ileri
sürüyordu. Türk halkı, öğretmenlere, çocuklara ve kadınlara yönelmiş olan PKK
terörünün dehşeti içindeyken Hürriyet Gazetesi’nin Başyazarı Oktay
Ekşi, 09 Nisan 1991 tarihli gazetede şunları yazdı: “...Biz diyoruz ki
bu konu, yani ‘Bağımsız bir Kürdistan kurulmasını isteyenler-istemeyenler’
konusu bir plebisitle yani halkın oyuyla çözülsün... Bazıları, ya plebisitten
bağımsız bir Kürdistan çıkarsa diye endişelenebilirler. Bugün aykırı laf edelim
dedik ya... Belki kurtulmuş oluruz.” 1
Aynı gazetenin Genel Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök yazısına, “Kürdistan Bağımsızlık Partisine İzin”
başlığını atıyor ve “Konuştuğum bazı insanların, Güneydoğu için, ‘giderlerse
gitsinler ama buradakiler de gitsin’ havasında olduğunu görüyorum” diyordu.2
Ahmet Altan, 19 Nisan 1991 tarihli Nokta dergisinde şunları
söylüyordu: “Artık toprak tek başına bir değer ifade etmiyor. Sırf biraz
daha fazla toprağa sahip olmak için Güneydoğu’ya sahip olmanın yararı değil
zararı var Türkiye’ye. Kendi istekleriyle ayrılmak isteyen Kürtlere önderlik
eden Apo, Türklere Allahın bir lütfudur. Güneydoğu’da insanları öldürmek
yerine, ayrılmalarını ciddi ciddi düşünmenin tam zamanıdır.” 3
Bugün CNN–Türk’de görev yapan
Taha Akyol Panorama Dergisine yaptığı açıklamada; “Eğer üniter
devlet içerisinde çözüm bulunamayacaksa ve bu çözümsüzlük Türkiye’nin bütününe
zarar verecekse, ayrılıktan yanayım. Türkiye için, ayrılık federasyondan
iyidir.” 4
Atatürk’ün Sözleri
Mustafa Kemal Atatürk,
16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’de yaptığı açıklamalarda, kendisine “Kürt
sorunu nedir?” sorusunu soran Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin
Yalman’a şu yanıtı veriyordu: “Bildiğiniz gibi, bizim milli
sınırlarımızda var olan Kürt unsurlar, o şekilde yerleşmişlerdir ki, pek az
yerde yoğundurlar. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede, Türk unsurunun içine
gire gire, öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek
Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir... Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi,
hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki
unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki
bu ortak birşeydir. Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz.” 5
Baro’nun
Söylemleri
“Azınlık hakları” ve
“Kürtçe eğitim” konusunu Türkiye’de gündeme getiren ilk büyük örgüt
Türkiye Barolar Birliği ve onun Genel Başkanı Eralp Özgen oldu. 12 Aralık
1999 tarihinde Şanlıurfa’da toplanan TBB Yönetim Kurulu, “Güneydoğu Raporu”
adıyla görüşlerini açıkladı. Raporda şunlar söyleniyordu: “Tüm etnik kökenli
vatandaşlarımıza kendi kültür, dil ve kimliklerini ifade özgürlüğü, kendi
dillerinde özel eğitim ve öğretim hakkı tanınmalıdır.” 6
Politikacılar Ne Diyor
Baro başkanından sonra, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, CHP Başkanı Altan Öymen, Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen vb. benzer
açıklamalar yaptı. İsmail Cem,
Kürtçe televizyona izin verileceğini, Altan
Öymen Kürt Enstitüsü kuracaklarını söylerken Mesut Yılmaz şöyle diyordu: “AB ülkelerinde de resmi dil dışında
yayın yapmak mümkün değil ama bizim mevzuatımızda bazı yasaklar getirilmiş.
Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yasakların kaldırılması talep ediliyor. Ulusal
Program’da ifade ettiğimiz anlayışla bu sorunun zaman içerisinde yumuşak bir
geçişle çözümlenmesini hedefliyoruz.”7
Kürtlerin Türkiye’deki Konumu
İsmet İnönü,
Lozan’da Kürtlerin azınlık olmadığını Batılılara kabul ettirmiş ve Lozan’da
Türkiye adına okuduğu bildiride şunları söylemiştir: “Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü
Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri, Millet Meclisine girmiştir; Türklerin
temsilcileriyle aynı ölçüde ülkemiz hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar.”
8
Kürt kökenli T.C. yurttaşları bugüne
dek, hükümet dahil hemen tüm devlet kademelerinde görev aldılar; ekonomik,
siyasal ve hukuksal tüm alanlarda hiçbir kısıtlayıcı uygulamayla karşılaşmadılar.
Gerçeği Görmek
Bu gerçekleri görmek için elbette çıkarsız ve önyargısız bir
anlayışa sahip olmak gerekir. Kürt kökenli yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu
bunun farkındadır; bu nedenle Batı isteklerine itibar etmemektedir.
Kürt kökenli insanlarımızın
çoğunluğu, Türkiye’de Kürtçe TV istememektedir. Siyasi Ekonomik Sosyal
Araştırma ve Strateji Geliştirme Merkezi’nin (SESAR) 2000 yılında yaptığı
ankete göre, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgeleri dışında yaşayan Kürt kökenli
yurttaşlarımızın yüzde 58,19’u, bu bölgede yaşayanların yüzde 39,64’ü Kürtçe TV
istemiyor; isteyenlerin oranı bölge dışında yüzde 13,24, bölgede yüzde 31,18. Türkiye’deki
Kürt kökenli yurttaşların yalnızca yüzde 10,04’ü Türkçe bilmiyor. Kürt çocukların
yüzde 84,23’ü Kürtçe bilmiyor.9
“Anadilde Eğitim”
Batılılar’ın “anadilde eğitim” adıyla dayattıkları istekler,
Türkiye’de var olan toplumsal gerçeklik açısından ne anlama gelmektedir?
Kürtler; Türkiye, Irak, İran ve daha
az olarak Suriye ve eski Sovyetler Birliği’nde yaşayan bir halktır. Yöreden
yöreye, hatta köyden köye ayrılıklar gösteren dilleri; Arapça, Farsça ve Latin
kökenli dillerin etkisi altında kalmıştır; karmaşık bir dağılım içindedir.
Kuzey lehçesi Kırmançi, İran ve Doğu
Irak’ta konuşulan Sorani, bir İran ağzı olan Zazaca, Iraklı Kakayların
Gorani’si, Türkmenistan ve Azerbeycan Kürtçesi, Irak’ın Süleymani’si, Mikri’si
ve yine Kuzey Irak’ın Badinan’ı sayılırsa Kürtçe’nin parçalanmışlığı ortaya
çıkar.
Dil ayrılıkları, Kürtçe’nin
yazımında da görülür. Bir kısım Kürt fonetik Latin alfabesini kabul
ederken, Irak ve İran Kürtleri Arap harflerini, eski Sovyetler Birliği’ndeki
Kürtler de Kiril alfabesini benimsemişlerdir.
Dil Birliğinden Yoksunluk
Karmaşık dil yapılarıyla tüm Kürtler için bir dil birliğinden
sözetmek olanaksızdır. Yaşadıkları bölgelerin dillerinden etkilenen Kürtçe,
birçok dilden kelimeler almıştır. Arapça, Kürt diline son derece elverişsiz
olmasına karşın kullanılmıştır.
Dil birliğinin ve ekonomik çıkar
birliği, yani pazar birliğinin oluşamamış olması Kürtlerin uluslaşamamasına
neden olmuştur. Kuzey Irak’ta Batı destekli yapay bir Kürt devleti kurulabilir
ama dil ve ekonomik çıkar birliğine sahip olmayan Kürt kümeleri (grup) ve
aşiretleri uluslaşamazlar.
Uluslaşma, isteğe ve desteğe bağlı
olarak gerçekleştirilebilecek bir olgu değil, oluşumu yüzyıllara dayanan, ancak
kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle biçim bulan tarihsel bir süreçtir.
Dil birliği, toprak birliği, tarihsel olarak oluşan ruhi şekillenme birliği ve
ekonomik çıkar birliği; bir topluluğun ulus olması için kesin koşullardır. Bu
dört koşuldan biri bile eksik olsa ulus oluşumu ortaya çıkamaz.
Din, ırk ve devlet kurma; ulusu
oluşturan öğeler değildir. Irk, soydan gelme ortak fizik özellikleri oluşturan
biyolojik etkendir. Hiçbir biyolojik etken toplumların tarihi evrimi içinde
belirleyici rol oynayamaz. Fransız Ulusu Franklar, Normanlar, Basklar,
Brötonlar, Provensaller; İtalyan Ulusu İtalyotlar, Romalılar, Germenler,
Etrüskler, Yunanlılar; Türk Ulusu Türkler, Sümerler, Hititler, Persler,
Lidyalılar, İyonlar, Çerkezler, Arnavutlar, Kürtler, Lazların... Tarih içindeki
karışımından oluşur. Ancak bu toplumlarda ulusun üst kimliğini Fransa’da
Franklar, İtalya’da İtalyotlar, Türkiye’de Türkler vermiştir.
Türkiye Kürtlerinin Şansı
Dört ülkeye dağılmış olan Kürtlerin en ileri kesimi
Türkiye’de yaşayanlardır. Türk Devrimi’nin Kürtleri de içine alarak
gerçekleştirdiği uluslaşma süreci onları, Türk ulusunun önemli bir unsuru
olarak kalkınmaya, çağdaş gelişmeye yöneltmiştir. Genç Cumhuriyet’in olanakları
ölçüsünde önemli başarılar elde edilen bu yöneliş, Atatürk öldükten
sonra özellikle de 1945’den sonra, her alanda olduğu gibi, geri dönüş sürecine
girmiş ve Doğu Anadolu ihmal edilerek bölgesel gelişme farklılıklarının arası
açılmıştır.
Bugün Türkiye’de 445 aşiret vardır.
Erzurum’daki Kürtler Diyarbakır Kürtçesini anlamaz. Köyden köye, kentten kente
değişen lehçeler vardır. Lehçe farkları olan Kürtlerin birbirleriyle
anlaşmasını sağlayan ortak dil Türkçe’dir. Türkçe bilen Kürtlerin oranı çok
yüksektir. Abdullah Öcalan bile kendini Türkçe ifade ediyor, yazılarını
Türkçe yazıyor. Bu yaratılmış olan kültürel bir zenginliktir ve yaratıcısı Türk
Devrimidir. Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında gerçekten iç
içe geçmişlerdir. Bu uygarlığın ve gelişmişliğin önemli göstergelerinden biri
olan doğal asimilasyonun kendisidir.
Türkçe Türkiye Kürtlerinin
Gereksinimidir
Türkiye’de hiçbir zaman ve hiçbir dönemde; kışkırtmalara
dayanan Kürt ayaklanmalarına karşın zora dayalı Türkleştirme çabalarına gidilmemiştir.
Kürt kökenli yurttaşlarımız yoksul ve kısıtlı yaşam koşullarından kurtulup, Türkiye’nin
her yerindeki toplumsal olanaklardan yararlanmak için Türkçeyi öğrenmek
gerektiğini görmüş ve bunu zorla değil, kendi çıkarını gözeten bir eğilim
olarak istekle yapmıştır. Türkçe öğrenmek onlar için ekonomik ve kültürel gelişmelerini
sağlayan gerçek bir kazanım olmuştur.
Ana dilde Eğitimin Açmazı
Türkiye’de “anadilde eğitim” önermenin ne anlama
geldiği açık olarak ortaya konulmalıdır. Dışta ve içte, artan bir biçimde
yaygınlaşan bu tür söylemler, uygulama alanına konulursa ne olacaktır?
Türkçe
Bilmemek Kürtleri Doğuya Sıkıştıracaktır
Bugün, Türkçe bilen Kürtler
bilmeyenlerden çok daha fazladır. Bu insanlar T.C. yasalarının tüm yurttaşlara
tanıdığı haklardan yararlanarak yalnızca devlet örgütünde değil, toplumsal
yaşamın her alanında etkin bir biçimde yer almaktadır. Kürtçe eğitim, ek
yabancı dil olarak Türkçeyi öğretmeyecekse, “anadilde eğitim” Türkçe
bilen Kürtlerin sayısını doğal olarak azaltacaktır. Oysa, Türkçe Kürt kökenli
yurttaşların gereksinimidir. Olayın mantıksal sonucu budur. Bu insanlar,
Türkiye pazarı içinde üretim ve yatırım yapma, çalışma, kamu hizmetlerinde
görev alma olanaklarını yitirecekler ve Doğu’ya sıkışacaklardır. Bu durum,
bölünmeden başka bir sonuç vermeyecektir. “Anadilde eğitim” uygulaması
yaşamla çelişen, çözüm değil sorun yaratacak bir girişim olacaktır.
Türkiye
Kürtleri Türkçe Öğrenmek Zorundadır
“Anadilde eğitim” ile Kürtçe’nin yanında Türkçe de öğretilecektir
denecek ise, bu sav ileri sürülen gerekçeyle tam olarak çelişecektir.
Anımsanmalı ki bu konuyu işleyen çevrelerin ileri sürdüğü gerekçe, Türkçe
bilmeyen Kürtlere Türkçe öğretmek değil, “Türkçe bilmeyen insanlara Kürtçe
hizmet götürme” üzerine kuruludur.
“Anadilde
Eğitim” Hangi Kürt Lehçesiyle Yapılacaktır
“Anadilde eğitim” hangi Kürt lehçesiyle yapılacaktır? Tek lehçe ile
yayın ya da eğitim yapılacaksa, bunu anlamayan ve diğer lehçeleri kullanan
insanlar ne olacaktır? Türkiye’de var olan her lehçeye göre TV ya da okul mu
açılacaktır?
Dil
Ayrılığı Ulusal Ayrılığı Getirecektir
Kürtçe’nin artarak, ulusal dil
olan Türkçenin bölgesel anlamda etkisizleştirilmesi, ulusal varlığın yaşatılıp
sürdürülmesini olanaksız kılacaktır. Dil birliği olmayan toplumların ulus
olmaları da mümkün değildir. Türkçe, Türk Ulusunun ortak dilidir. Türkçe’nin
etkisizleştiği yöreler ulusal bütünlükten uzaklaşıyor demektir.
Türkçe
Bilmeyen Türkiye’de Ne Yapar
Kürtçe eğitimle meslek sahibi
olan insanlar, tüccarlar, sermaye sahibi yatırımcılar Türkçe bilemeyeceklerine
göre ekonomik etkinliklere nasıl katılacaktır? Parlamento’da Kürtçe de mi
kullanılacak? Kürtçe bilen Türkçe bilmeyen parlamenterler ile Türkçe bilen
Kürtçe bilmeyen parlamenterler hangi dil ile anlaşacaklardır? İnsanları Kürtçe
yargılayan mahkemeler de kurulacak mı? Bu tür istekler, Türkiye’yi adım adım
federasyona ve parçalanmaya götürmez mi?
“Kör
Sokaklar”
“Azınlık hakları” ve “Anadilde eğitim” gibi sözlerle örtülmüş anlayışlar, sonu olmayan kör
sokaklardır. Bu sokaklar Kemalist Devrim’le, 80 yıl önce aydınlığa çıkan yollar
haline getirilerek, büyük ve güçlü bir ulus yaratıldı. Bu ulusun içinde yalnız
Türkler değil Kürt, Çerkez, Laz, Türkmen, Ermeni, Rum ve onbin yıllık Anadolu
tarihinin tüm etnik birikimi yer aldı; Cumhuriyet Yönetiminde, ırk ve din
ayrımına gidilmedi; çağdaş bir ulus yaratıldı.
Bu başarı, Batı’da hiçbir zaman
kabul görmedi ama bu gerçek onlara zorla kabul ettirildi. Şimdi geriye dönülmek
isteniyor. Küresel politikaların bir gereği olarak Anadolu Osmanlılaştırılmak
isteniyor. “Anadilde eğitim”, “azınlık hakları” gibi söylemler,
bu amaca yönelik etkili araçlardır.
Türkiye İsviçre değildir. Ulusal
varlığa, tarihsel gerçeklere ve öz değerlere sahip çıkılmalıdır. “Sonraki
pişmanlığın fayda vermez” umarsızlığına (çaresizliğine) düşülmemelidir.
DİPNOTLAR
1 “Ekonomik–PANAROMA Dergisi” 03.05.1992, sf.16
2 a.g.d.
sf.16
3 a.g.d.
sf.20
4 a.g.d.
sf.20
5 “Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve
Türkiye” Metin Aydoğan Umay Yayınları 12.Baskı, 2004, sf.440
6 “Kürtçe Eğitim Hakkı” Hürriyet 13.12.1999
7 “Yılmaz Programı savunamadı” Cumhuriyet 20.03.2001
8 “Lozan Barış Konferansı Tutanaklar
Belgeler” 1.Takım, 1.C.1.Kit. sf.348–349
9 “Batılı Kürtler TV İstemiyor” Hürriyet 28.12.2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder