Saygın Arkadaşlarım
Bugün Cumhuriyet'in spor sayfasında
Orhan Can adlı yazar (!) Bilge Önder ATATÜRK'ün Dil Devrimi'ne
dil uzattı.
“Dilde devrim olmaz, dilde evrim olur ” dedi Orhan Can. Onun bu gülünç
tümcesini okuduğumda, şaşırmadım.
Bu tümce Yazaç (harf) ile Dil
Devrimi'nin başlatıldığı günden günümüze “karşıdevrimciler”ce sürekli
yinelenmiş, sürekli gevelenmiştir; bu nedenle bu tümce dil devrimcilerine
yabancı değildir...
Ancak gerçek, Orhan Can'ın
tanımlamasındakiyle ilintisizdir.
Devrim, bir ulusun çağın
gerisinde kalmasına neden olan kurumlarının yerine çağcıl kurumlar kurması,
çağcıl girişimler başlatmasıdır.
Bunun bilincine varamadığı
anlaşılan Orhan Can -bir karşıdevrimci değilse- bir dardağarcıklı
olduğunu sergilemiştir bu tümcesiyle...
Devrim değil de evrim'miş...
Türkçe, içine Osmanoğullarınca katılmış Arapça-Farsça sözcüklerin, bir evrimle
(kimbilir kaç yüzyıl sürecek bir evrimle) yerlerini Türçeye bırakmasını mı
bekleyecekti? Us yoksunu muydu bu ulus?
Türkçe, Mehter Marşlı
Yürüyüş benzeri bir evrimle (!) gelişmeyi mi bekleyecekti, yoksa bir Bilge
Önder'in “koşaradım”lı, ardışık devrimlerini mi yeğleyecekti?
* * *
Orhan Can, dardağarcıklı
olarak kalmak yerine, Dil Devrimleri konusunda bir araştırma yapsaydı, Dil Devrimlerinin, dünyada ulusal
devletlerin kurulmasına neden olmuş çok anlamlı devinimler olduğunu görecekti.
XV. yüzyılda Avrupa'da Hıristiyan
ümmetliğinden kurtulma ile başlayan uluslaşma sürecinde toplumların, öncelikle
ele aldıkları konu, ulusal dilleriydi.
Uluslar, XII. yüzyılda -evrim'i
beklemeden- öz kimliklerini kavramaya koyuldular...
Fransa ile Almanya 1690 -1790 yılları
arasında ulusal dillerini Hıristiyanların ortak dili olan Latince'den ayırıp
ulusal dilleriyle eğitime geçtiler. Macarlar XIX. yüzyılda dillerinden 10 bin
yabancı sözcüğü ayıkladılar, uzaklaştırdılar.
İtalyanlar ise yazın alanında
İtalyancayı -bunlardan çok daha önce- XIII. yüzyılda kullanmaya başladı. Dante,
1310'da İlahi Komedya'sını, Galileo (1564 -1642), gökyüzünde olup bitenleri
İtalyan dilinin Padau lehçesiyle yazdı. Galileo, bununla da yetinmedi,
Latincedeki tüm gökyüzü terimlerini İtalyancaya çevirdi.
Dünyada uluslaşma süreci başlamışken,
ulusal diller günyüzüne çıkmışken Türkçemizin başına gelenler ise tam bir
karabasandı.
Türkçemiz,
Karahanlılar Döneminde (932-1212) İslamla birlikte Arap Abecesi de
benimsenince, bir din dili olan Arapçanın saldırısına uğradı. Göktürk
Yazıtlarında (700 - 735), Kutadgu Bilig'de (1069) yer alan olağanüstü
güzellikteki sözcüklerimiz yerlerini Arapça, Farsçaya bırakır oldu.
Saygın Ulusumuz, yalnızca din
değiştirdiğini sanıyordu; oysa en önemli ulusal kültür öğesini, dilini
yitirmeye başlamıştı.
Dilimize yalnızca Arapça-Farsça
sözcükler değil o dillerin dilkuralları da yerleşmeye başladı. Bu olumsuzluk
sürdü, gitti. Osmanlı Dönemiyle birlikte öz dilimiz Türkçemiz, bir karmadil
olan “16 yamalı bohça Osmanlıca”nın içinde bir azınlık durumuna düştü, düşürüldü...
Karamanoğlu Mehmet Bey'in buyruğu
(1277), Yunus'un (1240-1320), Karacaoğlan'ın (1606-1679) tadına doyulmaz
güzellikteki şiirleri, sözcükleri, Türkçemizin tümden yitip gitmesini
geciktirdiyse de dilimizdeki yabancı sözcük oranının giderek yükselmesini
önleyemedi.
Göktürk Yazıtlarında % 1, Kutadgu
Bilig'de % 2, Yunus Emre'de % 13, Süleyman Çelebi'nin (1351-1422) Mevlit'inde %
24 olan yabancı sözcük oranı, Baki ile Nefi'de (XVI. XVII. yüzyıllarda) % 70'e
yükselmişti.
Bu utanılası bir durumdu.
Bu utanılası duruma, bir Bilge Önder
“dur” diyecekti, kuşkusuz.
Ulusuna ulusal bağımsızlığını armağan
etmiş olan Bilge Önderimiz, saygın ulusumuzun iyemli dilini de yabancı dillere
kölelikten kurtaracaktı kuşkusuz...
* * *
1928 yılında “bu ulus, utanmak için
yaratılmadı” diyerek Yazaç (harf) Devrimi'ni başlatan Bilge
Önder ATATÜRK, 12 Temmuz 1932'de de Türk Dil Kurumu'nu kurarak Dil
Devrimi'ni başlattı.
Türk çocukları, kendilerine “bir
müsellesin mesahayı sathiyesi kaidesiyle irtifaının hasılı zarbının nısfına
müsavidir” biçiminde, gülünç Osmanlıcayla öğretilen uzambilim (geometri)
kuralını “bir üçgenin yüzey alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına
eşittir” biçimde, apak bir Türkçeyle okumaya, yazmaya, öğrenemeye Dil Devrimiyla
başladılar...
Bu konudaki çabalara ilişkin olarak
binlerce betik / okunca (kitap) yazılmıştır.
Burada bunları anmak olanaksız...
(Yalnızca TDK'nin sayısı
400'e ulaşmış Türk Dili Dergilerini edinse, bunları okusa bir yurttaş, Dil Devriminin
görkemiyle tanışır, dardağarcıklılıktan kurtulur...)
Sözün özü:
Dil Devrimi, karşısına çıkarılan tüm
engellere karşın ilerledi, gelişti, yüceldi...
Dil Devrimi'nden önce 1930 yılında,
gazete haber dilinde Türkçe sözcükler % 35 oranındayken, 1965 yılında bu oran %
61'e, 1970 yılında % 71'e yükseldi. Günümüzde bu oranın % 80'lere ulaştığı
söylenebilir.
* * *
Anadolu Aydınlanma Devrimi'nin güncesi
Cumhuriyet'in yazarlarına bu oranı artırmak düşer.
Cumhuriyet yazarına, Dil Devrimini
küçümseyen aymazlar* gibi davranmak düşmez...
Orhan Can'a kendine gel! demek
istiyorum.
Orhan Can, sen sen ol, Cumhuriyet
okuruna, karşıdevrimin
tümceleriyle seslenme!
Orhan Can, bilmiyor olsa da, günümüzde -şimdilik-
öğrenmemiş olsa da Bilge Önder ATATÜRK'ün Devrimleri, aymazların
küçümsemeleri, aymazların örselemeleriyle sarsılacak denli köksüz değildir...
Cumhuriyet okuru, bunu ona öğretmek
için erinmezse de bu konudaki görev, öncelikle Cumhuriyet yönetimine düşse
gerektir! 29 Aralık 2014
Bilge Önder
ATATÜRK'ün
Dil Devrimi'ni
doğru alımlamış
bir öz Türkçe
tutkunu,
Cumhuriyet'in 60 yıllık okuru
Tarık Konal
* Aymaz. Bu
sözcük Dil devrimini küçümsemeye çalışanları tanımlamak ereğiyle, Bilge
Önder ATATÜRK tarafından kullanılmıştır. Bu konuya ilişkin bilgiyi, “Bize
öz Türkçe yaraşır” adlı betiğimde okurlara sundum.
, .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder