Yeni yıla yalnızca kutlamalarla
girilmedi. Dünyanın birçok bölgesinde çatışmalar sürdü. Hava koşullarından
dolayı çok sayıda kişi yollarda mahsur kaldı. 2015’i direnerek karşılayan
işçilerden de söz etmeliyiz.
Çin Halk Cumhuriyeti’nde ise
insanlar çıkan karışıklıkta birbirini ezmiş. Ölü sayısı tam olarak bilinmiyor
ama Şanghay’da en az 40 kişi hayatını kaybetmiş. Kötü ama daha kötü olanı
paniğin nedeni. Gelen haberlere göre, trajediye bir binanın üçüncü katından kalabalığa
doğru atılan dolar görünümlü kuponlar neden olmuş. Ajanslar, para
görünümlü filan da demiyor, düpedüz dolar diyor!
İnsanlık hiçbir şeyden çekmedi şu
dolardan çektiği kadar…
Ramazanda havaya atılarak
dağıtılan “iftar paketleri”ni hatırladım ya da yardım ederken bile
acımasız devletin kamyon kasalarından kalabalığa “balık besler” gibi rasgele
fırlattığı ekmekleri kapabilmek için çilekeş insanların düşürüldüğü hâli…
Bir de trajikomik olan vardı,
elektronik eşya mağazasında ucuz televizyon satıldığını duyanların sabahın
köründe birbirine girdiği, sonra polisin meseleye el koyduğu hani… Düzen
sağlayan polis, sonrasında öne geçmiş, neredeyse bütün televizyonları almıştı.
Bütün bu örneklerde insanı
alçaltan bir yan var. Tek başına yokluk, yoksullukla açıklanamaz. Evet,
temelde toplumsal eşitsizlikleri var eden sistem yatıyor ama sorun şu: O
sistemin yıkılması ve yerine yenisinin kurulması sürecinde, yani henüz kaç yıl
alacağı tam belli olmayan, güncel açıdan uzun, tarihsel açıdan kısa
sayılabilecek dönemde insan bu alçaltıcı girdilere karşı savunmasız mı kalacak?
İkinci Dünya Savaşı’nda, iki yıl,
dört buçuk ay boyunca kuşatılan Leningrad’da yaklaşık 1.5 milyon kişi hayatını
kaybetmişti. Alman faşistlerinin bombardımanı da can alıyordu ama asıl sorun
açlıktı. Naziler kentin boğazını sıkıyor, soğuk, susuzluk, salgın hastalıklar ve
kıtlığın Sovyetler Birliği’nin ikinci büyük kentini teslim alacağını
düşünüyordu.
Bir süre sonra Leningrad’da canlı
hayvan, ama hiçbir türü, kalmadı. Ceset yiyiciler çıktı ortaya, daha da kötüsü
insanlara saldıran yamyamlar! Ama bu bozulmanın özneleri, yiyecek karnesi için
insanları öldürenler gibi, çok küçük bir azınlıktı.
Halkın büyük çoğunluğu vakurla
direndi, düzeni bozmadı, “teslim olalım, kurtulalım”dan uzak durdu.
Asker, polis, istihbaratçı
korkusundan mı?
Onların da pek korkulacak tarafı
kalmamıştı, askeri istihbarat örgütü açlıktan kırılıyordu, fotoğraflara
bakarsanız, Leningrad’ı bir deri-bir kemik Kızıl Ordu askerleri savunuyordu.
Peki bu nasıl mümkün oldu? Kent
kuşatmanın yanı sıra, alçalmaya nasıl direndi?
Açlıkla terbiye dendiğinde
herhalde bundan daha barbar bir örnek yaşanmamıştır insanlık tarihinde. Ama
açlıkla terbiye edilemediler çünkü 1917’den 41’e başka bir terbiye söz
konusuydu Sovyetler’de. İşin başındalardı ama belli ki çok yol almışlardı.
Leningrad, açlık ve pislik içinde,
direnmenin estetiğini yazdı.
Çünkü sinema ve konser salonları 870 gün boyunca açık kaldı; çünkü
ülkenin en önemli bestecileri, yazarları, bilim insanları kuşatılan kentin
moralini yükseltmek için orada halkla birlikte yaşadı; çünkü Kızıl Ordu’nun en
iyi komutanları, komünist partinin en kritik kadroları kuşatmanın içine
yollandı… Bütün bunlar işe yaradı çünkü kimilerinin iddia ettiği gibi sosyalizm
yalnızca işsizliğin ortadan kalkması, yalnızca ekmek, yalnızca eğitim ve sağlık
hizmeti değildi. Sosyalizm aynı zamanda ve bütün bunlarla birlikte insanın
özgürleşmesi, daha doğrusu özgür insanın yaratılmasıydı.
Özgür insan, zorlu bir ideolojik
kavganın ürünüdür.
Leningrad ve diğer Sovyet kentleri
50 yıl sonra Nazilere değil ama en az onlar kadar acımasız piyasa canavarının
eline düştüyse, bu kapitalizm karşısında sosyalizmin insanı ve kendisini
ideolojik açıdan savunmasız bırakmasının sonucudur. Büyük suçtur.
En sert kavgalar, en destansı
direnişler dahi, ideoloji alanında ilkellikten kurtulunmadığında, yani insan
aklını koruyacak, bağışıklık sistemini artıracak bir ortam sağlanmadığında,
yıkım kaçınılmazdır.
Leningrad savunması, “heeey,
bize iyi tenorlar değil, keskin nişancılar lazım” akılsızlığına hiç
prim verilmediği için kazanılmıştır. Sanatçılardan da epey keskin nişancı
çıkmış, keskin nişancılar dinledikleri aryalarla daha da keskinleşmiş, en
önemlisi, Mussorskiy’nin operalarıyla terbiye olan halkı açlıkla terbiye etmeye
kalkanların hevesi kursaklarında kalmıştır.
İşte bir yılbaşı hadisesinin
çağrıştırdıkları…
Yeni yılınız kutlu olsun.
01/01/2015
Perşembe
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/alcaklik-alcalma-direnmenin-estetigi-104327
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder