Solda hep söylenegelen ve tekrarlanagelen bir genel doğru, “emperyalizmin,
dinselliği ve dinsel düşünceyi sonuna kadar kullandığı, dinden yararlanarak
hegemonyasını sürdürdüğü” düşüncesidir.
Eksik bir doğrudur bu.
Çünkü emperyalizmin dinle olan ilişkisi basit, sıradan bir
kullanma-kullanılma ilişkisi değildir.
Şunu hiç unutmamak gerekir:
Dinsellik, emperyalizme içkindir. Yani emperyalizm, özsel olarak dinseldir.
Emperyalist düzen, varoluşu itibariyle dinseldir.
***
Açmaya çalışalım: Din ve dinsellik, insani planda güçsüzlüğü ve zayıflığı
ifade eder. Özellikle de insanlık baskı ve çaresizlik dönemlerinden geçerken,
dinsel inanç ve batıl inanışların daha çok etkisi altına girer.
Çünkü din, güçsüzlüktür. Marx, “Hukuk Felsefesinin Eleştirisi”nde bunu
şöyle açıklar: “Dini insan yapar, insanı din yapmaz. Din, kendini henüz
bulamamış ya da artık yitirmiş olan insanın kendi bilinci, kendi öz
saygısıdır.”
Evet, din, kendini bulamamış insanın “bilincidir.” Din, insani
özelliklerini kaybetmiş insanın “bilincidir.” Din, yaratma gücünü, var etme
potansiyelini, değiştirme iradesini yitirmiş insanın “bilincidir.”
Yani, insan olmayanın, non-insanın “bilinci” yerine geçen bir olgudur.
Güçsüz insanın “bilinci” yerine geçen bir olgudur din.
İnsan, güçlendikçe, evrendeki tek “yaratıcı / var edici” gücün kendisi
olduğunu hissettikçe, kendini gerçekleştirme potansiyelini keşfettikçe,
edilgenlikten etkinliğe adım attıkça, din düşüncesi de toplumsal ve siyasal ağırlığını
yavaş yavaş kaybedecektir.
İşte, emperyalizm ile din arasındaki bağı, bu şekilde kurmak olanaklıdır.
***
Biraz daha açalım:
Emperyalizm, insanı, dolayısıyla insanın insanlığını
yok etme düzenidir. İnsanın düşünme, sorgulama, merak etme, araştırma, itiraz
etme, yaratma, değiştirme iradelerini yok etme düzenidir. Edilgen, otlaşmış,
bitkiselleşmiş, yalnızca biyolojik gereksinimlerini gidermeye ayarlanmış insanı
sever emperyalizm.
Bunu gerçekleştirmenin en kolay, en pratik yolu ise akla düşman, bilime
düşman, aklın özgürleşmesine düşman inanışların, insanın bilincine zerk
edilmesidir. Gökten indiğine inanılan, peygamberin söylediği iddia edilen bir
dizi öğretiyi, insanların zihinlerine yerleştirilmesidir.
Dindar
bir yaşantıya sahip olmayan ama bilinçaltları “mistisize edilmiş /
mistifikasyona tabi tutulmuş” orta sınıf insanlarına dikkatle bakınız.
Çoğunluğu, emperyalizmin en önemli insan kaynaklarıdır.
Bugün, gazetelerin, televizyonların, internetin, sosyal medyanın,
kitapların, dergilerin fal, muska, büyü, cinler, dualar, parapsikoloji,
ruhçuluk, medyumluk, telekinezi gibi safsataların mecrası haline getirilmesi,
toplumun dinselleştirilmesine dahildir. Dinselleşme dediğimiz ille de toplumsal
yaşamın namaz ve iftar saatlerine göre ayarlanması, hac ve umre ziyaretlerinin
devlet protokolüne girmesi, her ağzını açanın dinsel referanslarla lafa
başlaması değildir. Toplumsal bir çıldırı halinde tasavvufi kitaplara sarılmak,
herkesin her fırsatta dinsel referanslarla yaşamaya başlaması, “solcu”
gazetelerde bile ilahiyatçı akademisyenlerin köşe yazarı olması, edebiyat
yapıtlarına bile dinsel öğelerin serpiştirilmeye başlanması… Bunların hepsi
toplu bir dinselleşme / dinselleştirme operasyonudur.
Bu bir karanlık dönemdir.
Ve bu karanlık dönemi, emperyalizmden ayırmak olası ve olanaklı değildir.
Karanlık dönemde, insan aklının aydınlığı söndürülmek
istenir. Yapan, eyleyen, düşünen, değiştiren insan yok edilmek istenir.
Mistifiye edilmiş, itaat eden, boyun eğen, sorgulamayan, itiraz etmeyen,
şükreden insan modeli üretilir ve yüceltilir.
İşte bu nedenle…
Emperyalizm ile dinsellik iç içedir.
Dinsellik, emperyalizmin kolaylıkla yöneteceği insanı yaratır; emperyalizm
de yeniden ve yeniden dinselliği yaratır. Bu sarmal döngü, böylece süregider.
Birbirini besler.
Emperyalizm, insanı sürekli güçsüzleştirmek zorunda olduğu için dinseldir.
Emperyalizm, insanı sürekli edilgenleştirmek istediği için dinseldir.
Emperyalizm, insanın yaratıcı ve eyleyici potansiyelini yok etmek istediği
için dinseldir.
Çünkü emperyalizm, dinselliği, genişletilmiş ve derinleştirilmiş bir
biçimde sürekli ve yeniden üretmektedir
İşte “Emperyalizm özsel olarak dinseldir” derken, kastettiğimiz budur.
***
Emperyalizm insanı güçsüzleştirmek zorundadır. İnsanın güçsüzleşmesi, edilgenleşmesi,
itaatkârlaşması ise her türlü dinsel inanışın, en gelişmişinden en ilkeline
kadar yaygınlaşması, kitleselleşmesidir.
O halde dinselliğin kitleselleşmesi demek, insansızlığın kitleselleşmesi
demektir. Emperyalizm, insansızlığın kitleselleştiği bir düzendir.
***
İnsani güçsüzlüğün bir başka boyutu da, sorumluluk duygusunun yokluğudur.
Güçsüz insan, sorumluluktan korkan ve kaçan insandır. Sorumluluk, insanın zor
işlere yönelmesini gerektirir. Zorluk ise insani yaratıcılığa gereksinim duyar.
Kendi yaratıcılığına olan güvenini kaybetmiş bir varlığın, sorumluluktan
kaçması ve sorumluğu kendisi dışındaki (ilahi / mistik) güçlere yüklemesi
kaçınılmazdır.
Hasip Akgül, Görme Kılavuzu (Duvar Yayınları, Temmuz 2008) adlı ufuk açıcı
kitabında bu konuya dair şunları yazar: “Din üzerine Freud, Marx’la hemfikir
görünmektedir. Freud’a göre çocuğun dünya ile karşı karşıya kaldığı zaman
duyduğu ilkel korku güçsüzlük korkusundan çıkar. Bu hissi duyan çocuk kendine
yardım ve destek arar. Büyüdükten sonra bu yardımlardan vazgeçmesi ve dünya ile
karşılaşma sorumluluğunu kendi omuzlarına aktarması gerekir. Fakat bu
sorumluluk yüklenme ‘ego’ya kolay kolay kabul ettirilebilecek bir şey değildir.
Bütün kararların başkaları tarafından verilmesi çok daha rahat bir durumdur.
Böylece bazı kimselerde zaman zaman çocuksal davranışlara dönmek, tümcü bir
otorite kaynağı aramak bir eğilim olarak belirir: Din, kişinin kaybettiği
biyolojik baba yerine kendini sorumluluktan arıtan soyut bir baba yaratır.
Sorgulanmadan yerine getirilmesi istenen emirler veren bir kaynak. Eksikliği
hissedilen baba gibi. Freud’a göre din, gücünü yaratan psikolojik kaynakları
gizlediği oranda ideolojiktir, gerçekleri örten bir maskedir.”
Emperyalizmde de, insan o denli güçsüzleştirilmiş, o denli özgüven yitimine
uğramıştır ki, en basit konularda bile karar vermekte ve verdiği kararın
sorumluluğunu taşımakta zorlanmaktadır. Çünkü korkmaktadır. Çünkü edilgendir.
İşte böyle bir varlığın, dinselliğe eğilimli olması kaçınılmazdır. O nedenle bu
tipolojideki insanların kitleselleştiği yerlerde, dinsellik de tüm karanlığıyla
yerleşmiş demektir.
2012 Türkiye’sinde olduğu gibi…
Dolayısıyla… Özgüvenin, sorumluluğun, eylemselliğin, iradenin, özgür aklın
olmadığı bir düzen, kaçınılmaz olarak dinseldir.
***
Bu konuda Lenin’e de söz vermek lâzım. Şöyle yazıyor Lenin: “Emperyalizm
ilhak etme dürtüsüdür. Kautsky’nin tanımının politik kısmı buna çıkar. Bu
tanım, doğru ama eksik bir tanımdır. Çünkü emperyalizm politik olarak genel
olarak şiddet ve gericilik eğilimidir.”
Lenin’in bu saptamasını unutmamak gerekiyor. Emperyalizmi belirleyen
eğilim, şiddet ve gericiliktir. Gericiliğin en aslî, en karanlık, en bozucu, en
tehlikeli biçimi ise dinsel gericiliktir. İşte bu noktada Lenin, yazının
başında vurgulamaya çalıştığımız “Emperyalizm, özsel olarak dinseldir”
saptamamızı daha genel bir biçimde dile getirmiş oluyor.
***
Son olarak Montesquieu. Şunları yazar: “Bu gibi devletlerde (despotik
devletlerde) dinin, başka herhangi bir devlette olduğundan çok daha fazla
etkisi vardır; korkuya eklenen başka bir korkudur o.”
Evet, emperyalist düzen korkuya / korkutmaya dayanır. Korkudan korku
üreterek, insanı insanlığından çıkarır. Bu nedenledir ki, korkudan beslenen ve
korkuyu besleyen bir “korku jeneratörüdür” din.
Ve korku üreten din, emperyalizme dahildir. Emperyalizmin içindedir.
Emperyalizme içkindir.
Siyasal ya da teolojik, ekonomik ya da kültürel, ılımlı ya da köktenci;
hangi şekliyle olursa olsun genel anlamda dinsellik, emperyalizmle mücadele
etme / edebilme potansiyelinden yoksundur. Bırakınız yoksun olmasını,
dinselliğin emperyalizmle mücadele edebilmesi, eşyanın doğasına aykırıdır.
Çünkü emperyalizmin özünde, kökünde, nüvesinde boylu boyunca dinsellik vardır.
Çünkü emperyalizmin özünde, kökünde, nüvesinde boylu boyunca dinsellik vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder