9 Nisan 2013 Salı

DEVLET RİCAT ETMİŞTİR! S.Figen Özen



Aşağıdaki satırlar 4/Nisan/2013 tarihli gazeteden alınmıştır.
"Dün sabah saatlerinde başlayan ve akşam saatlerine kadar devam eden gerginlik, Şırnak Vali Yardımcısı Deniz Zeyrek, 23'ncü Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral Ali Doğan İnce, Şırnak İl Genel Meclisi'nin BDP'li üyeleri, Rahmin Bal, Erşat Ediş, İrfan Encü'nün araya girmesiyle sona ermişti. Gerginliğin sona ermesi ve köylülerin dönmesinden sonra BDP'li meclis üyeleri, buradaki askeri ve sivil yetkililer ile görüşmeler yaptı.
Yapılan görüşme ile birlikte buradaki çok sayıdaki güvenlik görevlisi helikopterlerle geri çekildi. Askerlerin çekilmesinin ardından, Kuzey Irak topraklarında bulunan kaçakçılar, yaklaşık 120 katır yükleriyle birlikte Türkiye topraklarına girdi.

Andaç Köyü çevresinde önlem alan diğer askerlerin de çekilmesiyle birlikte kaçakçılar, yükleriyle birlikte köye döndü. Köyde bekleyen yakınları, olası bir müdahaleye karşılık, her biri 65 litre yakıt alan katır sırtındaki 2'şer varili indirerek evlere götürdü"
 
Tam 101 yıl sonra, Türk milletine bir ikinci bozgun,yaşatılmak istenmektedir.
 
 Anadolu'da binlerce yıldır kök salmış bir çınar, Türk milletinin egemenliği, devletin varlığı ve dirliği, zararlı yaratıklar tarafından kemirilmektedir. Koca çınar çürütülecektir. Devlet terör örgütü, terörist başı ve tüm dünya önünde küçük düşürülmüş ve bir avuç PKK bağlantılı kaçakçı önünde askere ve güvenlik güçlerine "GERİ ÇEKİL" emri verilmiştir. Devlet ricat etmiştir.
 
Bu ayıp,Cumhuriyet tarihinin bir kara lekesidir.
 
  Kökleri tarihin derinliklerine kök salmış, binlerce yıllık koca çınara zararlı yaratıklar dadanmıştır. Bu zararlılardan kurtulmanın tek ilacı elbette milli bilinçtir. Bağımsızlık andıdır. Bu koca çınarın üzerinde bulunan zararlı yaratıkların açtığı yaralar ve bu zararlılardan kurtulmanın bilinci Türk milletine eksiksiz anlatılmalıdır. 
 
AKP iktidarında Türkiye,"FETRET DEVRİ"ni geride bırakmıştır. Türk milletine, 1912 Balkan Bozgunu'nun bir benzeri yaşatılmak istenmektedir. 

"BOZGUN 1912

1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin yarattığı derin ezilmişlik duygusu, Balkanlar’ın içlerinden sürüle sürüle “Küçük Rumeli” denilen Trakya’ya doluşan, bu topraklarda güven içinde olacaklarının hayalini kuran muhacirlerin peşini bir türlü bırakmaz. “Koca Bozgun” denilen o günlere tanıklık eden kuşaklar ve onların nesilleri, ondan kalır yanı olmayan “Bozgun” senelerini, tarih için hiç de uzun bir zaman dilimi sayılamayacak olan 34 yıl sonra, Trakya topraklarında bir daha yaşayacaklardır.
Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’dan oluşan ittifakın karşısında tüm Balkanlar düşerken, İşkodra ve Yanya; tüm Trakya düşerken ise Edirne “akla ziyan” bir şekilde ayakta kalmayı başaracaktır.
Öyle ki; tüm yokluk ve yoksunluklara rağmen 155 gün süren meşhur müdafaanın ardından, 1913 baharında teslim olmak zorunda kalan Edirne, çok değil 6 ay sonra Trakya’nın geri alınışının da “ilhamı” olacaktır.
Balkan Savaşları’nın yarattığı bu derin travmanın izleri bütün bir Rumeli’nin hafızasından günümüze değin silinmeyecek; askerin zedelenen gururunun tamiriyse, savaşın bitmesinin ertesinde tarihe altın harflerle kazınacak Çanakkale’ye nasip olacaktır.
Türk ordusu, Alasonya’ya giren Yunanlılar karşısında Yenice savaşında da bozguna uğruyor. Rumeli'deki Osmanlı şehirleri bir bir düşüyor. Sürgünde yaşayan devrik sultan Abdülhamit, Yunanlılar esir almasın, diye gizlice İstanbul'a getiriliyor. Osmanlı'nın Balkanlar’daki başkenti Selanik, tek kurşun atılmadan Yunanistan'a teslim ediliyor. " Rumeli’ye Elveda 100. Yılında Balkan Bozgunu..."
 
Senelerdir mütarekeci basın ile kişilerin beynine şırınga edilen kültürel emperyalizm CFR'nin isim babası olduğu  bir partiyi iktidara taşımıştır.
 
Osmanlı'nın son yıllarında Rumeli'ye "ELVEDA" diyen zihniyet, tarihten ders almamış olacak ki Türk milletini "BALKAN BOZGUNU" benzeri bir bozgunla karşı karşıya bırakmak üzeredir.
 
Selanik tek kurşun atılmadan Yunan'a teslim edilmiştir. Şimdi sıra Türk milletinin öz yurdunda mıdır? Mahşerin atlıları yüz yıllık intikamın peşindedir.
 
PKK'nın tam iki sene önce "PİLOT BÖLGE" ilan ettiği Yüksekova ve Tunceli'de PKK silahlarıyla şehre inmiştir.
 
Karayılan açıkça "Biz Türk ordusunu yendik" demektedir. üstelik "Mütareke masasına Türk devletinin isteğiyle" oturduklarını ifade eden Karayılan, PKK'nın silah bırakmayacağını da söylemektedir.
 
Bunun yanı sıra emperyalizmin paralı uşakları, "PKK'nın sınır dışına çıkması için"de Gazi MECLİS'ten, bu konuda bir yasa düzenlenmesi istemektedir.
 
Ve aynı hain, işbirlikçi, emperyal uşak; "Silahları bırakarak Türkiye'yi terk etmemiz mümkün değil. Bir hakikat komisyonu kurulmasını istiyoruz; çünkü biz de Türk askerlerini öldürdük. Bu komisyon sayesinde  iki taraf da karşılıklı olarak birbirini af edebilir." demetedir.
 
Af etmek mi? Her şehidin hesabının sorulma vaktidir.
 
 
Yeni bir operasyonla,sinsi planlarının gereği bir çok kurumun başından TC ibaresi kaldırılmaktadır. Adımlar sinsi, sisi atılmakta ve Türk milleti üzerinde deneme yapılmakta, tepkileri ölçülmektedir.
 
"Sizinle savaşanlar içerde" diyen devlet bozguna uğramıştır. Daha doğrusu, iktidar "EŞBAŞKAN" olarak kendisine verilen görevi, yerine getirmek için canla başla çalışmaktadır. "YENİ KÜRDİSTAN", Eşbaşkanın ellerinde hayat bulacaktır.
 
Ancak TC operasyonu ve Silivri çıkartması ile gölgede kalan ve ne yazık ki geri plana itilen olay son derece vahimdir. Israrla yineliyorum. EGEMENLİK KAYITSIZ,ŞARTSIZ ÖCALAN ve HEMPALARININDIR.
 
Ve bu egemenlik ilgili zevat tarafından kendisine, Okyanus ötesinden gelen CFR memorandumu gereği altın tepsi içinde sunulmuştur.
 
Başı bozuk bir güruh, PKK yandaşı kaçakçılar karşısında askere "GERİ ÇEKİL" emri verilmiştir.
 
Bu emri verenler veya vermek zorunda bırakılanlar, yeni bir Balkan Bozgunu'nun taşeronluğunu yapmaktadır.Bu emri verenler; " Devleti ricat ettiren" kararın altını mühürlemişlerdir. bu mühür gaflet, delalet ve hatta hıyanet kokmaktadır. çünkü bu millet, Türk milleti ne savaşarak ne de savaşmadan esareti kabul etmeyecektir.
***
VE SİLİVRİ!
 8 Nisan'da Silivri'de Türk milleti sadece ve sadece hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı savaşmamışlardır.
 
Bugün silahsız kuvvetler aralarındaki her türlü siyasi, etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkları öteleyerek bir araya gelmiş ve emperyalizme karşı bir ikinci Bağımsızlık Savaşı başlatmışlardır. Bu birlikteliğin adı "NAMUS CEPHESİ"dir.
 
Made in USA gaz bombaları ve biber gazı, tazyikli su onları durduramamış, "Dünya Hükümeti"ne ve onun işbirlikçi taifesine savaş ilan etmişlerdir.
 
Cehennemler kudurmuş, çatal mızraklı zebaniler Türk silahsız kuvvetlerinin üzerine saldırmıştır.
 
On binlerce insan Silivri'de Atatürk'leşmiştir.Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zapt edeceğiz
güneşin zaptı yakın!
 
Güneşi zapedeceğiz. Belki yarın, belki yarından da yakın...
 
Bu akın Silivri'de son bulmayacak...Gene topraktan alarak hızımızı, fırtınalara gem vuracağız, şaha kalkan atlarımızı kamçılayarak Meclis'in duvarlarına dayanacağız.
 
Meclis'i kuşatıp, bölücü hainler için yasa çıkmasına engel olacağız..
 
Gücümüzü kendimizden, benliğimizden, Türk milletinden alacağız.
 
“Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”
Kayıtsız ve şartsız Türk milletinin "MEŞR-U MÜDAFAA HAKKI" doğmuştur. Ve bu hak, anaların ak sütü gibi bu millete helaldir...
Devlet ricat etmiştir. Ancak Türk milleti savaşmaya kararlıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder