9 Şubat 2018 Cuma

AMERİKA’NIN MİLLÎ EĞİTİME EL ATMASI


Bir devletin eğitim siyasası, o devletin can damarlarındandır. Bugünün çocukları, yarının yöneticileri, meslek sahipleri, dahası seçme ve seçilme hakkına sahip vatandaştandır. Onları nasıl eğitirseniz, onlar da öyle insanlar olacaklardır. Onlarda nasıl bir kafa yapısı oluşturursanız, yarın onlar da o kafa yapılarına göre davranacaklardır.709
Bu nedenledir ki, eğitim konusu, Atatürk'ün en önem verdiği konuların başında geliyordu. O denli ki, Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ortasında bir eğitim şurası toplamıştı! Kurtuluş'tan sonra Türkiye'de tam bir eğitim seferberliği yaşandığım hepimiz biliyoruz. Cumhuriyet'e, devrim ilkelerine gönülden bağlı, özverili yeni bir kuşak yetiştirilmesi amaçlanmıştı. Ama bu kuşak aydınlanma düşüncesiyle ve bilimsel temele dayalı bir öğretim sonucunda oluşturuluyordu. Ulusçu olmak, vazgeçilemez nitelikleriydi. Uzun söze gerek yok: Eğitimin bir toplumun yaşamında ne denli önemli olduğunu, bugün İmam-Hatip Okulları'nı bitirenlerin yapıp ettiklerinden açıkça anlaşılır.
Atatürkçü eğitime ilk darbe, bildiğiniz gibi, Köy Enstitüleri'nin yıkıma uğratılması ile indirildi. Böylece Türkiye gerçeklerine uygun, ülke kalkınmasını amaçlayan, ulusçu eğitimin bu ana kurumu ortadan kaldırılmış oluyordu. Köy Enstitüleri yıkıma uğratılırken bununla eşzamanlı olarak Amerika'ya bir öğrenci akım başlatıldı. Daha 1946 yılının başında Amerika'da 600 dolayında Türk öğrenci bulunuyordu ve o yıl 100 öğrenci daha Amerika'da okumak için başvurmuştu.710  
Burada bir noktanın altım çizmek gerekir: Atatürk döneminde de yabana ülkelere öğrenci gönderiliyordu. Ancak, bir kere bunda ülke gereksinmesi göz önünde tutulduğu gibi, giden öğrenciler Türkiye'de devrim havası içinde yetişmiş olanlardı. Daha da önemlisi, illâ şu ülkeye öğrenci göndereceğiz diye bir saplantı da yoktu. Örneğin; önceleri bilim ve teknikte Avrupa ülkeleri ileri olduğu için o ülkelere öğrenci gönderilirken, 709 " S.S.C.B’nin bilim ve teknikteki başarısı belirginleşince ve bu ülke 1929 Dünya Ekonomik Bunalımını belli bir sarsıntıya uğramadan atlatınca Sovyetler Birliği'ne de öğrenci gönderilmeye başlanmıştı.
Sümerbank ve Etibank'ın kuruluşlarında görev yapanlar Sovyetler’ de eğitim görmüş olan mühendisler olacaklardır.
Ancak, A.B.D. Türkiye'ye yerleştikçe ve denetimi ele aldıkça, her emperyalist ülke gibi, kendi ideolojisini benimsemiş, Amerika'nın çıkarlarım kendi çıkan imiş gibi özümsemiş ve ilerde Türkiye'de kilit noktalara gelebilme olasılığı olan gençleri kendi eğitim sistemi içinde yoğurmak yolunu tutacaktı. Kendiliklerinden ve Zekeriya Sertel gibilerin imrenilecek ve ne pahasına olursa olsun gidilmesi gereken bir cennet olarak koşullandırması yüzünden Amerika'ya giden öğrenciler yeterli değildi. Hem bu öğrencileri kendisi de seçmiyordu! İş sıkı tutulmak ve bir sisteme bağlanmalıydı. Bu nedenle, sonunda Türkiye Ve A.B.D. Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkında Antlaşma 27 Aralık 1949'- da imzalandı.711
Antlaşmanın 1. maddesine göre; Türkiye'de bir "Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu" kuruluyordu. Komisyonun giderleri Türkiye'nin ABD’ne olan borcundan karşılanacaktı. Komisyonun amacı, "eğitim programının idaresini kolaylaştırmak" olacaktı. A.B.D. vatandaşlarınca yapılacak öğretim ve araştırma giderlerini de biz ödeyecektik. Aynı durum, Amerika'da eğitim görecek Türk öğrenciler için de -yol giderlerini de kapsamak üzere- söz konusuydu.
Öteki maddelere göre; bu Komisyon dördü Türk, dördü Amerikalı sekiz üyeden oluşacaktı; başkanı ise A.B.D. Büyükelçisiydi. Oyların eşitliği durumunda Büyükelçinin oyu ile karar alınacaktı. Amerikalı üyeleri, A.B.D. Dışişleri Bakanı atayacaktı.
Komisyon doğrudan doğruya A.B.D. Dışişleri Bakanlığına bağlıydı ve onun denetiminde olacaktı.
Komisyon'un bir veznedarı olacaktı, ancak bu veznedarın atanmasını A.B.D. Dışişleri Bakanı onaylayacaktı.
Komisyon, yabancıların verecekleri burslar için profesör, araştırmacı ve öğrencileri önerecekti. Eğitim programlarını düzenleyecekti. Amerikalıların Türk eğitim sistemi içinde nerede nasıl görev yapacağım kararlaştıracaktı.
Bu antlaşmanın T.B.M.M’nce bir yasa ile onanması gerektiğinden, bu yasanın gerekçesinde açıkça şöyle denilecekti: "Amerika Hükümeti, harpten sonra ordusu elinde kalan fazla malzemenin satışı için müteaddit devletlerle anlaş­malar yapmış ve gerek bu devletleri mezkûr satışların hâsı­latım dolar olarak ödemek külfetinden kurtarmak, gerekse bu vesile ile AMERİKAN KÜLTÜRÜNÜ YAYMAK GAYESİYLE, anlaşmalarla tahassül eden alacakların bu memleketlerde kültürel gayelere sarfım temin edecek kültür anlaş­maları imzalamıştır."712
Gerekçede, bu girişimi Amerikan Senato üyelerinden Fulbright başlattığından bu tür antlaşmalara Fulbright Antlaşmaları denildiği belirtiliyordu. Dışişleri Komisyonu'nun E. 1/731, K. 14 sayılı ve 9 Mart 1950 günkü raporunda da, Antlaşmanın amacının "Türk ve Amerikan kültürlerini birbirlerine tanıtıp yaklaştırmak" olduğu belirtilecekti.713 Haydar Tunçkanat, bu antlaşmayı şöyle değerlendirmiş: "....Amerikan Eğitim Komisyonu'nun Türkiye’de Türk parası ile ve Türk Hükümeti'nin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında, Türk eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarını uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve Bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini kolaylaştırmak amacını sağlamak için getirilmiştir. Sözde karşı­lıklı olan bu anlaşma ile bağımsız bir devlet olan Türkiye'nin başkentinde Türk eğitimi ile ilgili bir Amerikan Eğitim Komisyonu kuruluyor ve Türk Hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı dahi verilmiyor."714
Ama şunu açıkça kabul etmek de gerek: Doğrusu, adamlar yurt dışına gönderilecekleri iyi saptamışlar ve A.B.D/de iyi eğitmişler. Ülkemizde ard arda kilit noktalara gelenlere bakınca bu gerçek yadsınamaz oluyor.

Kaynak; Prof. Dr. Çetin Yetkin Karşı devrim(Sh.370-371-372)

709 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. YAHYA KEMAL KAYA: İnsan Yetiştirme. s. 273 vd.
710 "Amerika’daki Türk Talebeleri”; Vatan, 5 Mayıs 1946.
711 Antlaşmanın metni için bkz. H.Tunçkanat: s. 43-49
712 T.B.M.M. T.D. C. XXV/I, Dönem 8, Toplantı 4„ s.220.
713 A.y. s. 220/4.

714 H.TUNÇKANAT: s. 5.

8 Şubat 2018 Perşembe

İhanet kapısı ve Rumbeyoğlu Fahrettin Bey!

AKP iktidarı, esasen Türk kavramından hoşlanmıyor veya en azından bu kelimeyi, Türkiye’de yaşayan milletin adı olarak değil, etnik gruplardan birinin adı olarak zikrediyor.
En son, AKP Grupbaşkanvekili Ayşenur Bahçekapılı,  “Anayasayı değiştireceğiz ve vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız. Yoksa demokratikleşmeyi yapamayız. Vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. İşte bu, sorunu çözer”   demişti.
Abdullah Öcalan da son zamanlarda bunu istiyordu zaten!
* * *
Aslında aynı politikayı, mütareke döneminde Damat Ferit Hükümeti’nin Eğitim Bakanı, mareşal rütbeli Rumbeyoğlu Fahrettin Bey uygulamıştı. Fahrettin Bey, gerçekten bir Rum beyinin oğlu muydu belli değil ama ünlü Sabetaylar listesinde adı var.
Rumbeyoğlu Fahrettin Bey, ilk icraat olarak, okul kitaplarından TÜRK kelimesinin çıkarılmasını emretmişti.
Tarihçi Suat Aydın, hazırladığı bir sınav sorusunda Turgut Özakman’dan naklen bu bilgiyi verdikten sonra  “Neden Rum, Ermeni, Kürt, Çerkez, Arap, Arnavut vb. sözcükler yasaklanmamıştı?” diye soruyor.
* * *
Dr. Necdet Aysal da bir makalesinde, Damat Ferit hükümetini anlatırken, Tevfik Bıyıklıoğlu’nun  “Atatürk Anadolu’da”  kitabından naklen şu bilgileri verir:
 “Damat Ferit Hükümeti’nde Adalet Bakanı Ali Rüştü Bey, Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini isteyen bir kişi idi. Milli Eğitim Bakanı Rumbeyoğlu Fahrettin Bey ise okul kitaplarında bulunan Türk kelimesi yerine Osmanlı kelimesinin konmasını emretmişti.”
Damat Ferit Hükümeti ise işgalcilere direnenlere karşı Kuvayı Milliye’yi bir isyan hareketi olarak suçlayan bildirisi ile asilerin katledilmelerinin şeriat yönünden gerekli olduğuna dair bir fetva yayınlamıştı.
Anadolu hareketini bastırmak amacıyla işbaşına getirilen Damat Ferit Paşa, bu amaçla 18 Nisan 1920’de çıkarılan bir kararname ile  “Kuvayi İnzibatiye” yi kurmuş, iç isyanları örgütlemiş, Türk’ü Türk’e kırdırmıştır.
İşgalle beraber İngilizler, Meclisi de basarak bazı milletvekillerini ve aydınları tutuklamış, Malta’ya sürmüşlerdir.
Şimdi sorarım size, bugünkü uygulamalar Damat Ferit Hükümeti’nin icraatlarına benzemiyor mu?  11 Temmuz 2010







7 Şubat 2018 Çarşamba

ELEŞTİRENLERE DE KIZIYORLAR!





(Öncelikle bir not)Millî Mücadele’yi başarıyla yürüten ve yeni bir devletin kurulmasına öncülük eden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) bir devamı olarak kurulan CHP kanla, gözyaşıyla, Anadolu’nun fedakârlığıyla kurulmuş antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı devrimci bir partidir.  Bu nedenle meşruiyeti ve temeli Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) olan CHP, üye olsun ya da olmasın Millî Mücadeleye güç veren, can ve kan veren tüm halk katmanlarının söz ve karar sahibi olduğu bir partidir. ,
Bu gün CHP’nin herhangi bir biriminin yönetimine gelmiş/getirilmiş kişiler bu yalın gerçeği bilmek, anlamak zorundadır. Yani, makamı, mevkii, unvanı ne olursa olsun hiç kimse CHP’nin sahibiymişçesine davranamaz. Çünkü CHP’nin sahibi tüm ulustur. Mahmut Özyürek
 ********
Şimdi özellikle sosyal medyada en önemli konu CHP…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden seçilmesi  büyük tepkilere neden oluyor…
CHP’ye gönül verenler öfkeli…
Bir de aksi var. Eleştiri yapanları neredeyse “hain” ilan edenler!
Bu size neyi hatırlatıyor?
……………
Tepki?
Neden olmasın?
Yenilgi üzerine yenilgi almış bir genel başkanı bu partiye gönül verenlerin istememesi kadar doğal ne olabilir?
Bu kişinin yeniden seçilmesine neden tepki göstermesinler?
Ki; seçim de seçim olsa hani.
Ayarlanmış delegeler, sonu baştan belli bir organizasyon…
……………
Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP bitmiştir.
Bunu mantıklı insanlar görüyorlar.
Sosyal Medyaya bakın…
CHP’nin IQ seviyesi düşük bir takım yandaşları partiyi  eleştirenleri Ak trol olarak betimliyor!
Bu ne pervasızlıktır? Diyeceğim ama diyemiyorum.  Biat kültürü o kadar yerleşmiş ki bu ülkenin genlerine…  Çare yok!
Körü körüne biat!
Neden diye soruyorsun; “İşte öyle” diyor adam. Mantık bu…
……………..
Sosyal demokrat olduğunu savunan adam, sosyal demokrasi konusunda en küçük bir fikre sahip değil.
Okumuyor, öğrenmek istemiyor. Bilmiyor, bilmediği gibi bilmediğinin de farkında değil…  Çıkıyor klavyenin tepesine, “eleştirenlere” verip veriştiriyor.
Efendim birlik ve beraberlik günüymüş…
Ülke bu durumda iken, Kılıçdaroğlu’nun eleştirilmesi yanlışmış…
Kemal’e karşı olanlar CHP’li sayılmazmış…
Kazma!
Türkiye bu hale yeni gelmedi…
Türkiye bu hale geldiyse; Ana Muhalefet Partisi’nin de dahli var! Sen fırsat verdin!
Yenilgi alışığı olmuşsun, kendini anlatamıyorsun. Çünkü kendinin ne olduğunu bilmiyorsun. Bir oraya, bir buraya yalpalıyorsun… Milletvekillerinin hepsi ayrı telden çalıyor… Biri bakıyorsun PKK’nın kucağına oturmuş, diğeri FETÖ’nün… Belediye başkanlarına bakıyorsun, AKP’nin kucağında.
Nah işte; İzmir  Büyükşehir Belediye Başkanın…
AKP’nin has adamı… Çeşme, Narlıdere, Urla, Bornova, Karşıyaka, Karabağlar, Konak belediyelerine bak! Dökülüyorlar. AKP sevicisi Kocaoğlu’nun oyuncağı olmuşlar! Millet bunlardan yaka silkiyor!
………………
Eleştirmeyelim, zamanı değil…
Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var!
Öyle mi?
Dün yok muydu? Bu ne sığ söylemler, bu ne cehalet?
Bir parti olmak zaten birlik ve beraberlik demektir.
El-ele bir fikri, bir misyonu yerine getirmektir.
Kemal Kılıçdaroğlu ve ekipleri hangi misyonu yerine getirdiler?
Partiyi rayından çıkartıp YENİ CHP diye Atamızı bile yok saymadılar mı?
Eleştirilmesin!
Emredersiniz!
……………..
CHP’nin… Kemal Kılıçdaroğlu’ nu sahipli(!) delegelerle yeniden seçmiş olması en çok AKP’yi sevindirdi. Haklı olarak bayram ettiler!
Çünkü onlar da biliyorlar ki; artık CHP gümleyecek…
İşte size söylüyorum… Önümüzdeki yerel seçimlerde ve 2019’da yapılması planlanan seçimlerde bu parti barajı zor geçer!
…………………
Şimdi diyorlar ki; “eleştirmeyin”
Ne yapalım?
Biat edelim!
Cevap veriyorum;
Hastiriniz efendim!
Mutlu TUNCER

++++++++++
Sivas umumi kongresinden bugüne kadar, bunca engellere karşı mefkûre yolunda attığımız adımlar göz önüne getirilirse, önümüzdeki senelerin fırkamız için vaat ettiği muvaffakiyet ufuklarının ne kadar geniş olabileceğini tahminde güçlük çekilmez.
Bu mülahazanın isabeti bir şarta bağlıdır. O şart; aziz milletimizin, mahabbet (sevgi)ve itimadının, fırkamızın üzerinden eksik olmamasına dikkatle ve feragatle çalışmaktır.
Fırkamız bunda kusur etmedikçe; selim hisli, vefalı, şuurlu milletimizin muhabbet ve itimadından daima emin olabiliriz.” Mustafa Kemal Atatürk 1931




6 Şubat 2018 Salı

NUR TÜCCARLARI PAZARA ÇIKTI, KÜRT SAİD’İ PAZARLIYORLAR..

 
Bu yazı 22.09.2015 tarihinde yazılmıştı. Öngörülerimizin doğru çıkmaması bizi sevindirirdi. Ama ne yazık ki haklı çıktık. Yazımızda;
"Her koşulda Atatürk düşmanlığı kimliği ön planda olan Said Yüce Atatürk’ün kurduğu Mecliste “Türk düşmanlığı, Kürt Milliyetçiliği “ davasının elamanı olarak maaş alacak." demiştik.
“Hukukî ve fizikî varlığı olmayan”,  MİT ile birlikte kurduğu “Barla Platformu’nun Başkanı Said Yüce" yine sahnede.


Said Nursi siyaseti, “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi” olarak nitelendirir. (Emirdağ Lâhikası)

Nur şakirtlerine “Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın.” (Kastamonu Lâhikası) diyerek siyasetten uzak durmalarını özellikle ister. Bu nedenle gerçek Nurcular siyasetten hep uzak durdular, hiçbir partiye girmediler.

Ancak Said Nursi üzerinden, dünyalık edinmek, makam mevki kapmak, Türkiye Cumhuriyetinin tüm değerlerini yağmalamayanların aralarına katılmak için, Devleti hamudu ile götürenlere olmadık övgüler düzen NUR TÜCCARLARI piyasaya döküldü bu günlerde.

İşte bu tüccarlardan birisi Isparta milletvekilliğine soyunmuş. Yani davasını satmış-vekilliği kapmış.

“Hukukî ve fizikî varlığı olmayan”,  MİT ile birlikte kurduğu “Barla Platformu’nun Başkanı Said Yüce’den söz ediyoruz.

Sait Yüce çok değil, yakın geçmişte, 09.01.2015 günlü Sabah Gazetesi'ne verdiği demeçte aynen şöyle demektedir.

"Bir siyasî parti teşkilâtının ve hükûmetinin saç ayaklığını yapmak, onun iktidar imkânlarından faydalanarak devlet kademelerinde kadrolaşmak, sonra da bu kadroları seçimler için şantaj aracı yapmak gibi yöntemler ve entrikalarla Nur talebelerinin hiçbir işi olamaz"  

Peki; Said Yüce AKP’den vekil seçilmesi durumunda “bir siyasi partinin ve hükümetin saç ayaklığını” yapmayacak mı?

Kesinlikle yapacak. Bu durum kendini inkâr etmek anlamına gelmez mi? Kesinlikle gelir.  

Bir şey daha paylaşalım..

Said Yüce, Nur cemaati içinde lider konumunda olanların arasındadır. Nur Cemaati içinde lider durumundaki bazı isimler “AKP’ye gözünün üstünde kaşın var diyemez.”  Said Yüce işte bu isimlerden biridir.

Çünkü AKP, MİT’i ele geçirdiğinde ilk yaptığı işlerden biri İslami cenahtaki ajanların listesini istemek olmuştu.  MİT’te herkesin dosyasını tek tek çalıştılar. Dosyası hayli kalabalık olan içinde hatta en önlerde Said Yüce’nin olduğu iddia ediliyor.

İşte Bu dosyası kalabalık, sicili bozuk olanlar AKP’yi kayıtsız koşulsuz desteklemek, ne görev verilirse yerine getirmek zorundadırlar. Aksi durumda MİT te üzerinde çalışılan dosyalar açılır, etrafı öyle bir koku sarar ki dayanabilene aşk olsun..

Hükümetin Risale-i Nur Külliyatına el koyarak Diyanet'in tekeline vermesi sürecinde baş aktör olan ve Nurcu ağabeyleri her fırsatta hükümet üyeleriyle buluşturarak algı oluşturmada hizmet veren,  Bediüzzaman'ın hizmetkârlarından Mehmet Fırıncı'nın Erdoğan ile buluşturulup el öpme girişiminde de başrolde olan Sait Yüce'nin AKP'den adaylığı bizler için hiç şaşırtıcı olmadı.

Hükümetin Risale-i Nur Külliyatı'na el koyarak Diyanet'in tekeline vermesinde ne sakınca var diyeceksiniz? Buradaki sorun “DİN –DİYANET” değildir. Büyük bir “RANT” söz konusudur. Yıllarca külliyatı yayınlayan yayınevleri, elde ettikleri bu “büyük rantı” AKP yandaşları ila paylaşmaya yanaşmadılar. Bu yüksek ranttan pay almak isteyen yandaşlar  “bir dümen” ile Risale-i Nur Külliyatının Diyanet'in tekeline geçmesini sağladılar. Diyanet ise YANDAŞ YAYIMCILAR dışında kimsenin Risale-i Nur Külliyatını yayınlayamayacağına ilişkin bir karar aldı. İşte bu rant kavgasında “minareye kılıfı” Said Yüce tezgâhladı.  

Said Yüce “Risale Nur’un hikâyesinin sadece bir kitabın veya sadece bir müellifin hikâyesi değildir.”,  “O içinde nice destanlar barındıran bir büyük davanın adıdır.” Diyor. .

PEKİ, O “BÜYÜK DAVANIN” AMACI NEDİR?
 “Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün”  diyen, 31 Mart ayaklanmasına katılan, Milli mücadele döneminde Kürt Teali (Teali-i Kürdistan) Cemiyeti kurucuları arasında yer alan Said Nursi’dir.

Arkasında İngiliz desteği olduğu resmi belgelerle kanıtlanmış olan Şeyh Sait isyanına katıldığı için İstiklal Mahkemesince yargılandı ve birçok ilde sürgün yaşadı. İngiliz destekli bağımsız Kürdistan isteyen bu ayaklanma birçok şehrin yıkımına, ordunun büyük ölçüde kayıp vermesine ve misak-ı Milli sınırlarımız içinde olan Musul ve Kerkük'ün İngilizlere kalması ile sonuçlandı.

Nur Cemaati’nde Atatürk’ün "Öküz aleyhisselam", "Beton Kemal", "Deccal" gibi isimlerle anılmasının arkasında bu şeriatçı ayaklanmaların uğradığı hezimetler yatmaktadır.

Kürt Sait risalelerinde” Ye'cüc Me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların Özbek, Tatar ve Kırgız gibi Türk boyları olduğunu söylemekte ve soydaşlarımızı *"akvâm-ı vahşiyye" (yani vahşi kavimler)” *olarak tabir etmektedir.

"Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan Arslan Kürtler!... Beş yüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir" diyen de Said Nursi’dir. Kısaca Said Nursi azılı bir Türk Düşmanı ve bu gün güneydoğuda kan dökmeyi sürdüren katil sürüsü PKK’nın ilham aldığı bir Kürt Milliyetçisidir.

Kurtarıcımız ve kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk ‘ deccal, süfyan diyecek kadar sefil ve aşağılık bir haindir Said Nursi.  Şöyle der;  “Ben bir manevi âlemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkârı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)

İşte Said Yüce, Türk düşmanlığı, Kürt Milliyetçiliği üzerine inşa edilen “ bir büyük davanın!” militanı olarak Ispartalılardan vekil seçilmek için oy isteyecektir. Her koşulda Atatürk düşmanlığı kimliği ön planda olan Said Yüce Atatürk’ün kurduğu Mecliste “Türk düşmanlığı, Kürt Milliyetçiliği “ davasının elamanı olarak maaş alacak.

Takdir sizlerin… 22.09.2015                                                Mahmut ÖZYÜREK