25 Aralık 2017 Pazartesi

Bu Gidişe HAYIR Demek İçin Herkes Göreve



696 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeye göre, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, terör eylemleri veya bunların devamı niteliğindeki eylemleri bastırmak için her kim olursa olsun hareket edenlere mutlak sorumsuzluk öngörülmüştür.
Getirilen düzenlemeyi ceza hukuku kavramları ile hukukla, akılla, mantıkla, insanlıkla, insanlık mirasının kazanımları ile açıklayabilmek olanaklı değildir.
Bir hukuk devletinde vatandaşın suçu önleme görevi olamaz.
Bir hukuk devletinde vatandaşın yargılama yapma görevi olamaz.
Bir hukuk devletinde kişiler, ancak karşılaştıkları bir suçu önlemek için, zorunluluk hali söz konusu ise, meşru müdafaa hali söz konusu ise, ancak ve ancak o durumda suça müdahale edebilirler.
Bunun dışında bir suça müdahale edemezler.
Bunların dışında ki hallerde yapacakları müdahale, devletin asayişi sağlama, suçu öleme görevini kişilerin üstlenmesi demektir.
Devletin yok sayılması demektir.
Devletin asayişi sağlama, suçu önleme görev tekelinin sona ermesi demektir.
Suça müdahale adı altında infaz yapmak demektir.
Suça müdahale adı altında yargısız infaz yapmak demektir.
Devletin yargı yetki ve görevini kişilerin üstlenmesi demektir.
Kişilerin sorumsuz kılınması yoluyla, yargısız infazın meşrulaştırılması demektir.
Devletin yargı yetki ve görev tekelinin sona ermesi demektir.
Bu tabloda, hukuk devleti yanında, devletin varlığı bile, anayasa bile kâğıt üzerinde, hükümetin iki dudağı arasında kalmıştır.
TCY’de ve bütün çağdaş sistemlerde, konusu suç oluşturan emir yerine getirilmez.
Yerine getirilir ise, emri veren de yerine getiren de sorumluluktan kurtulamaz.
Böyle bir düzenleme KHK ile yapılsa bile, bağlayıcı bir düzenlemedir.
Bir emir niteliğindedir.
Yargıya yönelik bir emir niteliğindedir.
Bir hukuk devleti isek veya bir hukuk devletinde, bu düzenlemenin anlamı sadece ve sadece konusu suç oluşturan emir olabilir.
Ötesi düşünülemez.
Hatırlarsak 12 Eylül döneminde, Anayasaya konulan geçici 15 inci madde ile darbe yöneticileri ve kamu görevlilerine sınırlı bir süre için sorumsuzluk getirilmiştir.
Şimdi ise ucu açık bir süre için, hükümetin mensupları ve de hükümetin beklentilerine göre hareket eden herkes için, Anayasa ile bile değil, hükümetin iki dudağı arasından çıkan KHK ile sorumsuzluk getirilmekle, mevcut yönetimin bir darbe yönetimi olduğun da açıkça ortaya konulmuştur. 
AYM’nin daha önce verdiği kararlardan dönerek, OHAL KHK’larını “OHAL ile ilgi ve gereklilik yönünden bile” denetlememesi, hükümetin böyle hukuk dışı düzenlemeler yapmasının önünü açmıştır.
Bir hukuk devletinde böyle bir düzenlemenin sorumsuzluk hali yaratması düşünülemez.
Böyle bir hüküm bir hukuk devletinde sonuç doğurmaz.
Böyle olunca KHK’nın ilgili hükmü kapsamında suç işleyenlerin sorumluluğu, bir hukuk devletinde yine söz konusu olacaktır.
Aksi düşünülemez.
Aksinin düşünülmesi demek, hukuk devletinin yok olması demektir.
Anılan hüküm sorumsuzluk yaratıyor deniyorsa, ortada hukuk devleti kalmamış demektir.
Bir hukuk devleti var ise böyle bir hüküm yargıyı bağlamaz.
Bir hukuk devleti var ise ve o zaman sonuç doğurmayan bu hükmün yargı organınca uygulanması ve sorumsuzluğa hükmedilmesi demek, yargı organının kendisini bağımsız görmemesi, bu düzenlemeyle kendisini bağlı görmesi, yani konusu suç teşkil eden bir emri uygulaması demektir.
Bu durumda, konusu suç oluşturan emri veren yani bu düzenlemeyi yapan hükümet te, bu düzenlemeyi yani konusu suç oluşturan emri uygulayan yargıda, aynı derecede sorumludur. KHK kapsamında hareket edenlerle beraber sorumlulukları söz konusudur.
Yine söylemek gerekir ki, adil yargılama hakkı ortadan kaldırılamaz.
Getirilen düzenleme ile infaz, yargısız infaz yolu açılmakla, adil yargılama hakkı ortadan kaldırılmıştır.
Bir hukuk devleti isek, Anayasa’nın 90/son maddesi kapsamında, bu düzenlemenin uygulanma yeteneği de bulunmamaktadır.
Adil yargılanma ve etkin soruşturma, temel haklar kapsamındadır.
Anayasa’nın 90/son maddesinde, temel haklar konusundaki uluslararası sözleşmelerle, iç hukuktaki düzenlemelerin çatışması durumunda, uluslararası düzenlemelerin geçerli olacağı ifade edilmiştir.
Bu düzenlemede, İHAS’ın 5 inci maddesi kapsamındaki etkin soruşturma, 6’ncı maddesindeki adil yargılama hakkını ortadan kaldırmaktadır.
Bu yönüyle tarafı olduğumuz uluslararası düzenlemeler karşısında anılan düzenlemenin uygulanma yeteneği de ayrıca bulunmamaktadır.
Hükümeti eleştirirken, hükümete bu yolu AYM açmıştır.
AYM varlık nedenini hatırlamalıdır.
Öncelikle hükümet bu KHK’yı derhal geri almalıdır.
Hükümet bu KHK’yı geri almıyorsa, AYM bu KHK’ları incelenmiyor diye AYM’ye başvurmamak yerine, AYM’ye varlık nedeni hatırlatılmalıdır.
AYM’ye varlık nedeni hatırlatılıp, bu KHK’nın iptali için ana muhalefet partisi TBMM grubu veya TBMM’deki en az 110 milletvekili AYM’ye mutlaka ve mutlaka iptal davası açmalıdır.
Halkın desteği ile dava topluma mal edilmelidir.
Bu dava ile birlikte hukuk ve demokrasi hareketi başlatılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyetini var edecek Cumhuriyetin nitelikleridir, hukuk ve demokrasidir.

İSMET İNÖNÜ HAKKINDAKİ YALANLARA YANIT



Sayı   :2017/32
    Konu: İnönü hakkındaki yalanlara yanıt.                                                                                                   25.12.2017                                                                                         
   Kod: 32.011.159
BASIN AÇIKLAMASI
( İsmet İnönü hakkındaki yalanlara yanıt)
Batı cephesinin, I. ve II. İnönü Savaşlarının Muzaffer Komutanı, Mudanya Mütarekesi'nde Türkiye'yi başarıyla temsil etmiş olan, “Türk milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın çöküşünü” bildiren Lozan Antlaşması görüşmelerinde insanüstü bir çaba ve başarı gösteren, Türkiye'yi emperyalist ve sömürücü güçlere kurban etmeyen ve II. Dünya Savaşı'nın dışında tutmayı başarmış olan, Atatürk'ün Önderliğinde gerçekleştirilen Türk Devrimi ile Atatürk İlkelerini, yaşamı boyunca,  savunmuş olan, 2. Cumhurbaşkanımız M. İsmet İnönü’nün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 40.yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
Kan ve irfanla kurulan, insanüstü bir çaba ile yüceltilen Cumhuriyetin kuruca kadrolarına yönelik saldırılar, cumhuriyet yıkıcılığından sicilli, yağmacı bir kesim tarafından büyük bir utanmazlık, değerbilmezlik ve bilgisizlikle artarak sürmektedir.
Türk ulusunun gönlünde, yüreğinde, bilincinde onurlu ve saygın yerini koruyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e doğrudan saldıramayanlar, İsmet İNÖNÜ üzerinden ad vermeden, akıl almaz iftiralara Atatürk’e saldırmayı amaçlamaktadırlar.
İsmet İnönü’nün aramızdan ayrılışının yıldönümünde, Yandaşlığın, yalakalığın, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığının pirim yaptığı bu günlerde, İNÖNÜ üzerinden Atatürk’e ve Cumhuriyet’e yönelik saldırılara, yalanlara, yanlışlara ve yutturmacalara belgelere dayalı olarak cevap vermek kandırılan ve aldatılan kamuoyuna mümkün olduğu kadar gerçekleri göstermek öz görevimizi yerine getirmek amacındayız.
YALAN: 1-Din adı altında dinsizliği yaşam tarzına dönüştüren, dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı olarak kullanan maskeli, sinsi dinsizlerin İNÖNÜ ile ilgili yalanlarından en önemlisi, CHP, Tek Parti ve İnönü döneminde camiler kapatıldı, depo ve hatta tuvalet yapıldı” iddiasıdır.
Yanıt: Kutsal patentli bu yalanın tek dayanağı,  şeriatçılığı tescilli bir “Atatürk ve cumhuriyet düşmanı” olan Mehmet Şevki Eygi’nin, kanıt belge bilgi ve kaynak göstermeksizin yazdıkları ve söyledikleridir. Evet! Gerçekten de CHP ve İsmet İnönü, 1939-1946 arasında Türkiye’deki bazı camileri “depo” yapmış, bu camilerin kapısına “kilit” vurmuş, etrafına “asker” dikmiş ve bu camileri ibadete kapatmıştır!
İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1939-1946 yılları arasında, Türkiye’ye yönelik muhtemel bir saldırıda, camilerin hedef alınmayacağını düşünerek, müzelerimizdeki “tarihi” ve “dini” değeri olan eserleri, zarar görmemeleri için, Anadolu da bazı camilere koydurarak koruma altına almıştır. Örneğin, Topkapı Sarayı’ndaki “Kutsal Emanetler”, bu emanetlerle ilgilenen görevlilerle birlikte Niğde’ye götürülerek, Niğde’deki bazı camilere konulmuştur. Dolayısıyla, “Kutsal Emanetlerin” bulunduğu bu “cami depolar”, ibadete kapatılmış ve kapısına kilit vurulup asker dikilmiştir.
Aynı şekilde,  Kurtuluş Savaşı’nda Batı Cephesi komutanı olan İsmet Paşa, Büyük Taarruzdan önce I. ve II. Ordu ile bunlara bağlı karargâhların barınması için Akşehir ve Konya çevresindeki camiler, hanlar ve kervansarayları kullanmıştır. Özellikle, kışın bölgede askeri birliklerin barınması için büyük kışlalar ve misafirhaneler olmadığından bu yola başvurmuştur. Vatan duygusuna yabancı, din maskesi takmış bu dinsizlerin, “Cami düşmanı” olmakla suçladıkları Atatürk, İsmet İnönü ve silah arkadaşlarının “kelle koltukta” verdikleri o “kutsal mücadele” olmasaydı, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan çoluk çocuk demeden korkunç bir katliama başlayan Yunanlılar, Anadolu’daki tüm camileri yakıp yıkacak, ezanları susturacak ve işte o zaman camiler; ahır, tuvalet, eğlence merkezi yapılacaktı.
İslam'ın temel ilke ve değerlerine aykırı olarak inşa edilen, ticarî camileri (altlarında veya yanlarında düzinelerle işyeri ve dükkânın sıralandığı sözde camiler) üzerinden Allah acını kullanarak yüklü miktarda paralar elde edenlerin, Holdingler şirketler Kuranların Atatürk ve İnönü’ye camiler üzerinden saldırmaları, İslam’ı İslam'la yok etme siyasetlerinin bir parçası olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır.
YALAN:2-"İsmet İnönü'nün paralardan Atatürk'ün fotoğraflarını çıkarttırıp kendi fotoğraflarını koydurttu."
Yanıt: Ülkemizin bazı "ateşli"  sözde Atatürkçülerin de İnönü'ye saldırmalarına dayanak yaptıkları bu konu,  “Allah ile aldatanların”, “amaca giden her yol mubahtır” anlayışı ile “Atatürk’le aldatma” hıyanetine yöneldiklerinin bir göstergesidir. Yoksa kırmızı görmüş boğa örneği Atatürk e saldıranların, bu Atatürk sevgileri nereden gelebilir ki?
Evet! İsmet İnönü döneminde paralardan Atatürk fotoğraflarının çıkartıldığı doğrudur. Ancak paralardan Atatürk fotoğrafın onun onayıyla çıkarılmış bir kanunun gereğidir
30 Aralık 1925 tarihli 701 sayılı kanun ve 16 Mart 1926 tarihli 3322 sayılı kararname ile 50,100,500 ve 1.000 liralık banknotların ön yüzünde "reis-i cumhur" hazretlerinin fotoğraflarının bulunması kararı alınmıştır...Bu kanunların altında bizzat Atatürk'ün de imzası vardır.  1937'de daha Atatürk hayattayken basımına başlanan "2.sürüm banknotlarda”, hem Atatürk'ün hem de İnönü'nün fotoğrafları yer almıştır. Atatürk ün ölümü üzerine sözü edilen kanun gereğince paraların üzerine İnönü nün
resimleri basılmıştır. Daha sonraları bu yasa değiştirilerek, paraların üzerine Atatürk  resimleri bastırılması uygulamasına geri dönülmüştür.  Bu nedenle "İsmet İnönü, Türk Lirası'ndan Atatürk fotoğrafını çıkardı!" diyenler, “Atatürk’le Aldatılmanın” tezgâhına düşmüş, büyük bir şaşkınlık, bilgisizlik veya ihanet içindedirler
YALAN:3-“Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü, din kitaplarını yasaklatmıştır.” Yanıt: Söz konusu kitaplar; Yurttaşlarımızın  “Allah ile aldatma zehrini”  daha kolay hazmetsinler diye, kurdukları Muaviye düzeninde soyguna, zulme din adına katlansınlar diyerek maskeli dinsizler tarafından piyasaya sürülen ”hurafe” kitaplarıdır.  Örneğin Burdurlu Abidin Karaaslan’ın “54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası-Türkçe Namaz Sureleri” kitabında;  “soğan ve sarımsağın kabuğunu yakmak”, “ağaç çöpü ile diş karıştırmak”, “aç iken soğan yemek”, “evde örümcek ağı bırakmak” YOKSULLUK NEDENİ, “Erkek için ipekli giymek”, “bıyıklarını kesmemek” ise İMANSIZ GİTMEK olarak yorumlanıyor.
Süleyman Dede, adındaki kişinin yazdığı “din kitabı” ise;  “Sarımsaklı yemeği Çinli hiç sevmezdi fakat ev sahibini de hiç kırmak istemezdi’, ’Bu iş Mustafa’ya doğrusu oldu merak, acaba 30 lira neden eksik bu tabak” gibi saçmalıklarla doludur. Bu hurafe ve safsataları din adına savunmak, ancak Allah ile aldatmayı meslek edinmiş, din maskesi takmış şeytanların işidir. 
Bu yazının sınırları içinde kaynaklara dayalı(Sinan MEYDAN-El-Cevap) olarak birkaç örnek aktarabildik. Bu örnekler bile, Yalan makinalarının ipliğini pazara çıkarmaya yeterlidir.
Devletin ve ulusun soyulduğu bugünlerde kör kuruşun hesabını tutan, İsmet İnönü’yü, Cumhuriyet değerleriyle barışık olmayan, siyasi hayatları süresince mal, mülk, servet peşinde koşan, hem kendi ceplerini hem de eş, dost ve yandaşlarının ceplerini dolduran, İsviçre bankalarında gizli hesaplar açtıran, oğula gemicik alan, eşe kuyumcu dükkânı açan bugünkü din taciri, ahlak yoksunlarının suçlamaya yönelmeleri tam bir kara mizah örneğidir. 
Tek parti CHP camileri kapattı” diye sızlananlar neden hiçbir zaman “Tek parti döneminde açılan Halkevleri ve Köy Enstitülerini DP kapattı. Böylece Türk aydınlanması büyük bir darbe yedi.” demez? 1951’de DP ve Menderes, Türkiye’nin dört bir yanındaki 478 Halkevi merkezini, 5000 Halkevi şubesini ve 4000 Halkodasını kapatmıştır. 1954’te de o güne kadar 25.000 öğretmen yetiştiren Köy Enstitülerini kapatmıştır.
Kağnıyla kamyonu yendiğimiz kurtuluş savaşının Batı Cephesi Komutanı, Türk'e biçilen emperyalist elbiseyi, yani Sevr’i yırtıp, Türk ulusun bağımsızlığı ve özgürlüğünün tapu senedi Lozan’ı tüm dünyaya kabul ettirmedeki katkıları yadsınamayacak değerde olan İsmet İNÖNÜYÜ ölümünün 44. Yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                              Mahmut ÖZYÜREK
                                                                                                Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı
                                              

12 Aralık 2017 Salı

SEVR ve KURTULUŞ RUHU...



Dostlar 5 yıl önceki yazımı paylaşıyorum.. içimizden kibirli yalancı ve hasta ruhları temizleyerek, birbirimizden ve geçmişten feyz alarak omuz omuza yürümeyi öğreneceğiz.. Formül burada:
***
SEVR ve KURTULUŞ RUHU...
1838 yılında İngiltere ve diğer Avrupa devletleri Osmanlı ile Balta Limanı ticaret antlaşmasını imzaladı.. Buna göre:
‘Devletin elindeki tekeller kaldırılacak. Özelleştirme yapılacak ve yabancı mallar serbestçe Türkiyeye girebilecekti. Ayrıca yabancılar Türkiyede diledikleri şekilde çalışma özgürlüğüne sahip olabileceklerdi.
Bu antlaşmadan sonra Osmanlı sanayi ve ticareti bir daha belini doğrultamayacak biçimde yıkıldı.
Batının Türk Korkusu!
Sevr’den 80 yıl önce dönemin emperyalist devletleri Ruslar, İngiliz ve Fransızlar Osmanlı’yı bölmek için bir dizi gizli görüşmelere çoktan başlamışlardı.
Avrupa’da Türk’e saldırı had safhadaydı!
İşte o günlerin Avrupa basınından örnekler:
8 Aralık 1876 günlü Stanboul gazetesi: ‘Türkün artık Avrupa’da hüküm sürmesine daha fazla hoşgörü gösteremeyiz. Türklere her şeyden önce yüzünü doğuya çevirip boğazların batısını tümüyle terk etmesi gerektiği anlatılmalıdır. Türkler Avrupadan hemen çıkarılmalı, Avrupadan hemen yok olmalıdır. 2 yıl sonra 19 Eylül 1878 günlü Daily News gazetesi: Türk yönetiminin üstün ırklar üzerindeki hâkimiyeti kaldırılmalıdır!’
10 yıl sonra 18 Ekim 1888’de bu kez Fransız Le Figaro gazetesinde bir makalede şu satırlar yer alıyordu:
‘Türklerin Avrupa’daki günleri sayılıdır. Türkler geldikleri yere Asya’ya yerleşmelidirler.
İtalya başbakanlarından Crispi, 3 Mart 1897de gazetelerde yayınlanan açık mektubunda şöyle diyordu:
‘Türkün Avrupa’daki varlığı insan haklarına sürekli bir hakarettir. Türkler dört buçuk yüzyıldır ne Avrupalılaşabildiler ne de üzerlerinde gaddar bir egemenlik sürdürdükleri ırkları bir ulusal potada eritebildiler. Türkiyede ırklar soylarına göre değil dinlerine göre ayrılırlar.
1890’lara gelindiğinde batıda en yaygın düşünce Türkleri Avrupadan atmaktı. Batılı emperyalistler bir yandan kendi halklarına Türk düşmanlığı aşılayan yayınlar yaparken bir yandan da gizli anlaşmalar yapıyorlardı.
İlk Paylaşım Savaşı
1908’de Rus Çarı 2. Nikolai ile İngiltere Kralı 7. Edward arasında Osmanlı’yı paylaşım anlaşması imzalandı.
İngiltere ve Rusya, Osmanlı topraklarını gizlice paylaşıma soktuktan sonra Fransa ve İtalyayı da yanlarına çektiler.
Ve 1914’te 1. Dünya Savaşı patladı. Bu bir Petrol savaşıydı…
Petrolü geleceğin yakıtı olarak kavrayan ilk ülke İngiltereydi. Onu Rusya izledi.
1897’de Osmanlı topraklarında ilk petrol arama çalışmaları başlatılmıştı. Osmanlı henüz petrolün stratejik önemini kavramış değildi. İngiltere 1899da Osmanlı toprağı olan Kuveyte yerleşmiş petrol arıyordu. Osmanlı toprağında ilk petrol kuyusu 1900de Europeen Petroleum Company tarafından açıldı
Petrolün en yoğun bulunduğu yer, Osmanlı devleti topraklarıydı ve de Osmanlı hasta adamdı, güçsüzdü borç batağındaydı. O halde paylaşım oradan başlayacaktı.
Gelelim paylaşımcılara:
1. dünya Savaşı’nın galip devletleri paylaşımda hemfikirdiler ama paylarını beğenmiyor, birbirleriyle didişiyorlardı. İngiltere ve Fransa savaş sürerken 1916 Şubatı’nda Sevrden bir önceki son gizli antlaşmayı imzaladılar. Sykes Picot Anlaşması.
Bu antlaşma, Ortadoğu haritasını tümüyle değiştiriyordu. İngiltere ve Fransa arasındaki bu anlaşma, Mayıs 1916da Rusyaya bildirildi. Ekim 1916da imzalandı.
Tüm bu gizli anlaşmalar sürerken hesaplar alt üst oldu. 1917de Rusya da Ekim devrimi patlak verdi. Ekim devriminde Rusya ‘da iktidarı ele geçiren Bolşevikler ilk iş olarak Çarlığın kasasında saklı duran bütün gizli paylaşım anlaşmalarını açıklayacaklardı!
Gizli anlaşmalarda paylaşım alanları!
Fransız ve İngilizler arasındaki Sykes- Picot Gizli Anlaşmasına göre önce Osmanlı İmparatorluğunun Suriye ve Lübnan bölgesi işgal edilecektir. Filistin coğrafyası uluslararası bölge haline getirilecektir. Irak bölgesi ve petrolün tamamı İngilizlerin olacaktır. Kuzey Irak Fransızlara bırakılacaktır.
Bolşevikler iktidara gelip gizli anlaşmaları yayınladıkları zaman Batılı devletler kimin kimi arkadan hançerlemek için kimle ne gibi görüşmeler yaptığını da öğrenirler ve kavga çıkar. Aynı bugün olduğu gibi. Fransa ABD ile çıkarlar konusunda tam anlaşamamakta, İngilizler Fransız ve Amerikalılarla petrol ve gaz havzaları için boğuşmaktadırlar!
1916’da son çizilen paylaşım haritasına göre, Fransaya Lübnan, Suriye, Klikya, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Musulun bir bölümü bırakılmıştı.
İngiltere Güney Mezopotamya ile Akdeniz’de Akka ve Hayfa limanlarını alıyordu. Buna göre Petrol coğrafyasında bulunan tüm Arap toprakları Osmanlı’dan koparılıyor, İngiltere ve Fransanın denetimine sokuluyordu.
ğıt üzerinde bir paylaşma yapılmıştı ama devletler o kadar da kolay bölünüp, parçalanamıyorlardı. Kesilip, biçilecek bölgelerde paylaşıma hazır müttefikler yaratılmalı, bölge insanı bölüşülmeye hazır olmalıydı! Nasıl mı?
Batının kartları: Kürtler ve Ermenilerdi!
Osmanlı’ya karşı en kolay oynanacak kart etnik karttı. Çeşitli etnik gruplar ayrı devletler kurma yönünde kolayca kışkırtılabilirdi. İngiliz ajanı Lawrence SADECE BİR ÖRNEKTİR.
Petrolün en yoğun bulunduğu Arap bölgelerinde Lawrence Arapları Osmanlı’dan ayırmak üzere ayaklandırmış ve Osmanlı’ya karşı savaştırmıştı. 1920lere gelirken Anadolu Lawrencelar la tıka basa doluydu.
Petrolün peşindeki Batılı devletler petrolü elinde tutan Osmanlı devletini ortadan silmek için etnik koza bugün olduğu gibi sıkı sıkı sarılmışlardı.
Osmanlı uyruklu Ermeni ve Kürtleri ayrı devlet kurma yönünde kışkırtıp silahlandırdılar.
1918! Yenilgi!
Yunanistan’da bir liman kenti olan Mondros’ta bir İngiliz savaş gemisi demirlemişti:
Agamemnon. Bahriye nazırı Rauf Orbay’ın başkanlık ettiği Osmanlı heyeti bu İngiliz zırhlısına gittiler. Ve Mondros Mütarekesi imzalandı. Artık galip devletler, Türkleri topraklarından atma planını nihayet uygulamaya koyacaklardı.
5 Şubat 1919 günlü Journal Des Debat gazetesi birinci sayfadan şunları yazıyordu: Hemen hemen beş yüz yıl boyunca Güney Avrupa’yı yıkan ve Doğu Akdeniz bölgesindeki bütün uygarlığı çökerten bu uğursuz Türk ırkını artık Asyaya sürmeli!.
1. Dünya savaşını kazanan devletler, çoğunu Müslüman sömürgelerinden devşirdikleri Müslüman askerlerini Müslüman Türklerin üzerine saldırtmak için din öğesini öne çıkartmaktan özenle kaçınmış, ırk ayrılığını vurgulamışlardı.
Paris barış konferansı
Galip devletler mağlupları Paris Barış Konferansına çağırdılar. Bu konferansta imzalanan Versay antlaşması ile Alman toprakları galiplerce bölüşülecekti. Osmanlı Devleti de Almanyayla benzer koşullar altındaydı.
Trakya ve Ege Yunanistan’a, Akdeniz bölgesi İtalya’ya, Güneydoğu Anadolu Fransaya, Doğu Anadolu ise sınırları Amerika başkanı Wilsonun saptayacağı sınırlar doğrultusunda Ermenistana vatan oluyordu.
Almanya Paris Barış konferansında kendisine dayatılan ağır koşullara boyun eğdi. Türkler FARKLI BİR YOL SEÇTİLER! Anadolu’da ulusal direniş başladı! En başında bu hareket LİDERSİZ YEREL direniş örgütleriyle oluşacaktı
‘Ve Durum’
Nutuk’ta Mustafa Kemâl Atatürk ülkenin 1919’daki genel durumunu anlatırken şu noktaların altını çizer:
‘I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş zedelenmiş şartları çok ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış bir devlet.
‘Millet yorgun ve çok fakir.’
‘Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşanın başkanlığındaki hükûmet âciz haysiyetsiz ve korkak…’
‘Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta
‘Hıyanet çeteleri…’
İçerde İHANET ÇETELERİ son hızla örgütlenmekte. İstanbul Rum Patrikhanesinde kurulan Mavri Mira Heyeti illerde çeteler kurmak ve idare etmek gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Ermeni Patriği Zazen Efendi de Mavri Mira Heyeti ile birlikte çalışıyor. (NUTUK)
Diyarbakır Bitlis Elâzığ illerinde İstanbuldan idare edilen Kürt Teali Cemiyetinin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı.
Konya ve dolaylarında İstanbuldan yönetilen Teali-i İslâm Cemiyeti, İstanbulda üyeleri arasında Osmanlı Padişahı ve Halifesi Vahdettin Damat Ferit Paşa Dâhiliye Nâzırı olan Ali Kemal Sait Mollanın bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti ve Amerikan mandacılarından oluşan gruplar
‘Ve Çare.’
Mustafa Kemâl Paşa devam ediyor
‘DURUMUN DEHŞET VE KORKUNÇLUĞU KARŞISINDA HER YERDE HER BÖLGEDE BİRTAKIM KİMSELER TARAFINDAN KURTULUŞ ÇARELERİ DÜŞÜNÜLMEYE BAŞLANMIŞTI. BU DÜŞÜNCE İLE YAPILAN TEŞEBBÜSLER BİRTAKIM KURULUŞLARI DOĞURDU…’
‘Milletin durumu…’
Mustafa Kemâl Paşa birtakım öncü aydınların bir araya geldiğini anlatırken bir yandan halkın genel durumunu şöyle açıklıyordu: Millet ve ordu Padişah ve Halifenin hainliğinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla içten gelerek boyun eğmekte ve sadıktılar.
Ayrıca yapılan psikolojik operasyon sonucu, batılı Devletlere asla karşı gelinemeyeceği, biri ile bile başa çıkılamayacağı düşüncesinin egemen hale getirildiğinin altını çizmişti.
‘Osmanlı Devleti’nin yanında koskoca Almanya Avusturya – Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı. Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu diye yazmıştı.
Yani, Millet, Kurtuluş çareleri ararken, Batılı devletlere bağımlı, Padişah ve Halifeye sadık kalarak bu çareleri arıyordu
Benim kararım…’
Mustafa Kemâl Paşa verili durumda kendi kararını şu sözlerle açıklamıştı…
‘…Bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü temelsizdi Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da mili hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir Hâlbuki Türk’ün haysiyeti gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir! O halde ya istiklâl ya ölüm!
O ‘ruh’ ve ‘kurtuluş!
Atatürk 1919 yılında telgraf la tüm yurtta vatansever derneklerle irtibata geçer. Mayıs ta havzada, haziranda Amasya’dadır. .Erzurum ve Sivas kongreleri Türkiye Büyük Millet Meclisini doğuracaktır. Sürekli DİRENME çağrısı yapar ve toplumu gruplara ayıracak SİYASİ PARTİ OLUŞUMUNA KARŞIDIR.
Müdafaayı hukuk dernekleri kısa zamanda tüm yurda yayılır… Kendiliğinden kurulup gelişirler Miralay Mehmet Arif Bey durumu söyle özetler. Vicdan ve hamiyet sahibi her insan, milli mücadeleye maddi manevi katılmayı namus borcu sayıyordu. Gençler, aksakallılar ve çok sayıda kadın mücadele içine girdi.’
HER KESİMDEN İNSAN FARKLILIKLARI BİR YANA BIRAKARAK BELLİ İLKELER ÇERÇEVESİNDE İL İLÇE KASABALARDA ÖRGÜTLENDİLER
Atatürk bu örgütlerin kurulmasını BİR ELEKTRİK ŞEBEKESİ GİBİ DEVREYE GİREN TARİHİN EMRİ! Olarak niteledi.
ATATÜRK MÜDAFAA-İ HUKUK (HAKLARIN SAVUNULMASI) RUHUNDAN SÖZETMİŞTİR. BU RUHA MİLLİ VİCDAN ve onun oluşturduğu cepheye NAMUS CEPHESİ demiştir.
O ruh yerel ve bölgesel hareketi başlatmıştır. Dağınık birbirinden bağımsız eylemler ve örgütler Sivasta bir araya gelmişlerdir.
6 ay sonra Ankara’ya döndüğünde, 28 Aralık 1919 da, Ziraat mektebinde Ankaralılara bir konuşma yapmıştır.
‘BİR MİLLET KENDİ GÜCÜNE DAYANARAK VARLIĞINI VE BAĞIMSIZLIĞINI SAĞLAMAZSA ONUN BUNUN OYUNCAĞI OLMAKTAN KURTULAMAZ. BU NEDENLE MÜDAFAAYİ HUKUK CEMİYETİNDE KUVAYİ MİLLİYENİN ETKEN OLMASI VE MİLLİ İRADENİN HÂKİMİYETİ KABUL EDİLMİŞTİR.
ÖRGÜTÜMÜZ İŞE KÖYDEN MAHALLEDEN MAHALLE HALKINDAN YANİ BİREYDEN BAŞLAR. BİREYLER FİKİR SAHİBİ OLMADIKÇA, HAKLARININ BİLİNCİNE VARMADIKÇA, KİTLELER HERKES TARAFINDAN AYRI YÖNE ÇEKİLEBİLİR. KENDİNİ KURTARABİLMEK İÇİN BİREYİN GELECEĞİYLE BİZZAT İLGİLENMESİ GEREKLİDİR.
AŞAĞIDAN YUKARIYA TEMELDEN ÇATIYA YÜKSELEN ÖRGÜT SAĞLAM OLUR. ANCAK, İŞİN BAŞINDA ÖNCE YUKARDAN AŞAĞI ÖRGÜTLENME ZORUNLULUĞU VARDIR. ÜLKE İÇİNDEKİ GEZİLERİMİZDE MİLLİ ÖRGÜTLENME, ÖNCE BİREYE GİDİP ORADAN YUKARI DOĞRU ŞEKİLLENME BAŞLADIĞINI ŞÜKRANLA GÖRDÜK. AŞAĞIDAN YUKARI DOĞRU ŞEKİLLENMENİN ORTAYA ÇIKMASI İÇİN ÖZEL ÇALIŞMALAR YAPMALIYIZ BU MİLLİ VE VATANİ BİR GÖREVDİR.
19 Mart 1920 de tüm valilik ve sancaklara ve kolordu komutanlıklarına bir telgraf çekmiş, ULUSAL BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNİ YÜRÜTMEK VE DENETLEMEK İÇİN ANKARADA OLAĞANÜSTÜ YETKİLİ BİR MECLİS TOPLANACAĞINI, HER SANCAKTAN 5 KİŞİNİN seçilmesi gerektiğini ilan etmiştir.
Kimler mi bir araya gelmişti?
23 Nisan 1920 meclis kuruldu. 24 Nisan’da Gazi Paşa Meclis başkanı oldu. Mecliste görünüm şuydu:
‘Milletvekilleri çok değişik çevrelerden gelen kişilerdi. Beyaz sarıklı aksakallı cübbeli eli tespihli hocalar, üniformalı subaylar, aşiret beyleri, külahlı ağalar kavuklu çelebiler, Avrupa’dan eğitimden dönmüş ba kültürüyle yoğurulmuş nokta bıyıklı aydınlar kuvvayi milliye kalpaklı gençler bir aradaydı.
Birbirleriyle sert tartışmalara giriyor yumruklaşmalar hatta silah çekmeler vaki oluyordu.
Buna karşın ulusal haklar halkın geleceği ve milli mücadele söz konusu olduğunda derhal birleşiyor, gözyaşları içinde kucaklaşıyorlardı.
İkinci meclis 1923de kuruldu. Meclisin kendini yenileme kararı aldığı gün millete şöyle seslendi:
‘EFSANE İNSANLARLA BUGÜNE GELDİK. BU İNSANLARIN ANILARI TÜRK MİLLETİNİN KARANLIK, ENDİŞELİ ve BUNALIMLI GÜLELRİNDE BİRER UMUT VE HAYAT IŞIĞI OLARAK PARLAYACAKTIR. İLK MECLİS YÜZYILLAR SONRA DA GÖREV BAŞINDA OLACAKTIR. O, KUVVAYİ MİLLİYE RUHUNUN KENDİSİDİR. BU RUHA MUHTAÇ OLDUĞUNUZ HER ZAMAN ONU KARŞIMIZDA VE BAŞIMIZDA GÖRECEĞİZ!
Görebiliyoruz değil mi?
Banu AVAR, 30 Ocak 2012