Dostlar 5 yıl önceki yazımı paylaşıyorum.. içimizden kibirli yalancı ve hasta ruhları temizleyerek, birbirimizden ve geçmişten feyz alarak omuz omuza yürümeyi öğreneceğiz..
Formül burada:
***
SEVR ve KURTULUŞ RUHU...
1838 yılında İngiltere ve diğer Avrupa devletleri Osmanlı ile Balta Limanı ticaret antlaşmasını imzaladı.. Buna göre:
‘Devletin elindeki tekeller
kaldırılacak. Özelleştirme
yapılacak
ve yabancı
mallar serbestçe Türkiye’ye
girebilecekti. Ayrıca
yabancılar
Türkiye’de
diledikleri şekilde
çalışma özgürlüğüne sahip olabileceklerdi.’
Bu antlaşmadan sonra Osmanlı sanayi ve ticareti bir
daha belini doğrultamayacak biçimde yıkıldı.
Batının Türk Korkusu!
Sevr’den 80 yıl önce
dönemin emperyalist devletleri Ruslar, İngiliz
ve Fransızlar Osmanlı’yı bölmek için bir dizi gizli görüşmelere çoktan başlamışlardı.
Avrupa’da Türk’e saldırı
had safhadaydı!
İşte
o günlerin Avrupa basınından örnekler:
8 Aralık 1876 günlü
Stanboul gazetesi: ‘Türkün artık Avrupa’da hüküm sürmesine daha fazla hoşgörü gösteremeyiz. Türklere her şeyden önce yüzünü doğuya çevirip boğazların batısını tümüyle terk etmesi gerektiği anlatılmalıdır. Türkler Avrupa’dan hemen çıkarılmalı, Avrupa’dan hemen yok olmalıdır.’ 2 yıl sonra 19 Eylül 1878 günlü Daily News
gazetesi: ‘Türk yönetiminin
üstün ırklar üzerindeki hâkimiyeti kaldırılmalıdır!’
10 yıl sonra 18 Ekim
1888’de bu kez Fransız Le Figaro gazetesinde bir makalede şu satırlar yer alıyordu:
‘Türklerin Avrupa’daki günleri sayılıdır. Türkler geldikleri yere
Asya’ya yerleşmelidirler.’
İtalya
başbakanlarından Crispi, 3 Mart 1897’de gazetelerde yayınlanan açık mektubunda şöyle
diyordu:
‘Türkün Avrupa’daki varlığı insan haklarına
sürekli
bir hakarettir. Türkler dört buçuk yüzyıldır ne Avrupalılaşabildiler ne de üzerlerinde
gaddar bir egemenlik sürdürdükleri
ırkları
bir ulusal potada eritebildiler. Türkiye’de ırklar
soylarına
göre
değil
dinlerine göre
ayrılırlar.’
1890’lara gelindiğinde batıda en yaygın düşünce
Türkleri Avrupa’dan atmaktı. Batılı emperyalistler bir yandan
kendi halklarına
Türk düşmanlığı aşılayan
yayınlar yaparken bir yandan da
gizli anlaşmalar yapıyorlardı.
İlk
Paylaşım
Savaşı
1908’de Rus Çarı 2. Nikolai
ile İngiltere Kralı 7. Edward arasında
Osmanlı’yı paylaşım anlaşması
imzalandı.
İngiltere
ve Rusya, Osmanlı topraklarını gizlice paylaşıma
soktuktan sonra Fransa ve İtalya’yı da yanlarına çektiler.
Ve 1914’te 1. Dünya Savaşı patladı. Bu bir Petrol savaşıydı…
Petrolü geleceğin
yakıtı olarak kavrayan ilk ülke İngiltere’ydi. Onu Rusya izledi.
1897’de Osmanlı
topraklarında ilk petrol arama çalışmaları başlatılmıştı.
Osmanlı henüz petrolün stratejik önemini kavramış değildi. İngiltere 1899’da Osmanlı toprağı olan Kuveyt’e yerleşmiş
petrol arıyordu. Osmanlı toprağında ilk petrol kuyusu 1900’de Europeen Petroleum Company tarafından açıldı
Petrolün en yoğun
bulunduğu
yer, Osmanlı
devleti topraklarıydı ve de Osmanlı hasta adamdı, güçsüzdü borç batağındaydı. O halde paylaşım oradan başlayacaktı.
Gelelim paylaşımcılara:
1. dünya Savaşı’nın galip devletleri paylaşımda hemfikirdiler ama
paylarını beğenmiyor,
birbirleriyle didişiyorlardı. İngiltere
ve Fransa savaş sürerken 1916 Şubatı’nda Sevr’den bir önceki son gizli antlaşmayı imzaladılar. Sykes Picot Anlaşması.
Bu antlaşma,
Ortadoğu
haritasını tümüyle değiştiriyordu.
İngiltere
ve Fransa arasındaki
bu anlaşma,
Mayıs 1916’da Rusya’ya bildirildi. Ekim 1916’da imzalandı.
Tüm bu gizli anlaşmalar
sürerken hesaplar alt üst oldu. 1917’de Rusya ‘da Ekim devrimi patlak
verdi. Ekim devriminde Rusya ‘da iktidarı ele geçiren Bolşevikler
ilk iş
olarak Çarlığın
kasasında saklı duran bütün gizli paylaşım anlaşmalarını açıklayacaklardı!
Gizli anlaşmalarda paylaşım alanları!
Fransız ve İngilizler
arasındaki Sykes- Picot Gizli
Anlaşmasına göre önce Osmanlı İmparatorluğunun
Suriye ve Lübnan
bölgesi işgal
edilecektir. Filistin coğrafyası
uluslararası bölge
haline getirilecektir. Irak bölgesi
ve petrolün
tamamı İngilizlerin
olacaktır. Kuzey Irak Fransızlara bırakılacaktır.
Bolşevikler
iktidara gelip gizli anlaşmaları
yayınladıkları zaman Batılı devletler kimin kimi
arkadan hançerlemek
için kimle ne gibi görüşmeler yaptığını da öğrenirler ve kavga çıkar. Aynı bugün olduğu
gibi. Fransa ABD ile çıkarlar
konusunda tam anlaşamamakta, İngilizler Fransız ve Amerikalılarla petrol ve gaz
havzaları için boğuşmaktadırlar!
1916’da son çizilen paylaşım haritasına göre, Fransa’ya Lübnan, Suriye, Klikya,
Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır
ve Musul’un bir bölümü bırakılmıştı.
İngiltere Güney Mezopotamya ile
Akdeniz’de Akka ve Hayfa limanlarını alıyordu. Buna göre Petrol coğrafyasında bulunan tüm Arap toprakları Osmanlı’dan koparılıyor, İngiltere
ve Fransa’nın denetimine sokuluyordu.
Kâğıt üzerinde bir paylaşma
yapılmıştı
ama devletler o kadar da kolay bölünüp, parçalanamıyorlardı. Kesilip, biçilecek
bölgelerde paylaşıma
hazır müttefikler yaratılmalı, bölge insanı bölüşülmeye
hazır olmalıydı! Nasıl mı?
Batının kartları: Kürtler ve Ermenilerdi!
Osmanlı’ya karşı en kolay oynanacak kart etnik karttı.
Çeşitli
etnik gruplar ayrı
devletler kurma yönünde kolayca kışkırtılabilirdi. İngiliz
ajanı Lawrence SADECE BİR ÖRNEKTİR.
Petrolün en yoğun
bulunduğu
Arap bölgelerinde Lawrence Arapları Osmanlı’dan ayırmak üzere ayaklandırmış ve Osmanlı’ya karşı savaştırmıştı.
1920lere gelirken Anadolu Lawrence’lar
la tıka basa doluydu.
Petrolün peşindeki
Batılı devletler petrolü elinde tutan Osmanlı devletini ortadan silmek için etnik koza bugün olduğu
gibi sıkı sıkı sarılmışlardı.
Osmanlı uyruklu Ermeni ve
Kürtleri ayrı devlet kurma yönünde kışkırtıp silahlandırdılar.
1918! Yenilgi!
Yunanistan’da bir liman
kenti olan Mondros’ta bir İngiliz savaş gemisi demirlemişti:
Agamemnon. Bahriye nazırı
Rauf Orbay’ın başkanlık
ettiği
Osmanlı heyeti bu İngiliz
zırhlısına gittiler. Ve Mondros
Mütarekesi imzalandı. Artık galip devletler, Türkleri topraklarından
atma planını nihayet uygulamaya koyacaklardı.
5 Şubat
1919 günlü Journal Des Debat gazetesi
birinci sayfadan şunları
yazıyordu: ‘Hemen hemen beş yüz yıl boyunca Güney Avrupa’yı yıkan
ve Doğu
Akdeniz bölgesindeki
bütün uygarlığı çökerten
bu uğursuz
Türk ırkını artık Asya’ya sürmeli!’.
1. Dünya savaşını kazanan devletler, çoğunu
Müslüman sömürgelerinden devşirdikleri
Müslüman askerlerini Müslüman Türklerin üzerine saldırtmak için din öğesini öne çıkartmaktan
özenle kaçınmış, ırk
ayrılığını vurgulamışlardı.
Paris barış
konferansı
Galip devletler mağlupları Paris Barış Konferansına çağırdılar. Bu konferansta
imzalanan Versay antlaşması
ile Alman toprakları
galiplerce bölüşülecekti.
Osmanlı Devleti de Almanya’yla benzer koşullar
altındaydı.
Trakya ve Ege Yunanistan’a,
Akdeniz bölgesi İtalya’ya, Güneydoğu Anadolu Fransa’ya, Doğu
Anadolu ise sınırları Amerika başkanı Wilson’un saptayacağı sınırlar doğrultusunda
Ermenistan’a
vatan oluyordu.
Almanya Paris Barış
konferansında
kendisine dayatılan
ağır koşullara
boyun eğdi.
Türkler FARKLI BİR
YOL SEÇTİLER!
Anadolu’da ulusal direniş başladı!
En başında bu hareket LİDERSİZ
YEREL direniş örgütleriyle oluşacaktı
‘Ve Durum’
Nutuk’ta Mustafa Kemâl
Atatürk ülkenin 1919’daki genel durumunu anlatırken şu
noktaların altını çizer:
‘I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş zedelenmiş
şartları çok ağır bir ateşkes
anlaşması imzalamış bir devlet.’
‘Millet yorgun ve çok fakir.’
‘Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek
memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış
şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği
alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa‘nın başkanlığındaki hükûmet âciz haysiyetsiz ve korkak…’
‘Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış
ve alınmakta…’
‘Hıyanet çeteleri…’
İçerde İHANET ÇETELERİ son hızla örgütlenmekte.‘ İstanbul Rum
Patrikhanesi’nde kurulan Mavri
Mira Heyeti illerde çeteler kurmak ve
idare etmek gösteri toplantıları ve propagandalar
yaptırmakla meşgul. ‘Ermeni Patriği Zazen Efendi de Mavri
Mira Heyeti ile birlikte çalışıyor. ‘(NUTUK)
Diyarbakır Bitlis Elâzığ
illerinde İstanbul’dan idare edilen Kürt Teali Cemiyetinin
amacı
yabancı
devletlerin himâyesi
altında
bir Kürt
devleti kurmaktı.
Konya ve dolaylarında İstanbul’dan yönetilen Teali-i İslâm Cemiyeti, İstanbul’da üyeleri arasında Osmanlı Padişahı ve Halifesi Vahdettin Damat
Ferit Paşa Dâhiliye Nâzırı olan Ali Kemal Sait
Molla’nın bulunduğu İngiliz
Muhipleri Cemiyeti ve Amerikan mandacılarından oluşan
gruplar…
‘Ve Çare.’
Mustafa Kemâl Paşa
devam ediyor…
‘DURUMUN DEHŞET VE KORKUNÇLUĞU KARŞISINDA HER YERDE HER
BÖLGEDE BİRTAKIM KİMSELER TARAFINDAN
KURTULUŞ ÇARELERİ DÜŞÜNÜLMEYE BAŞLANMIŞTI. BU DÜŞÜNCE İLE YAPILAN TEŞEBBÜSLER BİRTAKIM KURULUŞLARI DOĞURDU…’
‘Milletin durumu…’
Mustafa Kemâl Paşa birtakım öncü aydınların bir araya geldiğini
anlatırken bir yandan halkın genel durumunu şöyle açıklıyordu: ‘Millet
ve ordu Padişah ve Halife’nin
hainliğinden
haberdar olmadığı
gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği
din ve gelenek bağları
dolayısıyla
içten
gelerek boyun eğmekte ve sadıktılar’.
Ayrıca yapılan psikolojik
operasyon sonucu, batılı Devletlere asla karşı
gelinemeyeceği,
biri ile bile başa çıkılamayacağı düşüncesinin
egemen hale getirildiğinin altını çizmişti.
‘Osmanlı Devleti’nin
yanında koskoca Almanya Avusturya – Macaristan varken hepsini birden yenip
yerlere seren İtilâf
kuvvetleri karşısında
yeniden onlarla çatışmaya
varabilecek durumlara girmekten daha büyük
mantıksızlık
ve akılsızlık
olamazdı.
Bu zihniyette olan yalnız halk değildi;
özellikle
seçkin
ve aydın
denen insanlar böyle
düşünüyordu…’ diye yazmıştı.
Yani, Millet, Kurtuluş çareleri ararken, ‘Batılı
devletlere bağımlı,
Padişah ve Halife’ye
sadık’
kalarak bu çareleri
arıyordu…
‘Benim kararım…’
Mustafa Kemâl Paşa
verili durumda kendi kararını şu sözlerle açıklamıştı…
‘…Bu kararların dayandığı bütün
deliller ve mantıklar
çürüktü
temelsizdi… Bu
durum karşısında
bir tek karar vardı. O
da mili hâkimiyete
dayanan kayıtsız şartsız
bağımsız
yeni bir Türk
devleti kurmak!
Yabancı bir devletin
koruyup kollayıcılığını
kabul etmek insanlık
vasıflarından
yoksunluğu güçsüzlük
ve miskinliği itiraftan başka
bir şey değildir…
Hâlbuki Türk’ün
haysiyeti gururu ve kabiliyeti çok yüksek
ve büyüktür.
Böyle
bir millet esir yaşamaktansa yok olsun
daha iyidir! O halde ya istiklâl
ya ölüm!’
O ‘ruh’ ve ‘kurtuluş’!
Atatürk 1919 yılında
telgraf la tüm yurtta vatansever derneklerle irtibata geçer. Mayıs ta havzada,
haziranda Amasya’dadır. .Erzurum ve Sivas kongreleri Türkiye Büyük Millet
Meclisini doğuracaktır. Sürekli DİRENME
çağrısı yapar ve toplumu gruplara
ayıracak SİYASİ
PARTİ
OLUŞUMUNA
KARŞIDIR.
Müdafaayı hukuk dernekleri
kısa zamanda tüm yurda yayılır… Kendiliğinden kurulup gelişirler
Miralay Mehmet Arif Bey durumu söyle
özetler. Vicdan ve hamiyet sahibi
her insan, milli mücadeleye
maddi manevi katılmayı namus borcu sayıyordu. Gençler, aksakallılar ve çok
sayıda kadın mücadele içine girdi.’
HER KESİMDEN
İNSAN
FARKLILIKLARI BİR YANA BIRAKARAK BELLİ İLKELER ÇERÇEVESİNDE
İL İLÇE KASABALARDA ÖRGÜTLENDİLER
Atatürk bu örgütlerin
kurulmasını BİR ELEKTRİK ŞEBEKESİ GİBİ
DEVREYE GİREN TARİHİN
EMRİ!
Olarak niteledi.
ATATÜRK MÜDAFAA-İ
HUKUK (HAKLARIN SAVUNULMASI) RUHUNDAN SÖZETMİŞTİR.
BU RUHA MİLLİ VİCDAN
ve onun oluşturduğu
cepheye NAMUS CEPHESİ demiştir.
O ruh yerel ve bölgesel
hareketi başlatmıştır.
Dağınık birbirinden bağımsız eylemler ve örgütler Sivas’ta bir araya gelmişlerdir.
6 ay sonra Ankara’ya döndüğünde, 28 Aralık 1919 da,
Ziraat mektebinde Ankaralılara
bir konuşma
yapmıştır.
‘BİR MİLLET
KENDİ GÜCÜNE DAYANARAK VARLIĞINI VE BAĞIMSIZLIĞINI
SAĞLAMAZSA ONUN BUNUN OYUNCAĞI
OLMAKTAN KURTULAMAZ. BU NEDENLE MÜDAFAAYİ HUKUK CEMİYETİNDE
KUVAYİ MİLLİYENİN
ETKEN OLMASI VE MİLLİ İRADENİN
HÂKİMİYETİ
KABUL EDİLMİŞTİR.
ÖRGÜTÜMÜZ İŞE KÖYDEN MAHALLEDEN MAHALLE HALKINDAN YANİ
BİREYDEN BAŞLAR. BİREYLER
FİKİR SAHİBİ
OLMADIKÇA,
HAKLARININ BİLİNCİNE VARMADIKÇA, KİTLELER
HERKES TARAFINDAN AYRI YÖNE ÇEKİLEBİLİR.
KENDİNİ KURTARABİLMEK
İÇİN BİREYİN
GELECEĞİYLE BİZZAT İLGİLENMESİ
GEREKLİDİR.
AŞAĞIDAN YUKARIYA TEMELDEN ÇATIYA YÜKSELEN ÖRGÜT SAĞLAM
OLUR. ANCAK, İŞİN BAŞINDA
ÖNCE YUKARDAN AŞAĞI
ÖRGÜTLENME ZORUNLULUĞU
VARDIR. ÜLKE İÇİNDEKİ
GEZİLERİMİZDE MİLLİ
ÖRGÜTLENME, ÖNCE BİREYE
GİDİP ORADAN YUKARI DOĞRU
ŞEKİLLENME BAŞLADIĞINI
ŞÜKRANLA GÖRDÜK. AŞAĞIDAN YUKARI DOĞRU
ŞEKİLLENMENİN
ORTAYA ÇIKMASI
İÇİN ÖZEL ÇALIŞMALAR
YAPMALIYIZ BU MİLLİ VE VATANİ
BİR GÖREVDİR.’
19 Mart 1920 de tüm valilik
ve sancaklara ve kolordu komutanlıklarına bir telgraf çekmiş,
ULUSAL BAĞIMSIZLIK
MÜCADELESİNİ YÜRÜTMEK VE DENETLEMEK İÇİN ANKARA’DA OLAĞANÜSTÜ YETKİLİ BİR
MECLİS
TOPLANACAĞINI,
HER SANCAKTAN 5 KİŞİNİN seçilmesi
gerektiğini
ilan etmiştir.
Kimler mi bir araya gelmişti?
23 Nisan 1920 meclis
kuruldu. 24 Nisan’da Gazi Paşa Meclis başkanı
oldu. Mecliste görünüm şuydu:
‘Milletvekilleri çok değişik çevrelerden gelen kişilerdi.
Beyaz sarıklı aksakallı cübbeli eli tespihli
hocalar, üniformalı subaylar, aşiret
beyleri, külahlı ağalar
kavuklu çelebiler,
Avrupa’dan eğitimden dönmüş batı kültürüyle yoğurulmuş
nokta bıyıklı aydınlar kuvvayi milliye
kalpaklı
gençler
bir aradaydı.
Birbirleriyle sert tartışmalara
giriyor yumruklaşmalar hatta silah çekmeler vaki
oluyordu.
Buna karşın ulusal haklar halkın geleceği
ve milli mücadele
söz konusu olduğunda
derhal birleşiyor, gözyaşları içinde kucaklaşıyorlardı.’
İkinci meclis 1923’de kuruldu. Meclisin
kendini yenileme kararı
aldığı gün millete şöyle seslendi:
‘EFSANE İNSANLARLA
BUGÜNE GELDİK. BU İNSANLARIN ANILARI TÜRK MİLLETİNİN
KARANLIK, ENDİŞELİ ve BUNALIMLI GÜLELRİNDE
BİRER
UMUT VE HAYAT IŞIĞI OLARAK PARLAYACAKTIR. İLK
MECLİS YÜZYILLAR SONRA DA GÖREV BAŞINDA
OLACAKTIR. O, KUVVAYİ MİLLİYE
RUHUNUN KENDİSİDİR.
BU RUHA MUHTAÇ OLDUĞUNUZ HER ZAMAN ONU KARŞIMIZDA
VE BAŞIMIZDA
GÖRECEĞİZ!’
Görebiliyoruz değil mi?
Banu AVAR, 30 Ocak 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder