20 Aralık 2016 Salı

Din Alimliği Paravan mı?




Said-i Nursi’nin(Kürdi) 1918 yılında, yani kırk küsur yaşında İstanbul’da Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldığını yazmıştım. İngilizlerin kışkırtması ve desteği ile kurulan Kürdistan Teal-i Cemiyetinin yan kuruluşu. Gayesi, daha o tarihte İngilizlerin menfaati doğrultusunda Kürt özerk bölgesinin oluşturulması için, günümüzdeki TRT 6’sı gibi, Kürtleri tek çatı altında toplamaya dönük faaliyet.
Osmanlı yıkılmış, işgal kuvvetleri Anadolu’yu parçalarken, Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinde yazmanın anlamı nedir? O eski Sait’ti demek, paça kurtarma stratejisidir. Ya Dünya’dan bir haberler inanır o safsataya, ya da aynı onun gibi düşünenler.
Mensuplarına kavimciliğin günah olduğunu söyleyen beyefendi, "Ebnâ-i cinsi"ni öne çıkarmış yıllarca. Bu konuda 1909’da "Kürt Milliyetçiliği" yaptığı "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi" kitabını yazmış. Van’a dili Kürtçe olan üniversite istemiş "Zehra" adıyla. O okulun açılması için 1907’de Abdulhamid’e dilekçe veriyor.
Sonra 1908’de, bir yıl sonra "Şark ve Kürdistan" Gazetesinde yazmaya başlıyor. Gazete’nin özü "Kürtçülük".
"Molla Said-i Kurdî’nin de yazarları arasında bulunduğu gazetenin ilk sayısında Said-i Kurdî (Nursî) Abdülhamid’e şöyle sesleniyordu."(Dirok)
"Yeni açılan bu mekteplerdeki öğretmenlerin mahalli dili (Kürtçe) bilmemeleri dolayısıyla bu çocukları eğitim ve öğretimden mahrum bırakmaktadır. Bu ise vahşete, karışıklığa, dolayısıyla batının gürültü ve patırtı çıkarmasına sebep oluyor." (Şark ve Kurdistan, 1908 – Sayı;1)
Eğitim Kürtçe olsun diyor padişaha.
***
Neyse efendim bugün, Said-i Kürdi değildi konum. Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin faaliyete geçtiğini duyuran Jin Dergisinin, günümüz Kürtçülerince kutsandığı idi. O dönem Kürt vatanseverlerce çıkarıldığını, baskılar sonunda kapandığını yazıyorlar. Dün Osmanlı toprakları üzerinde özerk Kürt bölgesi kurup, enerji kaynaklarını sömürmek isteyen İngiltere vardı, bugünde aynı düşünce içindeki ABD.
***
Jin Dergisinden ABD Başkanı Wilson’a..
Said-i Kürdi’nin "Kürtler! Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız.." seslenişine karşılık mıdır bilinmez, Jin Dergisi yazarı Dr. Abdullah Cevdet "Kürtler Uykuda Değil" başlıklı yazısında, ABD başkanı Wilson’a bakın ne diyor?
"Waşington’un özgür ve yüce ruhu, Long Fellon’un merhameti ve duyarlı yüreği, Wilson’un bilgi ve uygulamasında taze ve ateşli bir hayat yaşatır.. Kürdler! böyle bir çağın böyle bir kıyametinde uyumak mümkün müdür?
Ey Kürt uyan diye bağırmaya ben gerek görmem, çünkü eğer Kürtler uykuda, hala uykuda iseler, çoktan, pek çoktan ölmüşler demektir. Kürt uyanıktır ve kendisini yüzyıllardan beri uykuya çağırmış ve kendileri de uykuya dalmış olan efendileri de uyandıracaktır." (Sayı:1, Sayfa: 6)
Özetle "Wilson prensibinden Kürtleri de yaralandırın" diyor(1908). 2003’de TBMM’de Kabul edilen "İkiz yasalar" la o istek, 103 yıl sonra gerçek oluyor. Uygulanması için "Anayasal" değişikliğe ihtiyaç var efendim. Şimdi o çalışma sürüyor.
** *
Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti
Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, 19 Eylül 1908 tarihinde kuruldu.
"Derneğin programı şöyleydi: Okullar açmak, Kürtleri idarî ve yargı görevlerine atamak, Kürtçe dilini resmi dil olarak kabul ettirmek, Kurdistan’ın muhtelif şehirlerinde üniversiteler açmak, anadilde siyasi gazete ve dergiler çıkarmak, mecliste Kürt temsilcilerinin de sürekli olark bulunmasını sağlamak, Kürdistan’da ekonomiyi canlandırmak…" (Dirok)
"Dernek, 9 Kasım 1908′de İstanbul’da "Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti" adıyla bir gazete çıkardı. Gazete,haftalık ve sekiz sayfa olarak yayımlandı…. Kültür ve eğitim içerikli makaleler gazetede önemli yer işgal ediyordu. Dikkat çeken makalelerin yazarları Said-i Kurdi (Bediüzzaman Said-i Nursi), İsmail Hakkı Babanzade ve ulusal hareketin diğer etkili düşünürleriydi." (Dirok)
Said-i Nursi Kürt ulusal hareketinin etkili düşünürü" mü, yoksa din alimi mi? Varın siz karar verin.
Hayatının önemli bir bölümünü Kürtçülüğe hizmetle geçirmiş Said Beyin, din kisvesi altında Türk çocuklarına "kavmiyetçilik günah" deyip milliyetlerinden vaz geçirmek de bir nevi davasına hizmet sayılır mı, sayılmaz mı?
***
Kürtçü - Ermeni İşbirliği..
"Paris barış Konferansına(20 Kasım 1919- Paris)
Bizler, aşağıda imzası bulunanlar ermeni ve Kürt uluslarının temsilcileri Büyük Barış Konferansı’na iki ulusun da aynı Ari kavimden ve çıkarlarının da aynı olduğunu ve aynı amacı, yani kendi bağımsızlıkları amacını güttüklerini belirtmekten şeref duyarız.
Şu halde Barış Konferansı’ndan, aramızda tam anlaşmaya varmış olarak beraberce sizden, ulusların hakları prensibine uygun olarak Birleşik Bağımsız Ermenistan ve Bağımsız bir Kürdistan’ın yaratılmasını, kurulacak olan bu devletler yardımını alabilmesinin teminini….
İmzalar: Boğos Nubar (Ermeni Milli Delegasyonu Başkanı), Dr. H. Ohancanyan (Ermenistan Cumhuriyeti Delegasyon Başkan Vekili), Şerif Paşa (Kürt Milli Delegasyonu Başkanı)
Yoruma gerek var mı?
***
1900’lü yıllarda Kürtçülüğe hizmet edenler, kırklansa bile temizlenemez kanımca. Günümüz PKK’sı ve siyasi uzantısından farkı nedir o gün ki faaliyetlerin. O işler "eski-yeni" Sait’le açıklanamaz.
***
Gelelim Tekrar Said Okur’a..
Said-i Kürdi’yi yazarken, karşıma epey Kürtçülük dokümanı çıktı. Bu arada Said Bey için "Kürt kökenli" ama Türk düşmanlığı yapmamış, diyenler çıktı. Bahsettiğim neredeyse hayatının kırk küsur yılında, Kürtçülükle iştigal ettiğidir. Cumhuriyet kurulana kadar, İngilizlerin desteği ile kurulan bir takım cemiyetlere üye olduğu, "Ebnâ-i cinsi" için Kürtçülük yapan yayın organlarında köşe yazdığıdır.
Bahsettiğimiz kişi başında kavak yellerinin estiği dönemde değil, aklı başında, şuurlu, kırklı yaşlardadır. Bu toprakların bölünerek üzerinde "Kürdistan" kurulma çalışması, Türklere düşmanlık değil de nedir?
Kendisini iki yönden ele almak şart. İlki Kürtçülüğü, diğeri İslâm adına attığı iddia olunan adımların gerçekten İslâm’a katkısı olmuş mudur? İkincisi için hem yanlışları ön plana çıkıyor, hem de din kisvesi altında yine "Kürtçülük" yaptığını, dinini diyanetini bilenler söylüyor.
Hayatının kırk küsur yılını Kürt merkezine oturtmuş ve bu uğurda çalışmış Said-i Kürdi nasıl olup da, din alimliğine soyunmuş? İşgal kuvvetleri Anadolu’yu parçalamayı başarsaydı, din alimi mi, yoksa Kürt özerk bölgesinde başka bir görevi mi olacaktı? Kendisine eski Sait derse, bizim de o soruyu sorma hakkımız doğar.
Risale denilen satırlarını tartışılmaz kılması bile başlı başına tuhaflık. Kuran-ı Kerimi her tefsir eden o yasağı koysa, çıkmaz sokağa hapsolunuruz. Kaldı ki, Sait Beyin satırları tefsir değil. Kanaat ile Kuran’ın kendinden ve satırlarından bahsettiğini söylüyor. Müritler bunun ne korkunç bir şey olduğunu düşünmüyor.
Allah akıl vere demeyeceğim, var olanı kullanmalarının önünü zaten Said Bey kesmiş. "Satırlarıma güvenin, kimselere inanmayın" demiş.
***
Bu yazıda, topraklarımızdaki Kürtçülük faaliyeti ve kışkırtan ülkelerin menfaati anlatılacaktı. Kürtçülerin Wilson’dan Lenin’e, İşgal kuvvetleri komutanlığından, Paris Barış konferansına; "Kürdistan istiyoruz" şeklinde özetlenebilecek faaliyetleri özetlenecekti.
Ne yazık ki Said-i Kürdi ile ilgili önceki iki yazının, ruhuna hapsoldum.
Türk-İslam coğrafyasının huzura kavuşması için, bu tür kimlikler ve safsataları araştırılmalı, neticesi ilmen ortaya konulmalı. Bu topraklardan Türkleri atmak için, batının her yol mubah felsefesine destek verenler, aydınlığa çıkarılmalı.
Çünkü gidecek bir yerimiz yok. Verecek bir karış toprağımız da. 19 Ekim 2011



16 Aralık 2016 Cuma

“Cumhurbaşkanının seferberlik ilan etme yetkisi yok”



"Anayasa'mızın 104'üncü maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başı olarak PKK'sıyla, DEAŞ'ıyla, FETÖ'süyle, DHKP-C'siyle adı, söylemi, yöntemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik ilan ediyorum"
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan


“Cumhurbaşkanının seferberlik ilan etme yetkisi yok”

1- Seferberlik hali konusu "sıkıyönetim ve savaş hali" ile birlikte Anayasa'nın 122. maddesinde düzenlenmiştir. Dayanak 104 değil 122. maddedir. Yetki de cumhurbaşkanında değildir.

2- Hukuksal kavramlar, özellikle yetkililer tarafından ulu orta konuşulmaz, aksi halde kaos doğar. Seferberlik hukuksal, anayasal bir kavramdır.

3- Anayasaya göre seferberlik de olağanüstü yönetim usulüdür. Ve hukuka bağlı, hukuk sınırları içinde bir usuldür.

4- 122. madde, sıkıyönetim halini yazmış, seferberlik ve savaş halini de aynı usule bağlamıştır. Usule ilişkin düzenlemeleri kanuna bırakmıştır.

5- "Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu", 4.11.1983 günü kabul edilen 2941 sayılı kanundur.

6- Bu kanunda seferberlik ve savaş tanımları yapılmıştır.

7- Kanuna göre, seferberlik de -tıpkı OHAL ya da sıkıyönetim gibi- Cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından, MGK görüşü alınarak, konusu, içeriği ve süresi belirtilerek ilan edilebilir.

8- Temel hak ve özgürlükler konusu da Anayasa'nın 15. maddesindeki kurallara tabidir.

9- Cumhurbaşkanı, sürçü lisan edemeyeceğine göre, güç gösterisine girip, Anayasayı yok sayıp kendine mal ettiği hukuksuz bir yetkiyi kullanmayı ilan etmeyi tercih etmiştir.

10- Bu sözler de Anayasa ihlallerinden biridir ama başkanlık rejimine dair fiili durum yaratmanın emaresidir.
Ali Rıza Aydın
Hukukta Sol Tavır Derneği Başkanı

15 Aralık 2016 Perşembe

Halep’te Suriye halkına bir kez daha yenildiler




Suriye’de olaylar 2011 Mart ayında başladı.

Arap Baharı denilen ve Aralık 2010’da Tunus’ta tetiği çekilen emperyalist müdahalenin devamıydı.

Yanlış: Arap Baharı’nın miladı 2002’de Türkiye’de AKP’nin iktidara oturtulmasıydı.

Amaç bölgemizdeki Sovyetik kalıntıların temizlenmesiydi. Söz konusu olan bahar değil kap kara bir kışın başlangıcıydı. İslam coğrafyasına bu Amerikancı operasyonu sokan AKP’ydi.

Öncesinde Suriye’nin sorunları yok muydu ? Şüphesiz ki vardı. Hem de fazlasıyla. Esad bilinçli olarak uzun süredir Suriye ekonomisini liberalize ediyordu.

Ancak Suriye 1990 sonrasında bölgemizin en aydınlanmacı, her çeşit etnik ve dini kimliğin kendisini hemen tamamen serbestçe ifade edebildiği ülkesiydi. Buraya kaos ancak dışarıdan taşınabilirdi. Öyle yaptılar, Türkiye’yi dünyanın dört bir yanından getirdikleri cihatçıların ve özellikle Libya’dan soktukları silahların otobanı olarak kullandılar.

****

Halep için artık kurtuldu diyebiliriz. Bu gelişme Suriye’nin kurtuluşu bakımından kritik bir virajdır.

Bizdeki gericilerin ve Avrupa hükümetlerinin bu gelişmeyi yasla karşılıyor olmalarının nedeni, Arap Baharı dedikleri operasyonun sınırının Suriye’de çizilmiş olmasındandır. Bölgemizi tamamen karartmayı başaramadılar, Suriye’den bir aydınlık huzmesi güçlenerek dışarılara uzanıyor.

****

Suriye işgalinin kaderini belirleyen unsur halkın direnci ve Esad’ın halkla bütünleşmiş karakteridir.

Hiç şüphesiz Rusya’nın Esad’a verdiği destek olayların gelişimi bakımından belirleyici olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki emperyalizmin müdahalesi ile Rusya’nın sahneye girişi arasında neredeyse dört yıl vardır. O dört yıl boyunca Suriye halkı tek başına mücadele etmiştir ve Rusya’nın aldığı kararda da bu direnç belirleyici olmuştur.

Rusya emperyalistleşme yolunda olan bir ülkedir. Kendi hegemonya alanlarını oluşturma derdindedir. Suriye üzerinde de hegemonik etkisinin olacağı açıktır. Böyle olsa bile Suriye halkının, böyle bir dönemde, bu çaplı bir emperyalist müdahaleyi geri püskürtmüş olması bütün halklar açısından önemli bir kazanımdır.

****

Suriye’de yenilen emperyalizmdir, ancak yenilenlerin içinde esas yenilen AKP’dir. Bizdeki iktidar bloğu mezhebi planlarla Suriye’ye müdahale etmiş, cihatçılara her tür desteği vermiştir.

Amaçları Esad’ın devrilmesi ve Suriye’de Selefi bir rejimin yaratılması ya da en azından üzerinde hakimiyet kurabilecekleri cihatçıların kontrolündeki bir bölgenin kopartılmasıdır.

Savaş daha uzun süre devam edecektir. ABD de, AKP de bütün cihatçı yapıları desteklemeyi sürdürecektir. Ancak, Halep’in kurtarılması AKP’nin yukarıda andığımız heveslerini hemen tamamen boşa çıkaran son gelişme olmuştur.

Halep cihatçıların işgali altındaydı, gericilerin Halep’i 100 yıllık Türk toprağı olarak nitelemeleri de, şimdi Halep’te katliam yapıldığını çığırmaları da yalandır, provokasyondur.

Suriye kendi topraklarını kurtarmak için haklı bir savaş vermektedir. Üstelik son birkaç ay boyunca Halep’teki sivil kayıplarının önlenmesi için Esad pek çok kez ateşkes ilan etmiş ve cihatçılara da silahlarıyla birlikte kenti terk etme şansı tanımış, ancak bu çağrıların tamamına savaşla karşılık verilmiştir.

****

Akkuyu nükleer santralinde işlerin yoluna koyulması ve Türk Akımı projesi, Putin’in Erdoğan’ın özrünü kabul etmesinin nedenleri ise; kaydedilmesi gereken bir diğer çok önemli neden de, AKP’nin cihatçılara verdiği desteğin kesilmesi planıdır. AKP’ye Cerablus’a kadar inme şansının tanınmış olması da aynı stratejinin gereğidir. Rusya cihatçı güçlerin bir kısmının Fırat Kalkanı operasyonu için AKP güdümlü ÖSO’ya katılmalarını sağlayarak Halep operasyonunda Esad’ın elini rahatlatmıştır.

Putin son iki aydır özenle AKP’yi cihatçılara verdiği desteği kesmek konusunda kuşatmaktadır. Erdoğan ile haftada birkaç sefer yapılan telefon görüşmelerinin nedeni de budur.

Halep kurtuluyor ve Halep halkı yaklaşık dört yıl sonra ilk kez rahat bir nefes alıyor. Halep’teki cihatçılar AKP’nin gözetiminde İdlib’e aktarılıyor. Putin ve Esad ise bundan sonraki hamle olarak İdlib’i gözlerine kestiriyorlar. AKP sıkışıyor, içerideki şiddetinin nedeni bundandır, çözümsüzdür. 15/12/2016 Perşembe