31 Ağustos 2016 Çarşamba

BASIN AÇIKLAMASI 30 Ağustos’un 94. yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere verdiği görevin bilincindeyiz



30 Ağustos utkusunun 94. yıldönümündeyiz,
30 Ağustos Utkusu, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme karşı vatan- millet ve hürriyet adına onurluca karşı durulup kanla irfanla elde edilen büyük bir Ulusal Utku’dur..
30 Ağustos; emperyalist planların bozulduğu, Anadolu’nun paylaşım girişiminin durdurulduğu, Mazlum ulusların emperyalizme karşı savaşımına ışık olan, umut aşılayan bir başkaldırının adıdır.
30 Ağustos; bir ulusun tarih sahnesinden silinirken topyekûn “bağımsızlığını imhaya karar veren emperyalizme”  karşı yeniden dirildiği, tarihte örneğine ender rastlanan bir savaşın adıdır.
30 Ağustos utkusu, işgalden “Kurtuluş” tan “Kuruluş”a, 29 Ekim 1923’e giden yoldur..
97 yıl önce 19 Mayısla başlayan, 30 Ağustos’ta “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla süren bağımsızlık savaşı ile bu topraklardan kovulanlar ve emperyalistlerin işbirlikçileri, bu gün yine bu topraklarda cirit atıyorlar. Yeni Sevr özlemiyle yanan AB-D Emperyalistleri ve onların işbirlikçileri Vahdettinlerin, Damat Feritlerin, Şeyh Saidlerin, Ali Kemallerin torunları 23 Nisan’ın, 29 Ekim’in, 30 Ağustos’un, Çanakkale Zaferi’nin ve 19 Mayıs’ın izlerini silmeye çalışıyorlar. 30 Ağustos'ta, Afyon Kocatepe-Dumlupınar'da emperyalizmin Türk ulusunun ayağına taktığı prangalar sökülüp atılmıştır; ama 94 yıl sonra bugün emperyalizm yeniden Türk ulusunu prangalamak, yakın köklerinden kopararak, yeniden emperyalizmin kucağına itmek istemektedir.
Emperyalist Batı, savaşla elde edemediği sonucu ya bizzat kurdurduğu ya da değişik yollardan desteklediği bir takım “Truva atı” örgütlenmelerle elde etme yolunu seçmiştir.
Mustafa Kemal’in aşama aşama unutturulması-değersizleştirilmesi, Milli Bayramların, 19 Mayısların 30 Ağustosların kutlamalarının engellenmesiyle amaçlanan da Türk halkının tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik bilincini yavaş yavaş yok ederek, Yeni Sevr’i, günümüzdeki adıyla “BOP” projesini yürürlüğe koyma amaçlıdır.
Bu gerçeği gören ve gereğini yapmayı düşünen yurtseverler, tertiplerle bir şekilde susturulmakta, TSK ABD’nin isteği ile “tasfiye” edilmektedir. Yazılı ve görsel basın dinci gericilik tarafında denetim altına alınmakta, böylece Türk halkının gerçeği görmesi engellenmektedir. Özetle söylemek gerekirse ülkemiz ve ulusumuz yeniden işgal yıllarının o boğucu karanlığıyla karşı karşıyadır.
Kayıtsız Şartsız Ulusal Egemenlik ilkesine karşı duran siyasal iktidar 30 Ağustos dâhil tüm ulusal bayramlarımızı kutlamak istemediğini açıkça sergilemektedir. Ulusal bağımsızlığımız, özgürlük ve barışımız ve yurt güvenliğimiz için zorunlu olan kurumların en önemlilerinden birisi olan CUMHURİYET Ordusu’nun itibarsızlaştırılması, onursuzlaştırılması ve etkisizleştirilmesi için, eski bilinen senaryolar yeniden piyasaya sürülmektedir.
Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığına, Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığı’na, Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmıştır. Askeri liseler, astsubay hazırlama okulları ve Harp Akademileri’nin kapatılmıştır.
Tüm bunlar 15 Temmuz darbe girişimine tepki olarak alınan önlemler değildir. AKP iktidarının emperyalizmle işbirliği içinde uzun vadeli “devleti ordusuzlaştırma” projesinin gereğidir. 15 Temmuz iktidara tam da bu projeye uygun bir ortam yaratmıştır/yaratılmıştır
Askeri okulların kapatılması aslında bir “Sevr Projesi”dir. Sevr’de bile 168. maddesi ile askeri okulların kapatılması değil küçültülerek gözetim altına alınması istenirken, FETÖ’cü darbe girişimi gerekçe edilerek bu okulları tümüyle kapatmak, Serv projesini bir adım öte taşımaktır.
Birbirinin "paraleli" olduklarını itiraf eden iki ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜŞMANI VE ABD/AB/BOP destekli siyasal örgütlenmenin 15 Temmuz 2016'da birbiriyle girdikleri çıkar kavgasında, kavgayı kazanmış "görünen" AKP iktidarının, BOP'un eş başkanlığını sürdüren özelliği ile haçlı emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi yeniden Sevr (günümüzdeki adıyla BOP) paylaşımına sürüklemektedir.
Siyasi iktidar FETÖ'cülerle değil, Cumhuriyetle, Cumhuriyetimizin kazanımları ile 15 yıldır sürdürdüğü hesaplaşmayı 15 Temmuz kalkışmasını gerekçe yaparak hızlandırmıştır. Yıllardır FETÖ ile ortak yürüttüğü Atatürk Cumhuriyeti'ne karşı verilen savaşı şimdi OHAL uygulamaları ile sürdürmektedir.
Söylem ve eylemleri ile yalnız bu günümüze değil yarınlarımıza ışık tutan Mustafa Kemal Atatürk bu günkü durumu anlatıyor.
 Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de, izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.”
"Saraylarının içinde Türk'ten başka ögelere dayanarak, düşmanla birleşerek Anadolu'nun, Türklüğün aleyhinde yürüyen çürümüş gölge adamların Türk yurdundan kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir devinimdir.”
Bizler, Vahdettinlerin, Damat Feritlerin, Ali Kemallerin değil, Mustafa Kemal’in yolundan gidenleriz. Bize Mustafa Kemal Atatürk;    “Saraylarının içinde Türk’ten başka ögelere dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamların Türk yurdundan kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir devinimdir” görevini vermiştir.
30 Ağustos un 94. yılında emperyalizmi dize getiren, çağdaş Türkiye’nin mimarı, Mustafa Kemal Atatürk'ü ve arkadaşlarının bizlere verdiği görev bilinciyle,   bağımsızlık savaşımızın yüce şehitlerini derin saygı, gönülden bağlılıkla bir kez daha anıyoruz.

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

30 Ağustos 2016 Salı

30 Ağustos’ta “Mevlit Okutma” niçin yapılır?



CHP Isparta örgütü 30 Ağustos nedeniyle “Mevlit Okutma”  etkinliği yapacağını üyelerine duyurdu.
 30 Ağustos Utkusu, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme işbirlikçi dinci gericiliğe karşı vatan- millet ve hürriyet adına onurluca karşı durulup kanla irfanla elde edilen büyük bir Ulusal Utku’dur..
30 Ağustos; emperyalist planların bozulduğu, Anadolu’nun paylaşım girişiminin durdurulduğu, Mazlum ulusların emperyalizme karşı savaşımına ışık olan, umut aşılayan bir başkaldırının adıdır.
30 Ağustos; bir ulusun tarih sahnesinden silinirken topyekûn “bağımsızlığını imhaya karar veren emperyalizme”  karşı yeniden dirildiği, tarihte örneğine ender rastlanan bir savaşın adıdır.
Özetle 30 Ağustos; 9 Eylül’dür, Lozan’dır, Cumhuriyettir, devrimlerdir.
Peki, 30 Ağustosta bağımsızlık, cumhuriyetçilik, devrimci halkçılığın özetle emperyalizme karşı onurlu mücadele bilincinin öne çıkaran eylem ve etkinlikler dururken   “Mevlit Okutma” niçin yapılır?
Kaldı ki, “İslam dininde “Mevlit Okutma” YOKTUR. Mevlit,  İslamiyet’e 13. Yüzyıl sonunda (1400’lü yıllar) girmiş bir pagan geleneğidir. Yalnızca Mevlit değil , “Ölüler arkasından Kur’an okumak diye bir kural’ da yoktur. Ölüler vesilesiyle okunan Kur’an’ın yararı da dirileredir.” Hz Muhammed hiçbir zaman ölülerin arkasından Kuran okumamıştır  “Ölülerin ardından “Mevlit Okutma”, Ölmüş kişi için yemek verme, ekmek vb. dağıtma bunların hepsi putperestlikten geçmedir, İslam dışıdır. (Y. Nuri ÖZTÜRK)
Yani “Mevlit Okutma” dini bir kuralın yerine getirilmesi değil, dinci gericiliğin kendini meşrulaştırmak adına ortaya attığı dinci gericiliğin toplumsal narkoz olarak kullandığı zırvalıklardır.
Mevlit Okutma, İslam bilginlerinin “din dışı ve pagan inancı” olarak değerlendirdikleri, İslam’ın kutsal kitabında yeri olmayan temelsiz, çürük, gerçek dışı, dinci gericiler tarafından toplumu uyutmak, gerçek yaşamdan uzaklaştırmak için “narkoz olarak” kullandıkları gerici kurallardır.
 Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Partinin yöneticilerinin bu din dışı kurallara eylemli olarak sahip çıkması gaflet ve dalaletin de ötesinde ihanettir.
Türkiye’de Kemalist Cumhuriyet, temel kuruluş felsefesi olan devrimciliğini yitirdikçe, devrimci uygulamalardan ödün verildikçe Şeriatçılığın, dinci gericiliğin güçlendiği, Kemalist Cumhuriyetin güç yitimine uğradığı bir gerçekliktir.
Bugün Türkiye’de dinci gericiliğin, diğer bütün gericilik türlerinin ana gücü durumuna gelmesi ve iktidarı ele geçirmesi yalnızca işbirlikçi – dinci gericiliğin çabalarının ürünü değil, Sözde Atatürkçülerin dincilerin önlerindeki en büyük engel olan Kemalist Devrimin ilkelerinden verdikleri ödünlerin de bir sonucudur. CHP Isparta İl örgütünün 30 Ağustos nedeniyle “mevlit okutma”  etkinliği de son tahlilde dinci gericiliği meşrulaştırmaktır.
Gericilikle mücadele etmek “Gericiliği nerede görürsem tepelerim, tepelerim, tepelerim!” diyen Mustafa Kemalin yolundan gitmek yerine,  Atatürkçülük adına gericilikle ittifak halindeki bir devrimcilik, karşı devrimin ekmeğine yağ sürmektir.
Gericiliği engellemek adına gericiliğin kullandığı “din dışı” ritüelleri sahiplenmek, gericilikle ittifak etmek ülkenin adım adım Şeriatçılaşmasına göz yummaktır. Eğer bu gün dinci –Şeriatçı faşizm ülkenin yalnız siyasal yaşamına değil, tüm toplumsal, sosyal, kültürel yaşamına egemen olabilmişlerse, kendini Atatürkçü sanan kimi ahmakların gericiliği sahiplenmesinin payı hiç de azımsanamaz.
 Kendini Atatürkçü olarak tanımlayan her kişi toplumsal yaşam içinde gericiliği besleyen her şeye karşı mücadele etme öz görevi ile yükümlüdürler.
Bir kez daha anımsatalım;
Gericilikle Kemalist sol bağdaşmaz,
Gericilikle Kemalist devrimcilik uyuşmaz,
Gericilikle Kemalist duruşta, davranışta, uygulamada yan yana gelemez.
Çünkü Gericilik tüm türleriyle kapitalizmin ve emperyalizmin hizmetindedir. Dinin yozlaşmasının nedeni de  kapitalizmin ve emperyalizmin dini denetim altına almasındandır. Yozlaşan din gericileşir, bağnazlaşır, Araplaşır, çürümüşlük kokar.
29 Ağustos 2016
Mahmut ÖZYÜREK

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısına darbe


"Biz, sadece hukuki olduğumuzu göstermek için onları istifaya davet ediyoruz; yoksa Bülent ARINÇ gibi ahmak olmadığımızdan asla istifa etmeyeceklerini zaten biliyoruz…"
  
Amerika Dışişleri Bakanı olan Condoleezza RICE, 7 Ağustos 2003 tarihinde Amerika Ulusal Güvenlik Danışmanıyken Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesinde, içlerinde Türkiye’nin de olduğu 23 ülkenin, anayasalarının ve sınırlarının değiştirileceğini yazdıydı. BOP denilen bu uygulamada, Afganistan işgal edildi, Irak ve Libya bölündü; Suriye karıştırıldı. Ülkemizdeki eşbaşkanlarına da açılım ve terörle müzakereler yaptırdılar. Akil insanları, Oslo görüşmelerini hatırlayın; Kandil-İmralı hattında yapılan kuryelikleri hatırlayın. Sanki sömürgeciliğin kiralık tetikçisi ve bebek katili değilmiş gibi ÖCALAN’dan medet umanları hatırlayın. Kamuoyuna psikolojik operasyon yapmak için, gençliğinde namaz kılan, dindar ÖCALAN portresi bile çizmeye çalışan ahmaklar çıktı. Her yıl, Türk’ün bahar bayramı nevruzda, paçavralarıyla meydanlara doluşturulan binlerce bölücüye, kurtarıcıymış gibi güya ÖCALAN’a ait olan CIA’nın hezeyanları meydanlardan duyuruldu.
Tüm bunlar, BOP’un ayrıntıdaki parçalarıdır ve BOP 23 ülkeyi kapsayan genişlikte, uzun süreli bir uygulama olduğundan tamamlanması da yıllar alacaktır. Bazılarının çıkardığı söylentilerin aksine BOP, uygulamadan hiçbir zaman kaldırılmadı ve kaldırılmaz; sadece bazen sömürgeciliğin istediği yönde hızlı gelişmeler olurken bazen de yavaşlamalar olmuştur. Uygulamada, yavaşlama veya duraklama görüldüğünde, strateji ve kullanılan saha elemanı değişikliklerine gidilerek proje sonuç alınacak şekilde uygulamaya devam edilir. Tarihte, dış politikada yepyeni bir proje geliştirmek ender görüldüğü gibi; geliştirilen projelerin, tamamen uygulamadan kaldırıldığına da rastlanmaz.
Yani; genelde alt yapısı oluşturulan, elde bilgisi biriktirilen ve sahaya elemanları yığılan projelerin içerikleri düzeltilir ve istenilen sonuç alınacak şekilde gerçekleştirilmeye çalışılır. Devletlerin politikalarında devamlılık söz konusu olduğundan 50-70 yıl gibi zamanlar, devletler için birkaç ay gibidir. 15 Temmuz 2016 akşamında olanları da bununla ilişkili değerlendirmek gerekiyor…

Daha önceki bir yazımızda: “Anayasa hukukuna göre yeni anayasa, işgal veya uzun süre iç karışıklıklar gibi anayasanın ortadan kaldırıldığı ve anayasaya göre hareket edip bu suçları yargılayacak kurumların yıkıldığı ortamlarda yapılır. Böyle ortamlarda, yeni anayasayı yapacak Kurucu Meclis üyeleri önce halk tarafından seçilir; daha sonra halk tarafından seçilen Kurucu Meclis üyelerinin yazdığı anayasa halk oylamasına sunulur ve % 67 ve üzerinde evet oyu alırsa kabul edilir. Anayasa hukukunda Kurucu Meclise, Asli Kurucu İktidar da denir. Kurucu Meclisten sonra var olan Anayasa’yla oluşan meclise ise Tali İktidar denir ve böyle meclislerin yeni anayasa yapma yetkileri kesinlikle yoktur; sadece var olan Anayasa’ya göre değişiklikler yapabilirler. Dolayısıyla; günümüzde ve gelecekte TBMM Tali İktidar olduğundan, çalışma yöntemlerini, görev ve yetki alanlarını düzenleyen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni var eden Anayasa’ya göre hareket etmek zorundadır. Tali İktidar, bizzat kendisini var eden Anayasa tarafından düzenlendiğine göre, bu iktidarın yine Anayasa tarafından sınırlandırılması her zaman geçerlidir. Tüm anayasalara bakıldığında, anayasaların, tali iktidarlara pek çok içerik, şekil ve zaman yönünden sınırlar belirledikleri görülür. Bu gerçeklerden anlaşılıyor ki, her yeni anayasa, hukuki devamlılığın ürünü değil kesinti sonrası başlangıçtır; çünkü hiçbir anayasada, kendisinin ortadan kaldırılıp kendinden sonra yeni anayasanın nasıl yapılacağı düzenlenmez…” dediydik.
 Yani tümden yeni bir anayasanın yapılabilmesi için, işgal, iç karışıklık veya darbeden biri gerekiyordu; sömürgecilik de darbeyi yaptırdı. Çünkü sömürgecilik, yaptığı çok yönlü olasılık ve stratejik değerlendirmeler sonucunda, bu darbe kalkışmasıyla ya ordunun bölüneceğini ve iç dış güvenlikten sorumlu kurumların birbirleriyle uzun süreli çatışacağını ya da kurumların birlik olup darbeci cuntayı bastıracağını varsaydı. Ancak hangisi olursa olsun, sonuçta kesinlikle kendi işine yarayacağını biliyordu ve bundan emindi. Kullandıkları icracı saha elemanlarını ise harcadılar…

1938′den sonra, ülkemizde, siyasi, askeri, iktisadi, hiçbir şey, sömürgeciliğe rağmen yapılmamıştır; aksine hep sömürgecilere danışılarak ve onayları alınarak yapılmıştır. Sömürgeciler, hiçbir işini tabana rağmen yapmaz; sömürgecilik, önce kitleyi istediği yöne yönlendirir sonra da sanki kitlenin yararınaymış gibi sömürgeci isteklerini tabana yaptırır. Bu nedenle, 15 Temmuz 2016 akşamındaki darbe, cuntacılar açısından başarılı olsaydı, sömürgecilik için başarısız olacaktı çünkü darbecilerin arkasında kitle desteği yoktu; bundan dolayı, sömürgecilik bunu başarısız olsun diye kurguladı.
Evet, sömürgecilik bir tür başkanlığı andıran, otoriterleşmenin arttığı tekelci bir yönetim istiyor ancak bunu kitleye rağmen değil; kitlenin desteklediği ekiple yapmak istiyor. Sömürgecilik başkanlık istiyor, çünkü 80 milyonluk bir ülkede, herkesi tek tek ikna etmek onlara zor geliyor ve bu onlar için zaman kaybına yol açıyor. Sömürgecilik başkanlık istiyor, çünkü başkanlık olsaydı milli bürokrasi ağırdan almayacak, başkanla Suriye’ye girecek, hem Suriye’yi hem de Türkiye’yi aynı anda bölecekti. Sömürgecilik başkanlık istiyor, çünkü başkanlık olsaydı, milli bürokrasi olmayacak ve böylece bölücü terör örgütü PKK’ya karşı harekât yapılmayacaktı. Daha sayamayacağımız pek çok nedenlerle, sömürgeciler, yetkileri geniş, ülkenin hukuk düzeni tarafından denetlenmeyen bir başkan istiyorlar ve böylece 80 milyonluk bir kitleyi onun aracılığıyla ellerinin altında tutacaklar.
AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda, bir AKP’linin yazdığı gibi: “Son iki yüzyıl içinde ilk defa iç dinamikler ile dış dinamikler örtüşmektedir.” Burada, AKP’linin iç dinamikler dediği, AKP’liler; dış dinamikler dediği ise sömürgeciliktir.
Aylardır batı medyasında yayınlanan darbe yazılarına ve göstermelik kavgalara siz bakmayın. Bir yandan Suriyeli muhalif denilen teröristleri Eğit Donat anlaşmalarıyla Suriye AKP’yle karıştırılırken diğer yandan AKP’yle göstermelik kavgalar ediliyor ve batı medyasında birkaç aydır darbe yazıları yayınlanıyordu ki bu iş anlaşılmasın.
Aylar önce batı medyasında yayınlanan yazılardan birinin çevirisini okurken şöyle düşündüm: “Hayır! Genelkurmay milliyse asla darbe yapmamalı. Adnan MENDERES olayından sonra yaşananları gördük. Bu AKP anlayışına 100 yıl daha bitmeyecek mağdur masalları yaratarak bizzat AKP’nin rezil ve sefil anlayışını kurtarmak ve yaşatmak demektir. 27 Nisan 2007 tarihindeki e-mıhtıra danışıklı dövüşündeki gibi, aha bize darbe yapıyorlar, mağduruz ve buna direnerek kahramanız masallarıyla duygusal kitlelerin kafalarını biraz daha karıştıracaklar. AKP’nin gerçekleştirdiği bozgun ve yıkım, tüm millet tarafından anlaşılmalı ve milli irade gerekeni hukuk çerçevesi içinde demokratik yollardan yapmalı…”

Ayrıca, durup dururken açık kaynaklarda darbe olasılığı yazılıyorken kurumların böyle bir kalkışmadan habersiz olabilecekleri düşünülemez. Darbe gibi geniş katılım, yığınak; karşı eylemler düşünülerek bunları etkisiz hale getirecek karşı önlemler gibi çok yönlü stratejik bir uygulama hazırlığı yıllar gerektirir. Böyle bir hazırlığın, ilgili istihbarat birimleri tarafından, dış basından önce haber alınması gerekir. Böyle bir imkân yoksa bu ülkemiz için acizlik göstergesidir. Hadi diyelim ki söylendiği gibi MİT bunu darbe günü saat 16’da haber almış olsun; acil bir dış saldırı kadar önemli bir bilgiyi, anında başbakan ve cumhurbaşkanına neden vermiyor? İstihbarat alındıktan sonra, saat 18’de genelkurmayda yapıldığı söylenen toplantıya, deniz ve hava kuvvetleri komutanları neden çağırılmıyor? Güya geç haber alınan darbeye karşı yapılacaklara dair, hava ve deniz kuvvetleri komutanını çağırmadan nasıl toplantı yapılıyor? Sömürgecilikle işbirliği içinde askeri[1] ve siyasi[2] ortak bir harekât mı yürütüldü de, dışarıdan soru sorulduğunda, herkes kendini kurtaracak ifadeyi verdiğinden yalanları birbirleriyle uyuşmuyor? Cumhurbaşkanı, dış basına yaptığı açıklamaların birinde darbeyi eniştesinden öğrendiğini söyledi. Bu enişte, hangi enişte? Bir eniştenin enerji bakanı olduğunu biliyoruz. Yoksa bundan sonra başkanlık adı altında kurulacak aile saltanatlığında, görümce genelkurmay başkanı, elti istihbarat başkanları mı göreceğiz?

Gelelim darbe kavramına ve sonrasında yapılan bazı icraatlara. Darbe nedir? Darbe anayasayı ortadan kaldırmaktır; dolayısıyla darbeciler anayasayı ortadan kaldırma suçundan yargılanacaklar. Ancak anayasa ne derse desin diyen düşük profilli başbakan, bu anayasayı tanımıyorum diyen içişleri bakanı ve sevsinler sizin anayasanızı, anayasa vesayetin son kalesidir ve biz o anayasayı parça pinçik edeceğiz diyenler de darbecilikten yargılanacaklar mı?

15 Temmuz 2016 akşamından sonra hemen birileri fırsattan yararlanmak ve Türkiye’yi ordusuz bırakmak için, askeri okulların kapatılması gerektiğini yaymaya başladılar; birkaç gün içinde de buna dair Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı.
 Öncelikle belirtelim ki, darbe, silahın kural dışı kullanılmasıdır. Siz, eğitimi veya hukuku değiştirerek darbeyi önleyemezsiniz. Darbeyi önlemenin tek yolu, herkesin anayasaya uymasıdır. Çünkü birileri hukuk dışına çıkarsa, herkes hukuk dışına çıkar. O nedenle darbeden sorumlu ve suçlu, anayasayı ilk ihlal edenlerdir. Hem darbe gerekçesiyle illa bi yerler kapatılacaksa, darbeleri sevk ve idare eden Amerika elçiliği ile Amerika üsleri kapatılsın; NATO’dan çıkılsın. Bir yandan bohçacı çingeneler gibi şehir merkezlerindeki kışlaları kapatacağız derken, diğer yandan şehrin göbeğine topçu kışlası yapacağız inatlaşması neyin nesi oluyor? Aslında yapılacaklar, sömürgecilik tarafından önceden hazırlanıp içeride kullandıkları özel görevlilerinin ellerine tutuşturulmuştu.[3]
Daha önce GES’in (Genelkurmay Elektronik Sistemleri) Genelkurmaydan alınıp MİT’e verilerek ordunun istihbaratı yok edilirken; şimdi de sahil güvenlik ve jandarmanın tümden Genelkurmaydan koparılması ordunun iç güvenliğe yönelik gözünü çıkarmak ve kollarını bağlamaktır. Tüm bu olanlardan anlaşılıyor ki, ülkemizin güvenlik ve savunma zaafını amaçlayanlar çok iyi çalışıyorlar…

Sömürgeciliğin ülkemizde öttürdüğü zurnaların, sivil veya profesyonel ordu zırvalıklarıyla milletimize kabul ettirmeye çalışacakları en küçük bir değişiklik; orduda sadece hiyerarşik yönetim disiplinini bozmakla kalmaz, aynı zamanda atamaları, eğitimi siyasileştirir ve kaliteyi düşürür. Geçtiğimiz yıllarda vicdanı ret ve bedelli askerliğin ülkemizde tartışılmaya yeltenilmesi de bu konu içindedir.
AKP döneminde, din ve yargı siyasileştirilerek her ikisinin de etkisi ve saygınlığı yok edildi; orduya da bunu mu yapmak istiyorlar. Bir fizikçinin iyi fizikçi olup olmadığına en iyi fizik otoriteleri karar verebilir. Bu durum, matematik, yazılım, tıp ve diğer tüm uzmanlık alanları için geçerlidir. Dolayısıyla, harp akademilerinde kurmaylık eğitimi alan bir askeri öğrencinin, iyi bir general adayı olup olamayacağını ancak ve ancak askerlik işinin ehli, yetkin askerler bilir. Bu okulların kapatılmasına dair gösterilen bir başka gerekçe de sızma girişimleriymiş. Okullar sivilleşirse sızma girişimi olmayacak mı? İçişleri bakanlığına sızdılar, polisi, mülki amirlikleri ele geçirdiler; içişleri bakanlığı kapatılacak mı? Yargıya sızdılar, yargı kapatılacak mı? MİT’e sızdılar, MİT kapatılacak mı? Siyasete sızdılar, siyaset kapatılacak mı? YÖK’e, eğitim bakanlığına sızdılar; eğitim bakanlığı kapatılacak mı? Genelkurmayı, yargısı, istihbaratı, bakanlıkları, siyaset kurumu olmayan ve hepsi birbirine karıştırılan bir devlet olabilir mi? Bu ne akıl dışılık, rezillik, kepazelik, sefillik; yoksa tüm bunlar bile bile kasıtlı mı yapılıyor?
Sızma girişimi, her zaman, her yerde vardır ve olacaktır. Bunu önlemenin yolu bu değildir. Orduya sızdığı söylenen darbecilerin ordudan ihraç edilmesine, zamanında kimler şerh koydu. Tüm bu soruların cevapları açıktır ve bilinmektedir. Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığına bağlanmasını önermek de yanlıştır. Bu ordunun siyasileşmesini ve asıl görevini yapamaz hale gelmesini sağlar…

Ülkemizde yapılan yanlışlardan biri de, olayların geçmişe dönük uzun süre değerlendirilmesi ve toplumun geçmişte kalan ve artık işe yaramayan bazı gerçeklerle oyalanmasıdır. Tam bu anda, geçmişteki mağdurlar, ben size dememiş miydim şeklinde ağlaştırılırken ellerini ovuşturan fırsatçılar, işlerini görmekte ve yapacakları yanlışları, geçmişte mağdur ettikleriyle topluma kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Geçmişte mağdur edilenler, buna dikkat etmeli; cemaatçi darbecilerin geçmişteki suç ortaklarının tuzaklarına düşmemeye özen göstermelidirler. Çok yaşamsal bir dönemden geçerken, dramaya hiç gerek yok. Geçmişte mağdur edilenler bilmeliler ki, cemaatçi darbecilerin geçmişteki suç ortaklarının birşey öğrenmeye, düzelmeye niyetleri yok; bunlar, kasıtlılar ve yeni suçlarında kullanabilecekleri yeni suç ortağı aramaktadırlar.
 Hem, 15 Temmuz 2016 darbesinden önce, 24 saat Türkiye öyle mi bölünsün böyle mi bölünsün tartışmasını yapan siyasiler ve medya, nasıl oldu da birden bire milli oluverdi. Anlayacağınız, bu siyasilerin ve medyanın, sizden alabilecekleri birşey yoksa, sizin adınızı bile hatırlamazlar ve bir an bile dönüp yüzünüze bakmazlar.
15 Temmuz 2016 darbesinden sonra görüyoruz ki, siyasi muhalefet de bilerek veya bilmeyerek bu ağlaştırma tuzağına düştü. Darbeciler, meclisi bombalayarak parlamenter sistemi hedef aldıklarını gösterdiklerinden; darbecilere karşı siyasi muhalefet parlamenter sisteme sahip çıkıp ilgili yetkilileri meclise davet etmeliydi. Siyasi muhalefet, bunu yapmak yerine, daha önce adına başkanlık dedikleri ve içinde Türk Milleti adının olmadığı anayasa taslağını hazırlatan ekibin kaçak sarayına sığınarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısını yıkmaya soyunduklarını ve özerk eyaletli federasyon anayasasında görev almaya hazır olduklarını gösterdiler.
Nitekim, darbe tarihi üzerinden daha henüz bir hafta geçmemiş olmasına rağmen; AKP’lilerin deyimleriyle düşük profilli başbakan yeni anayasadan söz edebilmiştir. Yine içinden geçtiğimiz günlerde, tarihte hiçbir zaman var olmayan hayali etnisitelerin listesi, ne mutlu o’yum, bu’yum, şu’yum adı altında medyada döndürülmekte ve toplumumuzu çökertecek psikolojik operasyon, güya kurtuluş, birlik beraberlik mesajıymış gibi toplumun bilinçaltına enjekte edilmektedir. Yazdıklarımızı anlamak istemeyen ve itiraz edecek kişilere, AKP’nin daha önce hazırladığı ve içinde Türk milleti adının olmadığı anayasa taslağını hatırlatırız. Tüm bunlardan AKP’nin ilk olarak 6., 66., 123. ve 127. Madde değişikliklerini amaçladığı apaçıktır…

Kamuda yapılan ve insana, sanki ince eleyip sık dokumadan, acele, oldubittiye getiriliyormuş hissi veren bürokrat değişikliklerine de değinmekte yarar var. Cemaatçi denilerek kamuda boşaltılan 100 bine yakın kişilik kadrolara yeni alımlar yapılırken ehliyet ve liyakate dikkat edilecek mi? Yoksa özerk eyaletli federasyona uyumlu ve bu anlayışı benimsemiş kişiler mi özenle seçilip ilgili kadrolara yerleştirilecek?
Kamu görevlerinde açığa alınan ve soruşturulan 100 bine yakın kişinin tamamının cemaatçi olduğu bu kadar kısa zamanda nasıl tespit edildi? Yoksa önceden biliniyorlardı da darbe olması mı beklendi?
Ø Bunların cemaatçi oldukları biliniyorduysa ve darbe yapmasalardı, ne zaman ve nasıl tasfiye edileceklerdi?
Ø Ya da tasfiye edilecekler miydi?
Ø Böyleyse, görevde ihmal, suça teşvik ve suça katılma söz konusu değil midir?
Ø Örneğin bu 100 bine yakın kişinin, daha önce kamuya atanması ve görevde yükselmelerinin ne kadarı 14 yıllık AKP hükümetleri döneminde oldu?
Ø Cemaatçi bahanesiyle kamuda yapılan açığa almalarda, istenmeyen kişilere karşı en küçük cemaat teması aranabilirken; cemaatle koyun koyuna yatmış, sarmaş dolaş olmuş ve halen AKP’de etkin olarak bulunanlara da aynı işlem yapılacak mı.[4] Yoksa bunlar, aldatıldık, kandırıldık ve yanıltıldık diyerek görevlerine devam mı edecekler?
 Bölücü AKP’liler, cemaat konusunda, aldatıldık, kandırıldık ve yanıltıldık diyerek görevlerine devam edemezler! Bilinmelidir ki hukukta, aldatılma, kandırılma ancak ilgili eylemin öncesinde kişinin akıl sağlığı yerinde değildir raporu varsa makul görülür. Eylem öncesinde, kişinin böyle bir raporu yoksa, aldatılma, kandırılma kesinlikle söz konusu değil, bizzat ilgili eyleme iştirak söz konusudur. Hukukta eşitlik, olmazsa olmaz olduğundan hiç kimseye suç işleme imtiyazı sağlanamaz! Hukuk herkes içindir ve hukukta eşitlik olmazsa olmazdır; bu nedenle hukukçu, kişilerin veya ekiplerin değil, hukukun tarafıdır. Yargılamaya, kişilerin konumuna veya tarafına bakılarak bazılarına evet bazılarına hayır denemez. Deyim yerindeyse: Ya hep ya hiç! Eşitliği düzenleyen Anayasa’nın 10. Maddesinin ilgili kısmında şöyle yazıyor: “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Bu demektir ki, hukukta, herhangi bir eşitsizlik olamayacağı gibi; hiç kimseye de özgürce suç işleme ayrıcalığı -hele ki kamu zararına- tanınamaz ve her suç faili mutlaka yargılanmalıdır. Yargılamayı, AKP’nin istemediği bazı kişiler üzerinden değil; hukukta olmazsa olmaz eşitlik gereği tümü üzerinden yapmak ve tüm cemaatçileri tasfiye etmek gerekir. Başta iktidar partisi olan AKP’nin üyeleri cemaatçilikten yargılanmalı…

Özellikle 2007 yılından sonra, bölücü AKP’nin hukuku siyasileştirerek suçunu ondan daha büyük bir başka suçla örtme serisi sonsuza kadar devam edemez! Hukukta sorumsuz yetki yoktur, her yetki sorumluluktur; dolayısıyla, yetkilerini hukuk dışı sorumsuz kullanarak sorunlara neden olanlar, neden oldukları sorunları çözme iddiasıyla görevlerine devam edemezler; derhal istifa etmelidirler. Evet, istifa hukuki bir eylemdir; bunlar, hiçbir zaman hukuka uymadıklarından istifa da etmezler. Biz, sadece hukuki olduğumuzu göstermek için onları istifaya davet ediyoruz; yoksa Bülent ARINÇ gibi ahmak olmadığımızdan asla istifa etmeyeceklerini zaten biliyoruz…

Özetlersek: İktisadi, hukuki, kültürel her alanda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısını hedef alan sömürgeciliğe karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısını korumayan, yaşatmayan ve savunmayan herkes şaibelidir.
Kanaat önderi diye toplum karşısına çıkıp konuşan ve imkânı ölçüsünde icraatta bulunacak kişiler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birlikçi (üniter) yapısını koruyacak, yaşatacak ve savunacaklarına dair samimiyetlerini, söz ve eylemleriyle kanıtlamak zorundadırlar…

Deniz KAÇAĞAN

Kaynak:
[1] http://odatv.com/insan-celladiyla-ayni-helikoptere-biner-mi…
[2] http://www.yurtgazetesi.com.tr/karmasik-dusunceler-makale,1…
[3] Arslan BULUT – 1993 yılındaki Yeni Zemin kararları; 5 Ağustos 2016; Yeniçağ
[4] Arslan BULUT – Yürekleri hoplatan ifade; 2 Ağustos 2016; Yeniçağ