9 Aralık 2015 Çarşamba

ABD: “Türkiye’de sivil toplum kuruluşları bizim beslememizdir”



ABD Dışişleri Bakanlığı İnternet sitesi, Türkiye sayfasından bir kesit var aşağıda.

Bizi çok seven Amerikalı dostlarımız kasıla kasıla, “ABD aynı zamanda, sivil toplum kuruluşlarına yaptığı bağışlarla Türk vatandaşlarının demokratik özlemlerini gerçekleştirmeleri için yardımda bulunur” diyor.

Vatandaş olarak biz doğrudan yapamıyoruz ama sağolsun devletimiz bu sevgi gösterisinin karşılıksız kalmaması için elinden geleni ardına koymuyor; İncirlik, Diyarbakır, Malatya, Batman ve daha ne isterlerse...

ABD-Türkiye İlişkileri
ABD-Türk dostluğu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik ilişkiler kurduğu 1831 yılında başladı. I. Dünya Savaşı ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Türkiye ile diplomatik ilişkilerin başlangıcı 1927 yılı idi. ABD-Türk ilişkileri, “bağımsızlıklarını korumak için silahlı azınlıkların veya dış güçlerin saldırılarına karşı mücadele veren özgür halkları destekleme” politikasını ve Truman Doktrini’ni uygulayan 12 Temmuz 1947 tarihli Ekonomi ve Teknoloji İşbirliği anlaşması ile daha da ilerledi.

1952’den beri bir NATO müttefiki olan Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Atlantik camiasının önemli bir güvenlik ortağıdır. Türkiye, NATO’nun Afganistan’da Kararlı Destek Misyonu’nun öncüsüdür; Afganistan’a gönderilen savaş dışı malzemelerin lojistik operasyonları için İncirlik Üssü yoluyla destek verir. Karadenizi Akdenize bağlayan İstanbul ve Çanakkale boğazlarını (uluslararası anlaşmalara uyarak) kontrol eden NATO’nun hayati doğu kilididir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile sınır komşusu ve ABD’nin bu bölgede uyguladığı politikanın stratejik ortağıdır.

ABD-Türk ortaklığı karşılıklı çıkarlar ve saygı üzerine kurulu olup bölgesel güvenlik, istikrar ve ekonomik işbirliği üzerine odaklanmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri, terörle mücadelesinde Türkiye’nin yanındadır. Terörle mücadelede işbirliği stratejik ortaklığımızı temel öğelerinden biridir.

ABD’den Türkiye’ye yardım
ABD güvenlik yardımı Türkiye’nin, özellikle Afganistan olmak üzere diğer ülkelerle işbirliğini büyütmeye, Türk ordusunun diğer NATO güçleriyle birlikte çalışmasını kolaylaştırmaya, stratejik ticari kontrol gücünü sınır güvenliğini artırmaya yöneliktir.

ABD aynı zamanda, sivil toplum kuruluşlarına yaptığı bağışlarla Türk vatandaşlarının demokratik özlemlerini gerçekleştirmeleri için yardımda bulunur.
Kaynak: http://www.state.gov/r/pa/ei/bgn/3432.htm# (24 Şubat 2015)

Ek bilgi:

I. Türkiye dışından destek alan Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın kısmî listesi
Anadolu Halk Kültür Vakfı
Anakültür
Anne Çocuk Eğitim Vakfı
Arı Hareketi
Ekonomistler Platformu
Helsinki Yurttaşlar Derneği
İnsan Hakları Derneği
İnsan Hakları Gündemi Derneği
Ka-Der
Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Vakfı
Liberal Düşünce Topluluğu
Mazlumder
Milletvekillerini Ve Seçilmişleri İzleme Komiteleri
Sosyal-Kültürel Yaşamı Geliştirme Derneği
Toplum Gönüllüleri
Toplum Sorunlarını Araştırma Merkezi
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı – TESEV
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği
Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı
Uçan Süpürge
Yerel Gündem 21. Ulusal Gençlik Parlementosu

II. Yabancı Sivil Toplum Kuruluşlarına doğrudan mali destek sağlayan ABD devlet kurumları
Albert Einstein Institute (AEI)
Freedom House
International Republican Institute (IRI)
National Democratic Institute (NDI)
National Endowment for Democracy (NED)
The International Center for Non-Violent Conflict (ICNC)
US Agency for International Development (USAID)
/****/


AB Çerçeve Programı – AB Fonları(Hibeler) “BEŞİNCİ KOL” örgütlenmeler

AB’den karşılıksız para alan örgüt yöneticileri, AB Mandacıları AB’den aldıkları milyonlarca avroluk hibeleri savunurken utanmazca yalan söylüyorlar.
Haklılar çünkü gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar! AB’nin parasını yiyen örgütlerin de yine AB’nin kılıcını sallayacakları çok açıktır.,
AB Projesi, temelleri 50 yıl önce atılmış emperyalist bir projedir. AB Niçin Türkiye’de Hibe Dağıtıyor? Kim kime karşılıksız para verir?
AB ile Türkiye’nin müzakerelere resmen başlama tarihi, 03 Ekim 2005’dir. Oysa AB, Türkiye’de sivil toplum örgütlerine 1995 yılında karşılıksız para dağıtmaya başlamıştır, neden?
“Türkiye’nin AB’ye alınmayacağı”, kapı önünde “kuma” gibi bekletileceği AB’nin kurnaz mimarlarının değişik zamanlarda yaptıkları açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Peki, Türkiye AB’ye üye yapılmazsa, o güne kadar Türkiye’de çeşitli örgütlere dağıtılmış olan paralar yandı gitti kül oldu mu, olacaktır? AB, sonunda kaybedeceği bir oyuna milyarlarca Avro harcar mı?
· 25 Üyeli AB’de bugün yaklaşık 20 milyon işsizken, AB Üyesi Polonya’da 25 yaşından genç olanların yüzde 40,7’si, Slovakya’da yüzde 30,5’u ve Litvanya’da yüzde 25’i işsizken,
· AB’nin kurucu üyelerinden Fransa’da 200.000’den fazla Almanya’da 860.000, AB genelinde 3 milyon evsiz insan perişan durumdayken,
· AB’nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırında yaşamaktayken
· Her biri AB Üyesi olan Almanya’da 5 milyon 580 bin, İspanya’da 2 milyon 380 bin, İngiltere’de ise 2 milyon 200 bin, AB’nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon bedensel ve zihinsel engelli yoksulluk içinde yaşarken,
· İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsiz bulunurken,
AB neden Türkiye’ye 1995 yılından beri milyarlarca Avro hibe etmeyi sürdürüyor?
Kendi yurttaşından  esirgediği  milyarlar tutarındaki “avroyu,  AB hangi gerekçelerle Türkiye’de kimi örgütlere “HİBE” etmektedir?
Bu soruları artırmak olasıdır. Ancak bu kadarı bile yeterli.
1956’da ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi raporunda şöyle denilmektedir:
 “Amerikan yardımı, bir hükümet girişimi olarak başkalarının çıkarı için yapılan bir şey değildir.  ABD ne sadaka veren bir kuruluş ve ne de ekonomik yardım Amerikan halkının cömert ruhunun dışarıya yansımasıdır… Teknik yardım, ABD’nin dış politikasını yürütmek ve ulusal çıkarlarını  dışarıda geliştirmek için eldeki araçlardan bir tanesidir.” (Karşı Devrim, Çetin Yetkin, syf. 360)
Gerek emperyalistler, gerekse onların içimizdeki yamakları “karşı devrimci” güçler  KEMALİST DÜŞÜN Sistemi’ni  antiemperyalist, devrimci, halkçı  niteliğinden uzaklaştırma, böylece Türk ulusunun  Emperyalizmle mücadele, tam bağımsız yaşama azim ve kararlılığını yok etme çabalarını 70 yıldır sürdürüyorlar.
Emperyalist merkezlerden yayılan bu karşı-devrimci propaganda kimi Atatürkçü kişi ve örgütlerde  ideolojik sapmalara,  bilinç bulanıklığına  ve  amaç yitimine, yol açmıştır. Bu  bağlamda, Atatürkçülük adına yola çıkan  kimi örgüt ve kişiler  “KARŞI DEVRİM”i yalnızca “laiklik karşıtı hareketler” olarak algılarken, Atatürkçülüğü yalnızca “laiklikle” sınırlandırdıklarının, böylece savunmaya çalıştıkları  “düşün sistemini” kendi elleri ile  mezara gömdüklerinin ayırdına  bile varamaz olmuşlardır. 
“Barış”, “İnsan Hakları”, “Demokrasi” ,”bireysel hak ve özgürlükler”, “laiklik”  vb. söylemleri dillerinden düşürmeyen emperyalist haydutların  temel amacı,  bu kavramların yaşama geçmesini sağlamak değil,  bu kavramları savunan tüm kesimleri (elbette Kemalistleri de) bu anlayış çerçevesi içerisinde kendi  yanlarına çekmek ya da en azından emperyalistlerle–mazlumlar arasındaki tarihsel savaşımda tarafsızlaştırmaktır.
 Böylesine bir ikiyüzlülük ve illüzyonla hareket eden emperyalist saldırganlar, hemen her ülkede  kendilerine  yandaş, yamak “ÖRGÜTLER”  bulmakta da fazla zorlanmadılar. Kimi örgütlere  uydurma projeler karşılığı  “FON” adı altında  “avrolar”  veriliyor, “AVROLARI” alan  sözde STÖ’ler ise emperyalistlerin  özlem ve istemlerini kayıtsız koşulsuz yerine  getiriyorlar. Bu örgütler Avrupa Birliği entegrasyonu adı altında ülkenin bağımlılaştırılma ve çökertilme serüvenine ortak-öncü oluyorlar.
Avrupa Birliği’nin emperyalist bir örgütlenme  olduğunu kavrayamayan, onu basit ve yeni bir uluslararası örgütlenme sanan bu kişi ve örgütler işi öylesine ileri götürmüşlerdir ki,  AB emperyalizminin  “ilericiliğini”! her geçen gün yeniden ve  derinlemesine keşfederek, Avrupa Birliği’ni  ilerici ve bu nedenle  Türkiye’nin de mutlaka içinde yer alması gereken bir proje olarak değerlendirerek, AB’nin çeşitli kanallardan bazı kişilere, bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına  “istihbarat ve yönlendirme çabası için” aktardıkları kaynakları (fonları)  gönül rahatlığı ile alıp kullanabilmişler/kullanmaktadırlar.
AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları ise, stratejilerini buna göre uyarlamışlardır: Türkiye’yi ve Türkleri tam teslim alabilmek için, Türk vatanseverlerinin Ulus devletlerini savunma bilinci ve kararlığını yok etmek, teslimiyete karşı direnme gücünü yıkmak ön koşuldur!
Bu amaçla emperyalist güçler, çeşitli kanallardan bazı kişilere, bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına aktardıkları kaynaklar aracılığıyla, istihbarat toplamakta ve toplumu yönlendirmeye çalışmaktadırlar. AB’den ‘proje bazında’ karşılıksız para alan Sivil Toplum Örgütleri, AB’nin yukarıda sıraladığımız hedeflerine ulaşmak için verdikleri ve vermeyi sürdürecekleri savaşımda, AB’ye karşı çıkabilirler mi?
 AB’ye karşı, Türkiye’nin çıkarlarını savunabilirler mi?
AB’den karşılıksız paralar alan örgütler, Anadolu’nun bağrına sürülmüş birer TRUVA ATI’dır! AB’den karşılıksız para alan örgütler, Türk Ulusunun içine girmiş BEŞİNCİ KOL’ dur!
Avrupa Birliği emperyalizmi,  işte bu amaçlarına ulaşabilmek için “Avrupa Komisyonu fonlarını” kullanmaktadır. – Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri (Sendikalar, vakıflar, odalar, dernekler, birlikler, vb.), AB’den bugüne kadar yaklaşık 3 milyar Avro’ ya yakın hibe aldılar.
Elbette, AB’den karşılıksız para alanlar türlü gerekçelerle kendilerini savunmaya kalkışacaklardır.  Bu savunmanın en önde geleni ise Türkiye’nin AB’ye her yıl yüklü bir miktarda katılım payı ödemiş/ödemekte olduğu, AB’den ‘proje bazında’ alınan “hibe” paraların bu fondan karşılandığı iddiasıdır. Bu AB Mandacıları tarafından utanmadan uydurulmuş bir kuyruklu yalandır!      
AB’nin bütçesine (Avrupa Komisyonu fonlarına) sadece üye ülkeler katkıda bulunurlar. Türkiye bir AB üyesi olmadığı için kendisinden AB bütçesine katkıda bulunması asla istenilmemiştir, istenilemez de! Bu nedenle, Türkiye’nin AB’ye taahhüt ettiği bir katılım katkısından asla söz edilemez!
Türkiye “AB ‘Çerçeve Programlarının bütçesine katkı koymaktadır. Peki, nedir “AB ÇERÇEVE PROGRAMLARI”?
Türkiye AB Bakanlığı WEB sitesinden aynen aktaralım.
Temelde amacı sosyal ve ekonomik kalkınmayı sağlamak üzere bilimsel ve teknolojik araştırma kapasitesini arttırmak olan AB Çerçeve Programları dünyanın en büyük sivil Ar-Ge programıdır. Çerçeve Programı sadece Ar-Ge’nin geliştirilmesine değil Ar-Ge hazırlığı için gerekli çalışmalar, toplantılar, network çalışmaları, bilgi toplama, görüş alışverişi, uzman toplantıları vb. hazırlık çalışmalarını da desteklemektedir. Türkiye ile birlikte toplam 40 ülkenin katılım sağladığı ve 2007-2013 yıllarını kapsayan 7. Çerçeve Programı’nın (7.ÇP) bütçesi 50,5 Milyar Avro olarak belirlenmiştir. Türkiye’deki koordinasyonu TÜBİTAK tarafından yürütülmektedir. Bilgiye www.fp7.org.tr adresinden ulaşılabilir. http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=45035&
Çerçeve Programlarına AB üyesi ülkelerin yanı sıra Türkiye’nin de içinde bulunduğu aday ülkeler ve AB ile çerçeve programlarına katılım anlaşması imzalamış asosye ülkeler (Norveç, Liechtenstein, İsrail, İsviçre ve İzlanda) Arnavutluk, Bosna-Hersek, Faroe Adaları, Hırvatistan, İsrail, İsviçre, İzlanda, Karadağ, Lihtenştayn, Makedonya, Moldova, Norveç, Sırbistan ve Türkiye, Uluslararası İşbirliği Hedef Ülkeleri (ICPC):Afrika, Karayipler, Asya, Pasifik, Doğu Avrupa ve Orta Asya, Latin Amerika, Akdeniz Ortaklığı Ülkeleri, Batı Balkan Ülkeleri) de katkı koyarlar ve AR-GE projeleri karşılığında “destek” alırlar.. Projelere katılım için en az 3 farklı AB Üye veya Asosiye Ülkesi’nden 3 farklı kurumun bir araya gelmesi gerekmektedir.
2002-2006 sürecinde uygulanan bu programın toplam bütçesi 17,5 milyar Avro’ dur. Türkiye Devleti’nin katkı payı yaklaşık 250 milyon Avro olmuştur. Yapılan bilimsel araştırma projeleri karşılığı Türkiye, yaklaşık 30 milyon Avro almış, sonuçta yaklaşık 200 milyon Avro kaybı olmuştur.   Oysa AB’den alınan hibelerin tamamı AB bütçesinden çıkmaktadır ve içinde Türkiye’nin tek bir kuruşu dahi yoktur!
Aynı yıllarda, Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri (Sendikalar, vakıflar, odalar, dernekler, birlikler, vb.), AB’den bugüne kadar yaklaşık 3 milyar Avro’ ya yakın hibe aldılar
Yani AB Hibeleri ile AB’nin ‘Çerçeve Programları’ arasında hiçbir bağ bulunmamaktadır, ikisi apayrı konulardır!                                                                                                                               
AB’nin hiçbir ahlak kuralı tanımayan propagandacıları, bilinçli olarak AB’nin ‘Çerçeve Programları’ ile AB Fonları(Hibeleri)  konusunda utanmazca yalan söylemektedirler. Bu AB Mandacıları,  Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in şu sözlerini özümsemişlerdir: “Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan gerçekmiş gibi algılanır”  30 Ocak 2015 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

Kaynak ‘Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi’ Yılmaz DİKBAŞ-Asya Şafak Yayınları.

Hürriyet Gazetesi Yazarı
YALÇIN BAYER’E AÇIK MEKTUP

Sayın Yalçın Bayer,
4 Kasım 2007 tarihli, “İşte AB ile mali ‘kazık’ bilanço” başlıklı yazınız baştan aşağı gerçek dışı bilgiler içermektedir. Tamamı yalan olan bu yazınızı okuyan halkımız, AB hibeleri konusunda aldatılıp yanıltılmıştır.
Şimdi burada, yazınızdaki gerçek dışı bilgileri tek tek ele alıp, doğru bilgileri çok kısa özetler halinde sunacağım.

İşte AB Hibeleri İle İlgili ‘Kuyruklu’ Yalanlar
Yazınızda şöyle diyorsunuz:                                                                                        
  “Türkiye, 1963’teki Ankara Anlaşması’ndan bugün geldiğimiz ‘7.Çerçeve’ programının açıklandığı 2006 yılının sonuna kadar geçen 43 yıl içinde Avrupa’ya taahhüdü olan 15,4 milyar Euro katılım payı ödemiş…”                                                                                                                
Bu yazdıklarınızın tamamı yalan!                                                                                                   
Doğru bilgileri sıralıyorum:                                                                                                 
- AB’nin ‘Çerçeve’ programları 1963’de değil, 1984 yılında başlamıştır. Türkiye, 2002 yılına kadar bu programlara katılmamıştır!                                                                                           
  - Türkiye ilk kez, ‘6. Çerçeve’ programına katılmıştır. 2002-2006 sürecinde uygulanan bu programın toplam bütçesi 17,5 milyar Avro’dur. Türkiye Devleti’nin katkı payı yaklaşık 250 milyon Avro olmuştur. Yapılan bilimsel araştırma projeleri karşılığı Türkiye, yaklaşık 30 milyon Avro almış, sonuçta yaklaşık 200 milyon Avro kaybı olmuştur.                                                                                                   
    - Türkiye, 12 Eylül 1963 Ankara Anlaşması’ndan günümüze kadar olan süreçte, sadece ‘6.Çerçeve’ programına 250 milyon Avro katkıda bulunmuştur. Türkiye’nin 15,4 milyar Avro katılım payı ödemiş olduğu iddiası, utanmadan uydurulmuş bir yalandır! IMF’den sadece bir milyar dolar borç alabilmek için iki büklüm olan Türkiye’nin, AB’ye boş yere 15,4 milyar Avro ödemiş olacağına, günümüzün ilköğretim çocukları bile inanmayacakken, çok satan bir gazetenin deneyimli bir yazarının innmış olması hayret vericidir!                                                                                                           
  - AB’nin bütçesine sadece üye ülkeler katkıda bulunurlar. Türkiye bir AB üyesi olmadığı için kendisinden AB bütçesine katkıda bulunması asla istenilmemiştir, istenilemez de! Bu nedenle, Türkiye’nin AB’ye taahhüd ettiği bir katılım katkısından asla söz edilemez!                                                                                                                      
   - Birincisi 1984 yılında uygulanan ‘Çerçeve Programları’nın bütçesi, AB bütçesinden ayrıdır. Çünkü ‘Çerçeve Programları’ yalnız AB üyelerine sunulan bir program değildir! Dünyada 100’den fazla ülkeden örgütler ve araştırmacılar AB’nin ‘Çerçeve Programları’na katılmaktadırlar. Bu nedenle, daha çok bilim adamlarının ve araştırmacıların katıldığı ‘Çerçeve Programları’nın bütçesi, katılımcıların koyduğu katkılardan oluşmaktadır. ‘7. Çerçeve Programı’na; AB ülkeleri dışında, Afrika, Asya, Latin Amerika, Pasifik, Doğu Avrupa, Batı Balkan, Orta Asya ülkeleri de katılmaktadırlar.
·                                                                                                                                                                                                                                                                                            Sayın YalçınBayer,                                                                                                  
 Yazınızda şöyle diyorsunuz:                                                                                             
  “Peki Türkiye bu süreçte ne yapmış?                                                                                                  
   43 yıl içerisinde Brüksel’e 2500’e yakın proje sunulmuş, ancak bunun %95’i geri çevrilmiş…Daha doğrusu projeler, sunuş formatından veya Avrupa normlarına uymamasından ve mantığının anlaşılmaması nedeniyle ‘usulden’ reddedilmiş…Geriye kalan yaklaşık %5 projenin karşılığı ise 2,2 milyar Euro hibe almışız…                                                                                             
  Yani ödediğimiz 15,4 milyar Euro ‘aidat’mızla karşılaştırırsak, AB’yi 13 milyar Euro fonlamışız’…”                                                                                     
 Sayın YalçınBayer,                                                                                                  
  Bugüne kadar AB hibeleri hakkında çok yalan yazıldı, ama siz bu yazdıklarınızla inanın bir rekor kırdınız!                                                                     
 Açıklıyorum:                                                                                                                 
 - Türkiye, AB’den hibe almak amacıyla proje sunmaya 1995 yılında başladı, 43 yıl önce değil!                                                                                                                        
  - AB Hibeleri ile AB’nin ‘Çerçeve Programları’ arasında hiçbir bağ bulunmamaktadır, ikisi apayrı konulardır! ‘Çerçeve Programları’na yalnız AB üyesi ülkeler değil, dünyanın her yanından örgütler ve araştırmacılar katılabilir. ‘Çerçeve Programları’nın bütçesi, katılımcıların katkılarından oluşur.                                                                                                      
Oysa, AB’den alınan hibelerin tamamı AB bütçesinden çıkmaktadır ve içinde Türkiye’nin tek bir kuruşu dahi yoktur!                                                                                                                                                                                                       - Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri (Sendikalar, vakıflar, odalar, dernekler, birlikler, vb.), AB’den bugüne kadar yaklaşık 3 milyar Avro’ya yakın hibe aldılar. Bu örgütlerin adları Türkiye’de ilk kez “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi” adlı kitabımda yayınlandı.[1] Sivil Toplum Örgütleri, karşılıksız para olan hibeleri alırken, AB’ye projeler hazırladılar. Şimdi size bu projelerden birkaçının adını sayacağım, bakın bakalım bunlarda ‘format’, ‘mantık’, ‘norm’ var mı!                                                                                                                    
 * Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’in üç projesi: Bir Kucak Sevgi, Yaşama Geri Bakış, Beyoğlu’nda Mozik Döşeme. ÇEV, bu üç proje karşılığı AB’den 700.000 Avro hibe almıştır.                                                                                                              * Eruh Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (ESYDV)’nin projesi: ‘Ağaç Aşılama ve Budama Eğitim ve Uygulaması’. AB’den bu proje karşılığı 84.936, 75 Avro hibe alınmıştır.                                                                                                   

 * Başak Kültür ve Sanat Vakfı’nın projesi: ‘Üzülme, Kendine Bak!’. AB’den bu proje karşılığı 50.000 Avro hibe alınmıştır.                                                                                                 
   * AB’den 71.263 Avro hibe alan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin hazırladığı projenin adı: ‘Gelin Dostlar Bir Olalım!’.                                                                                                     
 * Uçan Süpürge Derneği, ‘Patikalardan Yollara’ adlı bir proje karşılığı AB’den 67.410 Avro hibe aldı.                                                                                                             
  * Ege Sanayiciler ve İşadamları Derneği, AB’den 179.957 Avro hibe alabilmek için şu projeyi hazırladı: ‘Anadolu Seması Altında Avrupa Ufukları’.                                                                                                                       Siz şimdi ne diyorsunuz Sayın Yalçın Bayer, bu projeler Avrupa normlarına, mantığına ve de formatına çok güzel uymuş değilmi?                                                                                                         
  İşte bu türden projeler karşılığı, Türkiye’de beş yüze yakın Sivil Toplum Örgütü AB’den toplam yaklaşık 3 milyar Avro hibe almıştır.  Bir kez daha tekrarlıyoruz: AB’den alınan bu hibelerin içinde Türkiye’nin tek bir kuruşu dahi yoktur!                                                                                                          
 - Türkiye’de, TÜBİTAK’ın denetiminde, 6. Çerçeve Programı kapsamında, bilim adamı ve arştırmacılar tarafından 2,982 proje üretilmiş, bunlardan 452’si desteklenmeye değer bulunmuştur. Türkiye Devleti, AB’nin 6. Çerçeve Programı’na yaklaşık 250 milyon Avro katkıda bulunmuş, kabul edilen projeler karşılığı bunun ancak 30 milyon Avro’sunu geri alabilmiş, yaklaşık 200 milyon Avro kayba uğramıştır.                                                                                                  
 - AB’ye yalnız üye ülkeler ‘aidat’ öderler. Henüz Ekim 2005’de ‘Aday Ülke’ olarak tanınan Türkiye’nin 43 yıldır AB’ye ‘aidat’ olarak 43 milyar Avro ödemiş olduğu iddiası, gülünç olmanın ötesinde, halkımızı kandırmak ve aldatmak üzere bilinçli olarak uydurulmuş katmerli bir yalandır!                                                                                                       
  - Sayın Yalçın Bayer, bu katmerli yalana inanarak yaptığınız hesap sonucu; 15,4 milyar Avro verdik, geriye sadece 2,2 milyar Avro aldık, öyleyse AB’yi 13 milyar Avro ‘fonlamışız’ sözlerinize ancak şöyle yanıt verebiliriz: Sayın Yalçın Bayer, Türkiye AB’yi tek bir kuruş dahi fonlamadı ama, birileri sizi fena halde ‘afyonlamış’!
·        Sayın YalçınBayer,                                                                                                  
 Gümrük Birliği’ne girmekle uğramış olduğumuz zararı da, AB’den hibe almanın haklı bir gerekçesi olarak öne sürüyor ve şöyle yazıyorsunuz:                                                                                         
  “AB ekonomisine Gümrük Birliği’nden yapmış olduğumuz ‘nemalandırma’ ise bunun dışında…Bu ‘katkı’ da yaklaşık 50 milyar Euro olarak hesaplanıyor.”                                                                                
  SayınYalçın Bayer,                                                                                                                      
 Sizin yapmış olduğunuz bu değerlendirmeye, en hafifinden, ‘elmalarla armutları birbirine karıştırmak’ denilir! Eğer Türkiye’nin, Gümrük Birliği’ne girmiş olmasıyla çok büyük kayıplara uğramış olduğunu söylüyorsanız-ki ben de bu konuda sizinle aynı görüşteyim- tazminat için yanlış adrese başvuruyorsunuz! Muhatabınız AB değil, Türkiye’yi Gümrük Birliği’ne sokanlardır. Ben size, doğru adresi göstereyim:                                                                                                                       
  *Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesine yol açan anlaşmayı imzalayan CHP Genel Başkanı, dönemin Dışişleri Bakanı Deniz Baykal, övünerek şöyle diyordu:                                                                                                                              “Türkiye’nin Avrupa’daki yeri tescil edilmiştir. Bu milletin başarısıdır.”                                                                                 
 “Türkiye’de hiçbir siyasal kriz, bizim Gümrük Birliği’ne girişimizi engelleyemez!”[2]                                                                                                    Starsbourg’dan yurda döndüğünde, havaalanında büyük bir coşkuyla karşılanan Deniz Baykal’a CHP’liler şöyle haykırıyordu:                                                                                                                                         “Hoş geldin, Gümrük Birliği Fatihi”                                                                                                 
  Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de övgü düzenler kervanına katılıyor ve şunları söylüyordu:                                                                                                                                                            
 “Bu gelişme Türkiye ve Avrupa ilişkilerinde tarihi bir aşamadır. Zenginlik denizine daldık.”[3]                                                                                              
Sayın Yalçın Bayer,                                                                                                          
 Gümrük Birliği’ne girmekle uğradığımızı söylediğiniz 50 milyar Avro’luk zararı, ya da sizin deyiminizle ‘nemalandırmayı’ , Gümrük Birliği Fatihi Deniz Baykal’dan ve Türkiye’yi Zenginlik Denizine daldıran Süleyman Demirel’den isteyiniz, AB’den değil! Halkımıza da yanlış adres göstermeyiniz!  

Yalancılar Kervanı
Sayın Yalçın Bayer,
AB hibeleri hakkında tamamı yalana dayalı yazı yazan ilk gazeteci ne yazık ki  siz değilsiniz! AB’nin hiçbir ahlak kuralı tanımayan propagandacıları, Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in şu sözlerini özümsemişlerdir:                                                                                       
  “Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan gerçekmiş gibi algılanır”[4]
İşte, yaygın medyada AB hibeleri hakkında yalan yazanlar:
·        Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Gülseven Yaşer.                                                                                                    
18.01.2006 tarihinde bana yolladığı mektubunda şöyle diyordu:                                                                                              
  “Bilindiği üzere, Türkiye AB fonlarına kaynak aktarmaktadır..”[5]                                                                              
 Kendisine, tamamı çok sağlam belgelere dayalı uzunca bir mektupla cevap yazdım. Bu yalanı söylemekten, yazmaktan vazgeçmesini rica ettim. Ancak, Gülseven G. Yaşer, aynı yalanı bilinçli olarak hem de halkımıza dönük verdiği demeçlerde sürdürdü. Bunun üzerine kendisine,                                                                                                    
 “Bir Utanmaz AB Yalancısına Açık Mektup” başlıklı bir mektubu internet ortamında gönderdim ve son kitabıma da koydum.[6]
·        Hürriyet Gazetesi Köşeyazarı Mehmet. Y. Yılmaz.                                                                                                
 01.01.2007 tarihli köşeyazısında, “AB Fonu Dediğiniz Kendi Paramızdır!” diye yazdı. Ona da, tamamı sağlam belge ve kaynaklara dayalı uzunca bir mektup gönderdim. Yazdıklarının yalan olduğunu, köşesinde yaptığı yanlışı düzeltmesini yoksa kendisini Basın Konseyi’ne şikâyet edeceğimi bildirdim. Kendisinden hiçbir cevap gelmeyince Basın Konseyi’ne, sağlam belge ve kaynaklar sunarak, başvuruda bulundum. Basın Konseyi, Mehmet Y. Yılmaz’ın yazdığının yalan olmadığını söyleyemedi! Peki ne dedi? Mehmet Y. Yılmaz’ın yalanının ‘teknik bir ayrıntı’ olduğuna karar verdi.[7]
Cumhuriyet Gazetesi Köşeyazarı Bedri Baykam.                                                                                                 
 13.02.2007 tarihli yazısına “Atatürkçüler AB Fonlarını Kullanmalıdır!” başlığını attı ve ÇEV’in korumacılığını yaparak AB hibeleriyleilgili baştan aşağı yalan bir yazı yazdı. Ona da, sağlam belgeler ve kaynaklara dayalı bir mektup gönderdim, yanlışını düzeltmesini rica ettim. Umursamadı. Ancak , onun yalanının da ‘teknik ayrıntı’ olarak nitelendirileceğini öğrenmiş olduğum için, Basın Konseyi’ne şikâyete gerek görmedim![8]
·        Cumhuriyet Gazetesi yazarı Işıl Özgentürk.                                                                                             
 02.10.2007 tarihli, “Güzel şeyler de oluyor, sen de var mısın?” başlıklı yazısında AB hibeleriyle ilgili gerçek dışı bilgiler veriyor, okuyucularını da AB’den hibe almaya özendirerek şöyle diyordu:                                                                                                        
“Gelin siz de bir yerlerden başlayın! Korkmayın AB yanlısı olmazsınız.”                                                                                           
 Kendisine hemen bir mektup yolladım, yazdıklarının gerçeklerle hiçbir ilgisi olmadığını bildirdim. Uzun bir süre geçip cevap gelmeyince, kendisine telefonla ulaştım. AB hibeleri hakkında anlattıklarımı duyunca, çok şaşırdığını, daha önce bu bilgileri hiçbiryerde duymadığını, okumadığını bildirdi. Tamamı sağlam belgeler ve kaynaklara dayanılarak yazılmış olan kitabımı, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi” yi okumasını önerdim. Acele kendisine gönderilmesini rica etti. Okuduktan sonra mutlaka köşesinde bir açıklama yapacağına söz verdi. Bu konuşmamızın yapıldığı gün,  AsyaŞafak Yayınları sahibi Sayın İsmet Arslan, kitabımı kargoyla Işıl Özgentürk’e ulaştırdı. Aradan altı hafta geçti, Işıl özgentürk’ten henüz bir ses çıkmadı!
·        Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Pamukoğlu.                                                                                              
 16.10.2007 tarihli, “AB Hibe Fonları Tehlikeli mi?” başlıklı yazısında, AB hibeleriyle ilgili gerçek dışı bilgiler veriyor, mantık dışı yaklaşımlarla AB hibelerinin alınmasını savunuyordu.
Kendisiyle aynı gün telefonda konuştum. AB hibeleriyle ilgili bazı temel gerçekleri hemen ilettim, kaynak olarak kitabımı önerdim. Aynı gün kitabımı alacağını, okuyacağını ve benimle iletişim kuracağını bildirdi. Aradan bir aya yakın bir süre geçti, Mustafa Pamukoğlu’ndan ne bir ses ne de bir tek satır yazı geldi!
Sayın Yalçın Bayer,
Size son olarak şu soruyu soruyorum: Bu mektubumu okuduktan sonra, siz de yukarıda sözünü ettiğim yalancılar kervanına mı katılacaksınız, yoksa aşağıda adreslerini verdiğim kaynaklara başvurup gerçeklerin benim yazdığım gibi olduğunu öğrendikten sonra köşenizde bir açıklama yapacak mısınız?

Kaynaklar
Eğer ‘Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi’ adlı kitabımı okumaya vaktiniz olmazsa, AB hibeleri ve ‘Çerçeve Programları’ hakkında resmi bilgileri şu adreslerden hemen öğrenebilirsiniz: 
·        T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği.                                            
  www.abgs.gov.tr                                                                                                                                                                    
  Adres: Mustafa Kemal Mah. 6 Cad. No:4, 06800 Bilkent-Ankara                                                                                               
 Telefon: 0312-285 77 20                                                                                                               
 Faks: 0312-286 04 08                                                                                        
·Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu.                                                                  www.avrupa.info.tr                                                                                               
 E-posta: delegation-turkey@ec.europe.eu                                                                      
  Adres: Uğur Mumcu Cad., No:8, Kat:4, Gaziosmanpaşa, 06700 Ankara                                                                                             
  Telefon: 0312-459 87 00                                                                                                        
 Faks: 0312-446 67 37

Sağlıklar diliyorum,
Yılmaz Dikbaş
Araştırmacı Yazar
12 Kasım 2007, Antalya
dikbas@kalinka.com.tr
www.kalinka.com.tr

[1] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, AsyaŞafak Yayınları, 756 sayfa, İstanbul, Mayıs 2007, 5. Baskı
[2] A.g.e. sayfa: 30
[3] A.g.e. sayfa: 30
[4] A.g.e. sayfa: 441
[5] A.g.e. sayfa: 345-346
[6] Yılmaz Dikbaş, “Gaflet Dalalet Hıyanet”, AsyaŞafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2007, sayfa. 435-443
[7] A.g.e. sayfa: 455-457
 [8] A.g.e. sayfa: 478-480

CIA İŞBİRLİKÇİLERİ MAAŞA BAĞLADI



Parayla rapor hazırlatıyor
AKP iktidarı, yurt dışından bağış alımını serbest bırakınca vakıflar zengin oldu! Gelinen noktaya dikkat çeken CHP Mersin Milletvekili İsa Gök, “CIA, vakıflara ve 5 üniversiteye açıktan para ödüyor, istediği doğrultuda rapor hazırlatıyor” dedi.


Savaş alanı olduk!
ABD’li sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’de Almanlarla birlikte mücadele verdiğini belirten  Gök, “Kültürel savaş alanı olduk. Bu kuruluşlarla iç içe olan AKP’li vekiller var. Gelen paraya ‘yardım’ demek, safdillik olur” değerlendirmesini yaptı.



YURT DIŞINDAN VAKIFLARA GELEN YARDIMLARA BÜYÜK TEPKİ:
Para CIA eliyle ödeniyor
MHP Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın sorusu üzerine, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın, çeşitli vakıfların yurtdışından yüklü miktarda para yardımı aldıklarını açıklaması, araştırmacı, hukukçu ve siyasilerin büyük tepkisini çekti. Bu vakıflara paranın CIA eliyle ödendiğini belirten CHP Mersin Milletvekili İsa Gök, “Yardımların Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda kullanıldığını söylemek safdillik olur” dedi.



ABD’den gönderilen parayla Kur’an CD’si bastırılır mı?
BAKANA verdiği soru önergesiyle konuyu Türkiye’nin gündemine taşıyan MHP Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın, Vakıflar Yasası’na, gündeme geldiğinden beri karşı olduklarını söyledi.Yalçın şöyle dedi: “Özellikle yıkıcı ve bölücü faaliyetler içerisinde bulunabilecek vakıflara dikkat çektik. Bazı vakıfların faaliyetleri Türkiye’yi ayrıştırmaya yönelik. Bunun artık farkında olunması gerekiyor. Bu nedenle yurt dışından yardım alan vakıfların faaliyetlerine ve uygulamak istedikleri
projelere bilhassa dikkat etmek ve yakından takibe almak gerekiyor. Bakanın vermiş olduğu cevap, kuşkularımızın doğru olduğu yönünde önemli bir işarettir. Bunun sonuna kadar takipçisi olacağımızı ve ben bizzat takip edeceğimi söylemek isterim. Yurt dışından gelen paralarla Kur’an-ı Kerim CD’si bastırıp, kutsal kitabı tanıtmanın sevabı kime yazılacaktır. Parayı verene mi, bu parayla CD bastırana mı? Bu konudaki takdiri ben kamuoyuna bırakıyorum. Bunu yapanlar şunu bilmeliler ki, bu dünyada ve ahirette iki elimiz yakalarındadır.”


Amaç, Vatikan benzeri bir yapının oluşturulması
YARGITAY Onursal Başsavcısı Vural Savaş ise, Vakıflar Kanunundaki değişikliğe dikkat çekerek, yapılan değişiklikle Türkiye’nin ılımlı bir İslam devleti olması için gereken zeminin hazırlanmasının amaçlandığını kaydetti. Yapılan değişikliğin asıl amacının İstanbul’da vakıfların mal edinerek Vatikan benzeri bir yapının oluşturulması olduğunu ifade eden Savaş, “ Türkiye’yi diğer Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi ılımlı İslam projesiyle kendi güdümlerine almak isteyen emperyalist devletler, bu tür vakıflar aracılığıyla amaçlarını gerçekleştirmek istiyorlar. Birinci amaçları
Vatikan benzeri bir yapılanmayı İstanbul’da da gerçekleştirmek. İkinci amaçları Türkiye’yi ılımlı İslam devleti hamline getirerek, laik, çağdaş, hukuk ve sosyal devleti yönetiminden Türkiye’yi uzaklaştırmak. Emperyalist devletlerin amaçları bu. Şimdi bu devletlerdin oluşturduğu fonlardan para alan sivil toplum kuruluşlarının ya da vakıfların bu amaç dışına çıkıp, Türkiye’nin mevcut rejimine ve üniter yapısına hizmet edeceğini düşünmek, olası mıdır, değil midir? Önce kendimize bu soruyu bir soralım, ardında da gerçeğin ne olduğu görelim” dedi.


Türkiye kültür savaşı alanı oldu
Türkiye’nin son dönemde vakıf ve sivil toplum kuruluşlarının hedefi haline geldiğini kaydeden CHP Mersin Milletvekili İsa Gök, ABD’li sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’de Alman sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte büyük bir mücadele içerisinde olduğunu vurguladı. ABD senatosunun yurt dışında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının bütçelerini belirlerken, Alman vakıflarını örnek gösterdiğini dile getiren Gök şöyle dedi: “ Türkiye uzun zamandan bu yana açık kültürel savaş alanı haline getirildi. ABD’de faaliyet gösteren demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’nin yan kuruluşu olan sivil toplum kuruluşlarına bütçe verilirken Almanların faaliyetleri örnek gösteriliyor. Alman Vakıfları, Almanya’nın geleceğini düşünerek hazırladığı vizyona göre dünyanın çeşitli bölgelerine ve devletlerine giderek kurdukları sivil toplum kuruluşları ve vakıflar aracılığıyla hükümetleri etki altına alabiliyor. Bu doğrultu da Alman devletinin çıkarlarına hizmet edecek kararları parlamentolardan çıkartabiliyor. Vakıflara CIA eliyle para ödeniyor. Türkiye’de beş üniversiteye açıktan para ödeniyor ve bazı hocalar maaşlarını buradan alıyor. Böyle olunca da onların istedikleri doğrultu da raporlar hazırlıyorlar.


AB projeye neden para aktarıyor?
Araştırmacı Yazar Yılmaz Dikbaş ise, Türkiye’de onlarca vakfın AB başta olmak üzere batıdan proje bazında yardım aldığını ancak alınan yardımların ortaya çıktığında bunun hesabını vermek istemediklerini belirterek şunları kaydetti: “ Daha önce kitaplarımda bu konuyu dile getirdim ve bu vakıfların listesini proje proje yazdım. Şuna dikkat edelim artık; rüşvetin yerini hibe, ajan kavramının yerini de sivil toplum kuruluşu almıştır. Kurulan sivil toplum kuruluşları bu kadar parayı ne yapıyor, ya da ne yapacak. AB Türkiye’de ağaç budama ve arıcılık projelerine de para yolluyor. Ondan sonra da vatandaşa biz de bu fona para ödüyoruz, siz de projenizi hazırlayın alın diyorlar. Bunu yazdım söyledim, bir kez daha söylüyorum, bundan daha büyük bir yalan olamaz. AB’nin kendi içerisinde başta bağımlılık, uyuşturucu ve gelir dağılımı olmak üzere yüzlerce sosyal sorunu var, oraya para aktarmayan AB niçin bu projeye para aktarıyor, sadece düşünelim, sorgulayalım. Öte yandan ortaya konmamış daha kaç proje var, ortaya çıkmadı. Burnun bilgilerini AB kaynaklarından çok rahatlıkla bulursunuz. Ben Türkiye’deki projelere ve vakıflara gönderilen paraları AB kaynaklarından buluyorum.”


Misyoner örgütleri gibi çalışıyorlar
TÜRKİYE’de bulunan sivil toplum kuruluşlarının ve vakıfların başta AB olmak üzere çeşitli ülkelerden yardım aldıklarını, ancak bu yardımların belli kriterler çerçevesinde verildiğini hatırlatan DSP İstanbul milletvekili Hasan Macit, şunları söyledi: “Alınan yardımlar belli kriterler çerçevesinde Türkiye’ye yollanıyor. Bunların başında da çağdaşlaşma, özgürleşme ve buna benzer kriterler geliyor. Ancak gerçekleştirilen faaliyetlere bakıldığında Türkiye’nin mevcut
devlet yönetimini bozan içerikte olduğu dikkat çekiyor. Yardım alan kuruluşların bu yönde kamuoyu hazırlanması yönünde bir çalışmanın içerisinde oldukları gözlerden kaçmıyor. İçinden geçtiğimiz süreç iyi analiz edildiğinde, Osmanlı Devleti’nin son dönemine benzediğimiz üzülerek ortaya çıkıyor. Osmanlı Devleti’nin son döneminde de misyoner örgütleri ülkeye gelerek, fakirleşen halk üzerinde kendi amaçlarını gerçekleştirmek için faaliyetlerde bulunmuşlardı.



Oluk gibi akıyor
Yabancılar, vakıflara 1 yılda 40 milyon dolar aktardı. Aslan payını, spekülatör Soros’la uzantılı TESEV ile DTP’li Osman Baydemir’in kurucuları arasında yer aldığı TİHV kaptı.

Vakıflara yurtdışından  ‘FON’ yağdı
AKP’nin çıkardığı yasa ile yurt dışından bağış alması serbest bırakılan vakıflara, bir yılda 40 milyon dolar aktarıldı. En çok fonu, Sorosçuların uzantısı olan TESEV ile DTP’li Osman Baydemir ve Akın Birdal’ın kurucuları arasında yer aldığı TİHV kaptı

Haber: Fatih ERBOZ
Dünya, uluslararası kurum ve kişiler tarafından fonlanan sivil toplum kuruluşlarının Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da yaptığı renkli devrimleri konuşurken, Türkiye’de, adım adım benzer bir sona doğru yaklaşıyor. AKP tarafından yurtdışından bağış kabul alması serbest bırakılan vakıflara yurt dışından bir yılda 40 milyon dolar (61 milyon TL) aktarıldığı ortaya çıktı.

ABD’den Ensar Vakfı’na
Milliyet gazetesinde yer alan habere göre, MHP Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın sorusunu Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün verileri doğrultusunda cevaplayan Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı,
Türkiye’deki 39 vakfa 27 Şubat 2008 tarihinden itibaren çeşitli ülkelerin para birimleriyle toplam 40 milyon dolar (61 milyon TL) yardım yapıldığını açıkladı. Japonya Çevre Fonu’nundan TEMA Vakfı’na 27 milyon 546 bin 424 Japon yeni yardım gelirken, listede, Ensar Vakfı, İhlas Vakfı, Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı gibi dini faaliyetleriyle öne çıkan vakıflar da yer aldı.
AB fonları başta olmak üzere çeşitli kuruluşlardan 70 bin 684 euro destek alan Ensar Vakfı’na ayrıca ABD Ankara Büyükelçiliği 129 bin 400 dolar yardımda bulundu. İhlas Vakfı’na ise çeşitli kişi ve kuruluşlar tarafından toplam 13 bin 63 euro bağış yapıldı.
ABD Büyükelçiliği de Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı’na 12 bin 280 dolarlık destek sağladı. Listeye göre, İsveç hükümeti ve İsveç orijinli yardım kuruluşları neredeyse bütün vakıflara maddi yardımda bulundu.
Bu yardımlardan en çok payı 2 milyon İsveç kronu (450 bin YTL) ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı aldı. Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) büyük tartışmalar yarattığı bu dönemde Türk ve Orta Doğu Dayanışma Vakfı’na Arap kökenli kişi ve kurumlardan 2 milyon 662 bin dolar ve 73 bin euro aktarılması dikkat çekti.

En büyük yardım Soros’tan
Ahmet Salem bin Mahfoz ismiyle bu vakfa arka arkaya üç kez 589.980’er bin dolar gönderildiği belirlendi.
Listeye göre, düşük miktarlarda da olsa Dünya Bankası, ABD hükümeti, Avrupa Komisyonu gibi birçok önemli kurum ve kuruluştan yardım alan vakıfların başında TESEV geldi. TESEV, 10 ayda toplam, 336 bin 426 dolar, 1077 sterlin, 72 bin 966 euro ve 20 bin 600 TL yardım aldı. En büyük yardımı ise ABD’li finans spekülatörü George Soros’un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü’nün (175 bin 485 dolar) göndermesi dikkat çekici bulundu.


ABD en çok bağışı Ensar’a yaptı!
ABD Büyükelçiliği’nin 129 bin dolar bağışını kabul eden Ensar Vakfı, 1979 yılında kuruldu. 47 kurucusu arasında en dikkat çekici isimlerden biri ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş. Topbaş, 1979’da 370 bin TL’lik vakfın kuruluş sermayesine 50 bin TL katkı sağladı. Proje ve çalışmalarını eğitim alanında yoğunlaştıran vakıf, İnteraktif Kuran-ı Kerim Öğrenme CD’si hazırlayarak Türkiye’deki bütün imam hatip liselerine dağıttı. Vakıf, din eğitimine ilişkin birçok metaryali de öğrencilere ulaştırdı. 30 ilde örgütlenen Ensar Vakfı, üniversite ve liselere hazırlık kursları, ilmihal, tefsir vb dini ilimlerle ilgili dersler, konferans, seminer ve yardım faaliyetleriyle öne çıktı.


Yahudi Soros’un gözdesi
TESEVÖzellikle Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alan çalışmalarıyla tanınan TESEV’e en büyük bağışı  dünyanın bir çok bölgesini karıştıran Yahudi spekülatür George Soros yaptı. AB ve ABD yandaşı araştırmalara da imza atan vakfa Dünya Bankası’ndan yapılan yardımlarda dikkat çekiyor. İşte TESEV’e aktarılan paralar: Department of State (13 bin 528,28 ABD Doları), British Council (750 İngiliz Sterlini), UNDP Türkiye Temsilciliği (9 bin 189 ABD Doları), Dünya Bankası (36 bin 121,66 ABD Doları), Internal Displacement Monitoring Centre (4 bin 135,90 ABD Doları), Dünya Bankası (70 bin 751,87 ABD Doları), Dünya Bankası (10 bin ABD Doları), İsveç İstanbul Konsolosluğu (16 bin 470,72 YTL), Geneva Center for DCAF (6 bin 681 ABD Doları), Geneva Center for DCAF (5 bin 914 ABD Doları), Dünya Bankası (3 bin 622,70 ABD Doları), Dünya Bankası (1000 ABD Doları), Dünya Bankası (4 bin 150,78 YTL), Instituto de Estudos Internacionais (7 bin 25 Euro), Institute for Philantropy Temple Place (327 İngiliz Sterlini), Açık Toplum Enstitüsü (175 bin 485 ABD Doları), Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu (65 bin 941,33 Euro).


Avrupalılar, en çok TİHV’yi destekledi
AB ve ABD’lilerin bağış yağdırdığı diğer bir vakıf ise Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV). Kurucuları arasında DTP’li Akın Birdal, Selahattin Demirtaş ve Osman Baydemir’in yanısıra, Yusuf Alataş, Nadire Mater gibi tartışmalı isimlerin de yer aldığı vakfa 8 ay içerisinde toplam 404 bin dolar ve 264 bin euro para aktarıldı. İşte TİHV’nin bağışçı listesi: Den Norske Helsingfors Com. (44 bin 855, 46 ABD Doları), Netherland Helsinki (45 bin Euro), Avrupa Komisyonu (79 bin 883,55 Euro), Uluslararası Af Örgütü (73 bin 747 ABD Doları), UN Office, İsviçre (90 in ABD Doları), Demokratisches Türkei Forum, Almanya (3 bin Euro), Svenska Roda Korset (2 milyon İsveç Kronu), İşkence Görenler için Rehab. Konseyi (2 bin 232 ABD Doları), Almanya Af Örgütü (10 bin Euro), İşkence Görenler için Rehab. Konseyi (24 bin 999 ABD Doları), İsveç Af Örgütü (50 bin ABD Doları), International Rehab. Council for Torture (73 bin 747 ABD Doları), UN Office (3 bin Euro), Demokratisches Türkei Forum, Almanya (79 bin 883,55 Euro), Avrupa Komisyonu (45 bin Euro), Netherland Helsinki (44 bin 855,46 ABD Doları).
06.01.2009

8 Aralık 2015 Salı

KAHRAMAN YARATMAK



Yaklaşık on gün kadar önce yeni Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, “MİT TIR’ları” ile ilgili haber yaptıkları gerekçesiyle tutuklandılar. Ortada suç olsa bile, tutuksuz yargılamak varken iki gazetecinin tutuklanması onaylanacak bir durum değildir.
Adana’da 19 Ocak 2014 tarihinde durdurulan ve Suriye’deki teröristlere silah taşıdığı ortaya çıkan “MİT TIR’ları” ile ilgili haber ve fotoğraflar 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık Gazetesi’nde yayınlandı. Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanan bu haber sonrasında Cumhuriyet Gazetesi de dahil olmak üzere, bütün gazeteler sessizliğe büründü. Ancak 29 Mayıs 2015 tarihinde aynı haber sanki yeni ortaya çıkarılmış gibi “ilk kez yayınlanıyor” başlığıyla Cumhuriyet Gazetesi’nde, yeni birkaç fotoğrafla birlikte yayınlandı.
21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanan bu haber için, gazetenin genel yayın yönetmeni hakkında dava açılmadı ve tutuklanmadı. Ama aradan 16 ay gibi bir süre geçtikten sonra, aynı haberi çalan ve yayınlayan Cumhuriyet Gazetesi için, genel yayın yönetmeni Can Dündar hakkında dava açılması ve tutuklanması, üzerinde etraflıca düşünülmesi gereken bir durumdur.
Mahkeme kararıyla da kanıtlanan haber ve eser çalma merakı olan Can Dündar, “ilk kez yayınlanan görüntüler” başlığıyla, bu çalıntı haberle parlatıldı. Cumhuriyet okuyucularının Atatürkçü yazarların gazeteden dışlanması sürecinde Can Dündar'a tepki göstermesini engellemek amacı ile Can Dündar'ın büyük bir gazetecilik başarısı göstermesi ve böylece parlatılması planlanmıştı. Tabii bu küçük plandı, belki büyük planda yeni CHP’nin genel başkanlık koltuğuna oturtulması bile düşünülebilir.
Erdem Gül, 22. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda 24 Ocak 2015 tarihinde Çankaya Belediyesi’nin düzenlediği Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki etkinlikte, Uğur Mumcu’nun yeğeni Evren Mumcu’nun sorusuna; “Türk Milleti demenizi yadırgadım. Türk Milleti diye bir şey yoktur” diye yanıt vermişti. Can Dündar ise, Atatürk imajını bozmaya çalışan “Mustafa” filmi ile ne olduğunu ve ne yapmak istediğini kanıtlamıştır.
Can Dündar'ın, 14 Nisan 2012 tarihinde Milliyet Gazetesi'ndeki 'Başka Kapıya' adlı yazısı şöyleydi: “Dün süngü zoruyla başbakanı eve yollayanlar, bugün polis zoruyla evden toplanıyor. Dün ‘adalet, insan hakları’ diye haykırdığımızda üstümüze tank sürenler, şimdi adalet ve insan hakkı istiyor. Dün düzmece andıçlarla demokratları yok etmeye çalışanlar, bugün düzmece kanıtlarla yargılandığından yakınıyor. Adaletsizliğe, zulme karşı her zaman herkesin yanındayız. Ama dün burnundan kıl aldırmayan mağrurların, bugün mağdur rolü oynamasına cevabımız aynı: ‘Başka Kapıya.”
Bunları yazan Can Dündar kimdir?
 Kemalizm düşmanıdır, orduyu dönüştüren kumpasları destekleyendir, TSK'ye karşı PKK terör örgütünü destekleyendir, Türk Milleti kavramına karşıdır, AKP'yi düne kadar desteklemiş romantik tatlı su solcusudur ve Cumhuriyet Gazetesi’ni yeni Cumhuriyet yapandır.
Ülkemizde yüzlerce gazeteci işsiz bırakılırken, birçok basın emekçisi ceza alırken Can Dündar ve benzerlerinin sesleri çıkmamıştı. İlhan Selçuk başta olmak üzere birçok gazeteci, demokratik kitle örgütü yöneticisi, sendika başkanları, akademisyenler, siyasiler ve subaylar hukuksuzca tutuklanıp cezaevine konulduğunda, Can Dündar ve benzerlerinin tepkisini duyan oldu mu?
Ulusal Kanal, ART, Aydınlık Gazetesi ve Oda TV basıldığında, Can Dündar ve benzerleri ortada yoktu. Ancak geçtiğimiz Ekim ayında operasyon yapılan cemaat medyasına “özgür basın susturulamaz” diye destek veren Can Dündar ve benzerlerinin ikiyüzlülüğü bir kez daha kanıtlanmıştır. Ergenekon ve Balyoz gibi komplonun dibine vuran, hukuk ihlallerinin yaşandığı davalarda, Can Dündar ve benzerleri neredeydiler? Can Dündar; “düzmece kanıtlarla yargılandığından yakınıyor” dediği yurtseverlere karşı acaba bugün utanmakta mıdır? Cumhuriyet Gazetesi'nin yitirdiğimiz çok değerli yazarı Deniz Som, Can Dündar'ın bütün yolsuzluklarını, sahtekarlıklarını mahkeme tutanaklarına dayanarak, belgeleriyle açıklamıştı; bunlar Cumhuriyet Gazetesi arşivlerinde bulunmaktadır Yaratılan ve başka görevler yüklenen bu sahte kahramanlara çok dikkat edilmelidir, senaryo iyi okunmalıdır. Dürüst olmayan birinden kahraman yaratılmasına izin vermemeliyiz.
Cumhuriyet Gazetesi’nin başına getirilmesi özel bir proje olan Can Dündar’ın esas görevi ‘çözüm süreci’ adı verilen ve ulus devleti bitirecek olan bölücü projeye hizmet etmektir. 2007 yılında Fethullahçıların kurduğu The Taraf Gazetesi ne yapmışsa, bugün Can Dündar’ın eline verilen yeni Cumhuriyet Gazetesi de aynısını yapmaktadır. CHP’nin yurtseverlerden alınarak, kimliksizleştirilmesi süreci ile Cumhuriyet Gazetesi’nin dönüştürülmesi, eş zamanlı olarak projelendirilmiştir. Yeni CHP’de güvensizliğin ve başarısızlığın başrol oyuncusu Kemal Kılıçdaroğlu ne ise, yeni Cumhuriyet Gazetesi’nde de Can Dündar aynısıdır.
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınları her fırsatta anan ancak bir kitabını, bir makalesini bile okumayanlar, Can Dündar ve benzerlerini bu yurtsever insanlarla aynı kefeye koyan aydın insan taklitleri, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya devam etmektedirler.
Can Dündar’lar için protesto gösterileri yapanlar, Cumhuriyet Gazetesi'nin Atatürk ilkelerinden sapan ve değişen çizgisine boyun eğmektedirler. Cumhuriyet Gazetesi yönetimine yapılan bu hukuksuzluğun kınanması gerekir ancak sapla samanı da birbirine karıştırmamak gerektiği de bilinmelidir. Unutmayalım ki, bugün hukuksuzluk yapanlara da yarın hukuk gerekecektir.. 7 Aralık 2015
SUAY KARAMAN
.